Paşa mı yapılır, kellesi mi gider?
Türköne'nin 'Apo Osmanlı'da yaşasa paşa olur, Bodrum'da yaşardı' sözlerini tarihçiler tartıştı. Şimdi sorulan şu: Osmanlı olsaydı Öcalan'ın kellesini mi alır paşa mı yapardı?
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-10-26 10:51:00
Profesör Mümtaz'er Türköne, AKŞAM'a verdiği röportajda Osmanlı'nın isyan bastırırken, elebaşıları affedip, 'Başıbozuk paşası' olarak sürüp, maaş bağladığını söyledi. Türköne'nin, 'Apo'ya paşa rütbesi verilebilir. Bodrum Türkbükü'ne gönderilmesini öneriyorum' sözleri haftaya damga vuran açıklamalarda biri oldu. Açıklama tarihçileri ikiye böldü.
İSYANCININ BAŞI GİDERDİ
Türköne'nin iddiasının tarihi gerçekliği yansıtmadığını belirten Murat Bardakçı dün HABERTÜRK'te yer alan yazısında 'Bodrum'da paşalık da ne demek? İsyancının kellesi mutlaka giderdi' yorumunu yaptı.
Bardakçı, yazısında şöyle dedi: 'Sonra şaka mı yoksa ciddi mi olduğunu bir türlü anlayamadığım başka sözler de edildi ve Abdullah Öcalan'ın 'paşa' olarak Bodrum'a gönderilmesi bile teklif edildi. Bütün bu saçmalıklar arasında sadece bir kelime 'baş' sözcüğü doğruydu. Osmanlı devrinde devlete isyan edenler öyle 'başıbozuk paşası' yapılmazlardı ama 'başları' konusunda değişmeyen bir kural vardı; İsyancı liderinin 'başı' yani 'kellesi' mutlaka kesilir, bozulmaması için bal dolu bir keçeye konup İstanbul'a getirilir ve Topkapı Sarayı'nın girişindeki meşhur 'kelle taşı'nda ibret-i alem için teşhir edilirdi. Sözün kısası isyan eden yaşatılmazdı.'
Bedirhan Bey ve Namık Kemal örnekleri
Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Prof. Dr. Gültekin Yıldız ise şu yorumu yaptı: 'Osmanlı döneminde 16. yüzyıldan 19. ve 20. yüzyıla kadar eşkıyalarla mücadelede ya da suçlu olduğuna inanılan kişilerle mücadelelerde affetmek yöntemi kullanılırdı. Suçlu olduğuna inanılan kişi, suçun büyüklüğüne göre ya idam edilirdi ya da hapsedilirdi. Ancak suçlu olduğuna inanılan kişi, nüfuzlu bir insansa ve idamı devlete zarar verecekse, bir yere sürgüne gönderilirdi. Bunun için genellikle Limni, Rodos, Midilli gibi Ege adaları seçilirdi. Bu kişiler için genellikle 'Kalebent' denilen sistem uygulanırdı. Yani kalesi olan bir adaya gönderilirlerdi ve onları nüfuzlarından dolayı maaş da verilirdi hatta o adanın idaresi de verilebilirdi. 19. yüzyılda Bedirhan Bey de bu şekilde belli bir süre sürgün edilmiştir. Namık Kemal için de aynı yöntem uygulanmıştır. O dönemde ayrıca Kürtler ve feodal beyler de bu yöntemle Ege adalarına gönderildi.'
Türköne'nin söylediklerinin teknik olarak doğru olduğunu savunan Yıldız, şöyle dedi: 'Ancak Öcalan için de böyle bir şey yapılabilir demiyorum. Aradan yüzyıllar geçti. Hukuk artık eskisi gibi değil. Önceden böyle sürgünlerden halkın haberi olmazdı. Devlet içinde halledilirdi. Şimdi birini Uganda'ya da gönderseniz herkesin haberi olur. Dönemin devlet politikası ile şimdiki arasında çok fark var. Kamuoyu ve demokrasi farkı var. Sıradan insanlar da artık her şeyi medyadan öğreniyor. Önceden devlet içinde halledilmiş oluyordu' diye konuştu.
Makam verilmesi stratejik bir yaklaşım
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Erhan Afyoncu ise Osmanlı devletinde gerektiğinde eşkıyalara makam, mevki vererek onların etkinliklerinin bitirildiğini ancak ülkeden ayrılmayı düşünen asilere karşı ise tam tersine çok acımasız davranıldığını ifade etti. Osmanlı yönetiminin Celali isyanlarını bastırmak için ikinci bir yol olarak isyancılara makam, mevki vererek bu kişileri etkisiz kılındığını belirten Afyoncu Bugün Gazetesi'ndeki yazısında şöyle dedi: 'Bazı Türk tarihçileri, Osmanlıların eşkıyayı affedip, devlet kademelerinde görev vermesini acizlik olarak yorumlarken, ABD'li sosyolog Karen Barkey ise bunu kuvvet ve iradeyi sürdürme kabiliyeti olarak görmekte. Osmanlı İmparatorluğu toplumsal sınıfların çoğunu manipüle ederek çok büyük isyanların çıkmasını engellemiş, eşkıyaları affederek devlet kademelerinde görevlendirmiş, böylece kenarda kuvvetlerin merkez içerisinde erimesini sağlamıştır. Osmanlıların tarzı hem daha insani hem de daha devlet menfaatinedir.' Osmanlı devletinin sıradan eşkıyalara müsamaha gösterirken siyasi maksatlı isyan edenlere ise aynı müsamahayı göstermediğinin altını çizen Afyoncu '17'nci yüzyılın başlarında isyan eden Lübnan'ın güçlü Dürzi emirlerinden Maanaoğlu Fahreddin'i hatırlattı. Afyoncu, Osmanlı'nın Maanoğlu'nun üzerine ordu gönderdiğini ifade etti.
İktidarı sağlamlaştırma aracı olarak eşkıyalık
Mümtaz'er Türköne, polemik yaratan sözlerinin ardından dün Zaman Gazetesi'ndeki 'Eşkıyalar ve Devlet' başlıklı yazısında konuyu yeniden gündeme getirdi. Türköne, yazısında özetle şöyle dedi: 'Prof. Karen Harney 'Eşkıyalar ve Bürokratlar' kitabında vardığı sonucu şöyle özetliyor: 'Osmanlı Devleti 17. yüzyıl boyunca, eşkıya reislerinin taleplerini merkezle bütünleştirebilmek için siyasi anlaşma yapma ve merkeze dahil etme yöntemlerine başvurdu. Bu şekilde hakimiyeti pekiştirme çabalarının ardında yatan en önemli saiklerden biri de jeopolitik kaygılardı.' Yazar, 'Devlet eşkıyalığı, devletin merkezi iktidarını sağlamlaştırmada bir araç olarak kullanıyor. Bu tezini, her isyan döneminden sonra merkezin gücünün arttığını göstererek kanıtlıyor. İsyancılarla yapılan pazarlıklar devletin zaafını değil, tam tersine aklını ve gücünü gösteriyor. Kitabın bize anlattığı şu: Devlet eşkıyalığın kökünü savaşarak ve uzlaşarak kazımaya çalışıyor. Ama daha ötesi eşkıyalığı yaratan şartları ortadan kaldıramadığı için, eşkıyalarla fırsat buldukça savaşarak, zaman zaman uzlaşarak bu işi merkezin otoritesini güçlendirecek bir vesileye dönüştürüyor. Nasıl mı? Eşkıyalıktan bizar olan halkın desteğini kazanarak.
Kaynak: Akşam
SON VİDEO HABER
Haber Ara