Yeni rehineler: İsrailli Filistinliler
Uluslararası toplum, İsrail’e gerçek bir çözümü kabul ettirebilecek olan tek makamdır. Bu nedenle çok çalışmak gerekiyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-10-20 00:32:00
Joseph Algazy* ve Dominique Vidal**
Devlete karşı sadakat: Bu onun asla dile getirmediği karakteri. Yanından ayrılmadan önce soruyoruz: “Nazi Almanya’sında olduğunuzu düşünelim, kimin tarafında olmayı seçerdiniz?”, “Devletin” diye cevapladı hiç tereddüt etmeden. Bu cevap Kudüs’teki parlementoda ifade edildiğinde sersemletici bir etki bıraktı. Bir de muhatabımız bize babasının, Hitler iktidara geldikten sonra Büyük Almanya’yı (ç.n. burada “Reich” ifadesi kullanılıyor) nasıl terk ettiğini anlattı. Acısını çeken bilir(!)
Yeni yasa komisyonunu yöneteceği sanki içine doğan Meclis Başkan Yardımcısı Avukat David Rotem, seçim kampanyası sürecinde birlikte olduğu ve diyaloglarda bulunduğu “İsrail Evimiz Partisi” lideri Avigdor Lieberman’ın bir sözünü aktarıyor: “İster Yahudi, ister Müslüman ve isterse Hristiyan olsun, her vatandaş devlet karşısında sadakatini ispatlamak zorundadır. Aksi takdirde vatandaş olarak kabul edilemez”. Gazze’de gerçekleştirilen katliamı protesto etmeye cüret eden Arap milletvekilleri kadar, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’la (1) görüşmekle suçlanan haham Meyer Hirch de bu sözle topun ağzındaki isimlerden olmuştur.
Partinin teklifi ise her İsrailli (içerisinde Yahudiliğin sembolü olan) bayrak üzerine yemin etmeli, (Yahudi ruhunu hatırlatan) ulusal marşı ezbere bilmeli, sivil de olsa askerlik hizmetini tamamlamalıdır.(yürürlükteki yasaya göre bu askerlik vazifesinden Araplar, Dürziler ve az sayıda bedevi hatta ultra ortadokslar bile muaf tutuluyor.)
Seçim sloganı ise “yalnız Lieberman ‘Arap’ça konuşuyor”. Tarihçi Shlomo Sand, Lieberman’ı analiz ettikten sonra şöyle devam ediyor: “Doğum yeri Moldavya’da gece kulübünü boşaltan bekçi görevini icra ediyordu (ç.n. bölgeyi boşalttığını bu deyimle aktarıyor).Şimdi ise aynı şeyi Araplar üzerinde uygulamaya çalışıyor.” Bu şaka bir zamanların Rus Partisi’nin (2) özelliğini görmezden geliyor: Bu grubun resmi programı, Filistinlileri (3) hiç de öyle yerlerinden etmek değil. Tıpkı, 1948’de olduğu gibi. Tasarladıkları o müstakbel Filistin devleti toprakları (özellikle Bermuda şeytan üçgeninin kuzeyinde, Oum El-Fahm şehri çevresinde) içerisine hapsetmektedir. Buna karşılık İsrail, Doğu Kudüs çevresinden başlayan Batı Şeria kolonileri bloğunu da bekletmektedir.
Çünkü Likud partisinin aksine ‘İsrail Evimiz Partisi’ iki ayrı devlet formülünü benimsiyor. “ Biz 1947’deki bölge prensibini kabul ediyoruz.”diyor, Rotem. Ama Filistinliler yalnızca Yahudilerin serbest dolaşabildiği, (4) %100’ü Yahudi olan İsraillilere ait bir devleti istiyorlar, vatandaşlarına ait bir devleti değil. “ona göre uluslar arası bir anlaşmanın sınırları bu doğrultuda çizmesi yeterli olacak”.
İsrail’de yaşayan 1,5 milyon Filistinliye karşı bu hırsın sebebi ne olabilir? Knesset’de sandalyeye sahip üç Arap partisinin bu soruya verdiği cevaplar netleştiğinde, aralarındaki küçük farklılıkları da ortadan kaldırırlar.
Otuzlu yaşlarında olan Hanin Zoabi, bir arap partisinden seçilen ilk kadın parlementer olma özelliğine sahip. İhanet suçlamasıyla baskınlar altında tutulup sürgüne gönderilmek zorunda kalan Azmi Bishara’nın kurucusu olduğu Ulusal Demokratik Birlik Partisi’nin seçimlerde aldığı oy oranını, karizmasının da yardımıyla, korumasına katkıda bulundu. Zoabi, Lieberman’ın tutumunu tuhaf biçimde “al gülüm ver gülüm” şeklinde açıklıyor: “Lieberman, işgal ettiğim toprakların bir kısmından çekilerek, sizin (vatandaşların) devlete itaatinizi garanti altına alıyorum diyor adeta”. Şu halde sonuç olarak “İsrailli Filistinlileri Yahudilere ait bir ülkede yaşadıklarını ve bunu böyle kabul etmek zorunda olduklarını hatırlatmak gerekir”. Benjamin Netanyahu’ya göre ise; iki ayrı devlet fikri telaffuz edilmedikçe, İsrail’in Yahudi kimliği üzerine vurgu yapmaya gerek yoktur.
Yeniden Arap Hareketi (Ta’al) ve Birleşik Arap Topluluğu (Ra’am) üyesi avukat Tevfik Ebu Ahmed, Celile’nin büyük Arap şehri Nasıra’daki bürosunda İslami hareket adına çalışma yapıyor. Sağcı ve aşırı sağcı kesimlerin “İsrailli Yahudilerin haklarını koruduğunu ispatlamak amacıyla” Arap karşıtı bir söylem geliştirdiklerini ve karşıtlık üzerine kurulu sistemlerinde mücadele etmek, varlıklarını baskı altında tutmak amacıyla bir iç düşman yarattıklarını anlatıyor. “İsrail’deki Arapların vatandaşlık haklarının verilmesiyle devlete tabi olmalarını sağlamak dururken, yönetim tam tersini anlamış gibi yapıyor” şeklinde konuştuktan sonra sözlerini tamamlıyor genç hukukçu: Gerçek bir vatandaşlık, yani eşit haklara sahip olmak, devlete bağlılığı garanti altına alır oysa. Atasözlerimizden biri der ki, her yarayı kapatan yalnızca adalettir.
Uzun süredir Celile’deki Eilabun şehrinde valilik yapan Hana Swaid, Eşitlikçi ve Barışçı Demokratik Cephe (Hadaş, komünist bir partidir)’nin seçimlerde kazandığı dört önemli merkezden ikincisini yönetiyor. İsrail Evimiz Partisi’nin seçimlerde tökezlediğini önemsemek bir yana, bu partinin sunduğu yasa teklifinden kaygı duyduğu belli oluyor: “Zorunlu askerlik fikrinin gündeme gelmesi bile Arap karşıtı ayrımcılıkları daha vahim boyutlara taşır.(5)” şöyle devam ediyor Swaid: “Bu ayrımcılık oldukça geniş bir kitleden besleniyor ki bu da, Ekim 2000’deki silahlı çatışmalar ile Ekim 2008’deki Saint-Jean d’Acre (6) katliamında kendini göstermiş ve Araplar ve Yahudilerin arasında birlikte yaşayamamaktan doğan riski gözler önüne sermişti. Lieberman dönemi, özellikle karma şehirlerde çatışmaların habercisidir”.
Bizi Hayfa’daki bürosunda ağırlayan, İsrail Arapları Azınlık Haklarını Koruma Merkezi “Adalet”in Genel Başkanı, hukukçu Hasan Cebaren’e göre, tüm bunlar eski başbakan Ariel Şaron’un başarısızlığından kaynaklanıyor. Ne duvar meselesi, ne Gazze’deki ambargo ve ne de 2006 Yaz ayı ve 2009 Kış’ındaki askeri maceralar başarıyla sonuçlandı. Avukat sözlerini şöyle sürdürdü: “Tek taraflı bir çözümün dayatılmasının imkansızlığı, İsrail iktidarının, bunların acısını İsrail’de yaşayan Filistinlilerden çıkarmasına neden oluyor”. Bunun bir sebebi de Filistin devletinin oluşturulmasının İsrail için ne anlama geldiğini açığa kavuşturan nüfus tehdidinin, Yahudi devletinin bizatihi kendisini ilgilendiriyor. “Hiç kimse artık iki ayrı devlet fikrine inanmıyor, 1948’deki gibi çatışmalar her yöne doğru yayılıyor. Artık Hayfa, Nablus ve Doğu Kudüs arasında pek bir fark kalmadı. Hatta Hayfa’daki Filistinlilerle savaşmak daha kolay görünüyor…”
Avukatın düşüncelerine katılan biri daha var: Lieberman. Ocak 2008’de “Stratejik Tehditler” Bakanı olmayı tasarladığı hükümetin görevi sonlanırken lafı eğip bükmeden şöyle konuşmuştu: “Batı Şeria bizim için sorun değil, bizim problemimiz Knesset’te oturan aşırı fundamentalist üyelerdir(…). (Arap partilerinin liderleri olan) Ahmet Tibi ve Barakeh’tir bizim için sorun olan. Onlar, (Hamas’ın Şam’daki lideri) Halid Meşal ve (Hizbullah’ın lideri) Nasrallah’tan daha tehlikelidirler. İçeride çalışıyorlar ve yöntemli bir biçimde İsrail devletinin Yahudi Devleti kimliğini ortadan kaldırmak için çaba sarf ediyorlar(7).
Doğrusunu isterseniz, en çok bilinen adıyla 5. Koloni’ye karşı başlatılan gerilim, ülke genelinde, insanlar arasında ve kurumlarda çoktandır zihinlerde kendine yer buluyordu.
Irkçıların söylemlerindeki normalleşmeden başlayalım. Likud Partisi’nin eski milletvekili Yehiel Hazan’ın 2004’te, İsrail’deki Arapların yüzyılı aşkın süredir (8)Yahudi milletini ortadan kaldırmak amacıyla yeraltı faaliyetlerinde şiirlerini nasıl kullandıklarını anlatması gibi mesela. Arabofobi (Arap korkusu)de Guiness Rekorlar Kitabı’na girmeye aday olan bir başka Likud’lu Moşe Feiglin ise şöyle diyor: “Bir maymuna bile konuşmayı öğretebilirsiniz, ama bir Arap’a asla demokratik olmayı öğretemezsiniz. Haydutluk ve hırsızlıktan doğan bir kültürle karşı karşıyasınızdır. Onların peygamberi Muhammed de bir haydut, bir katil ve bir yalancıydı(9). 1985’te buna benzer beyanatlarda bulunduğu için Haham Meir Kahane ve partisi Kach seçim yasaklısı olmuştu. 2009’un başlarında yaşanan gerilim, yalnızca bir kesimin düşüncesine karşı şiddetin teşvik edilmesi, üstelik bunların seçim arefesinde yaşanıyor olması, Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i tedirginliğe sevketti. “Araplar, ülkenin her vatandaşı gibi eşit derecede ödev ve haklara sahiptir” şeklinde bir açıklama yapmıştı.
İşin kötü yanı çoğunluktalar: 2006 ve 2007 yıllarında yapılan anketlere göre İsrailli Yahudilerin %78’i Arap partilerinin hükümette yer almasına karşı; %75’i Araplarla aynı binada dahi oturmak istemiyor; %75’i yaşanan terörün sebebini Araplar olarak gösterme eğiliminde (Arapların %54’ü de Yahudiler için aynı şeyi düşünüyor); %68’i yeni bir intifadadan korkuyor; %64’ü Arap nüfusunun gelişiminden tedirginlik duyuyor ve %56’sı Arapların kültürel gelişimde Yahudilerin seviyesini yakalamasının mümkün olmadığı görüşündeler. Bu sonuçların yanında, İsrailli Yahudilerin %55’i hükümetin Arapları göç ettirme konusunda teşvik etmesi gerektiğine inanıyor; %50’si böyle bir göç hareketini olumlu buluyor; %40’ı ise seçme hakkının ellerinden geri alınmasını istiyor(10).
Bilim kurgu olabilir mi? Tarih, bu iklimde büyük çöküşlerin muhtemel ya da mümkün olabileceğini öğretiyor. 2003’teki oylamada kabul edilen bir yasa ile Batı Şeria ya da Gazze’deki bir eşin İsrail’deki karısı ya da kocasın kavuşması yasaklandı(11). Hiç şüphesiz, yeni hükümet bir önceki Dışişleri Bakanı’nın yürürlükteki projelerinden taviz vermeyecektir. Fakat yarından sonrasını kim bilebilir?
Fırın işletmecisi Ahmed Udeh, “En kötüsü Lieberman değil, en küçük kıvılcımı yakıp yıkacak bir terör iklimi yaratan ve sürekli çoğalan Lieberman’cıklardır” sözüyle ne söylediğini aslında çok iyi biliyor. Saint Jean d’Acre’da (53.000 kişilik nüfusun 17.000’i Arap) yaşayan Udeh geçtiğimiz Ekim ayındaki çatışmalarla bir kez daha ölümcülleşen bu şehirde, yerel konsey üyeliği görevini yürütüyor. Yüzlerce Yahudi ayaklanmacının karıştığı olaylarda otuz ev, seksen mağaza kundaklandı ve yüz kadar araç da zarar görmüştü(12). Şehirde küçük çapta bir turistik gezi için çıkıyoruz: 1948 yılında Arapların terk ettiği (!) mülklerden 5 eski konutun Amidar adlı kuruluş tarafından restore ettirilip Yahudi öğrencilere tahsis edildiğini öğreniyoruz. Çok hoş bir isimmiş gibi “Kuzey Yumruğu” adını verdikleri inşaat halindeki bina ise, Gazze’li çiftçilere ayrılmış. Ülkenin en büyük Yeşiva (büyük ruhban okulu) inşaatı da yine kuzeyde. Çarşıda onlarca Yahudi öğrenci eli silahlı birliklerin eskortluğunda yürüyüş yapıyor. Unutmadan belirtelim, mahalle nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların teşkil etmesine rağmen el-Libabidi Camii her daim kapalı…
Şehir planlamacısı Buthania Dabit’in daveti üzerine geldiğimiz Lod’da da (eski adı Lida) dekor değişse bile mantığın değişmediğine şahit oluyoruz. 1948 Temmuz’unda buraya kaçan bin kadar Filistinli 11.000’lik bir nüfusa kavuşmuşken, toplam nüfus 70.000’i buluyor. Rehberimiz şu anki durumu anlatırken: “belediye başkanı şehri yeniden Yahudileştirmek için için Arapları gönderip, yerlerine Yahudi yerleşimcileri çekmek istiyor” açıklamasını da ihmal etmiyor. Küçük arabamızın zorlandığı engebeli yol, aslında madalyonun iki yüzünü aydınlatmakta: “sağımızda Ganei Aviv’in (Bahar Bahçeleri) görkemli binaları; solda ise Araplara ait, terkedilmiş gibi duran ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan harabe halindeki gecekondu mahallesi var. Burada zengin villaları, Nir zvi kooperatifinden ayıran ve yapımı mahkeme kararıyla durdurulmuş bir duvar da mevcut. Konuştuğumuz Arap mimar bize: “Önceden bizi çıkarmak için Doğulu Yahudileri kullanıyorlardı, daha sonra Ruslar ve dindarları (din adamlarını) getirdiler. Birileri diğerleriyle boğuşacağına hep birlikte mücadele etmeliyiz”.
“Denizin Sevgilisi” adıyla meşhur Yafa, 1948’deki Nakba faciasından sonra Tel-Aviv’e bağlanan ve nüfusunun %40’ı Filistinli olan bir yerleşim birimidir. Yahudileştirme şirketi orada da vazifesini yapıyor; burada yoksulluk üzerine oyun oynanıyor. Hadaş-Balad partilerinin ortak listesinde daimi bir oluşum olan kadınlara yardım programı koordinatörü Judith Llany bu senaryoyu kısaca açıklıyor: “Yalnız bir kadın ile üç çocuğunun oluşturduğu F. Ailesini ele alalım. Büyük beklentilere sahip olmadan başlarını sokacak bir yerleri olsun diye, gelirinin üçte ikisi olan 2000 şekel bedelle (357 euro) bir apartman dairesi kiralıyorlar. Ev sahibi fikir değiştiriyor ve kadın 4000 şekellik yeni bir kontrat imzalamaya mahkûm oluyor. Bu da çok uzun sürmüyor ve nihayetinde borca battığı için her halûkarda daireyi boşaltmaya mecbur ediliyor. Aslında kalın bir dosya hazırlamak şartıyla vergi indiriminden faydalanmaları mümkün; ancak dosya İbranice ve kadın bu dili bilmiyor. Doğal olarak dik kafalı kiracıları yakalamak üzere belediyenin görevlendirdiği özel şirketin elemanlarının elinden kurtulamıyorlar”. İnşaat ruhsatının olmaması gerekçe gösterilerek çıkarılan 500’den fazla tahliye emri (13) Yafa’nın üstünde Demokles’in kılıcı gibi duruyor. Necef’te de hemen hemen bütün köylerde evler yıkılıyor.
Şiddet Mağduru Kadınlar Derneği başkanı, komünist idareci Ayda Tuma Sliman, şiddete maruz kalan kadınlar için Araplar adına açılan ilk kadın sığınma evini kurmanın haklı gururunu yaşıyor. Sahadaki mücadele, orada seçim sandığındakinden çok daha gerçek ve Sliman, Yahudilerde bir faşistleşme temayülü gözlemlediğini söylüyor. “Birçokları bu ifadenin abartılı olduğunu düşünür, ama maalesef çıkan olaylar haklı olduğumuzu gösteriyor. Meşru haklarımıza yapılan itirazlar, şiddetle yıldırma politikası, şehirlerimizi Yahudileştirme girişimleri… Gazze’deki Filistinlilere uygulanan insani hak ve ihtiyaçlardan mahrum etme (déshumanisation) cezası sınırların ötesine geçti ve geçmişteki tecrübelerimize dayanarak daha nereye kadar gidebileceğini biliyoruz”. Nasıra zor durumda ama Arapların dışarıda bırakılmaya çalışıldığı Celile’nin bu büyük şehri değil sadece; kız kardeşi olarak bilinen Nasıra İllit’te de karşı kuvvet Yahudilerin tasarladığı şekilde, oturanlar sahte lojmanlar kiralıyor ve hatta satın alıyorlar. Yine bu mücadeleci kadının söylediğine göre: “Lieberman’ın ağzından çıkan her söz, burada bize karşı öttürülen hücum boruları gibi yankılanıyor”.
Büyük rahatsızlık içindeki, İsrail vatandaşı olan Filistinliler her istediğini kolayca yapamayacağa benziyor. Öte yandan, Gazze trajedisi ve seçim kampanyalarının ırkçı karakteri boykot hakkı doğurmuş oldu: İsrailli Arapların %52’si sandık başına gitti ve oylarını daha radikal kesimlere verdiler. Arap seçmenlerin sadece %12’si Siyonist bir parti için oy kullanırken (üç sene önce bu oran %30’du), geri kalanı varlıklarını temsil eden üç Arap partisinden birini, özellikle de Hadaş’ı tercih ettiler. Böylesi bir hareketlenme, 30 Mart Dünya Günü’ne kitlesel katılımları körükledi.
Bu misilleme nasıl genişletilmeli ve Hasan Cabareen’in ifadesiyle “tırmanan ırkçılık” ne şekilde engellenmelidir? Güneşli bir Cumartesi günü, Saint-Jean d’Acre’da organize edilen ırkçılık karşıtı konferansta, farklı nesil ve duyarlılıkların aynası halinde 200 Arap ve Yahudi bu konuyu tartışıyorlar. Müdahaleler ise derin öfkeye yol açıyor. Belediye başkanının ortağı ve belediye meclis üyesi olan İslamcı Adem Cemal, bu buluşmanın etkisizliğini anlatmak için hiçbir masraftan kaçınmamış. Ekim ayından beri evsiz kalan ailelerden biri tarafından hakkında dava açılan Cemal’in arkasından, görünen o ki görevini terk ederken hiç de iyi şeyler söylenmeyecek.
Yerleşimci değişimlerinin temelinde anlaşamama sorunu yatıyor. Balad’ın genç bir bayan milletvekili; Arap ve Yahudi profesörlerinin kurduğu, İsrail’in eğitimle ilgilenen en büyük sivil toplum kuruluşunun bir üyesi olan Meryam Damoni-Charbit: “biz kurbanlarız, sebebini bulmaksa bize düşüyor. İsrail’de yaşayan Arapların, devletleri ve milletleri arasında sıkışıp parçalanmalarını anlıyorum, ancak kendi çıkarları için, onların da, Yahudilerin tatminsizlikleri karşısında bir şey yapmak gerektiğini anlamaları gerekiyor. Soykırım sirenleri çalarken gevezelik etmek ya da Kippour’un sükunetini bozmak kabul edilemez” diyor. Damoni-Charbit’e göre, Likud Partisi’nin tüm seçmenleri, sosyal konulardaki eşitlik mücadelesine katılabilirler.
Sağırlarla mı konuşuluyor? 11 Kasım 2008’de Tel-Aviv’de yapılan yerel seçimlerde, komünist aday Dov Khenin %35 oy alarak neredeyse bütün rekorları kırmıştı (oy verenlerin %75’i 35 yaşın altındaki gençlerdi). Ancak, “hepimizin şehri” sloganına rağmen, hazırladığı “gökkuşağı” listesi Yafa’lı bir Filistinli’yi bile kaldıramadı.
Anlaşma hangi şekilde olacak peki: iki ayrı devlet mi, yoksa iki uluslu tek devlet mi? “Anlaşma yapmak için masaya oturanlar Filistin halkını temsil etmeyi unutuyorlar. Temsil edilme hakkımız hangisinin daha iyi bir çözüm olduğuna karar verebilmemize, seçme hakkımıza bağlıdır.” diyerek asıl cevabı veriyor Touma Sliman. Daha sonra Gazze ve Batı Şeria’da yapılan anketleri bize doğru uzatarak: “Eğer her on İsrailli Yahudi’den dokuzu sadece kendilerine ait bir devlet istiyorsa, işgal edilmiş topraklarda yaşayan Filistinlilerin 2/3’ünden de aynı tarzda karşılık bulurlar”. Sebebini de açıklıyor: “Kolonilere bölünecek iki uluslu bir devlette yaşayacağız öyle mi? Peki haklarımızı kim garanti edecek?”. Bu aktivist bayana göre, terör ve şiddet raporları dikkatle incelenmelidir. “Uluslar arası toplum, İsrail’e gerçek bir çözümü kabul ettirebilecek olan tek makamdır. Bu nedenle çok çalışmak gerekiyor. Burada ve kendi ülkemizde!”
(1): www.protection-palestine.org/
(2): İsrail Evimiz Partisi’ni, büyük oranda eski Rus Mültecileri Partisi oluşturuyor.
(3): Tzipi Livni, Filistin Devleti hakkında ertesi gün geri alacağı sözler sarf etmişti. “Bizim İsrailli Araplar olarak telafuz ettiğimiz, İsrail vatandaşı olan Filistinlilere ‘bundan sonra ulusal hassasiyetlerinize göre bir çözüm bulunabilir’ diyeceğiz.” (AFP, 11 Aralık 2008)
(4) : Nazilerin, soykırım döneminde Yahudilerden arındırılmış topraklar için kullandığı sıfat.
(5): 30 Mart 2009 tarihli gazetelere göre, özel bir şirkette çalışan dört Arap işçi, askerlik yapmadıkları için çalışmak üzere demiryollarına verilmiş.
(6): ?
(7): “Palestinian Arab Minority and the 2009 İsraeli Elections” www.mossawacenter.org
(8): Bu açıklama “Anti-Defamation League” tarafından yapıldı. www.adl.org
(9): The New Yorker, 31 Mart 2004.
(10): www.dayan.org
(11): “Les libertés menacées des citoyens d’İsrael”, Le Monde Diplomatique, Şubat 2004.
(12): Mossawa Center, Akka, city of the front, Hayfa 2008.
(13): …yetkililer tarafından reddedildi. Doğu Kudüs’te de aynı yöntem söz konusu. “Comment İsrael confisque Jerusalem-Est”,
*Tel-Aviv’li gazeteci. www.defeatist-diary.com
** Le Monde yazarı
Bu makale Le Monde Diplomatique Türkiye tarafından yayımlanmıştır.
SON VİDEO HABER
Haber Ara