Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Darwinist ya da insani modernizm mi?

Dünya yeni kıblesini arıyor. Çağdaş filozoflar, alternatif bir modernite fikri peşinde koşarken ortaya atılan “İslami, insani modernite” düşüncesi çok tartışılacağa benziyor.

16 Yıl Önce Güncellendi

2009-10-20 00:36:00

Darwinist ya da insani modernizm mi?
Hülya Afacan / TİMETURK

Timeturk okuyucularının yakından tanıdığı ve geçen yıl kaybettiğimiz Mısırlı ünlü düşünür Abdulvahab el-Messiri’nin vefatında önce kaleme aldığı son makalesi çok konuşulacağa benziyor. Messiri, yeni bir modernite arayışında olan batıya ve İslam dünyasına “İslami, insani bir modernite” alternatifini soruyor. Messiri’nin son makalesini timeturk.com okuyucuları için tercüme ettik;

DARWİNİST MODERNİZM Mİ YOKSA İNSANİ MODERNİZM Mİ?

“Modernizm” kelimesinin kendine has bir çekim gücü vardır. Tıpkı materyalist felsefi söylem gibi. Beş duyu, maddi istek ve ihtiyaçlar, bu ihtiyaçların nasıl temin edileceği gibi problemlerle direk ilgilenmesi hasebiyle oldukça rahat bir söylemdir. Yüzeysel de olsa cevapları kolay, yorumları hızlıdır. Mana, kimlik, hedef gibi derin insani meselelerle ilgilenmekten kaçınır.

Biraz şaka yollu da olsa materyalist felsefenin insanı her konuda hüküm verebilen bir entellektüele dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Bu felsefeye göre insani olan her şey iktisadi ya da fiziki dürtülerle açıklanabilir. (Asabiyet, cinsiyet vs). Materyalist felsefe insana karşı çekim kanunlarını kullanır. İnsanın bataklığa saplanması yıldızlara yükselmesinden hatta onları gözlemlemesinden bile daha kolaydır. Çünkü bataklığa saplanmaya yer çekimi kanunu yardım eder. Materyalist felsefe de teorik ve pratik açıdan işleri basitleştirir. Ayrıca kendine has bir çekim gücü vardır. Tıpkı kadim putperestlik gibi. Putperestlikte de ibadetler oldukça kolaydır. Çünkü taptığınız ilah önünüzdedir ve taleplerinizi direk kendisine iletirsiniz. Baktınız hoşunuza gitmedi cahiliye devrinde olduğu gibi onu yersiniz. Nitekim o dönemde bir kişi kendisine hurmadan bir put yapmış acıkınca da yemişti.

Tanrıçalar da materyalist felsefe gibidir. Hoş, cazip, hissi kanunları ve çekim gücünü kullanır. Batı modernizmi de aynı çerçeve içinde yer alır. Dolayısıyla büyük bir cazibesi vardır. Ayrıca batı modernizmi, batılı insan için devasa kazanımlar bahşetmiştir. Tabii bu kazanımların büyük ölçüde emperyalist yağmayla elde edildiğine de dikkat etmemiz gerekir.

Ne var ki modernite bütün cazibesine rağmen zamansal, mekânsal vurgudan ve her şeyin maddiyatından sadır olur. İnsan kesin mantıki normlar çerçevesinde aklın mürşitliğine boyun eğer.

Maddi çerçevedeki bu mürşitlik modernite’nin özüdür. Bu, insanla eşya arasındaki sınırların kalkması anlamına gelir. İnsanı kâinatın merkezinden alır ve ondaki kutsallığı tamamen yok eder. Tabiat/İnsan dualizmi yerine tabii/maddi insan ortaya çıkar. Yani insana maddeden ayrılamayan bir parça gözü ile bakılır.

Bu insanın pek çok türü vardır. En önemlisi iktisadi dürtüleri ile tanımlanan “iktisadi insan”dır. Yine “cismani insan” olarak tanımlanan bir türü vardır ki bu da midesi, üreme organları gibi biyolojik görevleri çerçevesinde tanımlanır.

Rorty’nin dediği gibi; “modernite âlemden ulûhiyeti sökme (dedivinization projeckt) projesidir.” Bu da insanın hiçbir şeye hatta kendine dahi tapmaması anlamına gelir. Kâinatta mukaddes, ilahi hatta yarı ilahi hiçbir şeyin bulunmamasıdır. Dolayısı ile kutsallığın da hiçbir türü yoktur. Zamansal ve mekânsal verileri aşmaya hacet yoktur.

İnsan aşamayacağı maddi âleminde bulunur. Bu âlem onu tanımak için gerekli olan kanunlar üzere kuruludur. Rorty, bu tavrın mantıki sonuçlarını bize şöyle açıklar: “ Modern laik medeniyet mukaddesat fikrini bir kenara bırakmakla ya da köklü bir şekilde yeniden yorumlamakla yetinmez. Ayrıca bizzat insana da saldırarak onu hakikatın kaynağı kabul eder.”

Kişinin hakkını kutsama veya kişideki derin ihtiyaçların karşılanması fikrine de saldırır. Açıklanacağı üzere mananın kaynağı insandır. İnsan ise sonradan olma, sonlu bir varlıktır ve hakikat için iyi bir kaynak değildir.

Diğer yandan modernitenin özünde ilerlemeye ve bu ilerlemenin sağlayacağı geleceğe yönelik maddi mantıki iman yer alır. İlk ve tek ölçüt haline gelen ilerleme, sonu gelmeyen ve kesintiye uğramayan sürekli bir harekettir. Ki bu da sebatın olmaması anlamına gelir.

Maddi mantıki modernist zeminden hareket edecek olursak akli kabullerimizi ve kültürel şifrelerimizi kesin eleştiriye tabi tutacak olan akıl olacaktır. Tarihe dair akli ve somut parametrelerimize uymayan hiçbir şeyi kabul edemeyiz. Maddi modernizim; zaman, mekân, şu an ve burasını somut sözler, manası olmayan bir dönüşüm, maddiyatımızın alameti olarak kabul eder. Ama tarihi ya da özneyi kabul etmez onları tanımaz. Çünkü onlar, maddi varlığımızdaki farklı değerlerin deposu gibidirler ve kendisine meydan okurlar.

Rorty’ye ve diğerlerine göre modernite; insanı kâinatın merkezi olan konumundan soyutladıktan sonra tarihi hafızasından da soyutlamaktadır.

İşte özne olan insana bu şekilde darbe vurulmuş ve insandan geriye hiçbir şey kalmamıştır. Ne olgunun ilkelerini idrak kabiliyeti ne de tarihi hafızası.

Bu yüzden modernizm projesinin insanı amaçtan araca çevirmesi şaşılacak bir durum değildir. Modernizmin merkezi devlet, kavmiyetçilik gibi birçok mekanizması vardır. İnsanın güvenliği ve yeterliliği gerçekleştirmek, ihtiyaçlarını temin etmek gibi hedeflerini küçümser.

Modernite projesinin başlangıcından beri bazı düşünürler bu projedeki insana düşman ve parçalayıcı fonksiyona dikkat çekmişlerdir. Pek çok düşünür bu projedeki özneye, nesneye ya da bütüncül olan herhangi bir şeye ulaşma çabalarına yönelik saldırılara işaret etmişlerdir.

Mesela Hobbes; “İnsan insanın kurdudur” ve “gerçek, herkesin birbirine karşı mücadele ettiği bir arenadır” der. Yani o en başından beri modernitenin içindeki parçalama mikrobunu ortaya çıkarmıştır. Hobbes’u, ya özneyi ya nesneyi ya da her ikisini birden parçalayan başka felsefeciler izlemiştir.

Mesela Fransa’da Spinoza özneyi parçalarken, Hume ve Berkeley gibi empirist/deneyci felsefeciler ise nesneyi parçalarlar. Bentam ahlaki mutlaklığın olmadığı sonucuna varmıştır. Ona göre ahlaki davranışlarımızı menfaat ve haz çerçevesinde yorumlayabiliriz. Ve Darwin; ona göre dünya sürekli bir hareket gelişme ve çatışma halindedir. İnsan ise, hareket ve çatışmanın bir başka âlemidir. Marks; hareket kanunlarından başka hiçbir şeyin sabit olmadığını söyler. İnsan bilinci, maddi gerçekliği ve iktisadi unsuru tamamen reddedebilir. Freud’a göre ise gerçeği idrakimize bilinçaltımız hükmeder. Bilinçaltımıza ise cinsellik gibi karanlık davranışlar. Ona göre biz hakikati idrak edemeyiz. İdrak ettiğimiz, bize hakikat gibi gösterilendir. Jung ise bilinçaltımızın kollektif olduğunu söyler.

Tüm bu düşünürler her ne kadar farklı noktalardan hareket edip, farklı yollar izlemiş olsalar da insanın maddi, iktisadi ve cinsi dürtülerden başka bir şey olmadığı konusunda birleşmektedirler. Bu yüzden onlara göre insan davranışları herhangi bir hayvanınkilerden farklı değildir. İnsanın gerçeği idraki mantıki değildir. Ona iktisadi menfaatleri ve bedensel arzuları hükmeder. Söz konusu düşünürler mutlak bilgi ve ahlakı reddetmek konusunda da hemfikirdirler. Çünkü tabiat toplum ve insan durağan değildir. Sürekli değişim ve sürekli çatışmadan başka bir şey yoktur. Bu da sonuçta maddenin ve insan tabiatındaki her şeyin kaybolmasına sebep olur.

Buna karşılık pek çok düşünür Darwinist modernitenin problemlerini aşmak ve ona bir alternatif sunmak çabasına girişmişlerdir. Zaten böyle de yapmaları gerekir. Çünkü düşünür; maziyi araştıran, bugünü gözlemleyen ve geleceği resmetmeye çalışan kişidir.

Tarihi gelişmeler, içinde bu fikri taşıyan toplumsal gücü oluşturmuştur. Tıpkı Fransız devriminde olduğu gibi. Nitekim gerek Voltaire gerekse ansiklopedistler kendi düşüncelerini taşıyan sosyal bir güç oluşuncaya kadar sürekli yazmışlar, fikirlerini yaymaya çalışmışlardır. Fikir olmadan böylesi bir gücün ortaya çıkması devrime değil kaosa sebep olacaktır.

Öyleyse düşünür, maziyi, bugünü ve geleceği okuyandır. Çünkü görevi budur. İş bölümü sırasında toplum ona bu görevi vermiştir. Topluluklara gelince onlar yaşadıkları anın koyduğu hükme tabidirler. Bazıları bunun göreceli bir fikir olduğunu söyleyerek karşı çıkabilir. Buna cevap vermek oldukça basittir çünkü gerçekten öyledir.

Tarih boyunca seçim yapmak kaçınılmaz olmuştur. Sorun bu seçimin tarihin nabzı vakıanın nabzı ve toplulukların problemleri karşısında nasıl olacağıdır. Ve onun gerçeğe uygulanması mümkün olan fikri bir teoriye nasıl dönüştürüleceğidir.

Gelelim alternatif modernite fikrine. Bugün, İslami, insani bir modernite geliştirmek kaçınılmaz olmuştur. Bunun amacı; sonu olmayan bir gelişme, tüketimi arttırmak değil, doğa ile insan arasında dengeyi sağlamak, sosyal adaleti gerçekleştirmektir. Böyle bir teoriyi doğa ile kendi arasında bir denge kurmayı başarması hasebiyle gaspa meyyal olmayan sağlıklı bir akıl geliştirebilir. Sözünü ettiğimiz modernite; adli değerlerle üretim arasında denge kuran insanı merkez kabul eden, insana tabii, cismani ya da iktisadi bir varlık olduğu için değil insan olduğu için yoğunlaşan bir modernite olmalıdır.

Aradığımız yeni bir modernitedir; ilmi ve tekniği benimserken değerleri ve insani çabaları hor görmeyen, aklı yaşatırken kalbi öldürmeyen, maddi varlığımız içinde gelişirken bu varlığın ruhi boyutlarını inkâr etmeyen, mirasını inkâr etmeden bu günü yaşayan, karşılıklı anlaşmalara bağlı kalırken saygıyı unutmayan bir modernite.

Dolayısıyla herkes için sorunu köklü bir şekilde çözümleyecek bir görüş ortaya atmalıyız. Dini ve dini olmayan cemaatlerin yeri, siyasi, sosyal ve dini hakları İslam şeriatının uygulanmasından yola çıkarak -haklarımız hakları, sorumluluklarımız sorumlulukları ilkesine dayanarak- bu teori içerisinde belirlenmelidir.

Hatta laik milliyetçi Araplarla ittifak noktaları araştırılabilir. Çünkü onlar batıdakiler gibi tam anlamıyla laik değildirler. Bizdeki laiklerin hala inandıkları sabit değerler vardır. Batıdakiler gibi her şeyin göreceli ve mübah olduğuna inanmazlar.

Ben inanıyorum ki, tüm bunlar üzerinde ittifak edebileceğimiz noktalardır. Benimseyeceğimiz İslami söylem sayesinde gerek İslami gerekse de İslami olmayan toplulukların enerjisini ümmeti yeniden inşa etmek üzere bir araya getirebiliriz. Değişmez değerlere düşman olmayan, insanın kâinattaki merkezi konumunu koruyan yeni bir modernite projesi ile işe başlamalıyız. İnsanın kâinattaki merkezi konumunu maddi/materyalist çerçevede korumak mümkün değildir. Çünkü bu konum insanın kutsallığı üzerine kuruludur ve kutsallık da tabiat ve tarih için ayırıcı olan bir ilahın varlığından doğar. Maddi düzen içerisinde ise maddeden başka hiçbir şeyin merkeziyeti söz konusu olamaz.

Alternatif insani modernite karşılıklı anlaşmaları ve saygıyı dengeler. Saygı faktörünü unutmadan karşılıklı anlaşmalar üzerine kurulmuş bir toplum inşa etmeliyiz. Maddi temeller üzerine kurulmuş ama ruhu unutmayan, tabiata saygı duyan ama insanı unutmayan bir toplum olmalı. İnsani modernitenin hedefi tüketimi arttırmak ve hazları gerçekleştirmek değil doğa ile insan arasında dengeyi ve karşılıklı saygıyı tesis etmek olacaktır.

Ben bir Müslüman olarak bunun ancak imanla gerçekleşebileceğine inanıyorum. Çünkü insan kendisinden büyük bir varlığa iman etmediği sürece doymak bilmez tüketim iştahının önüne geçemez. Belki laiklik yakın zamana kadar emperyalizm, vatan ve ırkçılık gibi değerlere imanla buna benzer bir başarıyı elde etmişti. Ama bütün bunlar modernite ile çöküşe geçti. Artık insan merkezi olmayan bir dünyaya dönüştü. Şu an batıda gördüğümüz gibi marifet ve ahlak açıcından bir kaos yayıldı.

Ben burada kapsamlı bir çözüm sunduğumu iddia etmiyorum. Amacım sadece içtihada çağrı yapmaktır. Bu konuda benden daha uzman olanlar insanın en temel ihtiyaçları üzerine (yemek, giyinmek ve mesken vs) ittifak sağlayabilecek haddi kifaye ilkesi (yeterlilik derecesi) üzerine kurulu bir iktisat kavramı ortaya koyabilirler. Sınıflar arasındaki kutuplaşmayı arttıran sürekli gelişime ve daha fazla tüketime, çevre krizine, dünyadaki doğal kaynakların tüketilmesine sebep olan düşünceye alternatif olabilecek bir teori ortaya koymalıyız. Bütün insanlık için bunu gerçekleştirmeye çalışmalıyız. Çünkü yeryüzündeki kaynakların sürekli artan bu tüketim karşısında yeterli olması mümkün değildir.

İnsani moderniteden kasıt; ahengi, toplumsal barışı ve adaleti sağlamaktır. Uzmanlar bu konuya dair ayrıntıları resmetmelidir. Yeni düşünceler bu şekilde doğacaktır.

Ben böyle bir görüşün gerçekleşebileceğine kesinlikle inanıyorum. Gerek doğuda gerekse batıda Darwin modernizminin bizi bir çıkmaza soktuğuna inananlar çoğalmaya başladı. Yeni bir yol aramak kaçınılmaz olmuştur. İşte hikmetin başlangıcı budur. Allah daha iyi bilir.

Abdulvahab el Messiri hakkıdan daha fazla bilgi için tıklayın

Haber Ara