Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Rejim nasıl elden gidiyor?

Analitik Bakış yazarlarından Hüseyin Yürük, son yazısında Türkiye'de 'Rejim elden gidiyor' diye feryad edenlerin esas derdinin ne olduğunu anlattı. İşte o yazı:

16 Yıl Önce Güncellendi

2009-10-14 12:31:00

Rejim nasıl elden gidiyor?
Bir dönem DPT Müsteşarlığı yapan İlhan kesici açıklamıştı: Türkiye’yi yönetmek için 11 bin kişi yeterliymiş.
Yani çeşitli devlet kademelerinde, bakanlıklarda, belediyelerde, yönetim için gereken insan sayısı 11 bin kişiden ibaret.
70 milyonu işte bu 11 bin kişi yönetiyor, milletle ilgili en hayati kararları bunlar alıyor.
Bu 11 bin kişi nasıl insanlar? Zeka seviyeleri, gelecek vizyonları nedir? Bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var. Kurulu Rejim bu 11 bin kişinin ilk tesbitlerini yaparken sonra da yenilerken zeka ve gelecek vizyonundan daha çok ‘rejime sadakati’ esas aldı.
Rejime sadakatiyle bir yerlerde tutunduğunu gören yönetici elit, kendini yenilemeyi ve yeni bir şeyler üretmeyi hiçbir zaman düşünmedi.
Böylece Genç Türkiye Cumhuriyetinin yönetici kadroları ve onların yönetim anlayışı eskidikçe eskidi.Yöneticilik babadan oğula geçer oldu. Bazı aileler arasında ulufe gibi paylaşıldı.
Bir dönemin yakın şahidi Nimet Arzık’a göre ‘Benim oğlum, benden sonra Bakan olacak’ diyen ‘kasalak’ adamlardı bunlar.
Kurulu Rejim kendini yenileme şansına ilk kez 1970’li yıllarda o gün itibarıyla sistem dışında konumlanmış iki partinin kadrolarıyla kavuşacaktı. MSP bünyesindeki Dindar ve yerli düşünceli aydınlar ile CHP bünyesindeki solcu ve yerli düşünceli aydınlar yönetime bir gençlik aşısı yapacaklardı.Ancak bu yeni kadrolara karşı rejim direndi, onlara vebalı muamelesi yaptı.
Yenilenmeyen, yenilenmekten hoşlanmayan, her türlü yeniliği ‘istemezük’ narasıyla karşılayan, kendisinden sonra oğlunun veya yeğeninin bakan olmasını isteyen, devlet makamlarını babasının çiftliği gören bu kasalak adamlar değişime direndiler.
Onların zihninin bir devlet adamında vardığı en son nokta Hikmet Çetin’den ibaretti. Cumhurbaşkanlığı da dahil olmak üzere ne zaman bir devlet kademesinde boşluk doğacak olsa her defasında ‘Hikmet Çetin’ adını tezahüratla anmalarının gerisinde işte bu seviyenin ipuçları vardı.
1970 lerde kaçmış tarihi fırsat 30 yıl sonra tekrar doğdu. Rejim bu kez AK Parti’nin dindar ve yerli kadrolarıyla tanıştı.
Ahmet Davutoğlu çapında bir Dışişleri Bakanını rüyalarında görse panik yapacak vaziyette şahıslar için zor günler başlamıştı. Onlar kitap yazan değil ellerine verilen yazılı metinleri okuyan devlet adamlarına alışmışlardı.
Rahmetli Özal’ı gördüklerinde nasıl kabus görmüş gibi panik yapıyorlarsa, devlet kadrolarına Gül gibi, Erdoğan gibi, Davutoğlu gibi şahıslar geldikçe panikleri Viyana Bozgununa döndü.
Çünkü onlar sorunları daha çok düğümleyen ve ‘Bakın bu sorun nasıl çözülmüyor, gördünüz mü?’ diyen küçük adamları kahraman olarak alkışlamaya o kadar alışmışlardı ki…
Çünkü onlar ‘Türk’ün Türk’ten Başka Dostu Yoktur’ travmasına güç katarak yeni düşmanlar kazanan agresif adamları kahraman olarak alkışlamaya o kadar alışmışlardı ki…
‘Eyvah rejim elden gidiyor!’ feryadının ardındaki gizli özne aslında şuydu: Eyvah, Babamızın çiftliği gibi kullandığımız devlet makamları elimizden gidiyor.

Hüseyin Yürük / Analitik Bakış

Haber Ara