Renklerin Aristokrat Baskısı
Türk edebiyatında "dengbej" geleneğini sürdürerek o geleneğin izlerini bugüne aktaran Bedran Yoldaş son kitabı "Renklerin Aristokrat Baskısı" nı anlattı.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-10-04 13:54:00
Bugüne kadar Lika, Berceste, Gezgin, Kardelen, Mavi Yeşil, Yedi İklim, Beyaz Gemi, Aşkın E Hali ve Bir Nokta dergilerinde şiir ve hikâyeler yayımlayan ve edebiyatımızda "dengbej" geleneğini sürdürerek o geleneğin izlerini bugüne aktaran Bedran Yoldaş’la Renklerin Aristokrat Baskısı kitabını konuştuk.
Renklerin Aristokrat Baskısı ile öykü kervanına katıldınız. Kitapla ilgili birkaç sorum olacak size. Ama istersen önce biraz öykü serüveninden söz edelim, ne zaman, nasıl başladın yazmaya?
Yazı yazmanın zorluğunu bilirdim de bu kadar zor olacağını tahmin etmezdim doğrusu. Ruhen yaşadığımız olay ile anlatımı arasındaki kurgu farkı neyse yaşamla yazı arasındaki kurgu farkı da o olsa gerek. Anlatımla yazı çok farklı kulvarlarda boy gösterir. Her zaman ve mekânda anlatım geçiştirilebilinirken, yazı öyle kolay geçiştirilecek bir hadise değil; her zaman elinizin altında, gözlerin mahpusunda. Bir ayıp gibi her zaman önünüze konula bilinmekte gerektiğinde... Bu nedenle ben yazı yazma olayını hep erteledim... Hele biraz daha bekleyelim... Ama yanlış yaptığımın da farkındaydım. Bir gün, bir yerden başlamak gerekiyordu... Başlanmalıydı... Korku ve tedirginlik yakamı bırakmış olsaydı... Buna taşrada yaşamanın verdiği “tutuk, çekingen, ürkek haleti ruhiyeyi, üzerinden atamama”nın verdiği eziklikte eklenince yelkenleri suya indirmek daha kolay geliyordu... “Ben, kendim için yazmalıyım; duygularımı özlemlerimi sevgi ve acılarımı kâğıda dökmeliyim; kimseye hoş görünmek veya nefsini tatmin etmek için değil sadece ve sadece kendim için yazmalıyım.” dedim ve öykü yazmaya 2000’li yılların başında başladım. İlk hikâyem Mart 2000’de Bilecik’te yayın hayatını sürdüren Kardelen dergisinde yayımlandı. İlk hikâyemin yayımlanması bana bu konuda güç verdi. Tabiî ki bu arda kıymetli yazarlarımızdan Metin Önal Mengüşoğlu ve Cevat Akkanat’tan yazmaya teşvik edici destek ve yardım gördüm. “İnsanların dünyayı kirletmek maksadıyla kötü ahlak örnekleri salgılamayı yoğunlaştırdıkları bir dönemde, bilmem ki sen, ne akla hizmet böyle soylu bir uğraş için emek ve zaman sarf ediyorsun? Hangi akla hizmet edersen et; iyi etmişsin” diyenler çıktıkça ben de yazmaya devam dedim.
Şunu da merak ediyorum: İlk kitap ne demektir? Nasıl duygular oluşturur?
İlk hikâye, ilk şiir yayınlatmak nasıl bir duyguysa ilk kitapta öyle bir duygu. Sıcak, yeni çocuğunuz olacak gibi kıpır kıpır. Canlı ve heyecan uyandırıcı; aynı zamanda sorumluluk yükleyici. Mutluluk verici. Bir şeyler yapmış olmanın verdiği haz benliğinizi kavrıyor.
Yazmak, sizce yaşamı anlamlı kılmanın bir yolu mu?
Yazmayı meslek edinen biri için evet. Yazmaya başladınız mı bırakamazsınız. Olmazsa olmazınız olur. Hayata bakış açınız değişir. Ayrıntıları yakaladığınızda mutlaka bunu bir şekilde yazıya dökersiniz. Hayat akıp dururu; kimi zaman sakin akar kimi zaman çağlar sel olur akar, önüne ne çıkarsa yıkıp aşar. Yaşamı anlamlı kılan yaşanıyor olmasıdır. Değerler manzumesinde ayrıntılar gizlidir. Ayrıntı teferruattır. Teferruat ayrıntı. Önemsenen değer verilen fenomenler insana yön verir. Önemli olan bu hengâmede var olma mücadelesini başarıyla vermektir.
Yazmak için sizi kışkırtan ya da heveslendiren özel durumlar var mı? Örneğin Bir Nokta dergisi yazarlığınızın neresinde duruyor?
Biraz önce de değindiğim gibi yazmak bir tür alışkanlıktır. Özellikle hüzünlü olduğum anlarda daha çok yazıyorum. Yazdıklarımın beğenilmesi ve yayınlanması motive edici bir güç oluyor. Elbette ki en önemlisi de elle tutulur somut şeylerin ortaya konuluyor olması. Yazma ve yayınlatma arasında ciddi bir ilişki vardır. Bunun farkındayım. Hayat diyelim. Bir nokta dergisi son iki yıl, yazı hayatımın başında duruyor diyebilirim. Mürsel Sönmez hocanın yaklaşımı ve bakış açısı Bir nokta ile olan bağımı güçlendiriyor.
Bir öykücüde öncelikle merak edilen şey, neden öyküyü seçtiğidir sanırım. İsterseniz oradan devam edelim. . . Peki neden öykü?
Öykü hayatın içinde, yaşaya gelen bir gelenek. Yazılı ve sözlü. Bende bu gelenekte karınca kararınca bir nebze de olsa omuz vermek istedim. Küçüklüğümüzde büyüklerimizden hikâyeler dinleyerek büyüdük. Sanırım bunun etkisi var. Öykü hayatın içindeki pötikarelerde gizli. Bunu yakaladığınızda ister istemez yazıya dökme ihtiyacını hissedersiniz.Öykü “ayrıntıların pötikarelerin ilgi alanına çekildiği bir çalışmadır” diyor üstad Metin Önal Mengüşoğlu. İşte hayatın içinde bu pötikareleri yakalamak en önemlisi...
Küçük insanı, yıkık insanı anlatıyorsunuz genelde. Ama umutsuz değil bu insanlar. Akan, değişen bir yaşamın içindeler. Neden yaşamın bu kesiti?
Yaşadığımız kentin, bölgenin karakteristik özelliklerini taşıyor da diyebiliriz. Hayatın insanlara yüklediği ağır yükün toplumsal yansımasında hep bu tür insanlarla karşılaştığım için belki de. Kim bilir… Diyarbakır sokaklarından hayata bakışın, özellikle de son dönemde yaşanan olumsuzlukların insanlar üzerindeki yansımaları. Yaşamdan kesitler yani. Bizim gerçeğimiz. Yaşanan olumsuzlukları olumlamanın tek yolu “umudu” aşılamaktır.
Paldır küldür girilmez öyküye. Öykünün önünde hep bir eşik vardır. Bir hikâyedir, bir yaşantıdır, bir söylentidir bazen bu eşik… Yaratmanın insanı yücelten bir boyutu var. Yazma, yaratma yönteminiz üzerinde duralım biraz.
Doğrudur. Ben genelde hikâyelerimi yaşanmış olaylardan alıyorum. Kimi zaman bizzat şahit olduğum kimi zaman yaşan bir olaydan kimi zaman da sözlü olarak aktarılan bir haberden yola çıkarak kurguyu oluşturuyorum. Genelde yazılı bir kurgu oluşturup örgüyü örmüyorum. Hikâyeye başlarken kurguyu oluşturup o şekilde geliştiriyorum.
Sanatsal mayalanmanızda kuşkusuz içinde yaşadığınız dönemin ekonomik, kültürel, sosyal olgularının payı var. Politik bir ortamdan apolitik bir ortama doğru sürükleniyoruz. Edebiyat ve politika ilişkisi üzerine neler söylersiniz?
Sanatın politikadan bağımsız olması lazım gelir diye düşünüyor insan. Ama işin bir de aması var yoğrulduğunuz düşünce ve fikirler yumağında bundan ne kadar imtina edebilirsiniz doğrusu bilemiyorum. İster istemez bir yerlerden bir kırıntıda olsa gün yüzüne çıkar.
İki öykünde dengbejlerden söz ediyorsun. Bir de çirok yani hikayeden. . . Kürtçe edebiyat ve folkloru ile ilişkin nasıl ne düzeyde?
Dengbejler ve çiroklar hayatımızın içinde olan gerçekler. Topluma yön vermede etkin rol almış iki etmen. Yaşadığımız coğrafyada bunlarla büyüdük. Bir Zembilfüroş efsanesini bir evli beden efsanesini işitmeyen duymayan Diyarbakırlı yoktur. Bunlar bizim kültürümüzün güzel yanları. Kürtçe edebiyat ve folkloru ile olan ilişkim maalesef gözlemden öteye gitmiyor.
Kürtçe yazını takip ediyor musun?
Hayır. İsterdim ama gazete ve dergilerde kullanılan dili anlamakta zorluk çekiyorum.
Öykülerin tümünde yaşantısal bir örgü var. Ne tür bir gereksinimden hareketle böylesi bir yapı kurdunuz?
Öykülerimde yaşantısal bir örgünün olduğu kanısı doğru bir tespit.. Biraz öncede bahsettiğim gibi öyküleri hayatın içinden alıyorum. Ütopik olmaktan çok hayatın gerçeklerini yazmak isteyişimden kaynaklanıyor.
Öykülerinizde gelinlerin önemli bir yer tutmasını nasıl anlamamız gerekir? Bu işin altında göstermek istediğiniz bir şey var mı?
Gelinler yaşamın nazeninleri. Çile çekenleri. Topluma yön verecek yeni nesillerin yetişmesinde birinci derecede rol alan, alacak olan anneler.
Öykü karakterlerinize koyduğunuz adlar üzerinde de bir hayli durduğunuzu düşünüyorum. Sıradan adların yanı sıra Kader ve Aciz gibi ilginç adlar da çıkıyor okurun karşısına...
Öykü ile bütünleştirmek istediğimden karakter isimlerini de uygun olanlardan seçiyorum. Dikkatiniz çektiğine göre bunda bir nebze de olsa başarılı olmuşum demek.
Tek boyutlu hale gelen insanı, mesleki yabancılaşmayı ve toplumsal çürümeyi anlatıyorsun Örtü’de. . Nasıl bir dünya bu?
Zalim bir dünya. Acımasız. İnsanların değerlerini, kutsallarını yitirdiği bir dünya. Hele bu dünyada bu tür davranışları “bizim mahallenin sakinleri “ dediğiniz kimseler tarafından sergileniyorsa daha çok yaralıyor insanı. Bu hikâye tamamen yaşanmış olan bir olay. Nerdeyse birebir diyebiliriz.
Renklerin Aristokrat Baskısı’ndaki öyküler sanki ince bir iplikle birbirlerine bağlanmış. Dikkatli okurun gözünden kaçmayacaktır bu. Bunu baştan belirlemiş miydin?
Hayır, bunu başta belirlememiştim. Ancak aynı dokuyu konu alan hikâyelerin bir araya gelmiş olması böyle bir izlenimi doğuruyor.
Bu soru önemli, hangi yazarlarımızı seversin? Senin yazılarına katkıda bulunduğunu düşündüğün yazarlar kimler? Şunun için önemli, bir öykücünün beslendiği kaynaklar, onun biraz da geleneğin neresinde duracağı yolunda ip uçları verir bence...
Yazı hayatımda önemli gördüğüm isimler, daha doğrusu yazı hayatıma yön veren, yardımlarını esirgemeyen Metin Önal Mengüşoğlu, Cevat Akkanat başta olmak üzere Murat Soyak, Fatma Rana Çerçi, Mahmut Satılış, Ali Erdal gibi isimlerin hakkını teslim etmek gerek. Bunun yanında beslendiğim kaynaklar olarak Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Metin Önal Mengüşoğlu, Cevat Akkanat, Mustafa Kutlu, Fatma K. Barbarosoğlu, Fatma Pekşen, Yıldız Ramazanoğlu gibi yazarlarımızdan beslendiğimi söyleyebilirim.
Bazı öyküleriniz çocukluğun kıyısından besleniyor. . . Çocukluk, hayatı ve kendisini üreten ya da eksilten insan bireyinin ömür döngüsünde bir başlangıç mı sadece? Bu başlangıçtan sona kalanlar, ömür bittiğinde hayata da kalanlar olarak yorumlanabilir mi acaba? Her çocukluk kendine baktırır mı?.. Her çocukluğa bakabilecek kadar geniş bir yüreğe, engin bir bakış açısına hangimiz sahibiz?
Çocukluk yılları hayatımızın şekillenmesinde önemli rol oynar. Bu nedenle bu alanı kesip atamayız. Bir de şu var genelde eskiye özlem dile getirildiğinde çocukluk yıllarına bir özlem, bir hayıflanma en üst perdeden seslendirilir.
“daha dün
hepimiz koşardık yollarında
okulun
bahar gibi açan güldük
cıvıldaşan kuşları idik sıraların
bir hayaldi büyümek
büyük adam olmak
şimdilerde özlem oldu
çocuk olmak”
Betonlaşan dünyada yaşamdan kopuyor muyuz sizce?
Hem de nasıl !.. Ne komşuluk ilişkisi kalıyor ne de insani duygular. Robotlaşan hayat kalıyor geride betonlaşma ile. Ağaçlar, çiçekler en önemlisi de toprak ile olan bağımız kopuyor. Burada suç betonda mı, betonlaşmada mı yoksa betonlaşan vicdanlarda mı? İnsanların geçirdiği değişimin bir yansıması mıdır betonlaşma? İyi hasletler, ahde vefa, kadirşinaslık, değerleri öncelemek, yitirilen değerlerle birlikte aynı zamanda açmazlarımızı da gözlerimizin önüne seriyor. Vicdani olarak rahat mıyız? Hayır. Donuklaşan zihinlerin yeknesak gel-gitleridir hayata yansıyan. Diğer bir etmen de çalışan insan sayısındaki artıştır. Çalışma şartları (statükonun gereği) ve çalışma saatleri betonlaşan dünyada yaşamdan kopuşumuzu tetikleyen etmenler olarak ön saflardaki yerini almakta.
Bugün, kendi kitabınıza karşı artık yalnızca bir okur olarak yaklaştığınızda hangi kahramanın izini sürmeye devam etmek isterdiniz?
İnsanların sorunlarını kendine dert edinen kahramanının izini sürmek isterim.
Yazmak ve yaşamak arasındaki ilişki birbirine ne ölçüde bağlı? Öyküleri daha çok siz ya da birileri tarafından yaşanılan anlar mı oluşturuyor?
Yazmak ve yaşamak aslında birbirinden ayrılmayan ikili; biri olmadan diğeri anlam ifade etmez. Hayat felsefesi de öyle değil mi? “ İnandığın gibi yaşa ya da yaşadığın gibi inan.” Biraz öncede belirttiğim gibi yazdıklarım bizzat hayatın içinde olan, yaşanan olaylar. Bu türden yazmak bana daha keyif veriyor.
Öyküde gerçekleştirmeyi istediğiniz hedef, ulaşmayı düşlediğiniz yer nedir?
İyi bir yazar olmak ve insanların yararına olacak yazılar yazmak. Faydalı olabilmek. En önemlisi de insanlara faydalı olabilmek. Bunu ne derecede başardım veya başaracağım zaman gösterecek.
Yeni öyküler var mı? Edebiyatın farklı alanlarında yer almayı da düşünüyor musunuz?
Yeni öyküler olacak inşallah. Şiir de yazıyorum. Hikâye ve şiir ile hayata, insana ve hakikate doğru yolculuğum devam ediyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara