"One minute, The End"
Saadet Partisi lideri Numan Kurtulmuş katıldığı bir tv proramında Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki "One Minute" çıkışının UAEK Genel Kurulu toplantısında çekimser kalınılmasıyla bittiğini söyledi.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-24 11:32:00
Prof. Dr. Kerem Alkin'in, akademik camianın takdir ettiği Numan Kurtulmuş isminin siyasette bulunmasının bir kıvanç sebebi olduğunu belirtmesiyle başlayan programda ilk soru "Milli Görüş nedir?" şeklindeydi.
İşte programdan bazı satır başları:
Milli Görüş nedir, Saadet Partisi neden bir anda yükseldi?
20. yüzyılın son çeyreğine yaklaşırken meydana gelen iki petrol krizinin sonucu oluşan ekonomik buhran, dünya ekonomi politiğinde iki ayrı kavramı ortaya çıkardı. Küreselleşme ve yüksek teknoloji... Yani klasik sanayi toplumundan sanayi ötesi topluma geçiş...
Doğu blokunun çözülmesi ve sosyalizmin çökmesi ile beraber dünyada tek kutuplu bir siyasal yapı hakim oldu. Ancak şu anda, acıdır ki, derin finansal krizlerle müşahede ediyoruz bu aslında sağlam bir sistem ortaya koyamadı. Sağ, sol, liberalizm, muhafazarlık gibi kavramların günümüzde artık önemi kalmadı. Bütün bu oluşumların arkasında dünyayı perde arkasından yöneten güçler vardır. Neo-emperyal sistemi her gün yeniden formatlayan, her gün başka isimlerle ortaya süren, ulus devletlere pazarlayan çevrelere karşın bizim de siyaseti yeniden formatlamaya gereksinimimiz var.
Eski günlerden kalma siyaset anlayışı bugün Türkiye siyasetine hakim. Ülkeyi kamplaştıran 'ak mısın kara mısın'a götüren siyasi anlayış insanımıza üçüncü ve doğru bir yol hakkı vermemekle beraber biz aslında böyle bir yolun olduğunu savunuyor ve milletimizi bu yola davet ediyoruz. Kavgacı, birbiri ile görüşmeyen, namussuz, kurt, çakal gibi kavramları kullanmaktan haya etmeyen bir siyaset tarzı ülkemize ve insanımıza yakışmıyor.
Biz gündeme gelen her konuda ne sadece iktidara muhalafet eden ne de CHP gibi düşünen bir partiyiz. Biz her zaman kendi üslup ve argümanlarımızla gerçek çözümü açıklıyor ve icraat makamını da bu çözüme davet ediyoruz.
Seçmenini bir diğeriyle korkutan, kutuplaşmayı kasti olarak artıran, kendi siyasi menfaati icabı ortamı geren bir anlayış yerine bilgiye dayalı, sorumluluğunun farkında, bütün meseleleri objektif bilgi ve iyi niyet ekseninde ferasetle çözecek bir üslubun ortaya konulmasından yanayız.
Türkiye'de milli olan, yerli olan, kendi kökü üzerinde yükselen, bu topraklarda asırlarca yoğrulmuş medeniyet değerleri perspektifi ile çağını yorumlayan bir siyaset tarzına ihtiyaç var ki biz Milli Görüş olarak bunu yapmaya çalışıyoruz. Milli Görüş her ne kadar 70'li yıllarda siyaset sahnesine çıkıp ete kemiğe bürünse de bu topraklarda aslında yüzelli yıllık fikri geçmişi vardır.
Milli Görüş'ün üç temel ayağı vardır.
1- Kendi medeniyetimizin değerlerini ciddiye almak... Her ağaç nasıl kendi gövdesi üzerinde büyürse bu, bizim milletimiz için de böyledir.
2- Yeniden büyük Türkiye kavramıdır ki ekonomik veya siyaseten çok zor şartlar altına girsek de başkalarının boyunduruğunu kabul edemeyiz.
3- Yeniden adil bir dünyanın kurulması. Küresel barışın gerçekleşmesi için dünya sisteminin yeniden hak ve adalet prensipleri ile dizayn edilmesi lazımdır.
Biz pergelimizin sabit ayağını bu üç temel üzerine bina edip diğer ayağı ile de asrın idraki ve günün şartları ile dünyayı çok iyi anlamış olarak ve doğru diye dayatılan dezenformasyona inat ama onları da dikkate alarak Türkiye'yi yeniden nasıl ayağa kaldırırızın mücadelesini veriyoruz. Bütün toplumu ve bütün dünyayı kuşatarak, kucaklayarak...
Türkiye'de yaşayan bir vatandaş, müslüman veya gayrı müslim; Saadet Partisi'ne oy verecekse niçin vermeli, Saadet Partisi onların değerlerine saygı duyan ve mesafeli olmayan bir parti midir?
Bizim medeniyet değerlerimizi esas alan, ciddiye alan -ki bunu söylerken son derece samimiyim, bir siyasi rant elde etmek için demiyorum- bir partiyiz. Bizim medeniyet değerlerimizi dediğimiz zaman kastettiğimiz zaman Kudüs'ü örnek veririm. Gayri müslimlerin de müslümanlar kadar hakları olduğu medeniyet tarihimizi örnek veririm. Osmanlı'nın idaresinde 400 yıl hayat süren Kudüs'te bir tane etnik veya dini çatışma bile olmamış. Burada bizim Maastricht ve Kopenhag'a nazire yaparak Kudüs kriterleri dediğimiz 5 kriteri tekrar hatırlatmamız gerekir. Kopenhag kriterlerinden 600 yıl evvel ortaya konulmuş tam bir özgürlükler kümesi...
Biz aynı kaderin, aynı medeniyetin ve aynı toprakların ortaklarıyız. Yapılması gerekenin hak ve özgürlükler prensibinde Türkiye'de yeni bir siyasi ve hukuki reform sürecinin başlatılması olduğuna inanıyoruz. Önce anayasanın zihniyetini, felsefesini değiştirerek 12 Eylül anayasası yerine toplumun bütün kesimlerin onayından geçmiş bir anayasayı milletimize hediye etmeliyiz. Özgür olmak, adaletle hükmedilmek ve refahtan hakça pay almak tüm kesimlerimizin ortak beklentisidir; bizim de hiç kimsenin hayatına karışmak gibi bir niyetimiz yoktur.
Ya Ermenistan meselesi?
Bugün Ermenistan sınırının açılacağından bahsediliyor. Bir defa şunu belirtmek istiyorum. Biz Türkiye'nin bütün komşuları ile iyi geçinmesini, komşularıyla sıfır problemi olmasından yanayız. Ancak komşulardan da aynı isteği talep etmemiz gerektiği unutulmamalıdır. Yani yeni dostlar kazanacağım derken sen kendi soydaşını, din kardeşini dahası medeniyetinin bir parçasını kaybetmeyi, küstürmeyi göze alıyorsan burada bir sorun var demektir. Evet, Ermenistan sınırı açılabilir ancak Ermenistan'ın Dağlık Karabağ işgalinden vazgeçmesi şartıyla...
Siz Ermenistan probleminizde İsviçre'nin arabuluculuğunu kabul ederseniz -ki İsviçre sözde Ermeni soykırımını reddedenlerin içeri atıldığı tek Avrupa ülkesidir- ben burada ferasetten şüphe ederim.
Ak Parti Hükümeti dış politikada fotomodellik yapmaktadır. Başkalarının diktiği elbiseleri giyiyor ve bunu gurur ve onurla sunuyor. Türkiye'nin bir ili kadar nüfusa sahip Ermenistan'ın dünya ülkeleri nezdinde çeşitli girişimlerle sözde soykırımı meşrulaştırmaya çalıştığını görüyoruz. Siz duydunuz mu ki bugüne kadar Hocalı Katliamı konusunda Türkiye bir girişimde bulunmuş olsun.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin devrede olmadığı bir Ermenistan açılımı söz konusu olmamalıydı.
ONE MINUTE, THE END
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları, barbarca katliamları sırasında Türkiye kamuoyunda bir tepki gelişti. Zaten var olan tepki toplumsal bir hal kazandı. Hatırlarsanız, biz de o günlerde Filistin'e Destek mitingleri yapmıştık. İşte bu oluşan toplumsal tepki neticesinde Sayın Başbakan, bizim de tebrik ettiğimiz, hislerimize tercüman olduğunu belirttiğimiz bir çıkış ile malum One Minute! Cümles ini Peres'e karşı kullandı. İlk biz tebrik ettik, kendilerine mitingimizde de bahsettiğimiz 17 maddelik bir eylem planı ile gel bu tepkinin altını doldur diye çağrıda bulunduk.
Biz bunu söylerken Ak Parti ve hükümet kanadından tepkinin Peres'e değil moderatöre olduğu şeklinde çeşitli beyanatlar ve İsrail'le ilişkiler sarsılmayacağı aksine daha da geliştirileceği vurguları geliyordu.
Hepimiz biliyoruz ki özellikle 1967'den beri İsrail'in en büyük gücü ne ekonomisi ne de silahlı kuvvetleridir. İsrail'in en büyük dayanağı uluslararası diplomatik gücü ve aleyhinde alınacak kararları bu gücü ile engelliyor olmasıdır.
İşte böyle bir fırsat geçtiğimiz hafta Türkiye'nin önüne geldi. BM'ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) İsrail'in nükleer kapasitesinin tartışılması ile ilgili bir gündemi vardı. Gündeme alınsın mı, alınmasın mı tartışmaları sırasında Türkiye Hükümeti temsilcisi salonun dışına kaçtı, alınmasıyla ilgili oylama yapıldı ve maalesef Türkiye çekimser kaldı. 51 ülkenin oyuyla İsrail'in nükleer kapasitesinin olduğu kabul edildi ancak Türkiye bu ülkeler arasında yer almadı. 'One Minute' diyorsan burada da Türkiye'nin İsrail'in nükleer silahlanması konusunda görüşünü ortaya koyacaksın. Eğer sen ona One minute diyorsan ben de buna 'ONE MINUTE, THE END!' derim. Film bitti!
One minute diyerek insanlardan oy almak kolay, One minute demenin gereğini yerine getireceksin, İsrail'in zulmüne karşı oluşacak uluslararası diplomatik atakların öncüsü olacaksın. Ben bunu bayramın ikinci günü söyledim. ONE MINUTE THE END dedim. Ertesi gün Sayın Başbakan ABD'ye gitti, uçağından indi ve oteline yerleşti. Üstünü değiştirdi ve ilk olarak ABD'deki siyonist lobisini başta ADL olmak üzere kabul etti. Kabul ettiği elli kişilik grubun başı olan ADL Başkanı da 'madem ki Erdoğan ilk bizi kabul etti, bizim için one minute bitmiştir' dedi.
Dış politika süreklilik, kararlılık ve ciddiyet ister. One Minute diyorsanız sonucu bu olmayacaktı, olmamalıydı. O zaman biz veya başkaları der ki 'siz İsrail'e karşı değil seçim öncesi muhafazakar kesime bir mesaj vermek için One Minute dediniz' bütün meseleleri bir müddet tartışıp konuşan ama gereğini yerine getirmeyen bir iktidar ile karşı karşıyayız.
Ak Parti'nin nüvesi Saadet'e kayıyor mu?
Bir şeyi açıkça ifade edeyim. Kaptırmak, geril almak gibi kavramları burada uygun görmem. Ancak biz bundan bir yıl evvel yüzde 1, 2 gibi gösterilirken altı ayda yüzde 5,5 gibi bir rakama ulaştık. Aman oyları bölmeyin gibi baskıların yanına iktidar partisinin seçim kampanyası boyunca İstanbul'un bir ilçesinde harcadığı parayı biz tüm Türkiye'de harcamamışken yüzde 5,5 lara ulaşmış olmak Saadet Partisi için önemli bir adımdır.
Ak Parti bir konjonktür partisidir. 28 şubat olmasaydı Ak Parti'de olmazdı. Çok oy alan ancak çok köklü parti değildir ki böyle olduğunu, bugüne kadar savundukları fikirlerden vazgeçtiklerini kendileri belirttiler. Ak Parti zaten konjonktür şartları ortadan kalkınca Ak Partili seçmen de kendisine yer arayacaktır.
Biz Saadet Partisi olarak bu seçimde yeni bir seçmen kitlesi edindik. Bize oy veren seçmenin yüzde 70'i ilk defa bir Milli Görüş partisine oy verdiğini söylüyor. Biz kendi doğrularımız çerçevesinde ilerliyoruz. Kendimizi ne Ak Parti ne de CHP'ye göre programlıyoruz.
Kaynak: sp.org.tr
SON VİDEO HABER
Haber Ara