‘Etnik Kürt’ yerine ‘otantik Kürt’ önerisi
Prof. Dr. Hüsamettin Arslan, Kürt açılımı bağlamında kullanılan bazı kavramları sorguluyor.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-20 21:46:00
Hüsamettin Arslan
Prof. Dr. Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi
1989’da Berlin Duvarı yıkılmadan önce şöyle söylüyordu Gorbaçov: “Sovyet halkını, politik konuları yalnızca mutfaklarında ve yatak odalarında konuşabiliyor olmaktan kurtaracağım.” Sorunları açıkça tartışmak, tartışmamaktan daima daha iyidir. Tartışma savaştır; tartışma savaşın yumuşatılmış, ‘insanileştirilmiş’, ‘ahlakileştirilmiş’ formlarından biridir. Tartışma silaha sarılma ihtiyacını, ihtilafları öldürerek çözme ihtiyacını ortadan kaldırır. Bir ‘söyleşi’ formu olarak tartışma acıları hafifletir; sağaltır.
Tartışmalar ihtilaflardan doğar ve her ihtilafta daima birden fazla taraf vardır. Adına ne denirse densin, Türkiye’de kökleri yakın tarihimize uzanan bir ‘ihtilaf’ var; hem toplum-içi hem uluslararası bir ihtilaf; hem ekonomik, politik, kültürel, militer hem de etik bir ihtilaf. Çok taraflı, dolayısıyla çok boyutlu. Çok-boyutlu olduğu ölçüde derin. Fakat şükürler olsun Türkiye, sokaklarında, kahvehanelerinde, evlerinde, işyerlerinde, dershanelerinde ve medyasında tartışıyor. Bu bir ‘demitolojizasyon’ süreci: Kürt elitlerin ‘Kürtler mitolojisi’, devletin ‘Kürtler miti’ yıkılıyor. Büyü bozuldu! Tartışma rasyonelleştirir; akıl parçalar, yıkıcıdır.
Bir mozaikten ibaret mi?
Türkiye ‘etnisizm’den mustarip. Etnisizm, ‘faşizm’, ‘sosyalizm’, ‘nasyonalizm’ ne kadar ‘izm’ ise o kadar ‘izm’. Faşizm ve Nazizim kadar tehlikeli bir ‘izm’... Özellikle de imparatorluk bakıyyesi halklar için tehlikeli. Etnisizm bir ideoloji, bir bakış açısı, bir dünyayı anlama tarzı olarak tehlikeli. Türkiye’nin entelektüel ve bürokrat elitleri, sorunların çözümünü ve izahını ‘soru sormaktan’ daha iyi bilen televizyon spikerlerinin ve açık oturum yöneticilerinin ‘etnisite’ içerikli sorularına ‘etnik’ içerikli cevaplar veriyorlar. Bir başka düzeyde ‘milliyetçi’ ve ‘etnisist’ler. Türkiye’nin popülasyonunu modaya uyarak etnisitelerden ibaret bir yapı, bir mozaik olarak görüyorlar.
Bunu açıklamak zor değil: bakış açımız kimliğimizin ve kişiliğimizin parçasıdır. Dünyayı ve insanları Marksist diyalektikle anlıyorsam, bu anlama tarzım ‘Marxist’ kişiliğimin, dini kategorilerle anlayorsam, ‘dindar’ kişiliğimin bir parçasıdır. ‘Ulus’ kavramıyla düşünüyorsam, ulusçu/milliyetçi kişiliğimin bir parçasıdır. Demek oluyor ki Türkiye anakronik bir ‘etnisizm’ ve milliyetçilik formundan mustarip. Kürtçü elitler de Türkçü elitler de, sorunu çözme iddiasındaki militer, bürokrat elitler de ve çok çok daha önemlisi akademik ya da değil entelektüellerimizin kahır çoğunluğu da etnisist. Etnisist elitler bir etnisiteyi ya da etnisist Kürtçüleri tartışıyorlar; bu yaman bir çelişki. Üstelik ‘etnik’ ve ‘etnisite’ kavramının nesnel, tarafsız, objektif, bilimsel bir kavram olduğunu varsayarak tartışıyorlar; ideolojiler ‘ideoloji’ olmadıklarını söyler.
İndirgemeci kimlik
Hepsi bu kadar değildir; bu etnisist yaklaşıma daima ‘kimlik’ kavramı eşlik eder; hangi kavram ‘kimlik’ kavramından daha masum olabilir! ‘Kimlik’ kavramı ‘etnik’ grubun kimliğinin rengine bürünür. “Kimim ve neyim?” Bu soruya verilecek cevap her ideolojiye göre değişebilir? Böylece ‘kimlik’ kavramı başka insani içeriklerini kaybederek, ‘etnikleşir’; bütün kimlik ‘etnik’ kimliktir; çünkü etnisite kimliğin ta kendisidir. Bu bir kimliği tek unsura indirgeme formudur; oysa kimlik çoğuldur. Kimliği çoğul bir şey olarak düşünmek ile tekil, yekpare bir şey olarak düşünmek arasındaki fark, çoğulcu demokrasilerle dikdatörlükler arasındaki farktır. Kürtler ‘etnik’ bir halk ya da ‘etnisite’ değil, ‘otantik’ bir halk, yani bir otantisitedir. ‘Etnisite’ ‘otantisite’ değildir. Yozgatlı Türkmenler, Antalyalı yörükler ne kadar ‘otantik’ ise Mardinliler ve Hakkarililer de o kadar ‘otantik’tir.
Roma Ortaçağı’nda ‘etnik’ ve ‘etnisite’ kavramları Hıristiyan olmayan halklar için kullanılıyordu; çünkü Hıristiyanlık insanlığın evriminin son halkasını temsil ediyordu. Etnik gruplar en iyi durumda insanlığın evriminin ‘ilkel’, gelişmeden nasibini almamış kültürlerini temsil ediyordu. Modernite ve ulusçuluğun doğuşuyla birlikte kavram anlam değiştirdi ve ırk ve ulus kavramları kriter olarak kullanılarak, insanlığın evriminin ulus aşamasına yükselememiş halkları için kullanılmaya başlandı. Günümüzde kabile milliyetçilerinin ve modern entelektüellerin ‘dogma’sından başka bir şey değil. Etnisite araştırmalarının büyük bir çoğunluğu Afrika halklarını konu ediniyor. Etnisite araştırmaları çağdaş emperyalizmlerin ‘keşif kolları’. Buram buram emperyalizm kokuyor; modern Avrupa’nın ‘barbar’ kelimesinin yerine ikame ettiği bir kavram. Etnik dediğinizde kibarlık gösterisinde bulunur ve ‘barbar’ dememiş olursunuz. Almanya da, Fransa’da etnisite yok, başka her yerde vardır. Emperyalizm etnisite arar; otantik halklar değil. Edward Said’in ‘orient’i gibi. ‘Etnik’ bu etiketin muhatabı olan halkın değil, egemenin, emperyalistin, iktidarın bakış açısını yansıtır.
Akdeniz uygarlığının mirasını paylaşmış bir halka, Kürtlere ya da Türkiye’deki başka bir halka etnisite yaftası yapıştırmak onu aşağılamaktır. Kürtler etnik değil otantiktir; Kürtlük, etnisite değil otantisitedir. ‘Otantik halk’ ile ‘etnik halk’ arasındaki fark otantik müzikle etnik müzik arasındaki fark gibidir. Otantik müzik yerinde, etnik müzik kapitalist ‘pazarda’dır; birincisi alınıp-satılamaz, diğeri alınıp-satılabilir. Etnik müzik, müzik değil, emtiadır. Etnik müzik nasıl otantik müziğin taklidi ya da karikatürü ise, etnik halk da otantik halkın taklidi ya da karikatürüdür. Otantik halkı ‘etnik’ halk kategorisine indirgemek, onu iktidar mücadeleleri pazarına sunmak ve aşağılamaktır. Zenciler, Kızılderililer, Aborcinler etniktir; Kürtler ve Türkler değil.
Etnisite’den mustarip
‘Türkiye’deki Kürtler’ tartışmasını, ‘Kürt açılımı’ ya da ‘demokratik açılım’ tartışmasını nasıl kategorize edebiliriz? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: a) ‘Etnisite’ kavramını anahtar kavram olarak, bir ön kabul olarak kullanan elitler (Türk milliyetçileri, Kürt milliyetçileri, milliyetçiliği reddettikleri halde etnisizmi bir bakış açısı olarak kullanan ‘milliyetçi’ sosyalistler ve liberaller vb...; b) ‘Ekonomi’ kavramını kullananlar, yani Kürt sorununun ekonomik bir sorun olduğunu öne sürenler; c) Kürt sorununun ‘demokrasi’ sorunu olduğunu öne sürenler; d) Kürt sorununun Türkiye’nin birliği ve bekası sorunu olduğuna inananlar; e) Kürt sorununun ‘kimlik’ sorunu olduğunu öne sürenler; f) başka ülkelerdeki ‘etnisiteler’ ve etnik sorun ve çözümlerle mukayeseyi ön plana çıkaranlar; g) Kürt sorununun “Bağımsız Kürdistan mücadelesi” olduğunu öne sürenler. Bunlara başka bakış açıları da eklenebilir. Ben burada bütün bu bakış açılarının ‘dar’ bakış açıları olduğunu, ‘dar’ olmaları ölçüsünde eksik ve hatalı olduklarını öne süreceğim. Daha geniş bir çerçeve; yukarıdaki bakış açılarını az ya da çok içine alan veya dışarıda bırakan daha geniş bir çerçeve öne sürülebilir.
Asıl sorunumuz ‘etik’
Türkiye’nin temel öncelikli sorunu ‘etnik’ değil, ‘etik’ bir sorundur; bu sorunu vareden şey Türkiye’deki mevcut iktidar ilişkileridir. İnsanların etik mücadelelerinin yanında yer almalıyız; ‘etnik mücadelelerinin, bağımsızlık mücadelelerinin değil. Soruna ‘etnisite’ kavramından yola çıkarak değil, ‘etik’ ve ‘iktidar’ kavramları çerçevesinden bakmalıyız. İktidar ile etik arasındaki ilişki, bilindiği gibi ‘agonistik’ bir ilişkidir; bunlar hem birbirlerine karşıttır hem de birbir- lerini varederler. İktidar kavramı ‘realiteye’ atıfta bulunur, ‘etik’ kavramı hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine, değerlere ve vicdana. İnsanların ve toplumların dünyasının gerçekliği, iktidar ilişkilerin gerçekliğidir. İktidar ilişkileri hem dünya toplumu ölçeğinde hem de tek tek toplumlar ölçeğinde hiyerarşik güç ilişkileridir. Politikayı ‘politika’ yapan bu eşitsizlik ilişkisidir. Örnekleyelim. Dünya ölçeğinde iktidar ilişkilerinin zirvesinde Musevi-Hıristiyan bir Tanrı, sonra Pentagon ve Amerika, sonra Almanya, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya sırayla dizilirler. Dünyanın efendileri G-8’lerdir. Aşağıdaki ülkelerin yegane amaçları, bu hiyerarşinin zirvesinde yer elde etmektir. Türkiye söz konusu olduğunda politik eşitsizlik hiyerarşisi şöyle resmedilebilir: Genelkurmay, ordu, yüksek mahkemeler, hükümet vb.
İktidar, iktidar ‘ilişkilerden’ doğar. Halklar ve devletler iktidar ilişkilerine mahkûmdur. Sorunlar iktidar ilişkilerinden doğarlar. ‘İktidar’ renksiz ve kokusuzdur, çürümez ve paslanmaz. İktidarın bir tek amacı vardır; daha fazla iktidar. İktidar talebi ‘politik’ bir taleptir, etik bir talep değil.
‘Etik’ olan ile ‘politik/etnik’ olanı, yani iktidar ilişkilerine özgü olanı birbirinden ayırmalıyız. ‘Etik’ iktidar ilişkilerinin, yani politikanın kendisi değil, iktidar ilişkilerine verilecek cevaptır; çünkü etik ‘olan’ değil, ‘olması gereken’ şeydir. Hangi talepler etik hangi talepler politiktir?
İktidar talebine kılıf
Konumuzla ilişkilendirelim: Devletin beka ve birlik talebi iktidar talebidir; aynı şekilde Kürtçü elitlerin Bağımsız Kürdistan ve Kürt devleti talebi etik bir talep değil politik bir talep, müesses iktidardan iktidar talebidir. Sorun iktidara karşı iktidar sorunudur. Kürtçü elitler için kültürel haklar, insan hakları talebi türünde talepler, iktidar taleplerinin kılıfı oldukları ölçüde politiktir. Kimlik talebi bağımsızlık talebinin kılıfı olarak sunulduğunda etik bir talep olamaz. Etik olan talep, otantik Kürt halkının daha insanca yaşama talebidir. Müesses iktidarın kimliği tanıması, kimliğin kendisini ifade etmesine izin vermesi talebidir; kimlik, bağımsızlık mücadelesi yolunda atılmış bir adım, bir kilometre taşı olarak politize edildiğinde, ‘otantik kimlik’ olmaktan çıkarak ‘politik kimliğe’, bir iktidar mücadelesi aracına dönüşür ve etik içeriğini de otantik içeriğini de kaybeder. ‘Etnik Kürt kimliği’, ‘etnisist Kürtçülerin’ ‘otantik Kürtlere’ empoze ettiği kimliktir. Bu kimlik türü yalnızca müesses iktidar güçleri için değil, kendisine bu kimliğin atfedildiği otantik halk için de tehlikelidir; çünkü bu durumda artık ‘kimlik’ değil, savaş narasıdır. Otantik kimlikten beslenir, fakat otantik kimliğin kendisi değildir. Otantik olmak ne ise o olmaktır; alamet-i farikası kan bağı değil, coğrafya/çevre ile komşu halklar ile ilişkilere göre şekillenmiş teamüller, gelenekler ve tarihsel praksis. Otantik, suni, sahte, taklit, iradeyle ve planlanarak oluşturulmamış olmak, kendiliğinden kendisi olmak demek. “Ne isem oyum.” Otantik olmak, ‘modern’ olanla kirlenmemiş olmak demek.
Kapitalizm tehlikesi
Otantik kimlikler örgütlü iktidar yapıları (devletler) tarafından yok edilemezler; günümüzde otantik kimlikler karşısındaki en büyük tehdit, Türkler ve Kürtler dahil dünyadaki bütün ‘otantik’ haklar için ‘kapitalist’ uygarlıktır. Otantik kimliklerin modern dünyamızdaki yegane törpüleyicisi ve düşmanı Kapitalist uygarlığın ‘eşitleyici, homlojenleştirici’ mantığıdır. Kürtleri Kürt olmaktan yalnızca Kapitalizm çıkarabilir ve başka hiç bir iktidarın buna gücü yetmez.
Kürt sorununa sorunlu yaklaşımlardan biri de ‘mukayeseli’ yaklaşımdır. Sorunludur, çünkü mukayese iki ucu pis bir değnek gibidir. Hangi tarafını tutarsanız tutun elinizi pisletecektir. Mukayese, eşitler arsında yapılmadıkça savunulmaz. Yirmi yılı aşkın bir zamandır Türkiye’de çağdaş dünyanın entelektüel birikiminden yeterince nasibini almamış Türk ve Kürt entelektüelleri Kürt sorunu karşısında egemen Türk ve Kürt elitlere çözüm olarak mukayeseli modeller sunuyorlar: İrlanda modeli, Güney Afrika modeli, İsviçre modeli, İspanya modeli, hatta Bulgaristan’daki Türkler modeli (televizyonda bu modeli örnek model olarak sunan mebus hanımefendinin tavrı cehalet ve basitlik olabilir sadece) vb. Basiretsizlik diz boyu; Kürtler ‘zenci’ değildir, Katolik İrlandalılar değildir. Türkiye İspanya değildir, İsviçre değildir... Bu tür sorunlar karısında geliştirilmiş evrensel modeller olamaz. Çünkü sorunlar mahalli/mevzi ise çözümler de mahalli/mevzi olmalıdır. Kürt sorunu halklar arasında bir sorun değildir; bir kimlikler kavgası değildir. İrlanda sorunu, sahiden çözüm olacaksa, İrlanda da çözülebilir, yalnızca İrlanda da.
Dini ikame etme biçimi
Türkiye için en iyi durumda komüniteryen demokrasi, renksiz, kokusuz, kimliksiz vatandaşlık formunu öngören liberal demokrasi değil, insanların otantik kimlikleriyle ve kültürleriyle temsil hakkına sahip oldukları, komüniteryen yurttaşlık statüsünü temel alan bir demokrasi formu önerilebilir. Fakat hazır şablonlar, hazır reçeteler kadar tehlikelidir. Başkalarına deva olan şey sizin için zehir olabilir.
Soruna ‘etik’ noktasından yaklaşmak, farklı vurgularla da olsa demokratik toplum ve hukuk devleti yaklaşımını içerir. Etik talepler ile iktidar talebi ya da politik talepler birbirinden ayırt edilmelidir. Bir iktidar formu olarak devlet, iktidar taleplerine karşı çıkabilir; çünkü hiçbir iktidar aptal değildir; fakat etik talepleri reddedemez. İktidarlar kulaklarını yönettikleri halkların ve insanların etik taleplerine tıkayamaz; insan hakları talepleri gibi. Sorun bu noktada bir iktidar mücadelesi değil, etik bir mücadele, demokratik bir mücadeledir. Biz Türkler ve Kürtler otantik Kürt halklarını yalnızca etik düzeyde savunabiliriz. Çünkü aksi hiçbir mücadele formunun etik ve politik meşruiyeti olamaz. Etnik halkların politik talepleri, otantik halkların etik talepleri vardır. Hak yalnızca etik olduğunda insan hakları kategorisinde yer alabilir.
Etnisist ya da milliyetçi veya ırkçı yaklaşımın hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Irka veya etnisiteye vurgu etik dışıdır. Ve etik olmayan talep demokratik talep de değildir. Bu devletler için de başka küçük iktidar oluşumları için de geçerlidir. Devlet yaptığında da Kürtçüler yaptığında da. Devlet ve Kürtçü elitler otantik Kürt halka etnisite muamelesi yapamaz. Milliyetçilik tarihsel açıdan dünyanın başka her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kendisini din yerine ikame etmiş bir seküler ideolojidir: dini bağlılıklar yerine etnik bağlılıklar; ‘dini komünite’ yerine ‘etnik komünite’. İster Türkçü ister Kürtçü, günümüzün milliyetçilik formlarının ulusa, etnisiteye dayalı yeni bir komünite yaratmak istemeleri bunun göstergesidir. Etnik arayış yeni bir ‘cemaat’ arayışıdır.
Seküler fundemantalizm
Milliyetçiliğin Kürtçülük formundaki seküler fundemantalizmini/köktenciliğini anlamak kolaydır; başka her fundemantalizm kadar dogmatik ve bağnazdır. Fundemantalist milliyetçilik, (Eric Voegelin’i hatırlamanın tam yeridir) seküler bir dinden başka bir şey değildir. Türkiye Türk ve Kürt milliyetçi fundementalistlerinden mustariptir ve unutmayalım elbette seküler ‘resmi’ fundementalistlerinden de muzdarip. Türkiye’de bir ‘devlet fundementalizmi’nden söz etmek mümkündür; fundementalizmleri reddeden bir fundemantalizmden. Bu fundementalizm formlarını reddetmeliyiz. Kürtçülük otantik bir halkın etik taleplerinin ifadesi değil, seküler bir dindir.
Devlet olmak için öncelikli şey bir devlet geleneğine sahip olmaktır; bir geleneği olmadığı halde devlet kurmuş halkların trajedileriyle büyüdük; günümüz dünyasında emperyal güçlerin, ya da emperyalist güçlerin en etkili oldukları bölgeler devlet geleneği olmaksızın kurulmuş devletlerin sözde egemenlik alanlarıdır. Devlet geleneği olmayan halkların, devlet kurmak istediklerinde, amiyane bir söyleyişle, “egemen güçlerin kucağına oturma” riskleri kuvvetle muhtemel ya da daha doğrusu kaçınılmazdır. Türkiye’nin şartlarında, radikal politik örgütlerin kaderinin, kurucuları istemese bile, emperyal güçlerin ‘taşeronlarına’ dönüşmesi kaçınılmazdır. Ve hep böyle olmuştur. Emperyalizmler radikalizmleri severler.
Elimizi vicdanımıza koyalım: arenada faili meçhullerin devlet mensubu failleri dışında başka failler de var: Hizbullah, PKK, eroin mafyası, PKK’dan daha şahin başka Kürt örgütler... Generalleri devreden çıkarın diyor ve arkasından ekliyorsunuz: ‘gerilla generalleri-
mizle’ müzakere masasına oturun! Bilge Köyü’nü mezbahaya çevirdiniz; çoluk-çocuk demeden insanları boğazladınız. O zaman Kürt olmak istedim ve işte o günden beri Kürdüm! Utanmadınız, “karı meselesi” dediniz, “korucu meselesi” dediniz, “ekonomik çıkar meselesi” dediniz, “feodal ilişkiler” dediniz. Sosyal bilimlerden nasibini almamış akademik ve entelektüel elitler utanmadan halkın bilinçaltına merdiven indirdiler. Zırvaladılar! Bunların tümü zırva!
Kürtçü, etnisist, pankürdist, kendilerini “Kürt davasına” (Bağımsız, Birleşik Kürdistan) adamış elitleri, yazılarında ve konuşmalarında apaçık dile geldiği üzere, şimdi ya da daha sonra, önce Türkiye’de sonra Türkiye-İran-Irak-Suriye dörtgeninde bir Kürt devletinin rüyasını görüyor. Takiyyeye gerek yok. İki-yüzlülüğe gerek yok. Bunu Türkiye’de artık bilmeyen yok. “Pastanızı hem yiyip hem de saklayamazsınız.”
Basireti bağlı elitler
Basiretleri bağlanmadıysa, bu bir ‘ütopya’ bile değil. Bağımsızlık davulunun sesi uzaktan hoştur; yaklaştığında kulaklarınızı patlatabilir. Kürtçü politik aktörler ütopik planlar yapıyor; planlanmış (dolayısıyla suni) Nevruz ayinlerinde el açtıkları pagan tanrıları Ahuramazda ve Ahirmen’in yukardan onlara acı acı gülümsediğinden eminim. “Kürt milliyetçiliği, etnik milliyetçilik, bağımsız Kürdistan”, Türkiye’nin politik ve ekonomik tekerine sokulmuş çomak, emperyalist fok avcısının oltasının ucundaki yemdir. Türkiye’de etnisizm yalnızca kardeş katliyle sonuçlanabilir.
Hepsi bu kadar değil, enerji hatları mı yoksa etnisist Kürt elitlerin Bağımsız Kürdistan’ı mı? Osmanlı İmparatorluğu için Akdeniz ticareti her şeydi; öyle görünüyor ki bugünün Türkiye’si için enerji hatları da her şey olacak.
Kürt milliyetçileri açısından bakıldığında, sorun Türklerde değil, otantik Kürt halkların yaşadığı coğrafyadadır; enerji hatlarının üzerinde ve gereğinden fazla stratejik bir bölgede ikamet ediyorlar; bugünkü Kürtlerin tarihteki ataları devlet kuramayacak kadar “aptal” değillerdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin soruna bakışı bir ırka, bir etnisiteye bakış değil, bir coğrafyaya bakıştır. Kürtler, Kürt oldukları için Türkiye’nin sorunu değildir. Kürtlerin yaşadığı coğrafyada başka bir otantik halk da yaşıyor olabilirdi (mesela Gürcüler, Çerkezler, Boşnaklar, Eskimolar vb); Türkiye için sorun yine de değişmezdi.
Otantik Türk, Türkçü, otantik Kürt de Kürtçü değildir. Türkçülük Türklere, Kürtçülük Kürtlere hakarettir. Bunu anlamak için Türkiye’de Türkçülerin ve seküler Türkçülük ideolojisinin yakın geçmişimizde otantik Türk halka ve Türk kültürüne nasıl bir muameleyi reva gördüğünü hatırlamak yeterlidir.
Kaynak: Star
SON VİDEO HABER
Haber Ara