Karadavi'den gençlere cihad çağrısı
Yusuf El-Karadavi Müslüman gençleri farklı sahalarda cihada davet etti. "Başarısız rejimleri düşürmek için barışçıl yollar kullanmalıyız" diyen Karadavi, Laik ülkeleri derecelendirdi.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-17 18:37:00
Defne Bayrak / TİMETURK
Arap dünyasının tanınmış alimlerinden Uluslararası Müslüman Alimler Birliği başkanı Alim Dr.Yusuf El-Karadavi, şiddet uygulayan cemaatlerin kuvveti denediğini ancak herhangi bir hükümeti düşürmeyi ya da bir rejimi değiştirmeyi başaramadığını vurguladı. El-Karadavi Müslümanları görevini yapmakta başarısız kalan hükümetleri değiştirmede dünyadaki tecrübelerden bilgi edinmeye ve bunu başarabilmek için olumlu yönde çaba sarfetmeye çağırdı.
Ardından Türkiye'de parlamentoda yetkiyi elinde bulunduran laiklere karşı Adalet ve Kalkınma Partisi tecrübesini övdü. El-Karadavi, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bu noktaya, ''çatışmalardan uzak durarak hikmetle ve kademeli olarak elde ettiği ve tüm dünyanın övgüsünü kazanan başarılarıyla'' geldiğini ifade etti.
Alim El-Karadavi'nin bu açıklamaları 8 eylül tarihinde Ene isimli kanalda Ramazan ayı boyunca yayınlanan ''hayatın fıkhı'' isimli programda geldi.
El-Karadavi konuk olarak katıldığı bu programda, çok ateşli gençlerin önünde daha başka cihad kapılarının da açık olduğunu açıklayarak cihadın sadece kılıçla kısıtlı olmadığını belirtti. Bunlar arasında insanları öğretip, eğitmek ve terbiye etmek ayrıca İslam'ı tanıtmak ve dünyadaki yanlış imajını düzeltmek yer alıyor. İşte Dr. Yusuf El-Karadavi röportajının tam metni:
Çağımızda gençlerin özellikle de çok ateşli olup da bu din için birşeyler yapmaya çalışanların üzerlerinden cihad farzının düşmesini ne sağlayabilir?
Bismillahirrahmanirrahim, elhamdulillah, salat ve selam efendimize, imamımıza, örneğimize, sevgilimize, öğretmenimiz Allah Resulü'ne, ehline, ashabına ve gösterdiği yola tabi olanların üzerine olsun. Sonra...
Gençlerin dinleri için tutuşması haklarıdır. Aynı şekilde aralarından tamah edenlerin Allah yolunda cihadda kendilerinin de nasibi olması aşkıyla yanıp şehadete kavuşmaları, sahabenin gençlerinin elde ettiklerini istemeleri haklarıdır. Bu arzular meşrudur. Ancak sorun meselenin yerine oturtulmamasındadır. Yani genç, ''cihad'' ismini verdiği bir çatışmaya giriyor. Oysa bu girdiği çatışmanın cihatla ilgisi yok. Herşeyin kuralları, temel prensipleri ve şartları vardır. Bazen gerekli koşulların hepsi bulunmaz, temel prensipler tam olmaz. İşte bunun için fıkıh gereklidir. Biz, bu bölümün adını ''hayat fıkhı'' olarak isimlendiriyoruz. Çünkü fıkıh olmadan sunduğun hiçbir şey Allah katında senin için hesaba katılmaz.
İmam Hasan El-Basri şöyle demiştir; ''ilmi ibadete zarar vermeyecek, ibadeti de ilme zarar vermeyecek şekilde talep edin''. Bazı insanlar ilmi terkederek ibadet yolunda yürüdü. Sonra da Muhammed (sav) immeti üzerine kılıçlarıyla yürüdü. (Haricilere işaret ediyor). Hariciler oruç tutan, geceleri kıyama duran, Kur'an okuyan, Allah yolunda kendilerini feda eden abit kimselerdi. Onların afetleri vicdanlarında ya da kalplerinde değil, başlarında ve akıllarında idi. Zira Kur'an'ı yanlış anladılar ve Müslümanlara karşı savaştılar. Kendileri dışındakilerin kanlarını mübah kıldılar. O kadar ki İslam'ın ilk oğlu Ali bin Ebi Talib'in (r.a) kanını dahi mübah kılmışlardı. Bunun için önemli olan güzel anlamaktır. Allah her kim için bir hayır isterse onu dinde fakih kılar.
Allah Resulü (sav) onlar hakkında şöyle buyurmuştur; ''onların okudukları Kur'an gırtlaklarını aşmaz. Sizden biri onların namazı yanında kendi namazını, oruçları yanında kendi orucunu, kıraatleri yanında kendi kıraatini küçük görecek. Onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkarlar''. Bunlar put ehlini çağırır İslam ehlini öldürürler. Bu nedenle de gencin Allah'ın rızasını kazanmak için, istediğini iyi anlaması gerekir.
Siz modern çağımızda İslami uyanış şeyhlerinden birisiniz. Bu silah taşıyan, kan akıtan ve Kur'an ayetleri ile hadisleri delil olarak getiren cemaatler hakkında görüşünüz nedir?
Hariciler de böyle idi. Bunların sorunları muhkem ayetleri terkedip müteşabihlere sarılmalarında saklıdır. Herkes ayetler getirip hadisler delil gösteriyor. Ancak önemli olan bendi yerine oturtmak, sözü saptırtmamaktır. Bu gençlerin fıkıhlarında hata vardır. Oradan buradan şeyhlerden okuyarak edindikleri kendilerine has fıkıhlarında Müslüman olmayanlara bakışları açısından hata bulunuyor. Bunlar gayri-müslim olan herkesin kanını ve malını mübah kılıyor.
Bazıları Mısır'da Kıptilerin altın dükkanlarını asla soymazdı. Dahası onlar İslam yurdunun ehli oldukları için lehlerine olan lehimize aleyhlerine olan aleyhimizedir. Kanları ve malları haramdır. Aksine bizim onların kanları, malları ve ırzlarını korumak için savaşmamız gerekir. Sorun şu ki bu anlayışta, fıkhın münkerin değiştirilmesi olması açısından bir hata vardır. İnsan kötü olanı ne zaman güçle değiştirir? Bir şeyi kötü gören herkes bu kötü gördüğünü üzerinde görüş birliğine varılmamışsa bile güçle mi değiştirmek ister?
Onlar, Allah Resulü'nün; ''Sizden kim bir münker görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı imanın en zayıf mertebesidir'' hadisi şerifini delil gösteriyor.
Bu şartlar için öncelikle bir münker olması gerekir. Birşeyin münker olabilmesi içinse üzerinde onun münker olduğuna dair ittifaka varılmış olmalıdır. Eğer mesele ihtilafa düşülmüş bir mesele ise alimler şöyle demiştir; ''ihtilafa düşülmüş ya da içtihadi meselelerde inkar yoktur. Örneğin diyelim ki ben şarkı helal diyorum. Sen ise haram diyorsun. Bu durumda senin ''konser'' deyip dağıtmaya hakkın yoktur. Anlaşmazlığa düşülmüş meselelerin inkarı; özellikle de güçle karşı konması caiz değildir.
Örneğin bir sahnede bir dansçı kadın yarıçıplak dans ediyorsa genç bunu değiştirmeli midir?
Ben şartları daha tamamlamadım. Öncelikle münker üzerinde ittifağa varılmış olmalıdır. İkincisi münker önünde olmalıdır. Onu gözetleyip casusluk etmeyeceksin. Eğer bu sahne kapalı ise senden buraya girmen istenmiyor. Üçüncüsü de münkeri değiştirmeye gücün olmalıdır ki bir kişinin buna gücü yetmez.
Ayrıca orada devlet tarafından korunan ya da hususi devletten kaynaklanan bir münker olduğunu varsayacak olursak, bu münkeri değiştirdiğin taktirde devletle çatışmaya girmiş olursun. Bu durumda hüküm nedir? Bunun için şartlar arasında bir münkerin, kendisinden daha büyük bir münkerle giderilemeyeceği de yer almaktadır. Eğer sen çekim yapılan bir yere gidip orada bazı insanların ölmesine, bazılarının hapse girmesine ve bazı ailelerin dağılmasına sebep olacaksan bu senden istenmemektedir. Eğer münkeri değiştirmek devletle karşı karşıya getiriyorsa her insan devlete karşı koymaya güç yetiremez. İmam Ahmed'in dediği gibi; ''sultana karşı koyma, kılıcı veremlidir''.
Allah'tan Yardım İstediklerini Söylüyorlar?
Devletin koruduğu münker asrımız ölçütlerine göre üç sebeple yok olur. Ya orduda gücün bulunacak. Öyle ki rejimi değiştirmeye silahlı güçler kadirdir. Örneğin birkaç on yıl önce Mısır'da askeri çalışma grubunun yaptığı çocukça fikirden öte birşey değildi. Özellikle de büyük bir ülkede silahlı kuvvetleri kontrol altında tutmak kolay değildir.
İkincisi: halkı egemenlik altına almak yani İran Humeyni örneğinde olduğu gibi halkın seninle olması. Şah o dönemde kontrolü ve otoriteyi elinde bulunduruyordu. Amerikanlar tarafından da destekleniyordu. Elinde bir ordu ve usta istihbarat teşkilatı Savak vardı. Ancak Humeyni halkı teşvik edebildi ve sonunda halk yanında yer aldı. Bir gösteriye çağırıyordu ve milyonlarcası sokaklara dökülüyordu. Halk bir tarafta ordu diğer tarafta yer aldı. Günlerce çatıştılar. Ancak dünyada hiçbir ordu halkına ve ehline karşı savaşmayı sürdüremez. Zira onlar da bir süre sonra teslim oldu. Buna halk devrimi ismi verilmektedir.
Üçüncüsü değişimin demokratik yolla olmasıdır. Yani parlamento meclisleri aracılığıyla. Yani kendini seçimlerde aday gösterirsin, eğer halk tarafından genel kabul görüyorsan büyük çoğunluğu alırsın. Bu çoğunlukla da münkerin ortadan kaldırılması için mevzuatta değişiklik yapabilirsin.
Şiddetin Gözden Geçirilmesi
Bu hevesli gençler dönem dönem özellikle de Mısır'da turistleri öldürmeye kalktı. Bu turistlerin öldürülmesinin hükmü nedir?
Bu da cihat fıkhını yanlış anlamadan kaynaklanmaktadır. Bunlar gayrimüslim herkesin kanı mübahtır, şeklinde anladı. Bunun yanlış olduğunu ispatladık. İnsanları öldürülmeye kalkmak için ''küfür'' tek başına yeterli bir sebep değildir. Hatta fakihler şöyle demiştir; ''savaşçı; yani Müslümanlarla arasında savaş bulunan bir kavme tabi olan bir kimse eğer ticaret maksadıyla Müslüman ülkesine girerse korunma ister. Yani güven talep eder. Eğer ona güvenlik verirsen kendisine kötü bir şekilde dokunamazsın. Ona bu korumayı bir kadın bile vermiş olsa aynıdır. Zira Ümmü Hani eşinin yakın akrabalarından (müşriklere) bazılarını himayesi altına almış, erkek kardeşi Ali bin Ebi Talib ise onları öldürmek istemiştir. Ümmü Hani bu durumu Allah Resulü'ne (sav) açmış, Allah Resulü de kendisine şöyle demiştir; ''senin teminat verdiğine biz de teminat veririz. Biz onları öldürmeyiz''. Kadının yanında böyle iken devletten güvence alanın durumu nasıldır?
Bu Gençler Bu Devletin Kafir Olduğuna İnanıyor. Ne Diyorsunuz?
Kafir bile olsa insanlara hükmeden odur ve bu şahıs güvenle girmiş ve İslam ülkesinde güvende olduğuna inanmaktadır. Hiçbir şekilde ona dokunmak caiz olmaz. Bunun için ünlü luxor katliamı yaşandığında bilinen bir hutbe verdim ve bu hutbede katliamı şiddetle kınadım. Çünkü bu İslam'ın ve Müslümanların imajına zarar vermektedir. Ülkemizi görmeye gelen bir İsviçreli ya da Japon'un suçu ne ki öldürüyorsun? Bu cihat fıkhında ve insanlarla ilişkide hatadır. Aynı şekilde yöneticilere karşı çıkma fıkhında, münkerin değiştirilmesi, tekfir fıkhında da yanlıştır. Bu beş çeşit yanlış, bu gençlerin hatalara düşmesine ve günahlara girmesine yol açtı. Allah'a şükrediyoruz ki bu gençler ya da çoğu ya da onlara eğilenler hatalarını anladı.
Bu Nefsi Sorgulamayı Onaylıyor musunuz?
Elbette. Ben nefsi sorgulama gayesiyle İslami cemaatleri Mısır'a davet ettim. Başka cemaatleri de arkalarından kendilerine katılmaları için çağırdım. Daha sonra Mısır'daki Cihad Cemaati, Dr. Seyyid İmam da kendilerine katıldı. Kendilerini tekrar sorgulamaları için bizzat El-Kaide'yi de davet ettim. İnsan ne olursa olsun masum değildir. Bu kabrin sahibi dışında (Allah Resulü'nün kabrine işaret ediyor) her insanın sözü alınıp eleştirilebilir ve ona cevap verilebilir.
Her insan kendisini gözden geçirmelidir. Özellikle de eğer çevresindeki insanlar tarafından kötüleniyorsa. Tüm bu insanlar hatalı da sadece o mu doğru? Nacih İbrahim kardeş ve kardeşlerinin cemaati, fıkhına tarafsızca ve objektif bir şekilde bakıp kendilerini sorguladıklarında şüphesiz ki samimiydi. Bu cemaat, yolunda hatalı olduğunu itiraf etti. Bunu destekleyip teşvik etmemiz gerekir. Kendilerini taktir ediyoruz. İnsanın kendi kendini düzeltmesinden daha iyi birşey yoktur.
Tekfir Bidatı
Bunlar insanlar kan akıttı, öldürdüklerini öldürdü. Her insanda bu cesaret var mıdır?
Herkes bunu doğru bulur. Her insan nefsini sorgulamayı kabul eder. Allah neden insanlardan tevbe etmelerini istemektedir? (Allah'a tevbe edin). Tevbenin anlamı nedir? Geçmişe sırt dönüp yeni bir şimdiye başlamaktır. Bu, davranışlardan vazgeçmek şeklinde ya da fikirleri, anlayışları değiştirmek şeklinde olabilir. Bu, sahipleri övülen medeni bir cesarettir.
Ben bunu, bu gençlere hayranlığımı ve övgümü ifade etmek için fırsat biliyorum. Cezayir, Fas, Suudi Arabistan, Yemen, Pakistan ve Irak gibi çeşitli ülkelerdeki tüm cemaatleri de nefislerini sorgulamaya, Müslümanların kanı hususunda Allah'tan korkmaya çağırıyorum. Peygamberimiz (sav), bir adamın kardeşine ister ciddi ister şaka olsun silah doğrultmasını yasakladı. Bu halde boynunu kesene ne demeli? Allah Resulü bu konuda Veda Haccı'nda da uyarıda bulunmuş ve şöyle buyurmuştur; ''benden sonra küfre dönmeyin, birbirinin boynunu vuran...''. Ve şöyle buyurdu; ''bir Müslümana küfretmek fasıklık, onu öldürmek ise küfürdür''. ''İki Müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelip biri diğerini öldürecek olursa öldüren de ölen de cehennemdedir. Çünkü o da arkadaşını öldürmeye hırslı idi''. Hiç böylesine nefsi sorgulama ve uzlaşmaya teşvik gördün mü?
Bu Gençler Bu Tür İşlere Kalkıştıklarında Onların İlk Tasalarının İslam Şeriatini Geri Getirmek Olduğunu mu Yoksa Başka Amaçlarının Bulunduğunu mu düşünüyorsunuz?
Biz onların niyetlerine karışmıyor ve onların İslam'a hizmet etmek için samimi niyetli olduklarına inanıyoruz. Yaptıkları bunu gösteriyor. Ancak dediğimiz gibi salih niyet yalnız başına yeterli değil. Allah, amel samimi ve doğru olsa bile şer'i yaklaşaımla uyumlu olmadıktan sonra kabul etmez. Samimiyet yalnız başına yeterli değildir. Tekfisciliğin yayılması fıkhı yanlışa bir örnektir. O kadar ki bazıları Hicri dördüncü yüzyıldan sonraki Müslümanların tümünün kafir olduğunu söylemektedir. Tekfir gerçekten çok tehlikeli bir meseledir. Kim kardeşine kafir derse, ikisinden biri mutlaka kafir olmuştur. Bir Müslüman, diğerine ''sen kafirsin'' derse bu dini, ilmi, hareketsel ve siyasi bir hatadır. Bu nedenle tekfir dalgasının karşısında durmak gerekir.
Laik Yöneticiler
Bu gençlerden bazıları yöneticilere soğuk gözle bakıyor ve onları küfürle, bazılarını da nifakla itham ediyor. Siz şu anki Arap ve Müslüman yöneticileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arap ve Müslüman yöneticiler derece derece ve çeşit çeşit. Bu işlerde genelleme yapmak olmaz. Orada İslam'a, İslam şeriatına inanıp bazılarını uygulayıp bazılarını terkeden bir yönetici bulunduğu gibi bir merci olarak İslam'a, İslam şeriatının Müslümanların hayatında bir esas olması gerektiğine inanmayan yönetici var. İslam ve Müslümanlardan nefret edeni var. Laik yöneticiler var. İslam ve Arap ülkelerinin yönetenlerin büyük kısmı laiktir. Orada evcil laiklik olduğu gibi vahşi tağut laiklik de bulunmaktadır. Dinle beraber yaşayabilen laiklik olduğu gibi dini kesinlikle reddeden bir laiklik de vardır. laiklik konusunda iki kitabım bulunuyor. Birinin ismi ''İslam ve Laiklik Karşı Karşıya'' diğerinin ismi ise ''Radikal Laiklik''. Radikal laiklik bir tehlikedir. Çünkü İslam'ı hayattan kovmak istemektedir.
İşe dini araştırma açısından bakarsanız durum böyle. Ancak insani yönden bakarsanız hükümetlerin insan haklarını korumaya çalışması, işsizlere iş sağlaması, çalışanları eğitmesi, açlara yemek vermesi, cahilleri eğitmesi, hastaları tedavi etmesi ve insanları koruması gerekir. Bu tür hükümetler bu tarz hakların yerini bulmasına çalışmamaktadır. Halklarımız fakir, bizler kafilenin eskiden başındayken; önünü çekerken şimdi kuyruğundayız. Hepimiz ya gelişmekte olan ya da üçüncü dünya ülkelerinde yaşıyoruz. Hatta dördüncü dünya diye birşey olsaydı bazı ülkelerimiz bunlar arasında sayılırdı. Ve ne yazık ki yöneticilerin durumu hiç tatmin edici değil. Ancak bu duruma nasıl karşı koyabiliriz? Yani bu yöneticileri öldürmeyi ya da kendisine suikast düzenlemeyi denemekten başka yöntemimiz yok mu? Bu yolu denedik ve hiçbir şey elde edemedik.
Kim denedi?
İslami cemaatler uzun yıllardır denemektedir. Şiddet bir rejimi değiştirmeyi ya da bir hükümeti düşürmeyi ya da bir münkeri ortadan kaldırmayı başaramadı. Tek yapılabilinen bir başbakanın ya da bakanın ya da onun gibi birinin öldürülmesi oldu. Ancak birşey değişmedi. Bazen giden gidiyor ve ardından gelen ondan daha kötü ve şirret çıkıyor. Ümmetin tarih ve dünya tecrübelerinden faydalanacağı başka bir yol araması gerekmektedir. Dünya, görevini yerine getirmekte başarısız kalan hükümeti düşürmek için belli bir yol üzerinde ittifaka varmıştır. Bizim de bunu yapabilmek için barışçıl yolla mücadele etmemiz gerekir. Başka türlü bir yere varamayız.
Türkiye Deneyimi
Dünyaya karşı savaşı reddettiğiniz gibi yöneticilere karşı ayaklanmayı da reddediyorsunuz. Peki modern çağımızda gençlerin kalkışabilecekleri cihad nasıldır?
Cihad'ın oldukça çok açık kapısı vardır. Örneğin içeride cihad vardır. Bunun içinde halkın terbiyesi, eğitimi ve kültürü için çalışmak, onları hak söz ve hayır üzerine toplamaya gayret etmek vardır. Gençler farklı roller üstlenmek üzere dağıtılmalıdır. Örneğin dışarıda Müslüman olmayanların İslam'a davet edilmesi için dışarıda çalışma vardır. Orada İslam hakkında hiçbir şey bilmeden yaşayıp ölen milyarlarca insan bulunuyor. Milyarlarcası da İslam hakkında çarptırılmış bilgilere sahip. Öyle ki İslam'ın savaş ve kılıç dini olduğunu, Hz. Muhammed'in (sav) bir yandan insanları öldürüp diğer yandan da güzel kadınları topladığını biliyor. Bizim yapmamız gereken İslam'ın gerçek yüzünü dünyaya öğretmektir.
Eğer bu genç, İslam'a, ümmetine hizmet etmek, şeriatını desteklemek istiyorsa açık çok fazla kapı var. İnsan hakkı getirip batıla karşı direnecek bir yol bulmaktan aciz kalmaz. Hayra çağırır, şerri kötüler. Bir insanın tamamen aciz kalması mümkün değildir. Bu ancak çaresizlikten olur.
Ben, Türkiye'deki kardeşlerimizin İslami hilafeti ortadan kaldırmayı başaran otoriter laiklik karşısındaki deneyimlerini başarılı bir girişim olarak örnek veriyorum. Öyle ki bu laiklik, dindar Türk halkı karşısında zaferi demir, ateş, şiddet ve kanla kazanmıştır. 24'ten bugüne kadar laik devleti sürmektedir. Bir zamanlar ezanın Arapça okunmasını bile yasakladılar. Kadının süslenmesini kanunla dayattılar. Kanunlar dayanağını İslam şeriatından almamaya başladı. Bu çerçevede mesela kadının, erkek gibi mirasçı olacağı yönünde hüküm getirildi.
Sonra Adalet partisindeki kardeşlerimiz, onlardan önce de Refah ve Saadet Partisi'ndeki kardeşlerimiz geldi. Onlar özlerinde İslamcılardı. Ancak akıllarını kullandılar. Çünkü direk çatışma bir fayda vermeyecektir. Hikmeti ve aşamalı olarak birşeyler yapma kuralını kullandılar. ''Allah dünyayı bir günde değil altı günde yaratmıştır''. İslam'a ve Türk halkına hizmette önemli kazanımlar elde ettiler. Dünyada hatta Batı Dünyası'nda bir konumları oldu.
Öyleyse siz içeride değişimin aşamalı ve barışçıl yollarla olması gerektiğine inanıyorsunuz. Peki dışarıda nasıl olacak? Medya kuruluşlarının talep cihadı görevini üstlendiklerini mi düşünüyorsunuz?
Evet bunu söylüyorum. Bizim İslam'ı dünyaya ulaştırmak için ordular kurup askerler toplamaya, kılıçları çekmeye ve makineli tüfekleri omuzlamaya ihtiyacımız yok. Bu belki Kisra ve Kayser zamanında mümkün olabilirdi. Çünkü onlar insanlara zorbalık yapıyorlardı.
Şu an ise kapılar açık. Elimizde açık bir dünya var. Önümüzde hedefli radyolar, dünyaya her dilde hitap eden geniş uydu kanalları, güçlü bilgi ağı internet var. Bununla beraber bizleri insanlara evlerinde hitap etme imkanı veren, ilmin günden güne keşfettiği güçler bulunuyor. Peki biz bunları kullandık mı? Ne yazık ki kullanmadık.
İnternet üzerinde İslamonline Sitesi'ni kurup ''bu cihad, asrın cihadıdır'' dediğinizde neye dayandınız?
Daveti nasıl tebliğ edeceksiniz? Şahsın ağzını açıp daveti içine sokarak mı? Davet; insanlara İslam'ın Allah'ın tevhidiyle, Allah'ın kulları arasında kardeşlikle, ahlaki değerlerle, insani yanıyla geldiğini söylemen, kendilerine bu dinin meziyetlerini tanıtmandır. İnsanların akılları farklı farklıdır. Belki başta bunu reddedenler olur. Çünkü üzerine yetiştiği hale ters düşmektedir. Ancak bir süre sonra bu icabet eder, öteki reddeder ve diğeri yanıt verir. İşte böyle...
İslam dünyada nasıl yayıldı? Söyledikleri gibi kılıçla mı yayıldı? Orada bir ordunun girmediği İslam ülkeleri var. Bugün en büyük İslam ülkesi Endonezya'dır. Ordular oraya gitti mi? Malezya'ya? Filipinler'e? Afrika ülkelerinin büyük kısmında İslam tüccarlar ve Sufizm tarikatları aracılığıyla yayıldı. İslam güzel davettir. (''Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!'' Nahl Suresi, 125). İyi diyalog; yani insanlarla kendi dillerinde konuşuyoruz. Kendi dilleriyle bir kelimeyi daha geniş şekilde anlatabilirim. Yani İngiliz'in İngilizce ile davet edilmesi, Rus'un da Rusça davet edilmesi. Bu da, özel kişilerle özel dille, avam sınıfıyla avamca, Doğulu ile doğulu lehçesiyle, Batılılarla batılı lehçesiyle konuşmak demek oluyor. Çinlilerle, İngilizlerle kullandığın dilden başka dil kullanmalısın. Çünkü onların akıllarına giriş yolu ötekinden farklı. Biz, Allah'ın istediği rahmet yayılsın diye İslam'ın iletilmesinde ve bu Rabbani, insani, ahlaki ve evrensel mesajın dünyanın dört bir yanındaki insanlara tebliğinde iyi yol izleyecek onbinlerce davetçiyi eğitmek istiyoruz. (''Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik''. Enbiya Suresi, 107).
SON VİDEO HABER
Haber Ara