'Türkiye’nin En İyi Dışişleri Bakanı'
Amerikalı ünlü uluslararası hukuk profesörü Richard Falk, "Ahmet Davutoğlu Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin en iyi dışişleri bakanı" olduğunu yazdı. İşte Falk'ın çarpıcı makalesi...
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-12 02:45:00
Haber Merkezi / TİMETURK
RICHARD FALK*
Malezya’da genç bir Profesör olarak ders verdiği 1990’ların başından bu yana Ahmet Davutoğlu’nu tanımak benim için bir ayrıcalıktır. O zamanlar uluslararası ilişkilerin düzgün yürütülmesinde kültür ve medeniyetin önemini vurgulayan anlayışı beni çok etkilemişti. Şüphesiz Davutoğlu Machiavelli’yi Kissinger’a bağlayan kavramsal zemini kapsayan Batı siyasi temel geleneğinde iyi bir temeli olan realist dış politika analistlerinden biri daha değildi. Bu gelenek gücün yönetimi ile ilgileniyordu ve şüphesiz Davutoğlu dünya siyasetinde güç ve çatışma ile nasıl başa çıkacağına yönelik ileri derecede bir anlayışa sahipti. Aslında onu değişen küresel sahnenin birçok zeki yorumcusundan ayıran ve daha özel kılan, bir devletin günümüz dünyasının zorlukları ve fırsatlarını değerlendirmesini mümkün kılacak tarih ile bağlantılı siyasetin şekillenmesi için, temel dayanak olarak Batı dışı düşüncenin önemini tanımasıdır.
Davutoğlu birkaç yıl sonra Türkiye’ye döndü ve üniversitelerde ders vermeye başladı. Etkileyici bir şekilde, ülkenin her yanından sosyal ve beşeri bilimlerdeki doktora öğrencileri için ileri çalışmaları içeren gönüllü bir program kurdu. Onun bu çabası mütevazi bir binada başlayan, fakat başından beri ulusal, bölgesel ve küresel aktör olarak Türkiye’nin potansiyelini gerçekleşirecek pratik akıl arayışı ile samimi bilgi aşkı ve fikirleri birleştiren bir sanat, kültür ve bilim vakfının kurulması ile sonuçlandı.
Davutoğlu’nun bu eğitim çabası öğretim programında tarihin ve kültürün ve bazen de makro tarih ya da medeniyet karşılaştırmalarının önemini vurgulayarak zaman ve mekan içinde medeniyetlerin yükselişinin ve düşüşünün geniş yelpazesini incelemektedir. Bu aydınlatıcı araştırma ruhunda, Türkiye’nin rolü geçmişin, günümüzün ve geleceğin daha geniş kültürel ve tarihi kapsamda yorumlanmaktadır. Böyle bir yaklaşım modern Türk devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerinden ve rehberliğinden daha geriye bakmayan dar bir şekilde algılanan milliyetçiliğin düzelticisi olarak hareket etmişti.
Böyle bir bakış açısından, 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarında modern düynadaki Türkiye’nin yorumu büyük bir önem arzediyordu. Türkiye’nin gelecekte daha yaratıcı bir şekilde ileriye gitmesi için Cumhuriyet öncesi geçmişin başarılarında ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı kültürlere ve dinlere saygı gösterirken çeşitli halkları kucaklamasına yönelik sıradışı kapasitesinde bir anlayışı ve gururu yeniden hatırlatılması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu’nun farklı anlayışıydı. Ben bu düşünce şeklini oldukça sıcak buldum. Bu anlayış, Türkiye’de bir zamanlar çok önemli görünen stratejik düşüncenin tarih dışı formları arasında yeni bir genişlemeyi temsil etti ve Amerika Birleşik Devletleri’nde kabul gören dünya siyasetinden nerdeyse tamamıyla farklıydı. Bir akademisyen olarak Davutoğlu, Türkiye’nin umutlarına ve geleceğine yönelik beklentileri ile direk ilgili felsefe, kültür ve tarihe yönelerek bu anlayışını derinleştirecek bir yaklaşım için uğraşıyordu. Aynı ruh içerisinde, Türkiye’deki öğrencilerine ve aydın halka dünyanın diğer bölgelerindeki benzer küresel düşünce tarzlarını göstermek istedi. Vakfı geçtiğimiz on yılda Türkiye’ye dünyanın her yanından önde gelen düşünürleri getirdiği konferanslar düzenledi. Benzer etkinlikler Davutoğlu’nun kendilerini barışçıl ve adil bir dünya vizyonunu evrenselleştirmeye adayan kültürler arası bir akademisyen grubunu oluşturmaya adadığını gösterdi.
Davutoğlu’nun önemli akademik yayınlarında düşüncelerinin bu özellikleri fikirlerine dikkat çekti. Kitabında değindiği güvenliğe yapısal bir yaklaşımın temeli olarak “stratejik derinlik”, egemen devletlerin menfaatlerini bölgeleri ve dünyayı gözeterek edinmesini vurgulayan önemli düzenlemelerinden biridir. 10 yıl önce çıkmasına ve İngilizce baskısının olmamasına rağmen, birçok baskısı yapılan ve birçok yabancı dile çevrilen kitap uluslararası İlişkiler literatürüne en önemli katkılardan biridir. Ayrıca Soğuk Savaşın jeopolitiği ile küreselleşme sonrasında yayınlanmasına rağmen, Türkiye ilişkilerinin büyüyen bir dünya düzenine dönüşmesinde yakından ilgisi vardır.Davutoğlu yoğunluğundan dolayı “Stratejik Derinlik” kitabını gözden geçiremediği ve de günümüzün uluslararası ilişkilerine orjinal yaklaşımının doğru düşüncesini veren bir yayını olacak “kültürel derinlik” üzerine ikinci kitabını çıkartamadığı için üzüntüsünü dile getiriyor.
Böylesine bir geçmişe karşı, ilk olarak Ak Parti liderliğinin zirvesine baş danışman ve Mayıs 2009’dan bu yana da dış işleri bakanı olarak Türk dış siyasetinde olan Davutoğlu’nun böylesine büyük bir etkisi olması şaşırtıcı olmamalı. Genellikle etkili profesörler ve başarılı devlet hizmeti arasında iyi bir uyum yoktur. Davutoğlu’nu müstesna kılan onun alışılmadık sosyal ve diplomatik becerileri ile siyasi hırstan yoksun olması arasındaki kombinasyondur. Parti siyasetinden uzak dururken diğer taraftan AK Parti siyasi görüşü ile aynı çizgide olması Türk sahnesinde ona özgü bir yer sağladı. Siyasi liderler ve başkentler arasında son derece etkiliyken, aynı zamanda bağımsızdı.
Dışişleri Bakanı olmadan öncesinde bile, medyada ve diplomatik camiada Davutoğlu AK Parti’nin 2002 yılında seçilmesinden bu yana Türkiye dış politikasının mimarı olarak takdir edildi. Onun ilk ana görevi Avrupa Birliği’nde Türk üyeliğine odaklanmayı içeriyordu. Davutoğlu’nun görüşü hakiki bir demokrasinin güçlü bir temelini atarak bu üyeliğin sadece Türkiye’nin yararına olmadığı, aynı zamanda Doğuda yükselen halkın katılımını kabul etmediği sürece Batının artık etkin bir rol oynayamayacağı bir dünya düzeninde çok medeniyetli meşruiyetin keyfini çıkaracak Avrupa’ya post kolonyal dünyada eşsiz dinamik bir güç olma fırsatı sunduğu yönünde.
Davutoğlu’nun Türkiye için büyük Avrupa anlayışı umutları çeşitli Avrupa ülkelerinde İslamofobinin beklenmeyen artışı ve Kıbrıs’ın 2004 yılında AB’ye talihsiz kabulü ile şüphesiz hayal kırıklığına uğrasa da, o Türkiye’nin üyelik hedefinin elde edilebilir olduğuna inanmaya devam etti. Türkiye’nin AB üyeliği arayışı iniş çıkışlarıyla devam ederken, Türkiye’de demokrasi ve insan haklarını güçlendirmeye yönelik iç hareketlere güçlü bir şekilde destek sağlamasıyla bu arayış Türkiye’nin yararına oldu.
Dış İşleri Bakanı olarak, Davutoğlu enerji, zeka, siyasi sağduyu, ahlaki kaygı, kibirsiz özgüven, ilminde ve derslerinde karşılaşılan tarihsel zeminli vizyon hasletlerini ortaya koymaktadır. Bu kadar kısa zamanda daha olumlu etkisi olan başka bir dünya figürünü düşünmek zor. Davutoğlu’nun “komşularla sıfır problem” yaklaşımı bölgede daha iyi Türk ilişkilerinin kurulmasında tutarlı bir şekilde başarılı oldu ve Mısır gibi bir ülkeye hatta Arap hükümetleri arasında bölgesel liderlikte meydan okudu. Onun hakkında az farkedilen fakat önemli bir diğer husus da Davutoğlu’nun muhalifler arasında ortak zemini belirleyerek ve bu zemini azami boyuta çıkararak usanmak bilmeyen şiddet dışı çatışma yönetimi arayışıdır. Bu uzlaşma diplomasisi Orta Doğu’nun alevli siyasetine acilen ihtiyaç duyulan dengeliyici etki ile birlikte, Türkiye’ye bölgede ve dünyada saygı, itibar ile açılan ekonomik ve diplomatik fırsatları getirmektedir. Belki de bu anlamda en önemli olan büyüyen ekonomik bağlar, özellikle Rusya ve İran gibi geçmişte Türkiye ile araları açık olan ülkelerle enerji ile ilgili bağlar olmuştur.
Türkiye: önemli bir müttefik
Amerika Birleşik Devletleri ile stratejik olarak merkezi ilişkilerine zarar vermeden Türkiye’nin bu tartışmalı girişimleri başlatması özellikle kayda değerdir. Tam aksine Türkiye Başkan Obama’nın erken ziyaretiyle görüldüğü gibi geçmişten çok daha geniş kapsamlı bir şekilde Washington tarafından her zamankinden daha önemli bir müttefik olarak değerlendiriliyor. Kendi gündeminde ve Amerika Birleşik Devletleri’nin özel durumlarında farklılık gösteren önceliklerinde bile Türkiye artık bağımsız bir aktör olarak saygı görmektedir.
İstanbul’a son ziyaretinde ABD’nin Afganistan özel temsilcisi Richard Holbrooke’un “Afganistan’a ilave birlik gönderip göndermemenin Türkiye’nin kararına bağlı olduğunu” söylemesi bu yeni karşılıklı oluşumun ifadesiydi. Bu egemen hükümetler arasındaki ilişkilerde yapılacak doğal bir şey gibi görünse de Amerikan yetkililerinin en meşhuru Paul Wolfowitz’in Beyaz Saray’ın Türkiye’den yapmasını istediği sorumlulukları kamuönünde dile getirdiği Bush yıllarının sert yaklaşımı ile tezat teşkil etmektedir. Şüphesiz bu değişiklik, Amerika Birleşik Devletleri’nin çok taraflı dış politikasını yansıtıyor, fakat aynı zamanda Türkiye’nin sadece NATO ya da Batı uzantısı olmadığı –ki Soğuk Savaş ya da 1990’larda bu mesele olmuştu – ve artık dünya meselelerinde bağımsız bir güç olarak tanındığı anlamına geliyor. Davutoğlu Türkiye algısı ve mualemesinde ki değişikliğin kavramsallaştırılmasında olduğu kadar pratik ve güne uygun dış politika kararlarıyla da en önemli övgüyü hakediyor.
Kişisel hırs önüne prensiplerini koyma gönüllüğünü gösteren baş dış siyaset danışmanı olurken kariyer riskini de alması açısından Davutoğlu’nu takdir etmek önemli. Davutoğlu İsrail/Filistin ve İsrail/Arap dünyası arasındaki en hassas, zorlu ve tehlikeli bölgesel çatışmalarda ortak zemini ve rafa kalkmış karşılıklı çıkarları bulmak ve genişletmek için çok çabaladı. İsrail/Suriye müzakerelerinde aracılık etmek için elinden gelenin en iyisini yaptı ve Golan Tepelerindeki İsrail işgaline son verecek ve iki ülke arasında bir çeşit dengeyi sağlayacak bir anlaşmayı teşvik etmeye çalıştı.
Ve daha da tartışmalı fakat yapıcı konulardan biri de Davutoğlu Filistin mücadelesinde uzlaşmayan ve şiddet unsuru olarak Hamas’ın duruşunu yumuşatmak ve aynı zamanda Hamas Gazze’de 2006 seçimleriyle siyasi bir güç kazandıktan ve ilk olarak tek taraflı bir barış kurma niyetini açıkladıktan sonra, İsrail’in Hamas’a terörist bir örgüt değil siyasi bir aktör olarak yaklaşması için çok uğraştı. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi İsrail terörist etiketini düşürmeyi reddetti ve yerine Gazze’de yaşayan 1.5 milyon Filistinli’ye ölümcül bir baskı uyguladı. Seçimlerin sonuçlarına saygı duymaya karşı bu reddediş Gazze’de korkunç bir insani çile ile sonuçlandı ve ufukta bir sonu görünmeden devam ediyor. Geriye doğru bakıldığında eğer Davutoğlu’nun yaklaşımı başarılı olsaydı bu kadar eziyet yaşanmayabilirdi. İlaveten, iki halk arasındaki barış görünümü bugünden çok daha parlak olurdu. Bu anlamda, Davutoğlu’nun başarılarında olduğu gibi, geçen birkaç yıl içindeki dış siyaset hayal kırıklıkları da hayranlığımızı hakediyor.
Türkiye’nin dış işleri bakanı olarak Ahmet Davutoğlu’na sahip olduğu için son derece şanslı olduğuna ve parti ile bağlantısı olmayan, bağımsız karakterli ve akademik mizaçlı birini vazifelendirerek, ona büyük bir sorumluluk yükleyen Ankara’daki yönetime hediye olduğuna dair benim zihnimde en ufak bir şüphe yok. Davutoğlu’nun “stratejik derinliğine” çok vurgu yapılsa da ben sonunda en çok “ahlaki derinlik” ile hatırlanacağını inanıyorum. Ahlaki derinlik ile arabuluculuk ve uzlaşma ile yasal haklarda karşılıklı saygı ve adalete bağlılığa dayalı olarak çatışmaların barışçıl çözümünü arama kaygısını kastediyorum. Emin bir şekilde nihai bir değerlendirme yapmak için çok erken olsa da, stratejik derinlik ile ahlaki derinliği kaynaştırmanın Davutoğlu’nun mirasının hatırlanır bir boyutu olacağını düşünmek için çok erken değil. Öyleyse, nihai bir karar olarak Ahmet Davutoğlu’nun Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin en iyi dış işleri bakanı olarak takdir edilmesi desteklenecektir.
*Richard Falk, Princeton Üniversitesi uluslararası hukuk emekli profesörü ve de işgal altındaki Filistin topraklarında BM özel raportörüdür.
Bu makale Zeynep Güneş tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
Haber Ara