Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Kendini arayan kusursuz kadın

Cihan Aktaş’ın yeni kitabı Kusursuz Piknik, İz Yayıncılık tarafından yayımlandı. Aktaş’ın 11’inci kitabı, kusursuzluk ve fedakârlığın çevresinde dolaşan kadınların öykülerinden oluşuyor.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-09-08 12:40:00

Kendini arayan kusursuz kadın
Gazeteci ve yazar Cihan Aktaş’ın yeni kitabı Kusursuz Piknik İz Yayıncılık tarafından yayımlandı. Roman ve öyküleriyle toplam 11 kitabı olan Cihan Aktaş’ın son kitabı, kusursuzluğun ve fedakarlığın çevresinde dolaşan kadınların hikâyelerinden oluşuyor.

Sibel Oral / Taraf

Aslında yazara göre kadınlara fedakâr ve kusursuz olmayı sadece toplum öğretmiyor. Kadın biraz da doğası, vicdanı ve içgüdüleri gereği kusursuz olma ihtiyacı duyuyor. Kitaba adını veren Kusursuz Piknik adlı öykünün yanı sıra Her Şeyi Yoluna Koyan Hatice, Git Öyleyse- Bohçanı Al da Git, Gece Oturması gibi öyküler de dikkat çekiyor. Kadın dünyasından bir çocuğun şımarıklığına, bir pikniğin kadının sırtına yüklenmiş ağırlığına, eşin duyarsızlığına ve aslında tüm bunlar çevresinde kadının yalnızlığına eğilen, susan ve sessizlikle yetinen kadınların sesi oluyor Kusursuz Piknik. Cihan Aktaş’la son kitabı üzerinden hikâyeciliği, kadın yazar kimliği ve toplumun kadınlardan beklediği “kusursuzluk” üzerine konuştuk.

Kusursuz Piknik’in zihninizde oluşum ve tasarım süreci nasıl gerçekleşti?

Çocukluğum çam ormanlarında gerçekleşen kalabalık pikniklerde geçti neredeyse. Bu pikniklerden bende kalan kimi sahneleri kimi öykülerimde kullanmış olsam da, uzun bir piknik öyküsü yazmayı ayrıca istiyordum. Piknik, bir bakıma çoklu bir karşılaşma alanı. Şerefine piknik düzenlenen yüksek memurlar, pikniğin kusursuz bir şekilde geçmesi için kendini paralayan küçük memur takımı, ev sahibi ve konuk kadınlar arasındaki örtük bir hiyerarşinin kısıtladığı söyleşiler... İçtikçe dili çözülen, dertlerini ortalığa saçan memurlar... Pikniğin kusursuzluğu konusunda mesul sayılan ev sahibi kadınların piknik kalabalığında kayboluşu...

Kitap kapağı sizin yaşanmışlığınızdan, size özel bir fotoğraf mı?

Fotoğraftaki gözlüklü adam, babam. Özellikle babama ait çok fazla piknik fotoğrafı vardır aile albümlerimizde. Hoş, bu fotoğraf kadınların bulunmadığı bir piknik türünü anlatıyor.

Toplumumuzda tarih boyunca kadınlara sanki hep kusursuz olmak zorundalarmış gibi bakıldı. Siz de bu kitabınızda tüm kahramanlarınızla bu durumun etrafında dolaşıyorsunuz...

Ben kadınlardaki kusursuzluk idealinin daha ziyade modern dönemlere özgü olduğunu düşünüyorum. İnsana özgü temel yaklaşımlar kolay değişmez. Fakat geçmişte kadın özellikle kusurlu, eksik kabul edilen insan cinsiydi zaten, yani ondan mükemmel olması beklenemezdi, dinen ve ahlâken mükemmel olduğuna inanıldığında da azize ilan edilirdi, evliya mertebesine ulaştığı düşünülürdü. Şimdi tam tersi bir beklenti hissettiriliyor kadına. Kusursuz olması bekleniyor ondan, hayatında gerçekleştirdiği köklü değişimlerin meşruiyeti adına. Kişiyi hakikaten var kılan asıl ocak orasıymış gibi gösteriliyor kamusal alan. Kadın da bu alanda vücut bulmak istiyor, fakat bilinçaltı dürtüleriyle “erkek” karakterli bu kamusal alanda kendini kabullendirmeyi özel alanındaki sorumluluklarının kıstaslarıyla ölçüp biçiyor. Aksi takdirde suçluluk hissiyle kıvranacak, çocuğu okuldan döndüğünde ona kapıyı açamadığı, akşam sofraya yaprak sarması tabağı getiremediği için...

Kadının sürekli “kusursuz” ve her şeye rağmen “fedakâr” olarak imlenmesi aslında genel olarak toplumun sorunu değil mi? Sizce bu durum nasıl aşılabilir?

İletişim kanallarını, söyleşmeleri, eleştiriyi açık tutarak... Kadınların önlerindeki üretimlerini kısıtlayan veya mevcut üretimlerini görünmez kılan engelleri aşması, tahakküme dayalı ilişki biçimlerini de değiştirecektir. Tabii kadınlar hile merhametli ve fedakâr olmayı sürdürüyorlarsa... Fedakâr olmayı kadınlara sadece toplumun öğrettiği kanısında değilim. Doğa var, vicdan var, içgüdüler var. Burada “rıza” kavramının çok önemli olduğunu düşünüyorum, çaresizliğin zorladığı bir uyumla aynı şey olarak görülemeyecek türde bir rıza.

Siz uzun zamandır edebiyat dünyasının içindesiniz. Türk öykücülüğünü nasıl buluyorsunuz?

Türk öykücülüğünü başarılı ve renkli buluyorum. Öykü, yazara özgürlük bahşeden bir edebiyat türü. Romana göre okuyucunun daha az ilgisini çekse de, öykü alanında daha üretken ve rahat edebiyatçılarımız.

Peki, gazeteci ve edebiyatçı kimlikleriniz sizce birbirlerini nasıl besliyor?

Gazete yazarlığı edebiyatçı kimliğinize, yaşadığınız dünyanın içinden seslenmeyi sağlayan farkındalığı kazandırıyor. Edebiyat ise gazete yazarlığınıza en azından, şimdiki zamanın anlarına gerekli bir mesafeden bakmayı mümkün kılan bir kavrayış sağlıyor.

Kadınları anlattığınız için elbette kadın okuyucularınız daha çoktur ama merak ediyorum: Erkek okuyucular hikâyelerinizdeki kadınları anlamaya çalışıp biraz da özeleştiri yapıyorlar mıdır sizce?

Öyle olduğunu sanıyorum, büyük ölçüde anlaşıldığımı yani... O zaman da şöyle düşünüyorum. Kadınlar anlatma ihtiyacını bastırmasalar, hikâye ırmakları okyanuslar oluştururdu. Hikâye ırmağının kuruduğu yerde ise ya iletişimsizlik oluyor, ya bir kuru gürültü veya vıdıvıdıvıdı şeklinde bir ses. Hikâye yazma veya anlatma imkânını bulamayan kadınlara özgü, derinde tekdüze olmaktan uzak ve üşenme nedir bilmeden bildirilerini yaymaya çabalayan canhıraş bir ses bu.

SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara