İyi kitap yazmak için iyi kitap okunmalı
Yazdığı iki Ankara polisiyesi ile edebiyat dünyasında ses getiren Emrah Serbes, yeni kitabı "Erken Kaybedenler" ile farklı erkek çocuklarının dünyaya ve çevrelerinde gelişen olaylara nasıl baktığını anlatmaya çalışıyor.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-08 17:58:00
Asım Öz / TIMETURK
Emrah Serbes, yazdığı iki Ankara polisiyesi ile edebiyat dünyasında ses getirmişti. Yenilerde yayımlanan "Erken Kaybedenler" ise bir roman değil, hikâye kitabı. Sekiz hikâyeden oluşan kitapta her bir hikâye, farklı erkek çocuklarının dünyaya ve çevrelerinde gelişen olaylara nasıl baktığını anlatmaya çalışıyor. Emrah Serbes’le kitabını ve yazarlığını konuştuk.
İsterseniz sizden başlayalım... Kendinizi yazar olarak tarif etmeye ne zaman başladınız?
Beş ay evvel yurt dışına çıkarken sigorta yaptırmam gerekti, ilk defa oradaki formda meslek hanesini yazar diye doldurdum. İşsizim de diyebilirdim ama yazar deyince daha fiyakalı durdu. Böyle anlar dışında kendimi yazar olarak tarif etmiyorum.
Genelde öykü kitaplarının adlandırılmasında kitabın içindeki bir öyküden hareket edilir. Erken Kaybedenler kitabı bu genelin dışında bir adlandırma. Niçin öykülerden farklı bir ad seçtiniz kitabınıza?
Bu ismin hem atmosfer açısından hem de tematik açıdan hikâyelerin tümünü yansıttığını düşündüğüm için böyle bir tercihte bulundum.
Bir başka genel durumla devam edelim. Genelde yazarlar öyküden romana geçerler. Siz ise romandan öyküye geçenlerdensiniz. Bunu nasıl açıklarsınız?
Hayatımda pek çok terslik var. Bunun dışında hikâyenin romandan daha zor bir sanat olduğu iddiaları üstünde de düşünmek gerek.
Erken Kaybedenler doğrudan cümlelerle duruyor okurun karşısında, ne dersin?
Köşeli karakterleri anlatmayı seviyorum. Köşeli karakterden kastım şu, karakterin inandığı birtakım değerler olacak, prensipleri olacak, inançları olacak. Söyleyeceğini doğrudan söyleyebilecek cesareti olacak. Hayat onu parçalasa da o her seferinde toparlanmaya çalışacak. Bir nevi Don Kişot olacak yani. Kimseye eyvallahı olmayacak, doğru bildiği yolda yürüyecek. Bir insan gerekirse bütün insanlığa kafa tutabilecek. Böyle karakterlerdeki dramatik potansiyeli seviyorum. Erken Kaybedenler de bir bakıma böyle çocukları anlatıyor.
Sizin için önemli olan ne? Anlatmak mı, kurmaca mı?
Benim için önemli olan anlattığım şeyin okuyanı yüreğinden kavraması. Tabii bu durumun temel değişkeni her okuyucunun ayrı bir yüreğinin olması. Ne yazık ki böyle bir durum var. Ama çoğu zaman iyi okurların ortak bir yüreği olduğunu da düşünürüm. İyi okurdan kastım deve yüküyle kitap okumuş olması değil, en azından sadece bu değil. Kitabı bir yana bıraktığında dünyayı okuyabilen bir göz de olmalı iyi okurda. Dolayısıyla on beş yaşındaki bir çocuk da çok iyi bir okur olabilir. Her neyse. Yazdığım şeyin tarif ettiğim iyi okuru yüreğinden kavrayabilmesi için öncelikle beni etkilemesi gerekir. Anlattığım şeyin beni etkilemesi için de kullanabileceğim bütün teknikleri kullanmaya gayret ederim.
İyi bir hikâyede 'olmazsa olmazların' neler?
Öncelikle hikâyenin iyi olduğuna inanmam gerek. Böyle olduğuna inanmam için de yüz elli sefer okurum hikâyeyi. Şurasını burasını değiştiririm, silerim baştan yazarım. Son okumada hâlâ sıkılmıyorsam yayınlanmaya değer olduğunu düşünürüm, böyle bir kalite kontrol sürecim var.
Çalışarak yazmakla ruhunla yazmak arasında nasıl bir ayrım yapıyorsun?
Çalışarak yazmak şöyle bir şey, günün belli saatlerini yazmaya ayırırsın, ne anlatacağını belirlersin, o alanda başka kim ne yazmış onları takip edersin, sonunda da iyi kötü bir metin oluşturursun. Romanlarımı böyle yazdım. Ruhunla yazmak da şöyle bir şeydir, çalışarak yazmanın bütün gereklerini yerine getirirsin ve uykun geldiğinde yatarsın. Ama seni rahatsız eden bir şey vardır. Aklına yeni diyaloglar gelir, yeni bir tip gelir, yeni bir figür gelir, yeni bir konu gelir. Bazen hikâyede takıldığın bir yer vardır, o aydınlanır. Kalkarsın, bilgisayarın başına oturursun, artık uykun yoktur. Metni yazar bitirirsin, iş çalışmadan çıkmıştır, yazmak zorundasındır. Erken Kaybedenler'i böyle yazdım. Çoğu hikâyenin ilk cümlesini kurduğumda son cümlesini de biliyordum.
Özellikle 'Üst Kattaki Terörist' adlı hikâyende, gerek üslup gerek yarattığın atmosferle, güncel ve yakıcı bir sorunun anlatıcılığını üstlenmişsin... Neyi denemek istedin bu hikaye ile?
Bu hikâye kitaptaki diğer hikâyelerden bir yönüyle ayrılıyor. Daha dramatik bir durum var onda. Abisi Çukurca'da mayına basıp ölen bir çocuk, üst katlarında oturan üniversite öğrencisini terörist olduğu zannıyla öldürmeye karar veriyor. Öldüremiyor ve aralarında bir dostluk başlıyor. Bu hikâyede diyalogun önemini anlatmaya çalıştım genel olarak. Kürt meselesinde ezberlenmiş sözleri bırakıp bütün tarafları dinlemenin gerektiğini anlatmaya çalıştım. Arkadaşlık kurumunun pek çok derde deva olabilen bir kurum olduğunu anlatmaya çalıştım.
“Korhan Ağbi’nin Kardeşi” adlı hikâyede sinema ve edebiyat farkı üzerine de değinmeler var. Edebiyat ve sinema ilişkisi üzerine düşünceleriniz neler?
Pek düşünmedim bu konuda. Ama edebiyat ile sinema arasında sorunlu bir ilişki olduğunu seziyorum. İkisinin dilleri çok farklı ama bunu aynılaştırmaya çalışma gayreti de her zaman oldu. İyi bir kitap okuduğu zaman hemen filmini çekme arzusuyla yanıp tutuşmaya başlayan yönetmenler var. Oysa hiçbir yazar iyi bir film seyrettikten sonra dur şunun kitabını yazayım demez. Başa dönersek, bahsettiğin hikâyedeki çocuk, film seyretmeyi kitap okumaktan daha çok seviyor. Ben de o çocuğun yaşındayken film seyretmeyi daha çok severdim. Hatta 13 yaşına kadar elime kitap almadım diyebilirim. Şimdi kitap okumayı daha çok seviyorum, büyümek böyle bir şey, insanın bazı düşünceleri değişiyor.
Rekabetin ciddi oyunlarının oynandığı erkek ergenliğinin cinsiyet düzenini yansıtan öykülerde kahramanların yaşlarının ve davranışlarının alışılmış olan yargıları zorladığını düşünüyorum. Hikayelerde on üç yaşındaki çocuklardan “beklenmeyecek” davranışların sergilenmesi okuru huzursuz etmeye dönük bir anlatımın mı çocukluktan yetişkinliğe geçişin değişen yüzünü ortaya koymanın mı, yoksa başka bir niyetin sonucu mu?
Senin de dediğin gibi çocukluk hakkında bazı kalıplaşmış düşünceler var. O yüzden bu hikâyeler, birtakım okurlarda bu çocuklar böyle konuşamaz, böyle düşünemez duygusu yaratıyor, yaratabilir. Ben de diyorum ki, hayır efendim, bu çocuklar böyle konuşur. Benim kendi deneyimlerim bu çocukları böyle konuşturuyor. Benim dünyamda bu çocuklar böyle düşünüyorlar. Çocuk psikolojisi açısından bunun aksini ispatlayan bir makale yazılabilir. Ama benim meselem bu değil, ben makale yazmıyorum, hikâye yazıyorum.
Türkiye toplumunda erkek çocukların karşı karşıya kaldığı sosyalizasyon süreçlerinde ne gibi farklılaşmalar gözlemliyorsun?
Bu biraz zor bir soru olmuş. Boş bırakma hakkımı kullanmak istiyorum.
“Zannettiğin Gibi Değil”deki abi kardeş tipi “Evin büyüğü olacağına dağda tilki ol gez” sözünü evin “adsız” küçüğü üzerinden tersyüz eden bir yapıda. Babalar ve Oğullar’daki iktidar ilişkisini anımsatan ağabeyler ve kardeşler ilişkisinden de söz etmek mümkün galiba.
Kardeşler arasındaki rekabet doğal bir şey. Ama erkek kardeşler yahut kız kardeşler arasındaki rekabet gibisi yok. Zaten bu yüzden ideal çekirdek aile portresi, okul kitaplarında yahut reklam filmlerinde 'anne-baba-kız çocuk-erkek çocuk' dörtlüsü olarak çizilir. Kardeşler aynı cinsten olduğu zaman çok arıza çıkıyor çünkü. Aradaki rekabet çok yakıcı bir hale dönüşebiliyor.
Hikâyelerde grupların/insanların yarattığı gettoların içinde üretilmiş özel şifreler olarak görebileceğimiz bir sürü argo var. Argo ve edebiyat ilişkisi sizin yazın dünyanızda nasıl bir yer tutuyor?
Yazdığım kişinin küfretmesi gerekiyorsa ona küfrettiriyorum. Dur şimdi edebiyat yapıyoruz, aman ayıp olmasın demiyorum. Bu yüzden zaman zaman eleştiri de aldım. Ama ne yapabilirim ki, daha terbiyeli yazarlar var, onları okuyun diyorum.
Türk ve dünya edebiyatından güçlü örnekler okuman, yazma serüvenine nasıl bir duygu katıyor?
İyi kitaplar yazmak için iyi kitaplar okumak lazım.
Edebiyat dünyasına eserleriyle katkıda bulunmuş ve kalıcı bir yer edinmiş yazarlarımız nedense genç yazarların azlığından ve verdikleri ürünlerin de pek parlak olmadığından yakınırlar, sence de o kadar kurak mı bu tarla?
Bu tarz genellemeler pek bir şey ifade etmez. Her dönemde iyi yazarlar vardır, bir de ortalama yazarlar vardır. Bu durumda eleştirilecek tek şey, iyi bir yazarın ortalama bir kitap yazmasıdır.
Emrah Serbes, Erken Kaybedenler, İletişim Yayınları, 1.Baskı Haziran 2009.
SON VİDEO HABER
Haber Ara