Para Tanrı Tanrı da Paradır
Bir Müslüman, Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetleri Müslüman kardeşleriyle, hatta diğer insanlarla da paylaşır. Allah yolunda infak ve tasadduk eder...
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-01 06:10:00
Mehmet Çelen*
Belki de ilk etapta şaşırılacaktır. Böyle bir şey nasıl olabilir? Paraya nasıl tanrı diyebiliriz? Ya da tanrıyı nasıl para olarak görebiliriz? Yahut tanrılık, kutsal ve yücelik ifade eden varlıklar için geçerli bir kavram değil midir? Elbette para, yüceltilir ve de kutsanırsa, tanrı makamına çıkar.
Evet, biz burada tekrar belirtmek istiyoruz ki, “Para tanrıdır, tanrı da paradır.”
Tabii ki, bu söz ve önerme, “gerçekten ben Müslümanlardanım” diyen kimseler için geçerli değildir. Çünkü Müslümanların tek ilâhı, yalnızca bir ve tek olan Allah’tır. Allah’tan başka hiçbir ilâhı tanımazlar, reddederler. Başka bir ilâhı kabul etmenin de, İslâm’dan çıkmak olduğunu çok iyi bilirler.
Bu durum, Hıristiyanlar için de söz konusu değildir. Her ne kadar teslis, “Baba-Oğul-Ruhu’l-Kuds” inancına sahip olsalar da, ilâhları arasında paranın yeri yoktur. Çünkü Hz. İsâ (a.s.)’dan gelene iman ettiklerini söylemektedirler. Sonradan sapıtmışlarsa da, neticede bir olan Allah’a dayanmaktadırlar.
Yahudilerin çok az bir kısmı “Üzeyir Allah’ın oğludur” deseler de, onların ilâhları arasında da paraya yer yoktur. Yahudiler de, Hz. Musa (a.s.)’nın Tevrat’ta getirdiğine iman etmektedirler.
Geçmiş dinlerde Buda, Nirvana, yıldızlar, güneş, inek, ateş, insan ve benzeri varlıklar tanrı olarak algılanmış, yüceltilmiş, kutsanmış ve en üst konuma oturtulmuştur. Yine bunlar arasında, tanrı olarak para geçmemektedir.
O halde parayı tanrılaştıranlar kimlerdir? Özellikle 20. yy. da paranın en üst seviyede tanrılaştırılması ve egemen konuma getirilmesi, “materyalist felsefe” öncülüğünde gerçekleşmiştir. Materyalizm, maddecilik, âhirete inanmayan, maddi olandan başkasını tanımayan, ilahî, manevî ve dine ait olan her şeyi reddeden, imanın aklın sahasına müdahale etmemesini savunan bir dünya görüşüdür.
Materyalist felsefe bir üst anlayış olarak, kapitalizmin, komünizmin, sosyalizmin, kolektivizmin, laisizmin, sekülarizmin, pozitivizmin, Marksizm’in, Leninizm’in, Maoizm’in ve diğerlerinin temel taşını oluşturmuştur.
Kapitalizm: Sermayecilik. Sermayenin üstünlüğünü savunan maddeci ve ferdiyetçi bir felsefedir.
Komünizm: Ortaklaşmacılık. Ferdin değil, toplumun üstünlüğünü savunan, her şeyi, mülkiyeti ve tüketim maddelerini de toplumun emrine veren ve ortak kullanımını öngören bir görüştür.
Sosyalizm: Toplumculuk. Mülkiyeti toplumun emrine veren özel mülkiyeti kaldıran bir felsefedir.
Kolektivizm: Kollektifçilik, ortaklaşacalık. Toplumun düzeni için bütün üretim araçlarının toplumun menfaatine özgü kılınmasını ve ortak işletmenin yürütülmesini savunur.
Laisizm: Laiklik. İmanın aklın sahasına ve dünya işlerine müdahale etmemesi gerektiğini savunan, din ve dünyayı birbirinden ayıran bir dünya görüşüdür.
Sekülarizm: Dünyevileşme. Dünyayı, maddî ve görülür âlemi, dünyadaki hayatı ön plana çıkaran, dünya hayatının dinle ilişkisini kesen felsefi anlayış.
Pozitivizm: Nasılcılık. Zihin tabiatın aynasıdır. Görülebilen fenomenlerin tespitine dayanan tecrübî bilgiyi esas alır. İlahiyatı ve metafiziği reddeder.
Marksizm: Marksçılık. Karl Marks’ın felsefi, ekonomik, siyasi ve sosyal görüşlerin bütünüdür.
Leninizm. Lenincilik. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurucusu Lenin’in uyguladığı ve kendi görüşlerini de kattığı Marksçı görüşlerin tümüdür.
Maoizm: Maoculuk. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu Mao’nun Marks ve Engels’in görüşlerini, kendi düşüncelerini de katarak uygulama alanına soktuğu felsefenin bütünüdür. Mao’nun döneminde her Çinlinin elinde “Küçük Kırmızı Kitap” bulunurdu. Bu kitap, Maoizm’in temel öğretilerini ve yasalarını oluştururdu. Şimdi Çin’de kapitalistleşiyor, artık bir amentü gibi “Kırmızı Küçük Kitap” Çinlilerin elinde dolaşmıyor.
Sanki felsefe dersleri veriyormuşuz gibi algılanmasın. Bu felsefi doktrinlerden kısaca bahsetmemiz, materyalizm ile olan bağlantısını kurmak içindir.
Materyalizm, maddî olan her şeyi esas alırken, manevî ve fikri olan her şeyi de yine maddenin tezahürü olarak görür. Böylece, onlara göre var olan her şey maddedir. Maddî olanın dışında hiçbir şey yoktur.
Yukarıda saydığımız ve saymadığımız bunlara benzer felsefeler, esasını materyalizmden alırlar. Bunların temel düşüncelerini maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
1- Maddî olan her şey esastır.
2- Âhiret hayatı yoktur. Âhirete iman etmezler.
3- Dünya hayatına, dini ve imanı müdahale ettirmezler.
4- İmanın akla müdahalesine müsaade etmezler.
5- Allah’ı ve dini tanımazlar, ilâhî olan her şeyi reddederler.
Evet, görüldüğü üzere bu felsefeler iki temel üzerinde şekillenirler. Birincisi maddî olan her şeyi esas kabul etmek, diğeri de Allah’tan ve dinden gelen her şeyi de reddetmektir.
Batılı filozof Nietzsche’nin tespitiyle batılılar kendi elleriyle tanrıyı öldürmüşlerdi. Elbette tabiat boşluk kabul etmez. Bir tanrı ölünce, yerine başka bir tanrı gelir. Batılılar için bu tanrılardan en önemli birinin, para ve madde olduğunu belirtmiştik.
Batılılar için durum böyleydi, ya doğulular ne yapıyordu? Tanrıyla araları nasıldı? Gerçek tanrıya kul mu oluyorlardı, yoksa onlarda mı yeni tanrılar edinmişlerdi?
Doğuda neler oluyordu? Doğuyu tamamen işgal eden batı, doğuya ne yapmıştı?
Elbette doğuyu da kendine benzetmişti, zorla, hileyle, entrikayla, kanunla, silahla, güçle…
Sonuçta doğu, batının peşinde gitmeye mecbur kaldı. İzini takip etti, hem de fütursuzca, hiç sorgulamaksızın…
Düşünmeyen, sorgulamayan bir toplum ve toplumlar çıktı. Sürüye dönüşen ve sürü mantığıyla hareket eden toplumlar…
Onlar da yeni yeni tanrılar edindiler..
İzinden gittikleri batılıları, doğuluları, kuzeylileri, güneylileri ve bütün insanları yaratan Allah’ı unuttular, O’ndan yüz çevirdiler, uzaklaştılar… Dinin emir ve yasaklarını arkalarına attılar… Şeytanın adımlarını bir bir takip ettiler..
Böyle geçti 20. yüzyıl… Hatta 19. yüzyılı da buna benzer bir şekilde değerlendirebiliriz.
Şimdi 21. yüzyılın başlarındayız..
Türkiye “batılılaşma” tecrübesini en acı bir şekilde yaşayan ülkelerden biri..
Halkının % 99’u Müslüman…
CHP lideri Deniz Baykal, olağan kongre konuşmasında İslâm’ın özgürleştirilmesi, dinin özgürleştirilmesi, haccın özgürleştirilmesi ve saireden bahsederken aslında bir gerçeğin de altını çiziyordu.
O gerçek de, ülkede yıllardır dinin, dindarların ve dinini yaşamak isteyenlerin baskı altında olduğu gerçeğidir. Çünkü CHP Türkiye’nin ilk ve değişmeyen tek partisi.. Bu sözü, CHP liderinin söylemesi oldukça önemliydi.
Bu yıl, hükümetten bağımsız bir kuruluş olan USIRFC, Türkiye’de dini özgürlüklerle ilgili gelişmelere geniş yer verdi. Araştırma ABD’nin, 1998’de çıkan ‘Dini Özgürlükler Yasası’ kapsamında, dünyada dini özgürlük koşullarını izlemek ve bu çerçevede ABD başkanı, dışişleri bakanı ve Amerikan Kongresi’ne önerilerde bulunmakla görevli, hükümetten bağımsız bir kuruluş olan USIRFC, ‘2008 Dünyada Dini Özgürlükler Raporu’nu açıkladı. Amerika’da yayınlanan din özgürlüğü raporlarında da, Türkiye’den bahsederken, dinin “devlet kontrolünde” olduğu belirtiliyordu. (05-05-2008 Gaste Gazetesi)
Dini yaşayışın sıkı sıkıya denetim altında tutulması, sürekli kontrol edilmesi gerçek dini hayatın yaşanmasına engel olur. Böylesi bir ortamda, dinin ruhu ve esası gerçek manada öğretilemez ve öğrenilemez. Bunun yerini gerçekle bağlantısı olmayan, asıllara uymayan, dinin ruhundan uzaklaşan farklı cahilî anlayış ve görüşler alır. Topluma ilim, ilmî esaslar, hakikatler yerine cehalet/ilimsizlik hâkim olur.
Abdestli Kapitalistler!
İşte bu cehaletin oluşturduğu anlayışlardan biri de, ülkemizde “Abdestli Kapitalistler” kavramının doğmuş olmasıdır. Bu kavram, meşhur sanatçımız Ulvi Alacakaptan’a aittir.
Bu deyim doğru bir tanımlama mı? Hem abdestli olup, hem de kapitalist olunabilir mi? Gerçekten abdest alan bir kimse, kendi yaratıcısının emrine boyun eğerek bedeninin belirli uzuvlarını temizliyor ve bütün varlığıyla yaratıcısına yöneliyor.
Peki, kapitalist ne yapıyor? O da, ferdi ve maddeyi putlaştırarak ilahî olan her şeyi ve özellikle de âhireti reddediyor?
O halde, birbirine yüz seksen derece zıt bu iki kavram, nasıl oluyor da tek bir sıfat tamlaması altında toplanabiliyor? Böyle bir şey fiilen mümkün müdür?
Şu toplumda yaşadığımız bazı olaylar, bunun gerçekliğini vurguluyor ve olabilirliğine delil oluyor. “Müslüman’ın gâvuru” diye bir tabir vardır. Müslüman bir kişinin Allah’a verdiği teslimiyet sözünü unutarak, zulme ve günahlara dalması, Allah’a itaatten çıkması ve yoldan sapmasıdır. Bu, “Namaz kılan müşrikler” gibi bir tabirdir… Hâlbuki namaz, bütün kötülüklerden, fuhşiyattan ve haddi aşmaktan alıkoyar. Ki en büyük günah olan ve Allah’a iftirayı esas alan şirkten ve O’na ortak koşmaktan ise haydi haydi alıkoyması lazımdır. Eğer namaz, bu fonksiyonunu icra etmeyip de, ibadet olmaktan çıkıp adetleştiği takdirde, o zaman “namaz kılan müşrikleri” ortaya çıkarabiliyor.
İşte “Abdestli Kapitalistler” de böyle bir tanım...
Paranın Kulları!...
Güç ve maddenin simgesi para, kendi kullarını yaratan, onlara fayda ve zarar veren bir ilâh değildir. Kulları bunun böyle olduğunu algılamakta, hatta inanmakta, ama yine de paranın önünde diz çökmektedirler.
Paranın önünde kendilerini köleleştiren insanların bir gözü kör olsa, onu tekrar elde etmek için trilyonları harcasalar, yine yerine aynısını getirip bir göz koyamazlar. Herkes şunu da çok iyi bilir ve müşahede eder ki, holding sahiplerinin çocuklarında oluşan bir hastalığı gidermek ve tedavi etmek için, holdinglerinin bütün gücü bile hiçbir yarar sağlamamaktadır.
“Ben Müslüman’ım” dediği halde, Allah’a kul olmaktan çıkıp paraya kul olanların genel karakteristik yapılarını şöyle belirtebiliriz.
Bunlar, daha çok şu tarz söylemlerle ön plana çıkarlar:
“Bu ülkede hiçbir fakir yoktur.”
Çünkü fakirin varlığını kabul ettiği zaman, ona yardım etmesi ve para vermesi gerekecektir. Can paresini vermemek için bu cümlenin arkasına sığınıyor, böylece başkalarının aldattığını sanıyor. Kendisi de inanmadığı halde ve utanıp sıkılmadan, “Şayet fakir olsaydı, elbette yardım ederdik.” demekten de geri durmazlar. Bu yaptıklarıyla ancak kendilerini aldatırlar da, bunun farkında olmazlar.
Hâlbuki istatistiklerin verdiği rakamlara göre, ülkede 25 milyon fakir, 1,5 milyon insan açlık sınırı içinde yaşamaktadır. Bu tip kimseler, bu istatistiklere de inanmak istemezler. Her yıl sendikalarımız, bu istatistikleri bir bir açıklamaktadır.
Diğer bir söylemde, şöyle geliştirilmiştir:
“Bu ülkede işsiz yoktur. Çalışmak isteyen için her yer iş doludur. Kim diyormuş ki iş yoktur, o yalan söylüyor.”
Gerçek istatistikî rakamlara bakıldığında, ülkede sadece 5 milyon genç işsiz bulunmaktadır. 10 Milyondan fazla belli yaşlardaki insan gurubu da, işsiz olarak hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Ayrıca ülkenin en büyük ve en önemli problemlerinden biri de işsizliktir.
Faizin bir ahtapot gibi sardığı ülkede, kazanç yatırım yaparak, işletmeler kurarak ve açarak elde edilmek istenmemektedir. Onun yerine kısa yoldan, emek harcamadan, insanların kanını emerek, fakir fukarayı sömürerek elde edilmektedir. Alışverişi helal, faizi haram kılan Yüce Allah’a isyan ederek, bu sömürüye de kazanç adı verilmektedir.
Tabii ki, paranın kullarının derdi başkadır. Onlar “işsiz yok, her yer iş dolu” diyerek, kıymetli paralarının insanlığın hayrına gitmesine engel olmaktadırlar. Büyük bir iyilik değil, en küçük bir iyiliği yapmak dahi onlara sıkıntı vermektedir.
Yıl 1982… Hiç unutamıyorum. Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yaşayan çok zengin birisi, şöyle bir söz söylemişti:
“Fakirlik füze olsa, bize yetişemez.” Bu söz, o yıllarda gazetelerde yayınlanmıştı. Zaten ben de, gazeteden okumuştum.
Çok geçmeden birkaç ay sonra İsrail, Beyrut’u işgal etti, şehre attığı bombalarla, topçu ateşleriyle ve füzelerle taş üstünde taş bırakmadı. Sabra ve Şatilla katliamları da, tam bu sırada yapılmıştı. O güzelim şehir, tamamen bir harabeye dönüşmüştü. Zenginlerin birçoğu canını zor kurtarmış, kendi ülkelerinden kaçmışlardı. Hani halk arasında şöyle bir deyiş vardır, “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah vardır.” Bu söz, tam da buraya oturuyor, fakirlik füze olmuş, bu sözü söyleyenleri yerlerinden söküp atıvermişti. Ülkeleri kendilerine dar gelmiş, kurtuluşu kaçmakta bulmuşlardı.
Şu anda Filistinliler çok zor durumdalar. 60 Yıl önce, 14 Mayıs 1948’de kan ve gözyaşı üzerine kurdurulan İsrail, Filistinlilere hayat hakkı tanımamaktadır. Çocuk yaşlı, kadın güçsüz ayrımı yapmadan öldürmektedirler. Filistinliler, kendi öz topraklarında mülteci konumuna düşürülmüşlerdir. Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’in zayıf düşürülmüş bu toplumu için yardım talep edildiğinde, bakınız parayı putlaştıran insanlar çok pişkin bir şekilde ne demektedirler:
“Filistin’in paraya ihtiyacı yok ki.”
Bunu söyleyen kompradorlar, 2-3 milyon liralık villalarda oturmakta, 200-300 bin liralık araçlara veya jeeplere binmektedirler. Elbette üç kuruş paraları gitmemesi için, bu sözleri sarf edeceklerdir. Bazen de,
“Filistin’e ne gerek var, yanı başımızda birçok fakir var” derler. Ama maalesef yanındaki fakirlere de yardım elini uzatmazlar. Bunu sadece kendinden yardım isteyen kişiyi, başından savmak için yaparlar.
Bazıları kabalaşıp aşağılaşarak, işi daha da ileri boyutlara götürüp, şöyle demekten çekinmemektedirler:
“Parasız adam, gereksiz adamdır.”
Nasreddin Hoca’nın “Ye kürküm ye” misali, insanların kürklerine ve ceplerinin şişkin olup olmadığına bakarlar. Allah’ın, insanoğluna verdiği bu kadar nimetleri görmezlikten gelir, işi sadece paraya indirgerler.
Bu tarz kişilerin tipik takva anlayışları da eksik değildir.
Beş vakit namazlarını camide kılmaya çalışırlar.
İçkili sofralara oturup yemek yemezler.
Bol bol tesbihat çekerler.
Konuşmalarında sık sık Allah-peygamber lafzını kullanırlar.
Ömürde bir kez farz olmasına rağmen, birçok kez hacca giderler. Bunu da, eşe dosta övüne övüne anlatırlar.
Nafile ibadetlere çok aşırı düşkündürler. Nafileleri hiç terk etmezler.
Arasıra tanınmış hocalara ve zevat-ı kirama yemek yedirmekten geri durmazlar. Bunu da, gösteriş olsun diye yaparlar.
Biraz entelektüel olanları, İslâmî meseleler üzerinde tartışmaktan zevk duyarlar. Doğruları öğrenmek, gerçek ve hakikata ulaşmak yerine tartışmayı, fikir jimnastiği yapmayı tercih ederler.
Bunlar tipik takva anlayışları…
Bir de, para için yapmayacakları hiçbir şey yoktur..
Üç kuruş menfaati için bütün dostlukları ayaklar altına alabilir. Babasını, annesini, kardeşlerini ve akrabalarını dahi gözden çıkarabilir, bunların hepsini çiğner geçebilirler. Onun için önemli olan dostluk, akrabalık, vefa gibi insani değerler değil, menfaatine kesinlikle halel gelmemesidir.
Üç kuruşluk menfaati için her şey yapabilir. Yalan, iftira, zor kullanma, hile, entrika ve akla gelebilecek her türlü kötülüğü işleyebilir, her çeşit zarar verebilirler. Bunlar şerli ve kötü insanlardır. Bu kimselerin şerrinden emin olmak için, onlardan uzaklaşmak gerekir. Hatta bunlara Allah’ın selamını vermek bile caiz değildir. Çünkü bunlar, Allah’ın selamına ve o güzelim duaya layık kişiler olamazlar.
Aynı zamanda bunlar, acımasız ve merhametsiz insanlardır. Kalplerinde zerre miktarı merhamet duygusu kalmamıştır.
Artık bunlar, paranın uşağı ve kölesi olmuşlardır. Paraya hükmedemezler, para, mal ve mülk onların sırtında bir yük olmaktan öteye gidememiştir.
Bundan dolayı, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v.) dahi şöyle buyurmuştur:
“Kahrolsun dinarın kulları!”
Yok olsun, helak olsun paranın kulları! Onlar olmaz olsunlar!
Dinar, altın para demektir.
İnsanları cennete çağıran, bütün insanlığa, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamber dahi, bu kimselerin helakini istemektedir. Çünkü bunların insanlık için ve iyilik adına yapabileceği hiçbir şeyleri yoktur.
Allah’ın kendilerine verdiği rızıkları, mal ve mülkleri sadece kendileri ve aileleri için kullanırlar. Yine Allah’ın harcamasını istediği yerlerde harcamazlar. Yoksulları, yolda kalmışları, yetimleri, güçsüzleri ve zayıfları yedirip içirmezler, onlara yardım elini uzatmaz, gözetip kollamazlar.
Cimriler cennete giremeyecek!
Yine rahmet peygamberi şöyle buyurmuştur:
“Cimriler cennete giremez.”
Bütün insanlığı ateşten korumak için gönderilen bir peygamber, cimrilerin, parayı tek elde tutup da insanlığın hayrına harcamayanların cennete girmeyeceğini açıklıyor. Usûl açısından bu tarz hadis-i şerifler, yapılan davranışın ne kadar çirkin ve kötü olduğunu, cezasının da oldukça büyük olduğunu ifade eder.
Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin (r.a.)’de şöyle buyurmuştur: “Cömertlik eden yücelir, cimrilik eden ise alçalır.”
Cimrilik, gerçekten çok kötü ve çirkin bir huy ve bir çeşit hastalıktır. Bazen öyle kronikleşir ki, parasından zerre miktarı bir eksilme olmasın diye, malının kendisine ve çocuklarına dahi faydası olmaz. Tabii ki ölünce, üzerine titrediği o güzelim malları, mülkleri ve her şey mirasçılarına kalır. Yanına alıp da götüremez. Artık mirasçıları için gün doğmuştur. Onlar da dilediği gibi, cimri babasının veya annesinin malını yerler ve harcarlar.
Evet, temelde bakıldığı zaman bunların bir zihniyet problemi olduğu görülür. Zihniyetini düzeltmeyen, doğru ve güzele yöneltmeyen bir kişiliğin problemidir.
Bu zihniyet, aynı zamanda âhiret gününe de inanmaz. Çünkü âhirete ve kendisine emanet olarak verilen şeylerden hesaba çekileceğine iman etmiş olsa, emanetleri yerine ulaştırır, malı ve parayı tek elde tutmaz. Allah’ın harcamasını istediği yerlerde malını sarf eder.
Ayrıca bunların Allah’a iman söylemleri de, kuru bir iddiadan öteye gidemez. Gerçekten Allah’a iman eden ve Allah’ı seven bir kimse, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda hayatını düzenler. Günlük yaşamını ve insanlarla olan ilişkilerini, Allah’ın dinine göre ayarlar. Parasını, malını, mülkünü, gücünü Allah yolunda harcamayan bir insanın, elbette “Allah’a inanıyorum” iddiası gülünçtür.
Para ve mülk birer emanettir
Para, taşınabilen bütün nakdi varlıkları, mülk ise iktidarı, mevki ve makamı, taşınmayan mal varlıklarını temsil eder. İslâm’a göre bir malın ve varlığın mülk olabilmesi için helâl ve meşru yollardan kazanılmış olması gerekir. Gasp, hırsızlık, soygun, rüşvet, rantiye gibi haksız kazançlarla elde edilen varlıklar mülk değildir. Onların evvelemirde sahiplerine teslim edilmesi gerekir.
Yüce Allah, son kitabında bizlere hitaben şöyle diyor: “İzniyle denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri de emrinize veren O’dur.”, “Düzenli doğup-batan güneşi ve ay’ı, geceyi ve gündüzü de emrinize amâde kıldı.” “O, size istediğiniz her şeyi verdi.”, “Yeryüzünde ve göklerde olan her şeyi emrinize verdi.” (İbrahim/32-33-34)
Bu ve benzeri âyetler kâinatta var olan her şeyin, insanın emrine verildiğini ve ona emanet edildiğini açıkça beyan eder. İnsandan istenen ise, sadece Allah’a ibadet etmesidir.
Ayrıca şu ifadelerle de, “Yeryüzü, gökler ve içindeki her şey Allah’a aittir” diyerek varlığın tamamının kendisine ait olduğunu açıkça belirtir.
İşte bu âyetler karşısında denge nasıl kurulacaktır? İnsan, yaratılmışların en şereflisi olarak, diğer bütün yaratılanların kendisine emanet edildiği, akıl gibi büyük bir nimetin verildiği yüce bir varlıktır. Bu yüce varlık, kâinatta var olan her şeyin kendisine sadece birer emanet olarak verildiğinin bilincinde olacaktır. Onların korumasını da, yine Allah’ın belirttiği ölçüler çerçevesinde bir emanetçi olarak yürütecektir. İslâm’ın çizdiği esas budur.
Müslüman’ca bakış açısı, Müslüman’ı bu konuda yeterince eğitir. Bir Müslüman, hiçbir zaman kendisini mal ve mülkün sahibi olarak görmez. Mülkün sahibi olarak, yegâne Allah’ı tanır. “O, mülkün sahibidir. Onu dilediğine verir, dilediğinden de alır.”
Yunus’un da bir beytinde dediği gibi:
Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi?
Bu şiirde görüldüğü gibi, mülkün ilk sahibinin Allah olduğu, insanların sahipliğinin geçici ve izafi olduğu belirtilmeye çalışılmıştır.
Bir atasözünde de, “Mahkeme, kadıya mülk değildir” denilerek, iktidarların, yetkilerin, makam ve mevkilerin geçici olduğu, oranın kadının mülküne tapu edilmiş bir yer olmadığı açıkça ifade edilmiştir.
Bundan dolayı Müslüman, kendini bir emanetçi ve bekçi olarak görür, mülkünde dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahip değildir. Ancak Allah’ın kitabında ve Resûlünün sünnetinde belirtildiği şekil ve ölçülerde, mülkünde tasarruf etme yetkisine sahiptir. Onun için, “mal ve para benimdir” deyip, dilediği gibi harcamaya, saçıp savurmaya, israf etmeye, hatta cimrilik etmeye yetkili değildir. Bütün bu tarz işlemler haram görülmüş ve yasaklanmıştır. Bir Müslüman, “Ben zenginim, paramı istediğim gibi harcayabilirim”, “istediğim her şeyi yaparım, istediğim gibi yaşarım, kimse karışamaz” diyemez. “Allah güzeldir, güzeli görmek ister” deyip de israf, lüks, şa’şaa ve debdebeli bir yaşamı tercih edemez. Ne israf edip haddi aşmasına ne de kısıp cimrilik yapmasına müsaade edilmez. İtidal ve iktisat üzerine, orta yolu tutarak hayatını yönlendirir.
Bir Müslüman, Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetleri Müslüman kardeşleriyle, hatta diğer insanlarla da paylaşır. Allah yolunda infak ve tasadduk eder, Allah’ın kullarına yine Allah’ın rahmetini ulaştırır. Bu paylaşımı, sadece insanlık âlemiyle değil, hayvanlar âlemi, bitkiler âlemi ve bütün canlı varlıklarla gerçekleştirir. Allah’ın nimetlerini, yalnızca kendinde, ailesinde, hanedanına özgü kılmaz.. Şayet biriktirirse, bunun âhirette kendisine ateş olarak döneceğini bilir. Âhirete gerçekten iman eden Müslümanlar, infak etmenin büyük bir şeref, Allah yolunda harcamamanın da büyük bir zillet olduğunun bilincindedirler. Emredilen infak görevini yaparak, Allah’ın gazabını üzerinden savarlar. İman etmenin zevkine ve hissiyatına sahip olurlar.
Sonuçta, kendilerine tevdi edilen emanet görevini hakkıyla yerine getirmiş ve dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmış olurlar.
Allahım! Paranın kullarının şerrinden sana sığınıyoruz! Bizi, milletimizi bunların şerrinden uzak tut!
Allahım! Parayı putlaştıran bu acımasızlara fırsat verme!
Allahım! Nefsimizin cimriliğinden yine sana sığınıyoruz! Cimri olanları da ıslah et, onları cimrilik hastalığından kurtar!
Allahım! Paracıların, cimrilerin kötülüklerini ve şirretliklerini başlarına çevir! Çevirdikleri entrikaları, hile ve tuzakları boşa çıkar! Çünkü sen, tuzakları en iyi bir şekilde boşa çıkaransın.
Rabbimiz! Bizleri emaneti yerine getiren kullardan eyle!
Her şeyi emrimize veren Allahım! Nefsimizin cimriliğinden sana sığınırız!
İsraf edip saçıp savurarak şeytanın arkadaşı olan kimselerden eyleme!
Âmin! Âmin, Allahım! Ey Rabbimiz! Dualarımızı kabul et! Âmin.
*Araştırmacı - Yazar
SON VİDEO HABER
Haber Ara