Dolar

34,8785

Euro

36,7961

Altın

3.045,64

Bist

10.123,08

Atina'daki olayların arkasında CIA ve MİT var

Le Monde Diplomatique'de yayınlanan bir makalede 2008’de Yunanistan’da meydana gelen şiddet olaylarının arkasında CIA ve MİT’in parmağının olduğu iddia edildi.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-08-20 15:30:00

Atina'daki olayların arkasında CIA ve MİT var
Haber Merkezi / TIMETURK

Bir süre önce Genelkurmay Başkanı görevden alınan Yunanistan'da neler olduğuna dair kapı aralanmaya başladı. Aralık 2008'de Yunanistan'da meydana gelen şiddet olaylarının arkasında CIA ve MİT'in parmağının olduğu iddia edildi. Fransız aylık gazete Le Monde Diplomatique gazetesinde yayınlanan bir makaleye göre, Yunanistan'ın istikrarsızlaştırılması, Ankara ve Washington'un ortak bir planı ve “Türkiye'nin "stratejik derinlik" politikası, ABD'nin Orta Asya'nın kontrolü ile ilgili planlarına uygun”

Gazeteye göre “Türkiye'nin, İslamcı ve Turan kökenli halkların "ağabeyi" olarak rolü, Birinci Dünya Savaşı'ndan beri uluslararası satrançta yer almakta. Osmanlı İmparatorluğu'nun müttefiki dönemin imparatorluk Almanya'sı bundan yararlanmak istedi fakat başaramadı. ABD bugün Türkiye'yi bu İslam cumhuriyetlerini manipüle etme aracı olarak görüyor.”

Bir Yunanlı araştırmacı tarafından kaleme alınmış yorum analizde, çevre ülkelerin Türkiye'nin kontrolüne bırakılacağı iddia edildi ve bu kapsamda Yunanistan'ın da uydulaştırılmak istendiği ileri sürüldü. Aralık 2008'de Yunanistan'da meydana gelen olayların genişçe ele alındığı yorum-analizde “… aralarında yabancı bir “müttefik” gücün ajanları da vardı. Karışıklıkların birinci gecesinde Yanya'da kontörlü 100 yeni cep telefonunun aniden "açılması" ve bu arada Yunanistan'ın birçok büyük şehrinde aynı anda karışıklığın çıkması Yunan Gizli Servisi EYP'i kaygılandırdı” deniliyor.

Gazetenin Türkçe versiyonunda "MİT ve CIA Yunanistan'da Ortak Karanlık Operasyonlar Düzenliyor" başlığıyla manşetten verilen yorum-analizde özetle şu görüşlere yer verildi:

“Türkiye "katalizör" olarak müttefiklerin Nazi Almanyası'na karşı zaferinden sonra ABD'nin Avrupa'da oynadığı rolü oynuyor. ABD'nin ihtiyar kıtadaki varlığı Avrupa'yı sürekli bir savaş alanıyken barış ve ekonomik refah gölüne dönüştürdüğü gibi Türkiye'nin de Ortadoğu'daki varlığı bölgeyi savaş alanından ekonomik işbirliği alanına dönüştürecek.

Stratejik derinlik politikasının uygulanması Türkiye için ilişkilerini ve stratejik ittifaklarını geçmişte rakip ve düşman olan Ortadoğu, Orta Asya ve Balkan ülkeleri yönünde genişletmek demektir. Bununla birlikte AB üyeliği vasıtasıyla Batı'ya bağlanmak ve ABD ile bağlantıları devam ettirmek demektir. Ancak, Batı ve ABD ile ilişkilere dikkat gösterilmesine rağmen, "stratejik derinlik" politikasının güçlülerin iradesi dışında olduğu ve Türkiye'nin bu konuda bu güçlü müttefiklerle çatışmakta tereddüt etmediği anlaşılmaktadır.

Bağımsız "stratejik derinlik" politikasının ilk belirtisi 2003 yılında Erdoğan'ın İran'a girmek için Amerikan askerlerinin Türk topraklarından geçmesine izin vermemesiydi.

Türkiye "stratejik derinlik" dogmasını her yöne uygulamaya devam etti ve ABD'yi iyice kaygılandırdı. 2004 yılında Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esat Ankara'yı; kısa bir süre sonra da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Şam'ı ziyaret etti. İki ülke arasında bir dizi ikili anlaşma yapıldı. Bu gelişmeler Suriye'nin tecridi için çaba sarf eden Washington'u öfkelendirdi. Aynı sene içinde Erdoğan Tahran'ı ziyaret etti ve özellikle petrol ve doğalgaz satın alımıyla ilgili çeşitli ekonomik anlaşmaların yanı sıra İran'ın nükleer programı lehine olduğunu da açıkladı. Bu hareketi Avrupa ile ABD'nin tepkisine neden oldu ve iki yıl sonra Erdoğan, İran'ın, nükleer malzemeyi askerî amaçla kullanılmasını kınamak zorunda kaldı.

Ankara'nın, Ortadoğu'da önemli müttefiklerinden İsrail yönündeki "stratejik derinlik" politikası daha da cesurdu. Örgütün Filistin seçimlerinde zaferinin hemen ardından Erdoğan, Hamas temsilcisi Halit Meşal'ı Türkiye'ye davet etti. Müteakiben Erdoğan Gazze'de sivil halkın öldürüldüğü gerekçesiyle resmen Şimon Peres ile çatışarak Filistinlilerin "koruyucusu" olduğunu gösterdi. İsrailliler o kadar öfkelendi ki o dönemde aşırı Türk milliyetçilerinin Mossad'ın yardımıyla Erdoğan'a karşı suikast planladığı söylentileri dahi yayıldı.

"Stratejik derinlik" politikasından Rusya bile dışlanmadı. Erdoğan'ın Türkiye'si, Rusya'yı, Kafkasya, Karadeniz ve Orta Asya'da en önemli rakip güç olmasına rağmen AB'ye karşı denge olarak görüyor.

Türk hükûmetinin bu tutumunun, "derin devletin" yani Kemalist generallerin İslamcılara karşı tutumlarına rağmen işbirliğinin sağlamış olması ilginçtir. Ergenekon konusu vasıtasıyla Erdoğan'a karşı komplo hazırlandığının ortaya çıkmasına rağmen generaller, örgütün dağılmasını kabul ettiler çünkü "stratejik derinlik" politikası onların "Büyük Türkiye" yönündeki imparatorluk planlarını devam ettiriyor. Böylece Türk İslamcılığının ve Kemalizm'in aynı görüşleri paylaştığı, aynı sonuca ulaştığı kanıtlanmış oluyor.

"Stratejik Derinlik" ve ABD Politikası

Ancak, Başbakan Erdoğan'ın "stratejik derinlik" politikasını yararlı gören sadece Kemalist generaller değil. Ankara, bu tehlikeli politikasıyla ABD ile Batı'yı hem öfkelendirmeyi hem de saygılarını da kazanmayı başardı çünkü yerel bir süper güç rolünü oynayabileceğini, rakipleri olacağına müttefikleri olmasının daha iyi olduğunu anlamalarını başardı. 2008 yılında, Washington'un Türkiye'nin Kuzey Irak'a küçük çapta bir harekât düzenleyerek, PKK üslerine saldırmasına izin vermesiyle ABD'nin tutumunda ilk değişiklik belli oldu. Buna paralel Amerikan casus araçlarından PKK gruplarının tespiti için elde edilen bilgilerin paylaşılmasıyla ABD-Türkiye arasında işbirliği başladı.

Bu değişikliğin en önemli nedeni, Türkiye'nin "stratejik derinlik" politikasının, Amerika'nın Irak'tan ayrılması ve Afganistan-Pakistan üzerinde dikkatini toplaması politikasına hizmet etmesiydi. Washington, özellikle Obama'nın seçilmesinden sonra, Amerikan güçlerinin 2010 yılında Irak'tan ayrılmasını ve Türkiye'nin Irak'taki istikrarın sağlanmasında katalizör rolü oynayabileceğini kabul etti. O günden bugüne hem Kuzey Irak Kürtlerinin hem de Irak hükûmetinin aleyhinde olduğu PKK ile mücadele konusunda önemli adımlar atıldı.

Bu arada polis, Avrupa'da da PKK'ya yönelik art arda ağır darbeler indirmeye aşladı, mâli destek ve propaganda mekanizmaları sarsıldı. Bu, bir bakıma Türkiye'nin AB üyeliğine olumlu bakan bir eğilim olmasından kaynaklanıyor. Bu eğilim, Türkiye'yi Avrupa'nın Ortadoğu ve Orta Asya'ya "sızma yolu" olarak görüyor. Tabii bu görüş, tam bir rüyadır çünkü Türkiye'nin AB üyesi olmasıyla harekete geçecek olan Avrupa'yı dağıtıcı faktörleri göz ardı ediyor.

Türkiye'nin "stratejik derinlik" politikası ABD'nin Orta Asya'nın ve zenginlik kaynaklarının kontrolü ile ilgili planlarına uygun. Türkiye'nin, İslamcı ve Turan kökenli halkların "ağabeyi" olarak rolü, Birinci Dünya Savaşı'ndan beri uluslararası satrançta yer almaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun müttefiki dönemin imparatorluk Almanya'sı bundan yararlanmak istedi fakat başaramadı. ABD bugün Türkiye'yi bu İslam cumhuriyetlerini manipüle etme aracı olarak görüyor.

"Stratejik derinlik" politikasının Amerikan çıkarlarına uyumlu olduğu başka bir nokta da İslamcı Amerika aleyhtarı iktidarların yerine, laik, Batı yanlısı ve demokratik hükûmetlerin getirilmesiyle gerçekleşecek "Büyük Ortadoğu" yönündeki uygulamalardır. ABD Türkiye'yi İslam-Batı tipi demokrasinin ideal bir örneği olarak görüyor, Ankara'nın "yumuşak gücünü" Ortadoğu ülkelerinin değişmesi için kullanmayı ümit ediyor. "Soft power" terimiyle askerî güç dışında olan ikna gücü ve etkileyici başka her güç sayılıyor.

Bu bağlamda bu dönemde Türkiye'nin "Megali ideası", ister İslam-Osmanlı ister Kemalist olsun, ABD'nin Ortadoğu, Balkanlar ve orta Asya'daki çıkar ve ihtiyaçları ile uyumludur. Bu, gerek Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın gerekse Başkan Obama'nın Ankara ziyaretiyle iyice belirginleşen, Türkiye'nin statüsünün, önemli derecede yükseltilmesidir.

Yunanistan'ın uydulaşması

"Stratejik derinlik" politikası ve Amerikan çıkarlarına hizmet çerçevesinde Türkiye'nin statüsünün yükselmesi, acaba Yunanistan için ne anlam taşıyor? Her şeyden önce, soğuk savaş döneminde de olduğu gibi Türkiye'nin jeostratejik konumu doğrudan Yunanistan'ın jeostratejik konumuyla bağlantılıdır. Soğuk savaş sırasında SSCB'nin Balkanlar ve Ege'ye yayılmasının engellenmesi için her iki ülkeye, hem Yunanistan'a hem Türkiye'ye ihtiyaç vardı çünkü Yunanistan olmasaydı Türkiye tek başına kalacaktı ve arkadan vurulması kolaylaşacaktı. Bugün Bulgaristan ve Arnavutluk'un NATO üyesi olmasından sonra ve FYROM'un da üye olması beklenirken Yunanistan'ın rolü azalmış görünüyor. Ancak Yunanistan, hâlâ Türkiye'nin dolayısıyla da Ortadoğu'nun Avrupa yönünde karadan, havadan ve denizden çok önemli bir "köprüsüdür".

Bu nedenle hem İslamcı/Asyalı hem de laik/Avrupalı süper güç olmak isteyen Türkiye, Yunan sahası üzerinde, Ege, Trakya ve Makedonya'da etkisini göstermelidir. Bu, şu demektir: Türkiye'nin, Washington'un Ortadoğu ve Balkanlar politikasıyla uyumlu bir şekilde Ege ve Trakya'da egemen olma politikası, ABD'nin çıkarlarına da hizmet ediyor.

Bu noktada ABD'deki Demokratlar yönetiminin, Balkanlar ile ilgili çıkarlara hizmet ettiğini belirtilmek gerek. Hırvatistan, Bosna ve Kosova'da savaş çıkararak Eski Yugoslavya'nın dağılmasını başlatan Clinton yönetimiydi. Dördüncü savaş, Üsküp'te 2001 yaz aylarına başladı fakat Cumhuriyetçilerin yönetime geçmesi ve 11 Eylül saldırıları "Balkan planlarına" son verilmesine ve ABD'nin bakışlarını Ortadoğu'ya yöneltmesine neden oldu. Büyük bir olasılıkla bir sonraki hedef, Yunanistan olacaktı. Bugün ABD Dışişleri Bakanlığının başında Türkiye'yi tutan ve 1990'lı yılların stratejik seçeneklerini ifade eden Clinton'un eşi bulunuyor.

Yunanistan'ın Türkiye'nin uydusu olmaya doğru gidişi ve Balkan Savaşları öncesi sınırlarına dönüş planları, Clinton hükûmetleri döneminde uygulamaya konuldu. Üsküp konusu bu dönemde ortaya çıktı. "Makedonya" ismi konusuna gelince kısa bir süre öncesine kadar asıl amacı gizleniyordu fakat şimdi açıkça ortaya konuluyor: Makedonya'nın Yunanistan'dan ayrılması ve Selanik'in "uluslararası şehre" dönüşmesi planlanıyor. Buna paralel olarak Arnavutluk Tesprotia bölgesini hatta Yanya'yı bile talep ediyor. Bu arada Türkiye Trakya'da azınlık konusunu ortaya koydu. Aslında Türkiye üzerinden, Ortadoğu'dan Batı'ya ulaşma yollarının ve Avrupa'nın güneydoğu kapısının yani Selanik Limanı'nın Yunanistan'ın elinden alınması isteniyor. Ege'de Türkiye, Kardak olayından sonra aslında bir "gri bölgeler" statüsünü kabul ettirmeyi başardı. Bölgede üst egemenlik hakkı istiyor. Yunan hükûmetleri küçük düşürücü yenilgilere uğradı üstelik Amerikalılara teşekkür de etti.

Obama'nın Başkan olmasıyla Yunanistan'ın uydulaşması yönündeki planların güçlenmesi bekleniyor. Bu planların sonuçlarını aslında gördük. Yunan halkının büyük çoğunluğunun isteği üzerine Karamanlis hükûmetlerinin Yunanistan için küçük de olsa bazı ulusal çıkarların kurtarılmasına yönelik tutumu, ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyen çok boyutlu bir planı harekete geçirdi. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Papadopulos'un Annan Planı'na "hayır"ı desteklemesi, Burgaz-Dedeağaç boru hattı için anlaşma ve Üsküp'ün "Makedonya" adıyla NATO ve AB'ye üyeliğinin veto edilmesi, Washington'u Yunanistan'da "değişikliğin" en kısa zamanda yapılması gereği yönünde ikna etti.

Kadife darbeler

2007 yılı genel seçimlerinde Yunanistan'da daha önce hiç görülmemiş bir kundaklama kampanyası oldu ve savaşa eş değer nitelikte bir asimetrik tehdit olarak değerlendirildi. Seçim öncesi kampanya sırasında meydana gelen kundaklamaların amacı açıkça ülkede istikrarsızlık ve YDP'ye karşı öfke dalgası yaratarak bir daha seçilmemesini, hükûmet kuramamasını sağlamaktı. Bunda başarılı olunamadı ve hemen ardından "ekonomik kriz" nedeniyle karışıklıklar başladı. Hâlbuki kriz, henüz Yunanistan'a uğramamıştı bile ve 600 avro maaş alan kuşak geçen on yıl boyunca 800 avro maaş alan kuşaktan çok daha iyi durumdaydı. Karışıklıklara "küreselleşme" yanlısı fikirleri olan belirli bir parti mensubu ve büyük çoğunluğu Arnavut olan yabancı "devrimcilerin" sebep olduğu ortaya çıktı. Söylentilere bakılırsa aralarında yabancı bir "müttefik" gücün ajanları da vardı. 2008 Aralık ayında, karışıklıkların birinci gecesinde Yanya'da kontörlü 100 yeni cep telefonunun aniden "açılması" ve bu arada Yunanistan'ın birçok büyük şehrinde aynı anda karışıklığın çıkması EYP'i kaygılandırdı çünkü ülke için genel bir istikrarsızlığa yönlendirme planının uygulandığından şüphelendi. Bu durumla baş etmek amacıyla ordunun şehirlere girmesi dahi önerildi, internette ise Avrupa ülkelerinden özel birliklerin Atina'ya gönderilebileceğine dair haberler yer aldı. Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan'da yeni seçilmiş hükûmetleri deviren "kadife darbelerden" birisiyle karşı karşıya kalmıştık. Buna paralel amacı iç savaş ortamı yaratılması, polisin tahrikkâr tutumlar karşısında halka ateş açması, ölümlerin vuku bulması ümidiyle suikastlar başladı. Özel operasyonlar çerçevesinde devirme-istikrarsızlık yaratma yönünde klasik taktikler uygulandı. Zaten 2007 yılı Ağustos ayı yangınlarında CIA ile bağlantıları olan bir UCK komutanının EYP tarafından Batı Peloponez'de gezdiği tespit edilmiş, daha sonra KKE tarafından yapılan ihbarlara göre 2008 Aralık ayı olaylarında Arnavut Mafya mensupları başrolü oynamıştı. Arnavut mafyasının UCK ve yabancı gizli teşkilatlarla yakın ilişkileri herkesçe biliniyor.

Ülkenin istikrarsızlığa sürüklenmesi çabasında olayları çarpıtan ve bir iç savaş ortamı yaratan, kamuoyunu yanlış yönlendiren ve polisi felce uğratan medya da önemli rol oynadı. Medyanın karanlık rolü 2009 yılı AB seçimlerinde belli oldu. Televizyon kanallarının çeşitli kamuoyu yoklamaları şirketlerine sipariş ettiği anketler, YDP ile PASOK arasında beş hatta yedi puanlık bir fark ortaya koymuştu fakat daha sonra bu sonuçların "yanlış" olduğu ortaya çıktı. Seçim sonuçları iki büyük parti arasında büyük bir fark olmadığını, LAOS'un oy oranıyla muhafazakâr partilerin yine önde olduğunu gösterdi.

Kamuoyu yoklamaları düzenleyen şirketlerin sadece "yanlış" yapmadığı, yaklaşık olarak yedi puanlık fark üzerinde de anlaştıkları tespit edildi. Başka bir ifadeyle medya ile söz konusu şirketler tarafından yaratılan siyasi bir durum yaşandı. Bu gerçekten korkunç bir olaydır. YDP'nin çıkarları açısından o kadar değil ancak Yunanistan'ın çıkarları açısından... Çünkü kamuoyunun manipüle edildiği ve siyasi gelişmelerin etkilendiği ortaya çıktı. Yunanlıların bir "Matrix" durumunda yaşamalarını isteyen bu kampanyanın arkasında acaba kimler gizli? Bunu düşünmek pek de güç değil. Yeter ki Makedonya'nın Slav, Kıbrıs'ın manda, Trakya ve Ege'nin Türk üst egemenliği altında olmasını kimlerin istediğini düşünelim.

Silahlı kuvvetlerin çökmesi

Yunanistan'ın manipüle edilmesi ve uydulaşması yönünde sürdürülen çabaların siyasi koluna paralel olarak ülkenin askerî gücünün de yok edilmesi için diğer bir plan uygulanmaya başlandı. Hedef: Ege adalarının "Finlandiyalaşması" Epir, Trakya ve Makedonya'da ülkeden kopmaya yönelik her türlü çabaya karşı en küçük direnme yeteneğini de yok etmek. Çünkü bir ülkenin siyasi yönetimi küreselleşme taleplerine boyun eğse de güçlü bir ordusu varsa ve subaylarının çoğunluğu "milliyetçi düşüncelere" sahipse daima bir tehdit olur. Günümüzün silahlı kuvvetlerinde şöyle bir çelişki gizli: Bir yandan Yunan halkının parasıyla çok pahalı silah sistemleri satın alınıyor, öte yandan da silahlı kuvvetler aslında dağılıyor. Askerlik görev süresi sürekli kısaltılıyor, profesyonel bir ordu kuruluyor, eğitim düzeyi düşürülüyor, temel mühimmat rezervlerinin yanı sıra yedek parçalar ve akaryakıt eksikliği giderek büyüyor.

Silahlı Kuvvetlerin Ege adalarındaki varlığı, asker eksikliği nedeniyle hemen hemen yok oldu ve böylece Türkiye'nin, adaların askersizleştirilmesi talebine de olumlu cevap verilmiş oldu. "Hayalet" birliklerin varlığının Ege'nin sözde korunduğu izlenimini yaratması, yerel siyasi tüketime hizmet ediyor ancak gerçekte adalarda Yunan askerî varlığına son verilmesi isteği de kabul edilmiş oluyor.

Ülkenin iç savunmasının da ne kadar kötü durumda olduğu hem 2008 Aralık ayındaki karışıklıklarda hem de 2007 Ağustos ayındaki yangınlarda belli oldu. İçişleri Bakanının, polise, olaylara müdahale etmemesi yönünde verdiği talimat ve bunun üzerine medyanın polisin operasyon yeteneğine yönelik ağır suçlamaları, polisi ne yaparsa yapsın suçlu durumda bıraktı. Bakanlığın olaylara karışmama talimatını uygulaması üzerine "yeteneksiz" olmakla suçlandı; müdahale ettiği zaman da "faşist tutum" benimsemekle yine suçlandı.

Sosyal ağın dağılması

Yunanistan'ın Türk süper gücünün yörüngesinde uydulaşması planı, Yunanlıların etnik ve dinî homojen yapısıyla birlikte birliğinin dağılmasını da içeriyor. Kısa bir süre öncesine kadar Yunanistan'ın etnik ve dinî homojen yapısı yüzde 98 ile dünya çapında en yüksek orandı. Bu durum elbette Makedonya, Trakya ve Ege adalarının Yunanistan'dan koparılması planlarına hizmet edemezdi.

Bu nedenle küçük, az nüfuslu Yunanistan, 18 yıldan beri Yunan hükûmetlerinin bu duruma katlanması yüzünden, özellikle Müslüman bir kaçak göçmen akınını kabul etti. Yunan hükûmetlerinin üst düzey yetkilileri açıkça "Göçmenler Yunan toplumuna katılmalı." diyor. Göçmenler sadece birkaç bin kişi olsaydı bu tehlikeli olmazdı. Ancak söz konusu insanların sayısı yaklaşık olarak dört milyon ve akın akın gelmeye devam ediyorlar. Yabancıların sayısının artmasıyla yakın gelecekte kendi ülkemizde azınlıkta kalmamız ve ağır suç olaylarının yükselmesi bir yana göçmen akınının çok tehlikeli siyasi bir boyutu da var. Göçmenlerin Yunan toplumuna katılımlarından söz ederken onların Yunan toplumunun bünyesine katılmaları ve Yunanlaşması, gelenek ve göreneklerini kabul etmesi düşünülmüyor, özerk etnik ve dinî gruplar olarak kalmaları ancak seçme ve seçilme hakkına sahip olmaları ve ülkenin gidişatı hakkında karar almaları düşünülüyor.

Gelecekte göçmen oylarına dayanacak bir hükûmetin seçileceği kesindir. Bu ise ülkenin ulusal ağına ve toprak bütünlüğüne zarar verecek büyük sosyal ve ulusal değişiklikler demektir. Yunan etnik yapısının ve Ortodoksluğun temel vasıfları eşitlik adına yok olacak. Yunanlıların çocukları yabancı cemaatlerin güçlü etnik ve dinî etkileri altında kalacak.

"Göçmenlerin" oyuyla seçilecek bir hükûmet, yabancı çıkarların talebi üzerine kolayca ülkenin aleyhinde olan kararlar alabilecek. Son yıllarda siyaset dünyasında bu tür eğilimler vardır fakat Yunanlıların büyük çoğunluğunun iradesi bunları engelliyor. Ancak, yabancıların siyasi çoğunluğu oluşturacağı bir Yunanistan'da, örneğin, Trakya'daki Türklere veya "Makedonlara" kendi kaderlerini tayin hakkını tanıyacak politikaların uygulanması kolaylaşacak çünkü yabancılar için Yunanistan, para kazandıkları bir "dükkân" olacaktır, hâlbuki Yunanlılar için atalarının yattığı bir topraktır.

Sonuç

Ankara'nın "stratejik derinlik" politikasının ABD'nin Ortadoğu'daki stratejik ihtiyaçlarına uyumlu olması, Türklerin Ege ve Trakya'daki amaçlarının, Amerikan çıkarları olarak ön plana çıkarılmasına yardımcı oluyor. Buna paralel olarak küresel güçlerin Balkanlar'da amaçladığı jeopolitik değişiklikler, zaten zor konumda olan Yunanistan'ın durumunu daha da zorlaştırıyor.

Öte yandan Türkiye nasıl tepki göstereceği bilinmeyen bir unsur olmaya devam ediyor ve ister İslamcı yeni Osmanlı kisvesiyle ister Kemalist "Büyük Türkiye" kisvesiyle olsun kontrol altına alınamayan bir ülke. Son yıllarda uyguladığı "stratejik derinlik" politikası bunu kanıtlıyor. Kontrol altına alınamayan bu tür bir güç, şimdilik Amerika ve İsrail çıkarlarına hizmet etse de gelecekte tehlikeli olabilir.

Amerika-İsrail planlarının Ortadoğu'da "Büyük Kürdistan"ın kurulmasını öngördüğü ve 12 milyon Kürt'ün yaşadığı Güneydoğu Türkiye'nin uzun vadede bu devlete dâhil olması olasılığı unutulmamalı. Bu tür bir değişiklik, yeni bir imparatorluk olmayı amaçlayan Ankara tarafından sessizce kabul edilmeyecektir.

Ayrıca Ankara'nın, Orta Asya'daki Müslüman ülkeleri kontrol altına alma çabalarına dâhil olması ve Kafkasya'daki enerji kaynakları ve yollarının kontrolü amacıyla Moskova ile Washington arasındaki rekabette temel rollerden birisini oynaması Türkiye'yi Rusya ile karşı karşıya getirebilir. Rusya, Gürcistan konusundaki tutumundan da anlaşıldı ki hayati çıkarlarının tehlikeye girmesi karşısında sessiz kalmayacak, silahlı müdahaleden dahi kaçınmayacaktır.

Bu nedenle süper güç olarak yükselmekte olan Türkiye, aynı zamanda Amerikan, İsrail ve Rus çıkarları için bir tehdit olarak da ortaya çıkıyor. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu'nun, enerji kaynaklarının ve yollarının kontrolüyle ilgili rekabet nedeniyle yeniden ortaya çıkan Avrasya üzerindeki egemenlik bağlamında oynanan büyük oyun çerçevesinde, Batı güçleri tarafından dağıtıldığı unutulmamalı. Türkiye'nin süper güç olarak ortaya çıkması, Yunanistan, Güneydoğu Avrupa ve Ortadoğu aleyhinde ciddi tehlikeler arz etmekle beraber Türkiye'yi yıkabilecek tohumları da barındırıyor.”

Haber Ara