Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

HSYK’nın siyaset ile imtihanı

Son günlerin en önemli tartışma konularından biri HSYK'nın kararname krizi ve üyelerinin Ergenekon davasında sanık durumunda olan biriyle görüntülenmesi, tarafsızlık ilkesi vs.. konular çok tartışıldı.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-08-02 14:40:00

HSYK’nın siyaset ile imtihanı

HSYK’nın siyaset ile imtihanı

Ramazan AKKIR
Araştırmacı-Yazar


Türkiye tuhaf bir dönemden geçiyor ve bizler hukukun siyaset ile imtihan olduğu bir sürecin tanıklarıyız. Bilindiği üzere Soğuk savaş döneminde Komünizm korkusuna karşı NATO ülkelerinde oluşturulan gladio tipi yapılanmaların devamı olarak gösterilen Ergenekon davası, görülmeye devam ediyor. Dava süreci birbirinden ilginç olaylara gebe. Bir taraftan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) suç dosyası hayli kabarık üyesi Ali Suat Ertosun, Ergenekon sanıkları ile görüşürken diğer taraftan da HSYK Ergenekon davasını yürüten hâkim ve savcıların yerini değiştirerek bu tarihi davayı etkisizleştirmeye/yönlendirmeye çalışıyor. Nihayet Adalet bakanlığı ile HSYK arasındaki kriz 21 gün sonra sona erdi.

Türkiye AB süreci ile birlikte birçok alanda yapısal reformlar gerçekleştirdi. Yargı alanında da önemli reformlar yapıldı. Ancak yargının “günah galerisi” oldukça kabarık. Aslında yaşadığımız bu süreç yeni değil, daha öncede benzerlerini yaşadık. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Hrant Dink cinayetinde, Ergenekon davası sürecinde, Şemdinli soruşturmasını yürüten Van savcısı Ferhat Sarıkaya'nın meslekten ihraç edilmesinde vs… Hatırlanacaktır, 2007 yılında yaşanan cumhurbaşkanlığı krizi sürecinde de hukukun siyaset ile iktidar savaşına şahit olmuştuk. Anayasa hukukçusu Sabih Kanadoğlu tarafından ortaya atılan, Cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yeter sayısının gerektiği iddiası bir kısım Anayasa Hukukçuları tarafından desteklendi. Böylece Sabih Kanadoğlu’nun 367 yorumu ile Türkiye yeni bir krizin ve tartışmanın içine çekildi. Bunun sonucunda Anayasa Mahkemesi meşruiyetini ve siyaset ile imtihanını kaybetti. Peki, bu süreçte imtihanı kim kaybedecek? Siyasi aktörler mi? HSYK mı?

Ergenekon davasında yargı süreci devam ediyor. Bir davada yargılama, kamu otoritesine ve kamu otoritesine duyulan güveni yeniden tesis eder. HSYK’nın Ergenekon davası gibi tarihi bir davaya bakan hâkim ve savcıların yerini değiştirmeye teşebbüs etmesi hukuka, hukuk devletine ve aynı zamanda kamu otoritesine duyulan güveni yok eden ideolojik bir tuzaktır. HSYK’daki sır perdesi her geçen gün aralanıyor ve aralandıkça, adaleti tesis etmesi gereken hukukun içine düştüğü açmazı fark ediyoruz. Ergenekon davasına bakan hâkim ve savcıların gerekirse birkaç tanesinin “sembolik” olarak yerlerinin değiştirilmesi pazarlığı HSYK’nın bu imtihanı kaybettiğini göstermez mi? HSYK bağlamında Türkiye’de yaşanan iktidar savaşını anlamaya çalışırken bir taraftan Aristophanes dönemi Atina’sını düşünüyorum:

Aristophanes dönemi Atinasında hâkimler meslekten yetişmezler, otuz yaşını dolduran ve siyasi haklara sahip olan her vatandaş hâkim olabiliyormuş. Hâkimler ilk dönemlerde hiç karşılık beklemezler ve parasız çalışırlarmış. Ancak Perikles, mahkeme başına hâkimlere bir obolos para vermeye başlamış. Yargıçlık paralı olunca işsiz ve yoksul Atinalılar, bu işi ekmek kapısı olarak görmeye başlamışlar. Aynı zamanda yargıçlık yaparak para kazanmak zorunda olmayan asil yurttaşlar ise bu işten elini eteğini çekmeye başlamış. Daha sonra iktidara geçen Kleon ise halkı kazanmak, hak ve hukuk işlerini tamamen tekel altına almak maksadıyla yargıçların aldıkları parayı üç misline çıkarmaya karar vermiş. Böylece o günden itibaren mahkemeler tamamen demagogların emri altına girmiş. Artık bundan sonra aslolan amaç hukukun tecelli etmesi değil, daha çok para kazanmak, güç elde etmek ve statükoyu korumak olmuş. Sonuç olarak bu süreçte mahkemeler ve hukuk sistemi demagogların siyasi düşmanları mahkûm ettirmek için kullandıkları bir baskı aygıtına dönüşmüş. Aristophenes zamanında savaştan yana olanlar, hukuku ve yargıçları kendi çıkarları doğrultusunda kullanırlarmış. HSYK, Ergenekon savcılarını değiştirmek için çaba sarfederken insan düşünmeden ve sormadan edemiyor, acaba Aristofanes’in Atinasında mı yaşıyoruz? Bizim dönemimizde hukuk ve mahkemeler hangi amaç doğrultusunda kullanılıyorlar? Aristophanes döneminde mahkemeleri kendi düşmanları yok etmek için kullanan demagoglar ile günümüzün “yargı bağımsızlığı” söyleminin arkasına sığınarak leviathan devlet algısını merkeze alan demagog ve bazı köşe yazarları, hukuku devlet lehine baskı aygıtına dönüştürmek amacını taşımıyorlar mı? Kavramlar bazen niyetleri, amaçları örten bir perdedir. “Yargı bağımsızlığı” ya da “yargı bağımsızlığına müdahale” söylemi, leviathan devlet algısını ve statükoyu ve gerektiğinde hukuku teferruat olarak gören bir zihniyeti gizliyor.

Yaşananlar gösteriyor ki, Türkiye’nin temel sorunu evrensel hukuk anlayışı ile beraber işleyen hukuk sisteminin ve zihniyetinin yokluğu veya eksikliğidir. Bu sorun ancak birey ve toplumu baskı aygıtına dönüşen bir hukuk algısı ile değil; Çicero’nun ifadesi ile “tüm erdemlerin hanımefendisi ve kraliçesi olan adaleti” tesis eden ve dağıtan bir hukuk anlayışı ile çözümlenebilir. Devlet için bireyi yadsıyan ve gerektiğinde hukuku teferruat olarak gören bir hukuk sistemi/algısı Türkiye’yi ve Türk insanını geleceğe taşıyamaz. İçinde bulunduğumuz bin yılda Türkiye’nin karşılaştığı tüm sorunlarda olduğu gibi bu sorunda da yapılması gereken demokrasinin ve evrensel hukukun ruhuna uygun yeni bir siyasallık inşa etmektir. Ayrıca siyasi irade, hukuku merkeze alan yapısal değişimi demokrasi ve halk lehine hayata geçirmek zorundadır. Son olarak bu tarihi süreç, Türkiye’nin bir seçim yapmasını zorunlu kılıyor. Geleceğin Türkiye’si modern demokratik hukuk devleti mi olacak yoksa ideolojik bir yargı devleti mi?

Haber Ara