Dolar

34,8765

Euro

36,7063

Altın

3.034,98

Bist

10.102,03

İnce ile Çölaşan'ın arasına Doğan girdi...

İşten atılan Çölaşan, Aydın Doğan'ı mahkemeye verdi. Özdemir İnce davada patronu lehine şahitlik yapınca olanlar oldu. İki yazar birbirine girdi...

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-07-30 15:33:00

İnce ile Çölaşan'ın arasına Doğan girdi...

Haber Merkezi/ TIMETURK

Gazeteci Yazar Emin Çölaşan'ın notlarından, belgelerinden ve acı-tatlı anılarından oluşan, medyanın dönüşümüne ışık tutan kitap aynı zamanda AK Parti karşıtlığının da dışavurumu.

Çölaşan Sakıncalı Gazeteci'de. 'Aydın Doğan'ın Çölaşan'ın Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi kitabına açtığı dava, mahkeme tarafından nasıl, hangi gerekçeyle reddedildi?', 'Mahkemede tanıklar neler söylediler?', 'Medyada hangi baskılara muhatap oldu?' sorularının yanıtlarını paylaşıyor.

Cumhuriyet Kitap'ın 9 Temmuz 2009 tarihli 1012. sayısında Gamze Özdemir'in Emin Çölaşan'la, Çölaşan'ın Bilgi Yayınevi’nden çıkan bu kitabı üzerine yaptığı bir söyleşiyi yayımlandı. Çölaşan söyleşide kitabı hakkında dava açan Aydın Doğan’ın lehine tanıklık yaptığını öne sürdüğü Özdemir İnce bu haftaki Cumhuriyet Kitap’ta Emin Çölaşan’a zehir zemberek cevap verdi. Söyleşide adı geçen Özdemir İnce’nin açıklama yazısı tartışmayı derinleştirecek gibi.

'Medyada zafer AKP'nin olacaktır!'

-Dediğiniz gibi eğer kovulmasaydınız bu son üç kitap olmayacaktı...

Peki Sakıncalı Gazeteci'deki kitabını alanlar en çok neyle karşılaşacaklar?


- Benim kovulma olayım Türk basınında ilginç bir olaydı. Çok büyük tepki yarattı kamuoyunda. Kovulmamın perde arkasında da Aydın Doğan ile Ertuğrul Özkök'ün bana karşı tavırları yatıyordu. Onun da perde arkasında AKP iktidarının ve Tayyip Erdoğan'ın benimle ilgili kendilerine akseden 'tavırları' yatıyordu. Şimdi benim elim kolum şu anda bağlı, beni herhangi bir gazete kabul etmiyor. Niye kabul etmiyor, hırsızlıktan, ahlaksızlıktan, yalan yanlış yazmaktan falan değil sadece ve sadece AKP iktidarını yazılarımla beş yıl boyunca silkelediğim için. Belgelerle yolsuzlukları, hırsızlıkları, her şeyi yazdım. Ve dolayısıyla bunlar tabii Aydın Doğan'a ve Ertuğrul Özkök'e baskı yaptılar. Onun için ben de oturdum üç tane kitap yazdım bu süreci anlatan. Benim yapacağım başka hiçbir şey yoktu şu ortamda çünkü televizyonlar da bana çok büyük ölçüde kapalı. İktidar korkusu her tarafı sarmış. Dolayısıyla bütün patronlar hesap kitap peşinde, kendi çıkarlarının peşinde. Ben de sadece kovulma olayımı değil işsiz kalan bir gazetecinin halkın ta geçmişten gelen sevgi ve saygısıyla neler yaşadığını bu üç kitabımda anlattım. Yaptığım budur. Mesela kitabın çok önemli unsurlarından biri şudur; Aydın Doğan Kovulduk Ey Halkım Unutma Beni adlı kitabımdan dolayı beni mahkemeye vermişti ve benden 50 bin TL tazminat istiyordu. O davasını mahkeme reddetti. Bu çok önemlidir. Orada bütün tanık ifadelerini de mahkeme tutanaklarından yazdım. Sonra kovulma olayına arada bir değindim, perde arkasını açmaya çalıştım okurlara. Ve onun da ötesinde işsiz bir gazetecinin neler yaşadığını, ruhsal durumunu aktarmaya çalıştım.

- Tanık ifadeleri konusunda hayal kırıklıklarınızdan da bahsediyorsunuz.

- Evet.

- Açar mısınız bunu biraz? Yargının karşısında insanların çekinceleri mi devreye giriyor biraz da...-

Hayır öyle değil. Bana karşı Aydın Doğan'ın çıkardığı kanıtların tamamı Ertuğrul Özkök başta olmak üzere kendisinden maaş alan Hürriyet çalışanlarıydı. Ve benim olayımla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilerdi. Ve onlar kendilerinin haberi bile olmadan yani kendilerine saygısızlık yapılarak tanık gösterildiler Aydın Doğan tarafından. Ve bilmedikleri konuda ahkam kestiler. Tabii mahkeme bunların hiçbirini dikkate almadı.

- Bu tanıklık yapan yazarlarla hiç görüştünüz mü, görüştüğünüz oluyor mu?

- Hayır, sadece onların tanık olacaklarını öğrendiğim zaman, Tufan Türenç'e ve Özdemir İnce'ye telefon açtım, sordum. Dedim ki sizi tanık göstermiş nasıl oluyor bu iş? İkisi de bizim ne ilgimiz var, biz senin olayını bilmeyiz, biz senin olayını sadece kulaktan dolma duyduk o kadar, biz tanıklık yapmayız dediler. Ondan sonra da gittiler şakır şakır tanıklık yaptılar. Hadise budur.

- Kitabınızda 'doğruyu söylemediler' diyorsunuz.

.- Bilmedikleri konuda ahkam kestiler. Diyorlar ki bizim yazılarımıza müdahale edilmedi. Senin yazılarına müdahale edilmez kardeşim. Bu davada söz konusu olan benim yaşadıklarım, benim yazılarım. Ve biz mahkemede yazılarımın sürekli nasıl sansürlendiğini, makaslandığını belgeleriyle, bilgisayar çıktılarıyla kanıtladık.

YAYIN İLKELERİ VE AHMET HAKAN

Takıntılı yazma eylemi olayı... Siz AKP'ye takıntılı mısınız?

Kaldı ki gazeteci takıntılı insandır, makbul gazeteciden bahsediyorum tabii...- Tabii ki her iktidar döneminde o iktidarların yolsuzluklarını, yanlışlarını, haksızlıklarını yazdım. Çünkü gazeteci eleştiren adamdır benim gözümde. Yalakalık, yağcılık yapan, patron adına tetikçilik yapan adam gazeteci değildir. Onun için AKP döneminde de bu görevimi yerine getirdim ama ben sırf AKP'yi yazmadım ki. Ama AKP'yi yazdığımda şartlar değişmişti. Yüzlerce işi vardı dışarıda, nitekim iktidar vergi sopasıyla bunların üzerine geldi. Ama burada vermek istediğim asıl mesaj şu; 'takıntılı' lafı bunların sadece bahanesidir, gerekçesidir. Ne diyeceklerdi bana? Bugüne kadar her ortamda arkadaş beni niye kovdunuz diye defalarca sordum. Bir hırsızlık, yolsuzluk, iş takibi, iş bitirmek, kişisel çıkarlarım doğrultusunda yazı yazmak, herhangi bir ahlaksızlık vesaire var mıydı? Bekliyordum ki mahkemede en azından bunu açıklasınlar, desinler ki 'Emin Çölaşan şunu yapmıştı hâkim bey ve biz o yüzden onu uzaklaştırmak zorunda kaldık.' Mahkemede de söyleyemediler çünkü hiçbir şey yok ortada.


- Kendilerini gerçekten haklı hissediyor olabileceklerini düşündünüz mü hiç?


- Hayır, haklı olmadıklarını kendileri de biliyorlar. Ezik durumdalar karşımda çünkü sadece ve sadece iktidar baskısıyla beni kovmak durumunda kaldılar. Aydın Doğan o baskı yüzünden bana 2-3 yıldır küstü onu kendisi de itiraf ediyor. Bir de dava dilekçelerinde hafifçe şuna değiniyorlar 'Kendisi Hürriyet'in yayın ilkelerine uymamıştır.' Peki hangi yayın ilkeleridir bunlar, benim uymadığım nedir? Dahasını söyleyeyim, bir güzel örnekten yola çıkayım. Şimdi Ahmet Hakan'ı Ahmet Arsan takma ismiyle piyasaya sürdüler. İşte İslami kesimin hergele yazarı Ahmet Arsan olayı... Ahmet Arsan dedikleri aslında Ahmet Hakan. Peki bu yutturmaca Hürriyet'in ya da herhangi bir yayın organının, basının, medyanın hangi ahlak ilkeleriyle bağdaşır? Ahmet Hakan'ı sen başka bir isimle kakalıyorsun okuyucuya ondan sonra da yayın ilkelerinden söz ediyorsun.

EMİN ÇÖLAŞAN'IN MAAŞI!

- Ayda 15.750 dolar maaş alıyordunuz. Kovulduğunuzda 24 milyardı maaşınız. Bunu da yazıyorsunuz kitabınızda.

- Ben söylüyorum tabii.

- 22 yılda toplam 1.5 milyon dolar prim aldığınızı da okuyoruz.

- Doğru.

- Bunu anlatır mısınız, şimdi nutku tutuluyor insanların... Tüm bu maaş, prim, bunlar nasıl konuşuluyordu, nasıl aldınız, nasıl verildi, açar mısınız?

- Toplam 1.5 milyon dolar tutarındaki pirimi ben 1997, 1998 ve 1999 yıllarında aldım. Kendileri bana geldiler dediler ki arkadaş biz sana başka yere gitmeyesin diye, sen bizim bir numaralı yazarımızsın diye biz sana prim vereceğiz dediler. Üç yıl üst üste bana prim verdiler. O zaman AKP falan yok ortalıkta, biz rahat yazıyoruz. Ben AKP döneminde sakıncalı oldum. Daha önceki dönemler de bal şeker değildi ama bunların bir numaralı yazarlarıydım kendileri de söylediler. Başka gazetelere büyük paralarla transfer olacağımı sanıyorlardı. Oysa hiç alakası yoktu. Bana birçok transfer teklifi geldi o zaman, Uzanlar'ın Star gazetesinden vardı, Karamehmet'in Akşam gazetesinden vardı mesela. Hiçbirine evet demedim, hiçbiriyle para konuşmadım. Ama bunlar giderim kuşkusuyla o primleri verdiler. Şimdi patronun sana gelip de böyle bir parayı önerse, sen hayır ben bunu kabul etmem diyebilir misin? Kabul edersin, gayet doğal bir şey.

- Hak ettiğinizi de düşündünüz doğal olarak...

- İyi bir futbolcunun bir yılda aldığı primin belki de dörtte biridir. 1.5 trilyon lirayı 22 yıla bölersen aldığım prim yaklaşık ayda 5 bin dolara falan geliyor. Yani 15.750 dolar bir dönem maaş aldım ondan sonra TL'ye çevrildi maaşım 24 milyar oldu. Peki Doğan Grubu'nun üst düzey yöneticileri ya da medyadaki başka üst düzey kişiler kaç para alıyordu? Bir de şu ayıba değineyim, kovulmamla ilgili davada bunu gündeme getirmesi bile ne kadar ayıp bir olay. Ertuğrul Özkök kendi maaşını niye açıklamıyor peki. 100 bin doların üzerindeki maaşını artı gazeteden kullandığı kredi kartlarını artı altındaki özel uçakları vesaire niye açıklamıyor. Tekneler, denize sıfır villalar, jipler alanlar kimlerdi? Ben bunların böyle şeylerini almadım.

- Evet, hatta kovulmanıza yakın bir süreçte size oldukça yüksek bir rakam teklif edilmişti...

- Ertuğrul Özkök kendisi teklif etti. Aydın Doğan'ın istifa etmem karşılığında bana çok büyük bir para vereceğini söyledi. Ben bunu konuşmayı bile reddettim, onu pazarlık konusu yapmayı reddettim. Hikâye budur.

- Şimdi Aydın Doğan'ı sadece ve sadece bir patron olarak düşünerek soralım: Sizin yazılarınız dolayısıyla binlerce dolar tazminat ödedi. Bununla ilgili bir patron gelip çalışanından ricada bulunsa sizce bu etik dışı mıdır?

- Benden hiçbir zaman öyle bir şeyde bulunmadı. Melih Gökçek'e bir 100 bin dolar tazminat ödedi ki Emin'in yazıları yüzünden diye davada da gündeme getirdiler. Doğan Grubu hakkında bugüne kadar açılmış 4 binden fazla dava vardır, tazminat davası artı ceza davası. Hatta Aydın Doğan bile yargılanmaktadır bu davalarda. Benim aleyhime açılan davalar ya da benim yüzümden ödenen tazminatlar okyanusta bir damladır. Ertuğrul Özkök mahkemedeki ifadesinde 'tazminatları biz ödedik' diyor. Bu dünyanın her yerinde böyledir, yani bir gazeteci ya da televizyoncu tazminata mahkûm olduğu zaman onu yayın kuruluşu öder. Bunlar hep böyle abartılı birtakım şeylerle götürüyorlar olayı, ama alnımız her konuda açık olduğu için beni yiyemediler. Tam tersine kendileri harcandı.

'DOĞAN GRUBU'NA HAKSIZLIK YAPILDI'

- Kovulmanızdan sonra yine de iktidarla başlarının derde girmesi olayı... Son tartışmaları, ardından binen tazminatlar, vergi cezaları... Aslında olay Emin Çölaşan-Aydın Doğan olayı olmaktan çıktı, ülke geneline apaçık yayılan medyada bir iktidar baskısı olayına net dönüştü...

- O benim dışımda bir olaydır tabii. Bunlar sarı öküzü feda ettiler. Hiç şaşırmadım olanlara çünkü Tayyip Erdoğan bütün medyanın kayıtsız şartsız kendisine biat etmesini istiyor. En ufak bir sızıntı olduğu zaman da işte vergi sopasıyla şimdi en güçlü silahı o, vergi sopasıyla medyanın üzerine gidiyor. O benim dışımda bir hadisedir ama açık söyleyeyim orada Aydın Doğan Grubu'na haksızlık yapıldığı kanısındayım. Vicdani kanaatim budur. Vergi olayı teknik bir konudur anlamam ama vicdani kanım onları korkutmak, sindirmek için yapıldığıdır. Ama bunlar da çok ödün verdiler. Bir kere boyun eğersen bunun arkası gelir. Bir örnek vereyim, kitabımda da yazdım; Başbakanlık eski başdanışmanı ve basın sözcüsü Akif Beki kısa süre önce Doğan Grubu'nun beş tane muhabirine Başbakanlık yasağı getirdi. Adamı aldılar Radikal gazetesinde köşe yazarı yaptılar. Bu hangi ilkeyle, hangi inançla, hangi omurgayla bağdaşır? Bunların hesabını veremezler tabii.

- Kitabınızda Ergenekon iddianamesinde isminizin geçtiği bölümler de sayfa sayfa var. Hiç kendinizi Ergenekon'a uygun adım hissettiniz mi?

- Hayır benim gocunacak hiçbir şeyim olmadığı için bunları yüreklice, net şekilde yazıyorum. Kendimi o dava içinde görmedim/görmüyorum zaten bana bağlı da değil bu. Ama davada içeri alınan çok sayıda insanla dostluğum, arkadaşlığım vardır.

- Bekir Coşkun'la ilgili bir şey sormak istiyorum. Ona kırgın değilsiniz ama şoke olduğunuzu belirtiyorsunuz kitapta. Peki sordunuz mu kendisine şu Vatan Gazetesi'ndeki söyleşideki sözleriyle ilgili espri yaptım dediği olayı..

.- Tabii yani o lafları duyunca şoke oldum. Bekir beni aradı, ben aramadım. Ben onları tamamen teyp falan kapanmıştı, söyleşi bitmişti, gırgırına, şamatasına söyledim, Sanem Altan oturmuş yazmış dedi. Bekir benim o kadar köklü, yakın bir dostum ki belki 24 saat bir kırgınlık duydum, o kadar.

'ŞU AN KİMSE TOPUN AĞZINDA DEĞİL'

Mahkemede verilen ifadelere dönersek, siz onların yerinde olsanız, yani siz ifade verecek olsanız nasıl davranırdınız?- Bizim iki tane tanığımız vardı; Bekir Coşkun ve Kamuran Celal. Aslında Hürriyet Gazetesi'nin özellikle Ankara bürosundan en az 40 arkadaşımız benim yaşadıklarımı birebir bilirler. Ama ben onları tanık gösteremezdim çünkü onlar hâlâ Hürriyet'te çalışıyor. Bekir bana kendisi teklif ettiği için onu tanık gösterdik. Ben Bekir'e de gidip söyleyemezdim bana tanıklık yapar mısın diye. Öbür tanığımız Kamuran Celal'e gelince o da Hürriyet'ten kovulmuştu. Yani rahat konuşabilecek konumda bir arkadaşımızdı onun için iki kişi gösterdik.

- Sizce başkaları da topun ağzında mı?

- Şu anda değil?-

Neden değil?


-Özellikle üst kademe yöneticiler ve yazarlar için söylüyorum; ben onların sigortası oldum. Benim kovulmam ile birlikte Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök'e karşı oluşan kamuoyu tepkisi onların sigortasıdır şimdi. Dolayısıyla orta vadede herhangi bir kişiyi kovacakları kanısında değilim ya da en fazla uzlaşarak kovarlar.

-Tüm bu olaylardan sonra Babıâli'nin ve medyanın şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Uzun yıllardır korkunç, utanç verici bir durumda olduğunu savunuyordum şu an daha da kötü olduğunu düşünüyorum, özellikle AKP iktidarı ile başladı bu tabii. Korku, AKP iktidarı ile birlikte dağları bürüdü. Ondan evvel de ufak tefek baskılar olurdu ama onları medya patronları atlatırdı. Ama şimdi Tayyip Erdoğan döneminde her şey sıfırlandı medyada.

- Şimdi ne olacaktır peki size göre? Medya ile AKP arasındaki buzlar bir gün eriyecek midir?

- Sonuçta zafer AKP'nin olacaktır. Aydın Doğan'a boyun eğdirdiler. Zaten bir kere boyun eğdiğinizde o boyun bir daha düzelmez.

ÖZDEMİR İNCE'DEN CEVAP GECİKMEDİ

NEDEN YALAN SÖYLÜYORSUN EMİN ÇÖLAŞAN?

Sakıncalı gazeteci Emin Çölaşan, doğal olarak her perşembe günü Cumhuriyet Kitap ekini dikkatle okurum. 9 Temmuz 2009 tarihli sayısındaki birçok yazıyı okudum, ama seninle yapılan söyleşiyi okumadan geçtim. Giderek şişen egondan bıktığım için okumadım.

Her okuduğuna inanan hasta niyetli bir okur, 'Bugünkü Cumhuriyet ekinde Emin Çölaşan'ın seninle ve Tufan Türenç'le ilgili söylediklerini okuyunca büyük Ziya Paşa'nın terkibi bendinden bir cümle geldi aklıma. Ne güzel de söylemiş Ziya Paşa: 'Onlar ki verir dünyaya lâf ile nizamat. Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde',' mesajını göndermeseydi, bana bile bile yaptığın düşmanca haksızlığın farkına varmayacaktım.

'Sakıncalı Gazeteci' (Bilgi Yayınları) kitabını okuyan bir okur da aynı tepkiyi göstermiş ama ben ciddiye almamıştım. Şimdi bu hesaplı kitaplı düşmanlığını ciddiye alıyorum.

'Sakıncalı Gazeteci' kitabını okurken, seninle ilgili olarak hissettiğim 'Mağduriyeti ranta çeviren bir fırsatçı kuşkusu', Cumhuriyet Kitap'taki söyleşiyi okuyunca iyice pekişti.

Cumhuriyet Kitap'ın muhabiri soruyor: 'Bu tanıklık yapan yazarlarla hiç görüştünüz mü, görüştüğünüz oluyor mu?'

Sen cevap veriyorsun: 'Hayır, sadece onların tanık olacağını öğrendiğim zaman, Tufan Türenç'e ve Özdemir İnce'ye telefon açtım, sordum. Dedim ki sizi tanık göstermiş, nasıl oluyor bu iş. İkisi de bizim ne ilgimiz var, biz senin olayını bilmeyiz, biz senin olayını sadece kulaktan dolma duyduk o kadar, biz tanıklık yapmayız dediler. Ondan sonra gittiler şakır şakır tanıklık yaptılar. Hadise budur.'

Sözlerinin bir bölümü doğru. Ancak ben sana 'Tanıklık yapmayacağım' demedim. 'Mahkemede şimdi sana söylediklerimi söyleyeceğim' dedim. Peki, beni zor durumda bırakacak bu saptırmayı hangi hakla yapıyorsun? Buna ben değil ancak psikologlar cevap verebilir.

Davacı olarak Aydın Doğan bazı tanıklar göstermiş (biri benim), davalı olarak sen de birkaç gazete çalışanını tanık göstermişsin. Aydın Bey'e 'Ben tanıklık etmem' mi diyecektim? Niçin, senden aferin almak için mi öyle diyecektim? 'Ben bu ilişkiyi bilecek durumda değilim' demenin, 'Size baskı yapıldı mı?' sorusunu, 'Hayır bana herhangi bir baskı yapılmadı' cevabını vermenin 'Şakır şakır tanıklar yaptılar' iddiası ile ne ilişkisi var?!

Burada sana çok ağır şeyler yazabilirim ama işi uzatmamın gereği yok.

Tanıklığımda senin aleyhine tek bir cümle ya da sözcük var mı? Önemli olan bu ! Kendimi sana beğendirmek için senin lehinde yalancı tanıklık mı yapmalıydım?

'Biz tanıklık yapmayız dediler. Ondan sonra şakır şakır tanıklık yaptılar. Hadise budur!' diyorsun.

Yani, 'Mahkemeye gittiler şakır şakır aleyhimde tanıklık ettiler' demek istiyorsun.

Tanıklık yapmak için senden izin mi almalıydım? Seninle işbirliği mi yapmalıydım? Yalan söylediğin yetmezmiş gibi, bir de benim onurumla oynuyorsun. Bu çok ayıp !

Onuru için yaşadığını yerli yersiz ileri süren senin gibi bir insanın başkalarının da onuruna saygı göstermesi gerekmez mi? Demek ki gerekmiyormuş!

Seni mutlu etmek gibi bir görevim mi var? İftirandan kurtulmak için, senin lehine yalancı tanıklık mı etmeliydim? Çok daha ağır bir cevabı hak ediyorsun ama herhangi bir ağır cevabın megalomani marazına bir yararı olacağını sanmam.

Cumhuriyet Kitap'ın söyleşiyi sunan girişinde, sanki mahkemede söylediklerim yer alıyormuş gibi 'Mahkemede tanıklar neler söylediler?' sorusu var ama, şakır şakır (!) söylediklerimin tek bir sözcüğü bile yok. Bu nedenle senin 'Sakıncalı Gazeteci'nin 59 ve 60. ıncı sayfalarını gel birlikte okuyalım. Çünkü gerçek orada:

'Aydın Doğan'ın tanığı Özdemir İnce'nin ifadesi: Detaylı olarak benim herhangi bir bilgi sahibi olmam mümkün değildir çünkü biz yazarların hepimizin ayrı ayrı ilişki tarzı vardır. Patronla kim ne konuşuyor, bilemeyiz.

Bu bakımdan benim özel olarak söyleyeceğim herhangi bir şey yoktur. Bana Emin Bey herhangi bir şikâyette bulunmadı. Çünkü kendisi Ankara'da, ben İstanbul'dayım. Gazete sahibi ile de 10 yıllık süre içerisinde bir kere görüştüm. O da merhabadan ibarettir. O da bana Emin Bey'den bir şikâyette bulunmadı. Benim söyleyeceklerim bundan ibarettir.'

Davacı Aydın Doğan vekilinin talebi üzerine soruldu:

'Benim herhangi bir yazıma patronlar tarafından müdahale olmamıştır. Zaten Aydın Bey gazetede benim muhatabım değildir. Benim muhatabım Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'tür. Yazılardan dolayı sadece ona sorumluyuz. Yazılarım hakkında Ertuğrul Bey karar verebilir. Aydın Doğan bana herhangi bir şekilde müdahale etmemiştir. Ertuğrul Özkök birkaç yazımda bazı hukuki mahzuru olan kelimeleri çıkartmamı rica etti. Ben de kabul ettim. Çünkü bir yazarın gazetedeki sorumluluğunun ne olduğunu biliyorum. Bu nedenle, çıkarılması istenen kelimeleri bana müdahale olarak kabul etmedim. Bazı yazarlar kabul edebilir. Bu nedenle de bir genelleme yapamam. Hürriyet gazetesi Ertuğrul Bey'in söylediği gibi bir süpermarkettir. Bu tanıma ben de katılıyorum. Her türlü görüş sahibi yazarlar vardır. Bizim gazetede iktidarı eleştiren yazarlar çoğunluktadır. Ben kendim solda yer alıyorum. Bu konuda benim yazılarıma herhangi bir müdahale olmamıştır. Ertuğrul Bey'in müdahaleleri doğaldır. Yazıişleri demek bir nevi denetimdir. Kendisi de bu denetimin başındadır.'

Kardeşim Emin Çölaşan, daha sonra kalemi eline alıp şunları yazıyorsun:

'Dikkat ediniz, davacı Aydın Doğan'ın avukatları olayı nasıl saptırıyor. Bu dava başka köşe yazarlarının değil, benim için açıldı. Oysa tanıklarına 'Bizim yazılarımıza müdahale edilmemiştir' dedirtiyorlar.

Elbette olmamıştır. Ama konu onların değil, benim yazılarım.

O sansürler onlara değil, bana yapıldı' Ve mahkemede hepsini bilgisayar çıktılarıyla kanıtladık. Olayları onlar değil, ben yaşadım.'

Yukarıdaki tanıklık ifademde senin aleyhine tek kelime var mı? Yok!

Bir yere verdiğin söyleşide de şöyle söylüyorsun: 'Bu karar yargının Aydın Doğan'a verdiği bir ders oldu. Hem Aydın Bey'in, hem de mahkemede onun için tanıklık yapanların (Ertuğrul Özkök, Enis Berberoğlu, Tufan Türenç ve Özdemir İnce) şimdi ne diyeceklerini merak ediyorum' (S.12) diyorsun.

Ne diyeceğim, tebrik ve teessüf ederim.

Bir yığın neden olmasına karşın, seni mahcup edecek, küçük düşürecek bir şey yazmamaya gayret ettim. Ancak bitirirken şunu söyleyeceğim: İki kuruş için yalan söylemeye tenezzül ediyor ve bana iftira ediyorsun. Acımaktan başka ne gelir elimden, sana?

Sana yazdığım bu kınama mektubu burada bitiyordu. Ama bir hususu yazmazsam içimde bir ukde kalacaktı. Yazdıklarına, söylediklerine bakılırsa 'olumlu ve ölümsüz gazeteci' tipinin en iyi örneği sensin. Zaten bunu en çok sen söyleyip yazdın, söyleyip yazıyorsun.

Benim gözümde de bir gazeteci, bir gazete yazıcısı tipi var: Bu kimse ilkin Cumhuriyet ve devrimlerine sahip çıkar, onu savunur? Tevhid-i Tedrisat Kanunu konusunda, Köy Enstitüleri konusunda, İmam-Hatip Okulları konusunda kaç yazı yazdın?

Kimi gazete yazıcılarını 'Liboş!' olarak tanımlamanın dışında, kapitalizm, neo-liberalizm, küreselleşme, yeni emperyalizm konusunda kaç yazı yazdın?

İşsizliğe, işlevsizliğe ve sömürüye mahkûm edilen işçi sınıfının gerçeklerini işleyen kaç yazı yazdın? İğdiş edilen sendikalar konusunda?

Toplumun ve devlet aygıtının İslamileştirilmesi konusunda, okulların, polis örgütünün İslamileştirilmesi konusunda kaç yazı yazdın?

Daha sorulacak çok soru var ama ben sormayı durduracağım.

Bu soruları, bu sorulara cevap vermiş bir yazar olmanın verdiği hakla soruyorum. Senin söyleşinin yayınlandığı Cumhuriyet Kitap ekinin 27. sayfasında benim yeni kitaplarımın ilanı var. 'Cumhuriyetsiz Demokrasi', 'Demokrasisiz Demokrasi', 'Yedi Canlı Cumhuriyet'.

Toplam 702 sayfa tutan bu kitapların bütün yazıları, senin Hürriyet gazetesinde yazdığın dönemde yayınlandı. Bu yazılardan kaçını okudun? Okumuş olsaydın, bana yaptığın saygısızlığı yapar mıydın?

Bu ülkede senden başka da onurlu, dürüst, dik başlı insanlar, yazarlar var. Çevrene bak görürsün.

Senin 'Sakıncalı Gazeteci' kitabının 293. sayfasında kendimle ilgili bir şey öğrendim. Meğer 'Türkiye'nin En Etkin Köşe Yazarları' konulu bir araştırma yapılmış. Araştırmanın sonuçlarını ciddiye alıp övünç payı çıkartırken şunları yazıyorsun:

'Bu araştırmada Can Dündar, Reha Muhtar ve Özdemir İnce'den sonra dördüncü sırada yer alıyorum. Ertuğrul Özkök dahil her gün yazan öteki 46 yazarı, hatta televizyon yıldızı gazetecileri bile geride bırakmışım.'

Demek ki, ölçülebilir bakımdan, senden başka insanlar varmış bu ülkede. Göklerde uçmaktan yorulmadın mı?

Gel sen de ölümlülerin arasına katıl.

Haber Ara