Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Filistin kampı adeta açık bir hapishane

Türkiye gazetesinden Osman Sağırlı Suriye-Irak sınırına gitti. Onbilerce Filistinlinin yaşadığı drama şahit oldu. Bu insanlar, Türkiye'den uzanacak yardım elini bekliyor.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-07-30 12:51:00

Filistin kampı adeta açık bir hapishane
Filistinliler, ne doğdukları ne de doydukları yerde kalamadılar. Önce Ürdün’den, sonra Irak’tan, ardından Suriye’den çıkarıldılar. Şimdi Irak sınırındaki tampon bölgede, “açık hava hapishanelerinde” bulutları seyrediyorlar! Kimi dinlesen haber, dert istemediğin kadar...

Osman SAĞIRLI'nın izlenimleri...

Filistinliler, girdiğimiz her çadırda cömertliğini gösteriyor ve ikramsız göndermiyor...

Sabah namazının vakti yeni giriyor. Suriye’nin başkentindeki Emeviye Camii’nde önce bir müezzin, ardından da onu tekrar eden üç müezzin Şamlıları namaza davet ediyor. Orta Doğu insanının özelliğidir, konuşurken kavga ettiklerini sanırsınız. Bu özellik müezzin efendilere de sirayet etmiş olmalı ki sesleriyle odada çalışan klimanın gürültüsünü bile bastırıyorlar. Halbuki o güzelim aksanları hoparlörün gürültüsü arasında zayi oluyor. Nasıl yorgunum anlatamam, gözüm yatakta... Namazımı kılıp düşüyorum adeta... Uyumak ne mümkün Cevdet efendi telaşe memuru. Zaptiye gibi tepeme dikiliyor “üstad kalk” diye feryad ediyor. Ben Irak’taki kamplara gideceğimizi biliyorum da Cevdet kardeşimin Orta Doğu’nun randevu problemlerinden haberi yok. Gariban ilk defa gelmiş Suriye’ye, bizi kampa götürecek arkadaşların geçen sefer tam dört buçuk saat beklettiklerini nereden bilsin.

“EKİP, HAZIR MIYIZ?”
“Burada ölüm hariç hiçbir şey zamanında gerçekleşmez” desem amire itaatsizlik gibi olacak. Ne de olsa grubumuzun sorumlusu o. Demeye kalmadan İHH prodüksiyondan Ümit Sönmez arıyor, “Ekip hazır mıyız?” Gün boyu sürecek mücadele için bütün enerjimi burada tüketmeye hiç niyetim yok. Söylene söylene kalkıyorum. İki taksi çevirip bizi götürecek kişilerin Yermuk Kampındaki ofisine doğru yol alıyoruz. 10 kilometrelik bir uykuyu da tüketiyorum. “Şişşşt üstad geldik!” Ofisin gece bekçisi müezzinlerden görevi devralmış, mahalleye yüksek sesle teyp dinletiyor. Arkadaşlar kapıyı tıklatıyorlar, açılan kapıdan selamı verip içeri dalıyorum, halının üzerine kendimi bırakıyorum. Bir ara gürültü ile uyanıyorum. İsmi lazım değil, bir arkadaş söyleniyor, “Olmaz ki ama iki saattir bekliyoruz. Endonezyalılar bile geldi. Hadi biz neyse de!” İkinci huzurlu uyanma beklentim de, kendime moral şarj etme çabalarım da bir daha sonuçsuz kalıyor.

“KÜLLİ TEMAM, AYVAAA!”
Bugün oldukça verimli geçecek. Saat 9’a doğru araç kapıya yanaşıyor, Ebu Azzam elinde sıcak pidelerle görünüyor. O esnada herkes çevrimiçi oluyor. Artık yoldayız, “Cemaati Türki temam! Cemaati Endonozi temam! Külli temam, ayvaaa!” Ebul Hasan’ın yoklaması da bitiyor. 400 kilometre kadar bir yolumuz var, nereden baksan 5 saat. Şam’ın yeşilliğinden çıkıp çöle açılınca sıcak kendini hissetirmeye başlıyor. Irak’a kadar böyle gidecek, sıcaktan mızmızlanmak için vakit erken daha. Hem Endonezyalılar hem de kampa sürekli yardım taşıyan İHH İnsani Yardım Vakfı’nın davetlisi olarak gelen arkadaşların biraz bilgiye ihtiyacı var. Ebu Hasan kampla ilgili konuşmaya başlıyor. Bir anda 30 kişilik minibüsün içi, BM Genel Kuruluna dönüyor. İngilizce, Türkçe, Kürtçe, Arapça, Endonezce herkese anladığı dilden simultane...

52 ÜLKEYE DAĞILDIK
Iraklı Filistinlilerle Dayanışma Derneği Başkanı Samir Müseyniş (Ebu Hasan) 12 Mayıs 2005’te kurulan kampın, Nekbe’nin (kendi tabirleriyle İsrail’in kuruluşu) yıl dönümüne yakın olduğunu, bunun da kampta yaşayan insanları karamsarlığa ittiğini söylüyor. Şoför Ebu Azzam, işaret parmağını cama dayayarak tekbir getirmeye başlıyor. Teypten “Idrib! Idrib! Saruhel Kassam!” nidaları yükseliyor. Vur! Vur! Kassam füzesi! marşıyla bütünleşince birden savaşa gittiğimizi düşünmeye başlıyorum. Herkes galeyana geliyor. Ebu Hasan dertli mi dertli; “Bu kamptan bugüne kadar yaklaşık 10 bin kişi gelip geçti” diyor ve devam ediyor:
“Yüzde doksanı Bağdat’ın Belediyat bölgesinden. 1948’de Filistin’deki topraklarından sürülen bu kardeşlerimize Bağdat kucak açmış. Saddam döneminde himaye edilmişler. Hatta elektrik, su, telefon bedeli bile ödememişler. Şiiler bunu bir kenara yazmış olmalı, şimdi büyük bir hışımla hesap ödetiyorlar. Onları Saddamcı olmakla suçluyor, öldürülüyor, tecavüz ediyorlar. Bizimkiler mallarını bırakıp, canlarını kurtarıyor. 25 bin Filistinli’den Bağdat’ta kalabilenler 9 bini bile bulmaz. Ben de Bağdat’ta doğup büyüdüm. 14 sene önce Şam’a yerleştim. 80 yaşındaki babam halen orada. Sırf Filistinlilere yardımcı olduğum için babamı iki defa içeri alıp sorgulamışlar. Yaşlısın dememiş hırpalamışlar. Kardeşlerimden biri Yemen’e kaçtı, diğeri Dubai’ye sığındı. Ablam Ürdün’de. Amcalarımdan biri Malezya’da, diğeri Kıbrıs Rum kesiminde. Yeğenlerim Fransa ve İsveç’te. Teyze çocuklarımdan biri Brezilya’da, diğeri Çin’de...” Ebu Hasan anlattıkça duygulanıyor, “Eskiden dünyanın neresine giderseniz gidin bir Türk bulursunuz denilirdi. Şimde aynı şey Filistinliler için geçerli. Sadece Irak’tan kaçmak zorunda kalan 16 bin Filistinli, 52 farklı ülkeye sığınmış. Paraguay’da, Küba’da, Brezilya’da, Güney Afrika’da Filistinli birçok arkadaşla tanışmış sığınma talebiyle gittikleri kamplarda çilelerine şahit olmuştum...”
Bir ara yolda mola veriyoruz. İnsani Yardım Vakfı’ndaki arkadaşlar mola yerindeki bakkaldan çikolata, şeker, meyve suyu poşetlettiriyorlar. Gerçi bizden sonra bürokrasiyi tamamlayabilirlerse dört TIR dolusu yardım kampa ulaşacak.

ÇOCUKLARA ACİL YARDIM
Ancak bunlar “çocuklar için” acil yardım kategorisine giriyor. Garibanlara yardım edecek olmanın mutluluğu herkesin gözlerini parlatıyor. Ara ara yükselen marş sesleri ile kesilen sohbet, kampa kadar sürüyor. 5 saatin sonunda Irak sınır kapısındayız. Pasaportlar toplanıyor, Türkçe’den Arapça’ya zor çevrilen soyisimlerimiz tekrar tekrar telaffuz ediliyor. 10 dakika sonra ‘hayyekallah’ nidalarıyla Irak ve Suriye arasındaki tampon bölgeye giriyoruz. Kampın etrafına duvar çekmişler. Önceki gelişimde mültecilerden biri, ‘yaslanacak duvarı bile özledik’ demişti, al sana duvar! Üç beş evle bir arazi üzerine sıkıştırılan çadırların üzerindeki BM amblemlerini görüyoruz. BM ha! Bu kampta çekilen sıkıntıların bire bir kaynağı aslında!.. Yamalı çadırlarla suçlarını itiraf ediyorlar adeta. Tozlu topraklı yoldan içeri girer girmez çadırların fermuarları aralanıyor çocuklar birer ikişer kafalarını uzatıyor. Objektifi nereye çevirsen fotoğraf, kimi dinlesen haber, dert istemediğin kadar...



MAZLUM BAKIŞLAR!

7 yaşındaki Hüseyin’in bu bakışları, kampta yaşayan çocukların duygularını fazlasıyla anlatıyor.



Zekiye Muhammed yaşadığı acıları anlattı.



YALNIZ BIRAKMIYORLAR

İnsani Yardım Vakfı, daha önce de defalarca geldiği kampa, 4 TIR dolusu yardım ulaştırdı.



BU ÇOCUKLAR MÜSLÜMAN

Filistinlilerin sığınma talep ettiği bazı ülkeler bu çocukların Hıristiyan olmalarını istiyor.



PAYLAŞALIM KARDEŞ

Bu fotoğraf çekildikten sonra ortada bir şey kalmadığını düşünen yanılıyor, çünkü onlar her şeyi paylaşıyor.

YÜREK BURKAN HİKÂYELER...

Adın Bekir, Ömer veya Osman ise...
Çadırkentin hemen girişindeki beyaz çarşaflı kadın, elinde buğulanmış sürahi ile karşılıyor, çadıra davet ediyor. İçeride üç çocuğu daha var. Çadıra girer girmez anlatmaya başlıyor. Sanki basın toplantısına gelmişiz. Bütün evraklar iki dakika içinde hazırlanıyor. Zekiye Muhammed, “Kocam Said Mustafa avukattı” diyor, “Irak’taki Filistinlileri savunuyordu. Irak’ta herhangi bir Filistinli tutuklandı mı koşardı yanına. O bir insan hakları savunucusuydu. Mukteda Sadr güçleri onu katletti. İşte bunlar, (ceset fotolarını gösteriyor) kocama yaptıkları. İşkencelerle katlettiler. Benim beyim savaşçı değildi, eline silah almadı. Eğer bir yerde avukatlar katledilirse, burada adalet nasıl olur? Kocamın suçu neydi ki bu zulmü reva gördüler. 5 çocuğumla ortada kaldım. Oğlum Mustafa mühendisti. Kızım ise tıp öğrencisi, diğer çocuklarım ise muhasebecilik yapıyordu. Bizi de ölümle tehdit etmeye başladılar, Irak’ı terk etmek zorunda kaldık... Bu küçük oğlum, yaşadıklarımızdan sonra büyük bir travma geçirdi. (Akli dengesi bozulan oğlunu gösteriyor) Bize reva görülen bu vahşet, sünni olmamızdan. Şii terörü insaf izan dinlemiyor. Adı sırf Bekir, Ömer, Osman olduğu için kurşuna dizilenler var. Buradaki şartları da görüyorsunuz işte, sadece ölmemeye çalışıyoruz, o kadar.”

Delil toplamaya gitti, cesedi geldi

Annesinin duygulanması üzerine sözü mühendis oğlu Mustafa devr alıyor: “Babam kim olursa olsun zulme uğrayanları savunurdu. İşgalden sonra Iraklı ve Filistinli hemen hemen bütün avukatlar kaçtı. Ancak babam kaçmayı düşünmedi. O İnsan Hakları Cemiyetinin Başkanıydı. 2007 yılında Belediyata baskın yapan Milis güçleri 73 kişiyi gözaltına aldı. Babam bunun üzerine hukuki girişimlerde bulundu. 4 kişi dışında bütün Filistinlileri bırakmak zorunda kaldılar. Babam davayı ısrarla takip etti. Mahkeme babama ‘Bu 4 kişinin direnişçi olmadığına dair delilleri getir’ dedi. Babam karakola tutuklanma delillerini istemek için gitti, bir daha da haber alamadık. İki günde onun cesedini Adli Tıpta bulduk. Meğer karakolda işkenceyle şehit etmişler.“

Güya biz onlara yardım edeceğiz!

Bu ailenin anlattıklarından mı yoksa sıcaktan mı kilimanın altında bile şıpır şıpır terliyorum. Öğle sıcağı cildimi yakıyor, dinlediklerim kanımı donduruyor. Kamp sıcak, çadırların altı daha sıcak. Bildiğiniz sauna. Şimdi kimin kapısını çalıp içeri gireceksin ki. Zaten tek göz oda, kadını var erkeği var. Bir çadır bakkal çarpıyor gözüme, altına sığınayım diye sokuluyorum. Hemen altıma bir sandalye, elime de “ugarid” (bir nevi portakal suyu) tutuşturuyor. Elimi cebime atıyorum, bakkal Ebu Abdullah iki kaşını birbirine birleştirip sesini kalınlaştırıyor “Laaaa!” İnsan duygulanıyor. Biz onlara yardım edeceğiz güya... Bazı çadırlar sökülmüş, bazıları yırtılmış. Hani insan yıllar sonra köyüne döner, içi burkulur ya, ben de öyle oluyorum.

DİNİNİ DEĞİŞTİR ondan sonra gel!

Daha önce röportaj yaptığım 101 yaşındaki Khayzaran nine geliyor aklıma. Ebu Abdullah, “Onu hastaneye kaldırdılar” diyor. Peki tıpta okuyan Muna Abdullah vardı, o nerede? “Kanada’ya gitti.” Selim Ahmet Abdürrahim ve Cihat Avaf çifti vardı, çocukları Hamid Selim vardı ya onlar? “Onlar şimdi İsveç’teler!” Güya teselli ediyorum, “İyi iyi kurtulmuşlar!” Ama duyduklarım beni yıkıyor. “Burada her hafta bir ülkeden birileri gelir. Adeta mal beğenir gibi insan seçerler. Sadece son altı ayda Şili‘ye 116, Brezilya’ya 100, Kanada’ya 120, Kıbrıs Rum Kesimi’ne 2 bin, İsveç’e de bin 500 kişi gitti. Kıbrıs Rum kesimine giden son 17 kişi için dinlerini değiştirdiklerine dair belge imzalattılar. Kurtuluş bu mu ya?”

DEVAM EDECEK...

Kaynak: Türkiye

Haber Ara