Dolar

35,4856

Euro

36,4774

Altın

3.091,70

Bist

9.977,94

Zaman lekesinde 'kadın(sı)lık'

Zaman Lekesi kalemini darbecilerin tahakküm politikaları karşısında damıtılarak yazılmış izler bırakan dolu dolu bir kitap. Yazar Kadıoğlu bakın kimleri bir araya getiriyor?

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-07-29 15:19:00

Zaman lekesinde 'kadın(sı)lık'
Nurşen ALDI/TİMETURK

Zaman Lekesi kalemini darbecilerin otoriter tahakküm politikaları karşısında onurlu bir biçimde oynatan Ayşe Kadıoğlu’nun birikimlerinden damıtılarak yazılmış ve Radikal İki’de yayımlanmış yorumlarının, bütünlük yaratacak biçimde bir araya getirilmesinden oluşmuş, düşündürücü etkiler, izler bırakan dolu dolu bir kitap.


Liberal kuramın öne çıktığı, bireyin yüceltildiği ortamlarda, bireyci anarşizm ve nihilizmden muzdarip olanlar bugün daha ziyade kamu yararını öne çıkaran, toplumsal sorumluluğa prim veren görüşleri yeğlemekteler.
Cumhuriyetçi geleneğin öne çıktığı bağlamlarda, kamu adına bireyin törpülenmesinden rahatsız olanlar ise anarşist bir bireycilikten medet umabilmekte. Kadıoğlu'na göre, “Bunlardan sadece biri ile ya da öteki ile olmuyor. Keramet liberal kuram ile cumhuriyetçi kuramın demokrat bir kaygı ile eklemlenebilmesinde.”

Ayşe Kadıoğlu Zaman Lekesi kitabında yukarıda özetlenen çerçevede cumhuriyetçi ve liberal kuramları bir araya getirerek bireyin devlet karşısında bağımsız, ancak topluma karşı sorumlu olduğu bir tanımını geliştirmeye çalışıyor. Cumhuriyetçi kuramın bireyi topluma feda eden anlayışını ve liberal kuramın özgürlüğü tüketim özgürlüğüyle özdeş tutma eğilimini bir kenara bırakarak her iki kuramın olumlu yönlerinin özleri gereği çatışmak zorunda olması gerekmediğini, bir diğer deyişle, özgürlük ve dayanışma ideallerinin bir arada da var olabileceğini ifade ediyor.

Said’in İzinde

Kuramsal ama aynı zamanda kişisel bir sunuş yazısı ile Kadın(sı)lık, Değişen Siayset: Vatandaşlık, Sivil Toplum ve İdeolojinin Yeni Halleri, Değişen Toplum:Tarihsizlik, Zincirinden Boşalan Bireysellik, Şiddet ve Eulogy bölümlerinden oluşan kitap kuramın donukluğu ile hayatın dinamik dönüşümlerinin nabzını bir arada tutabiliyor. Ayşe Kadıoğlu’nun Nisan 2000 ile Temmuz 2005 arasındaki dönemde Radikal İki’de yayımlanan yazıları akademik konumsallığın hiyerarşik kulesinde toplumsal sorumluluk duygularını yok etmediğinin de kanıtı durumunda. Kadıoğlu, bu tavrı ile aydın olmanın dünyada olan biten karşısında bir tavır, insani ve erdemli bir tavır sergilemekle mümkün olduğunu ifade etmekten hayatı boyunca boyunca başına pek çok “bela” gelen Edward Said’le de akraba bir aydın.


Aydın olmayı Said’yen anlamda iktidarı karşısında konumlanmakla ilgili bir durum olarak algılayan Kadıoğlu’nun ilgimi çeken yanlarından biri de edebiyatla özellikle de kadın duyarlıklı edebiyat metinleri ile akrabalığı hatta ünsiyeti. Bu ünsiyet o kadar yakın bir ünsiyet ki okuduğu metinleri içselleştirmiş bir bilincin yansıması. Aynı zamanda yazarın siyasal olanla ilişkisini her zaman belirleyen bir yönü var bu ilginin. Sömürgeci Feminizm(s. 39) başlıklı yazısı bu çerçevede oldukça önemli bir yazı. ABD'nin BOP ile bölgede başlatmak istediği “demokratikleşme” dinamiği İngiliz sömürgeci feminizmi arasındaki benzerlikleri ortaya koyarken şu tespitleri aktarır Kadıoğlu: “Leila Ahmed'in, 1992'de yayımladığı kitabında "sömürgeci feminizm" olarak tanımladığı bir olguyu akla getiriyor ("Women and Gender in Islam", Yale University Press). Buna göre, İngiliz sömürgeci söylemi İngiliz feministlerinin dilini kullanıyordu. Örneğin Mısır'da kadınların peçeden "kurtul"masının öncülüğünü İngiliz sömürgeci erkekler yapmıştı. Ancak tuhaf olan şu idi: İngiliz feministlerinin dilini Mısır'da sömürgeci emellerini meşrulaştırmak için rahatlıkla kullanan İngiliz erkeklerinden bazıları, İngiltere'de kadınların oy verme mücadeleleri karşısında tepkili bir tavır içindeydiler. Yani onların feminizmi, Mısır için geçerliydi. Onlar Mısırlı kadınların batılılaşmasını ve peçelerini atmasını savunurken, İngiliz kadınların oy hakkı talepleri karşısında olumsuz tavır alacak kadar faydacı bir zihniyet içindeydiler”(s.40-41)

İktidarı, erk’i erkeklikle eş tutan iktidar karşısındaki direnme biçimlerini kadınlıkla eş gören bir bakıştan kaynaklanıyor bu durum. Eşitlik ve farklılık taleplerini sentezleyen birinin diğerine sultan olmadığı bu iki feminist patika arasından söz alarak yurttaşlığın yeniden tanımlanmasını talep ediyor. Bu yönüyle bütün bölümlerdeki yazılar gibi yazıldıkları zamanın izlerini taşıyan bu yazılara Zaman Lekesi adı uygun görülmüş. Kadınların özellikle kamusal alandaki aşina yüzlerin o işlerini yapabilmeleri için başka kadınların onların kadınlık işleri olarak algılanan işleri yapmaları gerektiğini ifade eden satırlar kadınlara dair meselelerin “daha fazla kadın milletvekili daha fazla kadın şirket yöneticisi” türünden rekabetçi ve göstermelik yaklaşımlarla çözülemeyeceğini de kanıtlıyor. Meseleyi bütün boyutlarıyla ele almanın lüzumuna işaret ediyor.

Anneleri Anlamak

Yazarların, olgunluk dönemlerinde dünyaya, yaşama, bilime, felsefeye, sanata ilişkin fikirlerini ortaya koymalarını, bakış açılarını göstermelerini hep önemsemişimdir. Anneleri anlamanın özellikle kadınların annelerini anlamalarının kırklı yaşlardan sonra mümkün olduğunu, bu yaşlarda kadınların annelerinin de kendileri gibi bir kadın olduğunu idrak etmeye başladıklarını ifade eden Tarihçinin Annesi (s. 15)başlıklı yazısı biraz Edward Said daha çok ise kısa yirminci yüzyılın uzun ömürlü tarihçisi Eric Hobsbawm’a ve annesine odaklanıyor. Anneleri “hep o dokunulmaz, sarsılmaz, her derde deva olan "anne" kimliğinin dışında” aynı zamanda bir kadın olarak da görmeye başlamak için belli deneyimlerden geçmek gerekiyor kısacası Kadıoğlu’na göre. Ama o bu yaşı biraz uzatmış belki kendi deneyimlerinin de payı var bu algıda. Bence çoluk çocuk deneyimi bu yaşı daha öncelere de çekebilir. Zaten yazının ilerleyen satırlarında bu anlamayı mümkün kılan sebeplere değinen satırlarda bunu açık bir biçimde görüyoruz. Anne olmak için kendilerini uzmanlara emanet edenlerle el yordamıyla hareket edenlerden hareketle söyledikleri anneliğin belli kurallara sığdırılamazlığını da ortaya koyuyor.



Frankenstein gibi ceset parçalarından oluşmuş korkunç bir canavarın öyküsünü nasıl olur da bir kadın yazar, sorusunun peşinden giden Kadınsı Canavar Frankenstein(s. 27) Henrik Ibsen'in Bir Bebeğin Evi (1879) isimli tiyatro oyunundaki ana karakter Nora üzerinden kadının kendi oluşunu ele aldığı Nora Kapıyı Çarptıktan Sonra(s. 11) yazıları Feminist tahayyülün ayrıntılarına edebiyatın imkanlarıyla dahil olan yazılardan sadece ikisi.

Yıllar önce yazdığı bir yazıda Türkiye'de kadınlara biçilen rolü, 'alaturkalık ile iffetsizlik arasında' bir yerde tanımlayan Kadıoğlu’nun bu çerçevede yani özelde kadınlık genelde cinsiyet politikaları bağlamında eleştirilecek yaklaşımları yok değil. Hem Zaman Lekesi’nde hem de daha sonraki yazılarında örneğin bohem kadınları konu edinen yazısında tamamen liberal cinsiyet politikalarından ve bu politikanın esas kavramlarından hareket eden Kadıoğlu özellikle namus, iffet gibi kavramlar söz konusu olduğunda liberal söylemin bütün gücünü ardına alarak zihinlerde neyin ne olduğunu belirsizleştirecek bir yazı biçimini ortaya koymaktadır.

Düzyazılarını farklı kitaplarda toplayıp okurun karşısına çıkan ve 'Ey okur, ben buyum işte!' diyen Ayşe Kadıoğlu’nun takdirle karşılaması gerektiğini düşündüğüm yaklaşımlarının ötesine dikkat kesilmenin daha önemli olduğunu düşünüyorum. Zira zaman içinde “lekeler” “leke” olmaktan çıkabiliyor.

Haber Ara