Dolar

34,8925

Euro

36,6173

Altın

3.009,90

Bist

10.058,63

'Kenan Evren' ve geçmişle hesaplaşma

Yazar Ümit Kurt, 12 Eylül Darbesiyle Türkiye'ye travma yaşatan Kenan Evren'in 80'li yıllarda oluşturduğu sosyal tahribatı gözler önüne seriyor. İşte o yazı...

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-07-28 12:05:00

'Kenan Evren' ve geçmişle hesaplaşma

Ümit Kurt'un yazısı...

Kenan Evren ve geçmişle hesaplaşma


Bir düşünce kıyıcısının, bir düşünce alerjiğinin, düşündüklerinden ötürü, düşünce suçlusu olarak yargılamak galiba ona bağışlamadığımız son payeydi.

Aslında bu yazıya başlarken, kendimle ve beni bu yazıyı yazmaya iten güdülerle savaşıp durdum. En nihayetinde Kenan Evren’ e dair hasbel kader düşüncelerimi, onunla ilgili aklıma gelenleri ve biriktirdiklerimi dökecektim ortaya.

Ve şunu bir kez daha çarpıcı ve trajik bir biçimde idrak ettim ki: benim gibi 12 Eylül girdabının sonrasına ait bir kuşağın üyesi olarak, olgunluğa ve aydınlığa eriştiğini düşünen, başka bir deyişle kendisinin efendisi olmuş, dış dünyadaki bütün vesayetleri üzerinden atmış olarak hisseden ve “düşünüyorum; öyleyse varım” diyen “akıl hür; vicdanı hür” genç bir üniversiteli için Kenan Evren figürünün zihnimdeki katmanlarda oluşturduğu tahribatı ve tahrifi onarmak bir hayli meşakkatli olmuş.

Önceleri 12 Eylül 1980, nedenleri daha önce anlatılmış, yazılması ve hatırlatılması gerektiği gibi hatırlatılmış; daha doğrusu “unutturulmuş”, sıradan bir tarihsel kerteydi benim için. Ta ki, “onu”, sanatçı kişiliğiyle şu sıralar ön plan çıkan “Paşamızı” yani Evren’in yarattığı zihinsel ve düşünsel evreni algılayana ve bunun yarattığı toplumsal tarumarın farkındalığına erişene kadar. Yani, kendimi ilk defa kendi yarattığım fikirlerle, kendime ait olan aklımla kavrayana, kendi öz bilincimin farkına varana kadar.

Evet, esasen çok olmadı, hepimizin 12 Eylül’ün taçsız kralıyla tanışması. Onun ufukları zorlamayan, düşüncelerin zincirlerini kırmayan; Sürekli “öğretilen”, “anlatılan” , “Allah baba ve Kenan baba böyle uygun görmüş” güzellemeleriyle, içi dolmadan boşalan beyinlerle, daha kendi özünü, bilinci tanımadan aşılanan ve kök tutan bilinçlerle; hiçbir aitlik motifi olmayan aidiyetler ve tabular silsilesiyle tanışması, gerçekten çok olmadı. Önce ne olduğunu bile bilmediğimiz; ama o zamanın “laik” devleti tarafından sürekli pompalanan bir inanca aidiyet, sonra ehlileştirilmiş, sınırları renksiz kalemlerle çizilmiş, cendereden çıkartılıp; bir süre nadasa bırakılmış, bütün dâhili ve harici “düşmanlarından” arındırılmış ve en önemlisi Paşamıza göre bize eziyet veren, olmayan aklımızı karıştıran Paşamızın hiç mi hiç tasvip etmediği “düşüncelerden” arındırılmış; hâsılı beyni çölleştirilmiş, duyguları kaskatı kesilmiş bir “topluma” aidiyet.

12 Eylül 1980 sonrası dünyaya gözünü ben yaşlarda açanların, yani benim, daha doğrusu önceki benle ölüm kalım savaşı vererek, onu parçalayan, evet o tahrip gücü yüksek, yaşadığı toplumsal düzene ve kendine yabancılaşmış, öğreneceklerini çoktan öğrenmiş olarak doğan tam otomatik, full aksesuar bana ait olmayan benliğin, yani bizim, sahip olduğumuz geçmiş de ve en acısı gelecek de buydu. Çünkü 12 Eylül’cüler için gelecek de belliydi.

İşte, benim muhayyilemdeki “Kenan Evren” metaforu bundan ibaret. Onun ve saz arkadaşlarının başarılı bir ekip çalışmasıyla(!) kurdukları “evren”e dair aklıma gelenler ve daha nice gelmeyenler bunlar.

Hatırlarsanız bir zamanlar paşa hazretleri şöyle buyurmuştu: “Türkiye sekiz eyalete bölünmeli”. Vay efendim sen misin bunu söyleyen! 12 Eylül’den, yani, (en hafif deyimiyle) darbeden, yargılan(a)mayan Evren’in “toplumun hassas olduğu bir siyasi ortamda infiale sevk edici, kaosa sebep olabilecek açıklamalar” yaptığı için yargılanması isteniyordu. Yani, darbeden yargılan(a)mayan Evren, düşünce suçlusu olmak üzereydi.

Bir düşünce kıyıcısının, bir düşünce alerjiğinin, düşündüklerinden ötürü, düşünce suçlusu olarak yargılamak galiba ona bağışlamadığımız son payeydi. El birliğiyle, onu da başaracağımız muhtemeldir. Peki, düşünce suçlusu olarak yargıladığınız Kenan Evren ’in; şimdi doğan veya doğacak olan, zihni, aklı ve düşünceleri yeni kök salıp yeşermeye başlayan ve başlayacak olan çocukların muhayyilesinde oluşturacağı imajla ilgili bir fikriniz var mı?

Bu muhayyileye 12 Eylül’de yaşatılan insanlık dramının baş sorumlusu olmasına rağmen; dokunulmazlık zırhına bürünerek bütün yargı yollarını kapatan bir Kenan Evren' mi; yoksa “düşünce suçlusu” ve “bölücülük” suçlamalarıyla yargılanmış bir Kenan Evren ’mi kazınacak?

Bence, ressam ve emekli darbeci Paşamız böyle bir soruyu bize sordurarak, bizi gayya kuyusuna tekrar atarak ve iki arada bir derede bırakarak, hayatının son demlerinde zihnimize ve kolay kolay silinip atılamadığı muhayyelimize bir darbe daha vurarak, kadim görevini bir kez daha layıkıyla(!) ve başarıyla(!) ifa etmişti.

Gelelim bugüne. Şu sıralar Türkiye’nin gündemini yine Kenan Evren işgal ediyor. 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştirenlerin yargılanması için Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması ve Evren’i yargılama yolunun açılması adına ciddi bir toplumsal ve siyasal irade hâsıl olmuş gibi gözüküyor. Ancak burada önemli olan 12 Eylül’ün insan haklarını hiçe sayan işkence kıyımının bütün dişlilerinin adalet önüne çıkarılması ve ciddi anlamda geçmişle hesaplaşmak adına tıpkı Güney Afrika’daki ve Arjantin’deki gibi bir “Hakikat Komisyonun” kurulması gerekiyor. Vicdanları gerçekten rahatlatacak olan böyle bir girişimdir.

Türkiye’nin geçmişle hesaplaşma konusundaki ürkekliği ve adeta Kafkavari korkularının siyasal ve toplumsal tarihimizin üst üste yığılmış nisyan katmanlarını daha da derinleştirdiğini söylemek mümkün. Nedenleri ve sonuçları üzerinde yeterli derecede kafa yorulmamış, acılarıyla/korkularıyla yüzleşme cesaretini gösterememiş, mağdur bıraktıklarıyla bir diyalog sürecine girmemiş, onlarla karşılaşmaktan imtina etmiş olayların ve dönemlerin kaba bir envanteri bile bize ‘nisyan katmanları’ ile ilgili yeterli fikir veriyor.

Türkiye’nin hiç vakit kaybetmeden ‘hatırlama kültürü’ üzerine payandalandırılan bir geçmiş politikasına ve bu geçmişte yaşanmış tüm zülüm ve haksızlıkların cezasız kalmamasını sağlayacak bir geçmişle hesaplaşma sürecine girmesi gerekiyor. Bundan kaçınmak, bunu ertelemek unutulanın, unutturulanın ve en nihayetinde bastırılanın sadece ve sadece tahrip gücü daha yüksek bir biçimde geri gelmesini sağlar. Toplumsal/kolektif hafızası bastırma ve unutma ile şamil olan Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesinin ve hesaplaşmasının sağlanabilmesi adına yapılması gerekenlerin en başında resmi ideolojinin, onun bütün aktörleri ve araçlarının; bu unutma ve bastırma eğiliminin ürettiği rıza mekanizmasını meydana getiren toplumsal ilişkilerin bütün boyutlarıyla sorgulanması elzem. Bu sorgulama aynı zamanda yeni bir toplumsal demokratikleşme projesinin ve medenileşme sürecinin de fitilini ateşleyecektir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki: Türkiye’de böyle kapsamlı bir geçmişle hesaplaşma sürecinin uç vermesi güçlü bir toplumsal talep ve demokratik bir siyasal irade gerektirir. Walter Benjamin “mücadele etmemiz gereken kişilerin yüzleri maskelidir” diyordu. Artık maske düştü ve kel çoktan göründü.

Kaynak: Radikal

SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara