Arap basını manşetleri
Arap dünyasının önde gelen gazetelerinin siyaset, ekonomi, kültür-sanat, teknoloji ve spor haberlerine TIMETURK'ten ulaşın. İşte bugün öne çıkan haberlerden bazıları:
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-28 11:08:00
Leyla Ebumellal - Defne Bayrak / TİMETURK
Bugünkü gazete turuna manşetinde “Obama’ya Afganistan’dan Kötü Haberler” başlığını kullanan El-Kuds El-Arabi Gazetesi ile başlıyoruz. Gazete habere şöyle devam ediyor; “Amerikan Başkanı Barack Obama, Afganistan’dan gelen; insani ve maddi hasarların sayısında büyük tırmanış olduğunu içeren raporları okudukça büyüyen bir endişe yaşıyor olmalı. Geçen kısa günlerde, NATO’ya tabi 4 uçağın düşmesine şahit olundu. Afganistan’daki askeri liderlik Haziran ayında 50 kişinin öldüğünü ve bunların büyük kısmının Amerikalı ve İngiliz olduğunu ortaya koydu. Öyle ki bu yaklaşık 8 sene önce savaş başladığından bu yana görülen en yüksek zarar rakamı.
Amerikan kamuoyunun Afganistan Savaşı karşısında değişen görüşü başkan Obama’ya vurulan en büyük darbeyi oluşturuyor. Zira adam Afganistan Savaşı’nda kazanmaya bahse girdi ve bu savaşı başkanlığının önceliklerinin zirvesinde kıldı. Bu bahsinde kaybetmek kazanmaktan daha yakın görünüyor.
Gelecek günler belki de daha kötü olacak. NATO Güçleri saflarındaki kayıp sayısı, bu savaşa karşı olan siyasilerin, medyanın ve çekilmeyi isteyenlerin eleştirilerini artıracak. Bu nedenle de başkan Obama için kötü haberlerin sayısı hızla yükselecek. Bu da zaten düşmeye başlayan popülerliğine kötü etki edecek”
El-Haliç Gazetesi’nin manşetinden ise “Ödül mü, Yoksa Ceza mı?” başlığı yer alıyor. Ardından şöyle devam ediyor; “Düşmanın ve düşmanla işbirliği yapan şirketlerin boykot edilmesi, Madrid Konferansı’ndan sonra yok edilmesinden önce büyük bir darbeydi. Tesiri de etkindi. Hiçbir şey karşılığında yok oldu. Evet hiçbir şey karşılığında. Hatta durum yavaş yavaş daha da kötüye gitti ve orada bir telaş oldu. Amerikalıların tüm boykotu ortadan kaldırma, düşmanın önünde tüm kapıları, pencereleri, sınırları, deniz ve hava sahalarını (tabi ki Arap) açma iştahı kabardı.
Araplar boykot silahını hafife aldı. Karşılığında bir şeye ulaşmadı. Aksine Siyonist işgalci teröründe, kasılmasında, ‘hayır’larında ve şartlarında ısrar etmeye devam ediyor. Zamanın alaycılığıdır ki bugünkü dengede Siyonist, Arap devletlerin bu düşmanla mevcut çatışmanın görüşmeler, pazarlıklar ve tavizlerde hülasa edilmesine razı edilmesinden sonra Arap varlığı kabul eder oldu. Aksi değil! Bu da sadece işgalin sabitlenmesinden başka bir sonuç doğurmamıştır.”
Aynı gazetenin yorum sayfasında yazar Saad Mahyu’nun; “Hillary’nin Bombası… Belki Zararda Fayda Vardır” başlıklı yazısını okuyoruz. Mahyu yazısına, “Obama yönetimi gerçekten de İran’ın nükleer bombasını gerçek bir durum olarak tanımaya ve onunla bu zeminde muamele etmeye mi karar verdi?” diye sorarak başlıyor. Ve devam ediyor: Orada bu fikre işaret eden iki şey bulunmaktadır.
Bunlardan ilki Hillary Clinton’un Bangkok’ta yaptığı ve bir bomba etkisindeki açıklamalarıdır. Zira şöyle dedi; “Washington, İran nükleer silah geliştirdiği taktirde Amerika’nın nükleer şemsiyesini Körfez ülkelerine uzatmaya, buna ek olarak da bu ülkelerin savunma güçlerini artırmaya hazırdır”.
İkincisi İsrail istihbarat bakanı Dan Mirdor’dan hemen gelen şu cevaptır; “Clinton’un konuşmalarından Amerika’nın, ‘nükleer İran’ fikrine teslim olduğu anlaşılmaktadır. Bu bir hatadır. Biz İran’ın kendisini nükleer silahla silahlandırmaya güç yetirebileceği varsayımı üzerine hareket edemeyiz. Aksine bu ihtimali engellemek için çalışmamız gerekir.”
Tabi ki Clinton hemen Tahran karşısında yeni bir siyasetin söz konusu olduğu anlamına gelmediği, aksine sadece İran’a nükleer bomba sahibi olmasının caydırıcı gücünü artırmayacağını, belki de Amerika nükleer ve silahlandırma şemsiyesini Körfez ülkelerine uzatacağı için zayıflatacağını izah etmek için bu konuşmayı yaptığı açıklamasında bulundu.
Ortadoğu düzeni üzerinde İsrail’in mutlak egemenliğini kıracak her türlü gelişme olumlu bir adım sayılır.”
Mısır El-Ehram Gazetesi ise manşetine “Mısır’ın Su Güvenliği… Kırmızı Hat” haberini taşımış. Gazete; “Tartışmaların şiddetlendiği şu hassas anda Mısır’ın konumu oldukça güçlü. Kendisini tarihi değişmezler, istikrarlı sözleşmeler ve uluslar arası takviye desteklemekte. Mısır’ın konumunu farklı kılan en önemli nokta ise makul bir mantık içinde olması. Mısır’ın şartları 3 tanedir. Güçlü ve akılcı konuşmak. Hiç şüphesiz her devletin vatandaşlarının hayatını ve milli güvenliğini güvence altına alan su güvenliğine sahip olmak, hakkı. Buna ek olarak da Yukarı Nil üzerine herhangi bir projenin önceden bildirilmesi de zorunlu. Üçüncü ve son nokta ise kararların oybirliğiyle ya da nitelikli çoğunlukla alınmasıyla ilgili. Bu üç şart, hayatlarının atardamarı olan Nil Nehri’ne ortak tüm ülkeler için sağlanması gereken temel şartlar. Devletlerden bir grubun ya da birinin danışmadan kararlar alması, diğerlerinin çıkarları için bir tehdit unsuru olacağı gibi doğal kabul edilip ve anlayışla karşılanamaz bir durum. Bu adımlar tamamlandığı taktirde kötü niyetin ve başkalarını önemsememenin göstergesi olacak. Mısır’ın düşmanlığını kazanmak ya da ulusal güvenliğini tehdidiyle riske atmak veya da vatandaşlarının hayatlarını tehlikeye atmak, nesillerinin geleceğini ciddi tehlike altına sokmak kimsenin işine gelmez.”
El-Riyad Gazetesi’nin manşetinde ise “İnsan Katil ve Yıkıcıdır” başlığı yer alıyor. Yazıda Yusuf Alkwylit; “İnsan azılı bir katildir. Şirketler ve bu şirketleri gözeten devletler arasındaki çatışma belki de kuraklığa sebep olan hava sıcaklığının artmasını uygun görmeyen ile iklim döngüsünün doğal bir hali olarak gören ve daha önce de bunun yaşandığını söyleyen arasındakinin çatışmasıdır. İşin tarafsız bilim adamları tarafından çözülmemesi bu küçük gezegenin doğal yok etmenin en tehlikeli dalgalarına maruz kaldığını onaylamaktadır. Akıl sahibi bir varlık olan insanın davranışları doğa için tüm vahşi hayvanlardan daha büyük tehlike anlamı taşımaktadır. Zira nükleer silah envanterleri, reaktörler, radyoaktif madde depoları ve zehirli gazlar bu gezegeni 3-4 kez alt üst etmeye ve tüm varlığını yok etmeye güç yetirebilir kapasitededir..
Genel olarak uyarı çanları tüm ülkelerde çaldı. Zira sadece fakirler ve yoksullar değil aynı şekilde şehirlerde müreffeh hayat sürenler ve gelişmiş dünyada büyük servet sahipleri de etkilenecek” dedi.
Birleşik Arap Emirliklerinden yayınlanan El-Beyan Gazetesi’nde ise; “Barış Bir Kuruntu Olmasın Diye” başlığı yer aldı. Gazete şöyle dedi: “Amerikalı 3 üst düzey şahsiyet dünden başlayarak Ortadoğu’yu ziyaret ediyor. Gözlemciler bu ziyaretler için, Amerika’nın barış sürecini canlandırmak için başlattığı “geniş çaplı diplomatik hamle” ibaresini kullandı. Bu ziyaretlerin ilki Amerika elçisi George Mitchell’in Suriye’nin başkenti Şam’dan başlayan turu.
Mitchell’in Suriye’deki varlığı Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates’in İbrani Devleti’ne ulaşmasıyla eşzamanlı oldu. Üçüncü ziyaretçi; Amerika Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones de yarın varıyor.
Önemli olan Amerikalıların barış sürecini nasıl yaşatacağı. Zira Netenyahu ve gaspedilmiş Filistin topraklarında yerleşim faaliyetlerini sürdürmekte ısrar eden takımından öldürücü darbe aldı. İsrailliler Amerika’nın ve Uluslar arası Toplum’un uluslar arası iradeye aykırı bu faaliyetleri durdurma çağrılarına kulak asmıyor. İsrail’in uygulamalarından mağdur olan ana taraf yani Filistin Sultası, yerleşim durdurulmadıktan sonra müzakerelere girmeyeceğini söyledi. Amerika Mitchell’in dediği gibi gerçek barış istiyor.
Mitchell bölgenin orasında burasında boşuna gezecek.
Aşırı Kalabalık, trafik ve darboğazlar hakkında Cezayir’den bir haberde şöyle dendi; “Cezayirlinin beşikten mezara her şeyi kalabalık. Daha ilk bağırışından itibaren kendisini kalabalık hastanelerde buluyor. Hayata veda edene kadar yaşam seyrini, hepsi de darboğazlardan yakınan istasyonlar arasında naklolarak geçiriyor. Tabi ki kalabalıktan uzak. Çünkü kendisini, ailesi defnetme işini, halledene kadar bir bekleme salonunda bulacak. Hatta kabirlerimiz trafik olgusundan yakınır oldu. Aşırı kalabalık, dar boğaz ve trafik Cezayirlilerin günlük hayatlarından bir parça oldu. Zira tüm bunlardan kurtulmayı isteyip göç etmeye karar verdiğinde bile kalabalık ölüm teknelerine biniyor. Yakalandığında da yine kalabalık hapishanelere atılıyor”.
Düstur Gazetesi ile Filistin Gazetesi’ne dönüyoruz. Gazete “Filistinli Mültecilerin Trajedisini İzle” başlığı altında şöyle diyor; “İsrail’in uzun zamandır habis Yahudi planına istinaden UNRWA’nın hizmetlerini kısıtlamaya ve kaynaklarını kurutmaya çalıştığını vurgulamak gerekir. İsrail bunu UNRWA, Filistinli mültecilerin varlığının, şikayetçi oldukları sert ve zor yaşam koşullarının şahidi olduğu için yapmakta. Bu trajediye bir sınır konması için Uluslar arası Toplum’un sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Bu da uluslar arası kararların özellikle de 194 no’lu kararın uygulanmasıyla mümkün olacak. Bu madde Filistinli mültecilerin geri dönmelerini ve kendilerine tazminat ödenmesini içermekte. UNRWA yapılan bağışların azalması nedeniyle alarm gerektirecek zor maddi koşullardan şikâyet etmekte. Nitekim bu zor koşullar özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerinde gerileme olarak mültecilere olumsuz yönde tesir etmekte, kardeşlerinin onurunu korumak için ağır ve külfetli yük taşıyan ev sahibi ülkelere ve tartışması mümkün olmayan onur içinde yaşama haklarına aksetmekte.”
Kuds El-Arabi Gazetesi’nin bugünkü sayısında “İran ve İsrail Nükleer Bağlantısı” başlığını görüyoruz. Yazının içeriğinde şöyle deniyor: Amerika İran’ın nükleer programına muhalefetini; bölgede tehlikeli bir nükleer yarışı başlatmasının mümkün olduğunu söyleyerek haklı çıkarıyor. Burada sorulacak soru ise nükleer yarışın neden şimdi; İran’ın nükleer emellerinin gün yüzüne çıktığı bir vakitte geliyor? Geçtiğimiz 50 yıl boyunca İsrail nükleer programı 100’lerce nükleer baş üretirken hiçbir olay görmedik.
İran hükümeti kendi programı ile İsrail’inki arasındaki bağın önemine dikkat etmeye başladı. Nitekim İran dışişleri bakanı sözcüsü Seyyid Hasan Kaşkavi birkaç gün önce, Tahran’ın 6 ülkeye (beşi Uluslar arası Güvenlik Konseyi’nde daimi üye, diğeri Almanya) sunacağı paket programların uluslar arası yaklaşıma istinaden İran’ın nükleer dosyasını içereceğini açıkladı. Ardından şöyle ekledi; “Uluslar arası silahsızlanmadan bahsetmeden nükleer dosyaya son vermemiz mümkün değil…Siyonist rejimin elindeki 200’den fazla nükleer başlığı anmayı ihmal edip de nükleer silahsız bir Orta Doğu’dan bahsedemeyiz”.
İran’ın konumu çok zekice ve tüm Arap, İslam hükümetlerinin desteklenmeyi hak etmektedir. mantıklı, aynı zamanda da sorumlu bir yapısı var.
Mısır’ın El-Ehram Gazetesi ise şu başlığı atmış: “İsrail… Bu Konum Barışa Terstir”
Yazının içeriği ise şöyle: Tartışmasız Amerika-İsrail arasında Filistin meselesi hakkında yapılan müzakereler, İsrail başbakanı Netenyahu’nun Amerikan yönetimine ters ve muhalif sayılan konumuna işaret etmektedir. Bu durumun en net örneği Netenyahu’nun bir Filistin Devleti kurulması konusunda koyduğu, Filistinliler ve Araplar tarafından reddedilen şartlardır. Bunların en önemlisi de barışın olmadığı bir devlet olması, hava, kara ve deniz sahalarının tümünün İsrail’in egemenliği altında yer almasıdır… Aynı şekilde Filistinlilere, herhangi bir müzakereye başlamanın ön şartı olarak “İsrail devletinin Yahudiliği” şartını koydu.
Netenyahu, işgal edilmiş Batı Yaka’da yerleşim bina etme siyasetini sürdürmektedir ve Kudüs’ün Yahudileştirilmesinin planlayıcısıdır.
Yukarıdakilere istinaden İsrailli göstergeler İsrail hükümeti’nin şu ana kadar bölgede barış sürecinin gerçekleşmesine dair rağbeti olduğuna işaret eden hiçbir kayda değer bir girişiminin olmadığını vurgulamaktadır.
Dar El-Haliç Gazetesi’nde “Sapmanın Ölçülmesi” başlığı altında şöyle deniliyor: Arkadaşlar, ortaklar, müttefikler… Onlar Amerikalı ve “İsrailli” yetkililer. İşte en yüksek düzeyden Amerikalı heyetler Siyonist varlık yönünde ilişkilerdeki belirsizliği ortadan kaldırmak için yarışıyor. Orada; Amerika’nın içinde; kongrede Siyonist Lobi tarafından Obama Yönetimi’nin; raydan çıkmasını engellemek için –bu sapma temel bile olsa- gerçekleştirilen bir hareketlilik söz konusudur. Araplar, Amerika’dan ya da Amerika dışında birinden gelmeyecek olanı beklemek yerine bir kere kendi kapasiteleri üzerine oynasalardı daha onaylanır olurdu. Sadece bir kere! Bu bahis oynanmadığı sürece işgal kalacak, yerleşim büyüyecek ve transfer sürecek.
Bu komadan herhangi bir çıkış yolu var mı?
Birleşik Arap Emirlikleri’nden yayınlanan El-Beyan Gazetesi’nde bugün atılan başlık “Yalan Gerginlik” . Ardından devam ediyor: İşte böyle Amerika İsrail ilişkilerinin istenen havada olduğu görülüyor. Dün İsrail Ordusu’ndan yayınlanan ve geçen Haziran ayının sonuna kadar Batı Yaka’daki yerleşimlerde 300 binin üzerinde yerleşimcinin yaşadığına işaret eden resmi rapordan bile rahatsızlığını açıklanmadı. Kaldı ki bu yıl Ocak ayına göre bile %2.3 artış olduğu görülmektedir.
Bu Filistin ve Arap tarafı için Amerika’nın İsrail’le ilişkilerinde sağlamlık ya da gerginlik olmadığı anlamı taşır. Bizi endişelendiren ise İsrail tarafı yerleşimi durdurmayı reddederken barış sürecinin nasıl ilerleyeceğidir!
Orada Amerikalıların, İsrail’le normalleşme yönünde Arapların hızlı bir adım atmasının zorunluluğuyla ilgilendiklerine dair bazı ipuçları bulunmaktadır. Mitchell ilişkilerin normalleştirilmesinin başkan Obama’nın şahsi hedefi ve görüşü olduğunu açıkça söyledi.
İsrail Araplar’dan karşılık vermeden ödül almak istiyor. Ücretini ödemeden normalleştirme istiyor. Ücreti ise gasp ettiği topraklardır. İbrani Devleti ücretini peşin ödemedikçe yani işgal ettiği tüm Arap topraklarından tamamen çekilmedikçe barış zor olmaya devam edecek.
Şark El-Ewsat Gazetesi’nde Thomas Friedman; “Radikaller Kaybediyor” başlığı altındaki yazısında şöyle diyor: Teröre karşı savaşın ön hattına seyahatten bir hafta sonra – İran sahilleri karşısında mevcut Amerikan uçak gemisi USS Ronald Reagan’dan başlayarak, Irak’ın kuzeyine, oradan Afganistan’a son olarak da Pakistan’ın kuzey batısına- rahatlıkla diyebilirim ki kötüler kaybediyor.
Evet, bugün İslam dünyasında yıkılan dinamo taşları halklarını ikna etmekte gerek gerekçeleriyle gerek de İslam çözümdür anlayışının doğru sürümü oldukları inancıyla yönetimde gösterdikleri tavırlarıyla başarısız kalan hükümetler ve radikal İslami gruplardır. Radikaller gerekçeleri başarısız kalsa da hala sahada mevcuttur. Bu hususta kendisine teşekkür edilmesi gereken tüfek namluları ve petrol varilleridir. Zira uzun süre kalmalarını sağlamıştır.
Radikallerin acı başarısızlığı tattıkları bir vakitte müttefiklerimizin –Amerika’yı destekleyenler, Müslüman yenilikçiler ve ılımlı Araplar- boşluğu bir gram reformla hükümetleri de yenilikle dolduramadıkları görülmektedir. Oysa alkışlarla kazanmaktadırlar.
Friedman sözlerini şöyle noktaladı: Eğer bugün radikal İslamcıların ellerinde bir güç varsa bu kuvvetli fikirlerinden ya da iyi yönetim kurma örneklerinden kaynaklanmamaktadır. Aksine mezhep çatışmalarının artırılması yoluyladır. Afganistan’da Taliban, Peşton trajedisini kullanıyor. Irak’taki Sünni radikaller de güçlerini Şiileri öldürmeye dayandırıyor. Ancak daha az yolsuzluğun söz konusu olduğu ve halkları tarafından daha çok kabul gören hükümetlerin kurulması, daha iyi okulların inşa edilmesi, ekonomik fırsatların artırılması ve İslam’ın yeniliği kucaklayan gerçek vizyonu aracılığıyla iyi fikirlerin uygulanması için desteklerinin kurutulmasının tek yolu Müslüman ve Arap yenilikçilerin elindedir. Belki de Mısır’da, Filistin’de, Irak’ta, Afganistan ve Pakistan’daki müttefiklerimizin başarısız kalmasının sebebi budur.
Bunun gerçekleşmesiyle Radikal İslamcılar iflas edecek ancak tamamen arenadan da çekilmeyecek.
Haber Ara