Kart mağdurları bu yazı sizin için...
Milli Gazete yazarlarından Burak Kıllıoğlu Türkiye'de milyonlarca insanın mağdur olduğu bankacılık sistemini yazdı. İşte bir ekonomist gözüyle banka gerçeği:
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-23 22:31:00
İktisat fakültelerinde okuyan gençlere "bitirince ne olacaksın?" diye sorulunca cevap genelde "bankacı" olur. Birçoğu, büyük bir bankada iş hayatına atılmanın hayalini kurar. Parlak bir kariyere atılan ilk adım, lüks ve bolca camlı bir plazada bir masa, şık ve havalı çalışanlar, bol sıfırlı maaşlar..vs. Keşke bankacı sayısı artacağına biraz da aklı başında iktisatçıların sayısı artsaydı da, bu insafsız ve haksız sisteme karşı düşünce üreten, bilgili ve vicdan sahibi iktisatçılara sahip olabilseydik. Aynı zamanda da, on yıllardan beri "gelişmekte olan" yaftasını taşımak durumunda kalmazdık belki de. Elbette vardır ama sayıları az, sesleri gür değildir. Sermayeden yana olanlara sağlanan imkânlarla kıyaslanamaz bile sahip oldukları şartlar.
Gençlerin böylesi bir tercihe yönelmesi normal sayılabilir. Üniversite döneminden sonra bir an önce hayata atılabilmek, en kısa zamanda bolca para kazanmak (ki artık bankacılık sektöründe de eski tatlı maaşlar yoktur), kendi ayakları üzerinde durabilmek meselesi vardır önlerinde ve belki de birçoğu da adam akıllı düşününce bu sistemin bir neferi olmayı kabullenmeyeceklerdir.
Kapitalist sistemin temel araçlarından birisidir bankalar. Şirketler ve şirketlerin büyümesi, semirmesi, her önüne geleni yutması üzerine kurulu olan sistemde kaynak sağlama görevi de bankalarındır. Temel mantık olarak banka, kaynak (yani sermaye, para) sahibi ile kaynağa ihtiyaç duyan arasında bir aracıdır. Kaynak sahibinden ucuza tedarik ettiği parayı, kredi olarak ihtiyaç duyana pahalıya satar. Aradaki farktan kazanç sağlar. Giderek çetrefil ve karmaşık hale gelen finansal yapıya rağmen, temel işleyişi bu şekilde basite indirgenebilir. Devlet borç ödeyeceği zaman bankalara başvurur, bankalar da ucuza sağladıkları kaynakları fahiş bir fiyata devlete satarlar. Uzun yıllar Türkiye'deki bankaların ekmek kapısı olmuştur bu Devlet borçlanmaları.
Bankacılığın kökeni, tüccarların uzak yerlere giderken yanlarında çokça para veya altın, gümüş vs. taşımama ihtiyaçlarına cevap vermeye dayanabilir. Bir görüşe göre, Tapınak Şövalyeleri, Avrupa genelinde sahip oldukları yaygın örgütlenme sayesinde bankacılık konusunda öncülük etmişlerdir denebilir. Ancak, Kilise'nin yasak ettiği bir faaliyet olan tefecilikten de paylarını almışlardır ister istemez. Aslına bakılırsa, bankacılığın olduğu yerde de tefecilik elde olmadan göz kırpacaktır size. Ne de olsa, paradan para kazanmak hem kolaydır, hem de bol kazanç vaat eder.
Bankacılığın temel güdüsü, kazanç motifi faizdir. Faizi denklemden çıkarırsanız, bankacılıktan da bahsetmek mümkün olmaz. Kilise tarafından yasaklandığı için Hıristiyanlar tefecilik ile uğraşmaktan çekinmişler, ancak Yahudiler için de bulunmaz bir fırsat olmuştur bu durum. Avrupa'nın önde gelen Yahudi ailelerinden birçoğu servetlerini tefeciliğe (sonradan banka adı altında resmiyet kazansalar da) borçludur.
Meşhur Rotschild ailesi, bu konuya gösterilebilecek en belirgin örnektir. Babaları 5 kardeşi de ayrı bir Avrupa şehrine göndermiş ve bir bakıma tefecilik ağlarını Avrupa'ya yayma imkânı bulmuşlardır. Daha sonraları bu ailenin Avrupa'daki birçok savaşı finanse ettiğini (savaşan her iki tarafa da borç vererek), bir çok devleti kendilerine borçlandırarak siyasi ve ekonomik nüfuzlarını arttırdıklarını da unutmayalım. Şaşırtıcı gelse de, bugünkü bankaların ekâbir tavırlarına ve devletlere finansman sağladıklarını düşünmek ayaklarımızı yere basmamızı sağlayacaktır.
Bu noktada, bir de banka ve finans kurumu ayrımına bakmak da faydalı olabilir. Aslına bakılırsa, bankalar da birer finans kurumlarıdır. Dolayısıyla, banka eşittir (Türkiye'de kullanılan manasıyla) finans kurumu diyebiliriz. Gerçi bu çıkarımı yapmaya gerek de kalmamıştır. Çünkü dünün finans kurumları da bir süreden beri "katılım bankası" adıyla anılmaktadır, ki banka olduktan sonra ister katılın, ister katılmayın, aynı kapıya çıkacaktır. Büsbütün haklarını yemeyelim; katılım bankaları, biz faize bulaşmıyoruz (kapitalist sistemde çalışıp, onun neredeyse tüm argümanlarını kullanıp da faize bulaşmamak ne kadar mümkündür acaba?), parayı üretime sevk ediyoruz, kazanç veya zarara ortaklık sunuyoruz diye bir açıklama yaparlar.
Haklılık payı vardır elbet. Ancak, yine de birilerinin çıkıp, misal borsada işlem görecek olan "İslami Endeks"in, nasıl olup da İslami olduğunu açıklaması da şart gibi. Sözü geçen endeks, İslami kriterlere göre faaliyet gösteren şirketlerin hisse senetlerinin alım satımıyla ilgiliymiş. Yani, borsanın abdestlisi mi olmuş oluyor, böyle bir şey nasıl İslami olur, anlamak da mümkün değil. Sanki, o endekste işlem gören hisse senetleri üzerinde spekülasyon (yani alavere dalavere, bir çeşit kumar da denebilir) olmayacakmış gibi. İşin ilginci, bu tip bir endeksi sadece Müslüman yatırımcıların değil herkesin alıp sattığı ve hatta Vatikan'ın bile bu tip menkul kıymetlere yatırım yapmaya arzulu olması.
Bankaların, varlık nedenlerinden (faizden) kaynaklanan sorunlarının dışavurumunu bugünlerde çok belirgin olarak yaşıyoruz. Ekonominin, AKP eliyle yeni bir rekor daha kırarak tarihi bir küçülme yaşadığı ve her ne hikmetse pespaye bir tarzda yandaşlığa devam eden basın organlarının da bu konuyla ilgili dut yemiş bülbülü oynadığı bu günlerde, bankaların değmeyin keyfine. Yüzde 10-11 civarında bir kârlılık ile pek bir hallerinden memnun, pek bir mutlular. (Aslında bankaların normalde bu kadar kâr etmediği, ancak dışarıdan gelen 13 milyar $ tutarındaki kaynağı meçhul paranın sisteme girmesinin bu durumla ilintili olduğu söyleniyor) Adeta bir akbabanın hassasiyeti (!) ile müşterilerinin durumunu yakından takip ediyorlar.
Çarşı-pazarda, sokak arasında, zorla, eline tutuşturarak kredi kartı verdiği insanların bu kriz günlerinde tökezlemesini, borçlarının asgarisini dahi ödeyememesini bekliyorlar. Tökezlediği anda müşteri, bilançolarındaki kâr hanesi biraz daha büyüyecek çünkü. Borcun gecikmeye kalması ise bir rüyadan farksız. Gerçek bir örnekle açıklarsak, 9.000 TL'lik borç olacak 22.000 TL. (Gazetelerden alınma gerçek bir olay) İşin gülünç kısmı, hemen hemen herkes bankalarla (profesyonel tabiriyle) "çalışırken", bir kimse mecburiyetten veya çaresizlikten tefeciye müracaat ederse, o kimseye acınmasıdır. Aslına bakarsanız, tefecinin feriştahı yanı başımızdadır, cüzdanlarımızdadır ve her akşam yatarken "İnşallah, borçlarını ödeyemezler" diye fısır fısır dua etmektedir içinden. Ertesi gün de, muhtemelen bizlere doğum günümüz için kutlama mesajları ya da yeni kampanyalarıyla ilgili bilgi mailleri atacaklardır en sevimli halleriyle.
Kaynak: Milli Gazete
SON VİDEO HABER
Haber Ara