Uzlaşılan tek politika ucuz emek!
Krizde işsizlik tarihin en yüksek seviyelerine ulaşırken sosyal politika da büyük hasar görüyor.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-20 15:57:00
"Krizi mavi gözlü beyaz adamlar çıkardı" diyordu Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva, geçen Nisan'da yapılan G20 zirvesinden önce, "bu ideolojik bir konu değil. Küreselleşme sürecine katılmamış olan çoğu fakir insan bu krizin ilk kurbanları oldu." Krizde geçen süre Silva'yı haklı çıkarmaya devam ediyor. Araştırma şirketi Ipsos'un Haziran'da yayımlanan raporuna göre Nisan-Mayıs 2009'da küresel gayri safi hâsılanın yüzde 75'ini oluşturan ve aralarında Türkiye'nin de bulunduğu gelişmiş ve gelişmekte olan toplam 23 ülkeden 23 bin kişinin yüzde 53'ü en çok endişe duyduğu konu olarak "işsizlik ve işsiz kalma korkusu"nu gösteriyor. İkinci korku ise krizden önce ilk sırada yer alan yoksulluk ve sosyal adaletsizlik endişesi. Haksız bir korku değil, Uluslararası Çalışma Örgütü'ne göre 2009'da dünyadaki işsiz sayısının 50 milyon kişiye ulaşması bekleniyor.
Türkiye'nin küresel krizde en çok zarar gören ülkelerden biri olduğu rakamlarla teyit edildi. Yüzde 13,8'lik rekor küçülmenin yanı sıra Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Mart ayı rakamlarına göre işsizlik oranı da yüzde 15,8 düzeyinde (işsiz sayısı 3 milyon 776 bin kişi). İşsizler kadar çalışanlar da sıkıntıda, zira sanayide brüt ücretler düşmeye devam ediyor ve milyonlar, her an işsiz kalma korkusuyla güne başlıyor. Bu tabloda geçen hafta gündeme çalışanları ilgilendiren iki konu hakimdi: Türk-İş'le Hükümet arasında yapılan toplu sözleşme ve Özel İstihdam Büroları'ndan geçici işçi temini imkânı getiren yasa. İşsizlik Sigortası Fonu'nun kullanım biçimiyle birlikte tüm bu faktörler krizde en çok hasarı çalışanların, daha da ötesinde varlığı krizden önce de zaten muğlak olan sosyal devletin gördüğünü ortaya koyuyor.
Şubat ayında yüzde 16,1 ile rekor kıran işsizlik oranı krizin şiddetinin azalmaya başladığı Mart ayında bir miktar azalsa da toparlama hayli zaman alacak. Krizden en çok etkilenen tarım dışı kesimde işsizlik yüzde 20'ye, genç nüfustaysa yüzde 27,5'e dayanmış durumda. Hatta iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar ve mevsimlik çalışanlar eklendiğinde oran yüzde 24'leri geçiyor. İşsizlik maaşı alanların sayısı Nisan'a göre biraz düşse de, 2009 Haziranı'nda, 2008 Temmuzu'na kıyasla yüzde 151 artmış durumda. Paketler çerçevesinde uygulamaya konan "kısa çalışma ödeneği"nden faydalananların sayısı da hızla artmaya devam ediyor. Ocak ayında bu ödenekten faydalananların sayısı 651 kişiyken Haziran'da 82 bin kişiyi aştı. İşsizliğin çarpıcı biçimde arttığı böyle bir ortamda 300 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu iş sözleşmesi görüşmeleriyse ilk altı ay için yüzde 3 ve ikinci altı ay için yüzde 5,5 oranında zamla sonuçlandı. "Zammın ortalaması yüzde 5,8'e geliyor" diyor Maltepe Üniversitesi'nden Çalışma Ekonomisi Uzmanı Atilla Özsever, "Sözleşmeler 2009'da başladı, yani 2009'un başında bir anlaşma olsaydı 2008'in enflasyonu baz alınacaktı. Bu da 10,06 idi. 2008 dolayısıyla sigorta ve vergi kayıplarını düşünürseniz yüzde 12'lik bir kayıp söz konusuydu." Özsever, sendikasız işyerlerinde sıfır zam, ücretsiz izin, özellikle kayıtdışı sektörlerde uzun çalışma süreleri, fazla mesailerin ödenmemesi gibi uygulamaları "krizin tam bir anti sosyal politika ve zihniyetle geçirilmesi" olarak yorumluyor.
Bu koşullarda doğal olan bu gibi durumlar için kurulmuş İşsizlik Sigortası Fonu'na başvurmak değil midir? Türkiye gibi bir ülkede olmayabiliyor. Fon'dan 2009 yılında bütçeye aktarılacak kaynak 2,9 milyar TL arttırılarak 4,4 milyar TL'ye çıkarılmış durumda. Bu aktarım 2010'da da geçerli olacak. Özsever, Fon'da 2008 sonu itibariyle biriken 40 milyar TL'nin, 2 milyarının yani sadece yüzde beşinin işsizler için kullanıldığını söylüyor. Buna karşılık pek çok farklı amaç için fondaki para kullanılmakta. Güneydoğu Anadolu Projesi'ne 2012'ye kadar aktarılmış para 7-8 milyar TL'yi, kadın ve genç istihdamı için fondan kullanılacak kaynağınsa 4 milyar TL'yi bulacağını iddia ediyor Özsever. Fonda halihazırda 41,6 miyar TL bulunuyor.
Özel istihdam bürolarından geçici işçi teminine olanak tanıyan yasa, sosyal politikanın gördüğü tahribatın son halkalarından biri. Hükümet kriz ortamında işsizliği azaltacak önemli bir çözüm olarak görse de çalışan kesim uygulamayı kölelik düzeninin geri getirilmesi olarak değerlendiriyor. Cumhurbaşkanı tarafından veto edilse de düzenlemenin başka bir biçimde yakında tekrar gündeme gelmesi kuvvetle muhtemel. Uygulama, geçici iş ilişkisinin yasal düzene kavuşturulması, işgücü piyasasının esnekleştirilmesi, işverenlerin küresel rekabet güçlerinin arttırılması, AB'ye uyum sağlanması gibi birçok gerekçeye dayandırılıyor. Ancak Anadolu Üniversitesi'nden Çalışma Ekonomisi profesörü Naci Gündoğan'a göre getirilmek istenen düzenleme hem bireysel hem de toplu iş ilişkilerinde önemli sorunlar yaratacak. "Sendikal örgütlenme, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı olumsuz etkilenecek. Bir işyerinden diğer işyerine kiralanan işçinin başta ihbar ve kıdem tazminatı olmak üzere sosyal güvenlik hakları konusunda da büyük ihtilaflar ortaya çıkacak" diyor Gündoğan, "düzenlemenin, zaten yapısal birçok sorunla karşı karşıya olan işgücü piyasalarımızdaki problemleri gidermek bir yana, yeni sorunlar yaratması kaçınılmaz."
Çalışma Bakanlığı'nda görev yapan ve ismini vermek istemeyen bir iş müfettişine göre bu tür özel istihdam büroları, kendi işçilerini ihtiyaç duyan başka işverenlere kiralayarak bundan kazanç sağlıyor. "İşçilerin emeği üzerinde çifte sömürüye zemin hazırlayan bir istihdam biçimi" olarak tanımladığı geçici iş ilişkisinin yeniden gündeme getirilmesinin altında, işverenlerin kriz ortamında işgücü yapılarını oluşturmada esneklik kazanmak istemeleri yatıyor. "Bu yolla, istenen nitelikte elemanı temin etmeleri kolaylaşacak, memnun kalınmayan elemanı hemen gönderebilecekler" diyor uzman, "feshe karşı koruma hükümlerinden etkilenmeyecekler, işçilik maliyetleri azalacak, özellikle toplu iş sözleşmesi uygulanan işyerlerinde toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmayan ucuz işgücü çalıştırmak mümkün olabilecek. Bunun yanı sıra doğum izni, yıllık izin gibi ödemelerin maliyetlerinden kurtulacaklar." Kalkınma Ekonomisi üzerine çalışmalar yapan Marmara Üniversitesi'nden Prof. Mehmet Türkay ise süreci "Rekabetin yarattığı maliyeti işçi sınıfına yıkmanın en kolay yollarından biriydi" şeklinde değerlendiriyor. "Sistem genel olarak maliyetleri toplumsallaştıran, kârları özelleştiren bir mantığa dayalı. Sosyal politika alanında iş güvencesizliği temel bir referans olarak bütün politikaların önünde duruyor."
Bu tabloda büyük resmin arkasına baktığımızda, kaçınılmaz bir uluslararası konjonktür gerçeğini görüyoruz. Hacettepe Üniversitesi'nden ekonomi doçenti Ali Murat Özdemir, bu sürecin dünyada hüküm süren neoliberal sistemin getirdiği emek gücünün örgütlenme düzeyindeki dönüşümle ilgili olduğunu söylüyor. Türkiye'de sosyal politika mevzuatının kapsamının gitgide daraldığını ve bunun Türkiye'nin sanayi yapısı, birikim stratejisi, özellikle de yönetici sınıfın içindeki sınıfsal gerilimlerle ilgili olduğunu söyleyen Özdemir, AK Parti'nin aslında emek gücünün direnişini kırmak için çok daha yaratıcı formüller geliştirebildiği için bugün iktidarını sürdürebildiği ve diğer yönetici sınıfların da bu anlamda AK Parti'ye bütünüyle destek verdiği görüşünde. "Taraflar bir tek politikada uzlaşıyor: Emek gücünün ucuzlaştırılması. Ama Türkiye'ye bu krizden daha az etkilenmek için gerekli müdahaleci politikaların getirilmesinde uzlaşamıyorlar. Bir toplumsal stratejileri yok. Küresel olarak emeğin metalaşmasının öne çıktığı bu ortamda bu istihdam yasası, belirli bir hükümetten ziyade, hükümet olan herkesin uygulayacağı bir strateji." Tüm bu faktörlerin yanında bu duruma müdahale edebilecek tek güç olan sendikaların da mevzuatla elinin kolunun bağlı olması, emek kesimi için umutlu bir geleceği güçleştiriyor.
(newsweek türkiye)
SON VİDEO HABER
Haber Ara