İran'da muhalif olmak
İran'ın Twitter destekli protestoları modern teknolojiden faydalanıyor olabilir, ama aslında bu eski bir hikayenin tekrarı: 1980'lerin Polonya'sındaki Dayanışma hareketinin...
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-13 17:16:00
Pek çok açıdan Tahran'dan gelen görüntüler tuhaf biçimde tanıdık: Seslerini duyurma talebiyle sokaklara dökülen idealist gençlerin doldurduğu dev gösteriler; aynı şekilde toplum polisinin en az 20 kişinin ölümü, sayısız kişinin dövülmesi ve yüzlerce kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan dev güç gösterisi; vurulup kan kaybından ölen genç bir kadının iç burkan görüntüleri; hükümetin suçu şeytani yabancılara ve uluslararası medyaya atan karşı propagandası; ve birkaç İranlının BBC ve Voice of America tarafından sokaklara çıkmaları için "kışkırtıldıkları"na dair "itirafları"...
Komünist Polonya'da birbiri ardına gelen protesto gösterileri ve baskı dönemlerine şahit olan ya da gözlemleyen herhangi biri için benzerlikler de, bu benzerliklerin yarattığı aşırı çelişkili hisler de göze batacak kadar ortada. Bir an insanların hak ettiklerini almak için vakur bir biçimde ayağa kalkmalarının yarattığı neşe hissediliyor. Bir sonraki an şiddet içeren önlemler uygulanması insanların haklı olarak gözünü korkutuyor ve bunun yarattığı umutsuzluk hissedilirken hükümet millet iradesinin temsilcisi olduğu iddiasıyla sessiz film oynamaya devam ediyor. Polonyalılar zamanında bütün bunları görüp geçirdiler ama hiçbir şey İran'da yaşananları izlemeyi kolaylaştırmıyor.
Bunları daha önce yaşamış olmak sonucun ne olacağını kolayca öngörebilmeyi de sağlamıyor. Geçmişe dönüp bakarsak Polonyalı işçi ve öğrencilerin 1956'dan, Dayanışma'nın başarıya ulaştığı 1989 yılına kadarki protesto ve eylem tarihi, bu yolun sonunda zafere ulaşmanın kaçınılmazlığına işaret ediyor gibi. 1968 yılında bir öğrenci değişim programıyla Krakow'dayken bu protestoların büyük bir kısmına şahit olmuş, daha sonra da Newsweek muhabiri olarak bu protestolarla ilgili haberler yapmış bir insan olarak, son dakikaya kadar çok az kişinin sonucun bu yönde olacağını beklediği gerçeğini sizinle paylaşabilirim. Aynı şekilde İran'daki durumun da birden fazla vesileyle ani şekilde değişmesinin bizi şaşırtması muhtemeldir.
Yine de İran'daki protestoların dinamiğiyle Polonya'nın deneyimini karşılaştırmak ve ilerleyen günlerde neler olabileceğini tahmin etmek faydalı bir çaba olabilir. Ortada pek çok açık farklılık var: din, kültür, siyaset ve tarih. Ama her iki tarafın tavırlarının da Polonya'nın oyun kitabından alıntı olduğunu hissetmek mümkün. Ve tabii ki farklı oldukları noktaları, aydınlatıcı oldukları noktaları da.
Bazı örnekler...
Sembollerin gücü: Dayanışma çağında yaşayan herkes yönetmen Andrzej Wajda'nın 1981 tarihli filmi Demirden Adam'ın etkisini çok net hatırlayacaktır. Bir on yıl önceki işçi protestolarını gösteren bu filmde özellikle protestocuların öldürülmüş genç bir adamı sedye niyetine kullandıkları bir kapı üzerinde taşıdıkları sahnenin etkisi çok belirgindir. Bu görüntü en az Tahran'daki protestolar sırasında öldürülen Neda Agha-Soltan'ın videosu kadar akıllara kazınmış durumdaydı. Karşıtlarını öldüren hükümetler her zaman için onları şehitlere dönüştürme riskini almış demektir. 1983 yılında öldüresiye dövülen genç lise mezunu Grzegorz Przemyk için de, bir yıl sonda kaçırılıp, işkence edilip güvenlik polisince öldürülen Dayanışma militanı rahip Jerzy Popieluszko için de durum buydu. Bu cinayetler insanlara aykırı olmanın riskleri hakkında açık mesajlar vermiş olabilir ama sonuç itibarıyla rejimin güvenilirliğinin altını oymuş ve muhalefetin sokaklara dökülmesi için bir başka sebep oluşturmuştu. Neda Agha-Soltan örneğinde de bu durum geçerli. Hem Hristiyan hem de Müslüman toplumlar şehitlerin gücünü aynı oranda kavramış durumda.
Teknoloji: Konu protestocuların mesajlarını nasıl yaydıklarına gelince, ilk bakışta Polonya ve İran'daki durumlar birbirinden tamamen farklı gibi. Facebook, Twitter ve daha pek çok İnternet aracının kullanılması bunun en önemli göstergesi. Hükümetin bu teknolojilerin kullanımı kısıtlama hamleleri de çok önemli. Her ne kadar araçlar farklı olsa da Dayanışma hareketi ve erken dönem Polonyalı eylemciler de bu savaştan haberdar durumdaydılar. Polonyalılar yasadışı matbaalarda çok sayıda broşür, yeraltı gazetesi ve başka yayınlar basıyorlardı. Hükümet bu matbaaların peşine düşüp onları kapatmaya çalışıyordu. Tıpkı İranlıların, hükümetin sinyallerini engellemeye çalıştığı radyo ve televizyonlara mesajlarını ulaştırmaya çabalamaları gibi, Polonyalılar da Radio Free Europe, BBC ve Voice of America gibi yayın organlarına mesajlar kaçırıyorlardı. Protestocular genç oldukları ve anın teknolojisinin nasıl kullanılması gerektiği konusunda genellikle hükümetten bir adım ilerde oldukları için her şeyi engellemek neredeyse imkansız gibi.
Böl ve yönet: Polonya'daki protestoları ilk zamanlar kontrol etmek çok daha kolaydı çünkü protestocular kendi aralarında sınıf ekseninde ayrılıyorlardı. Mart 1968'de öğrenciler sokaklara dökülünce işçilerin büyük bir kısmı sessiz kalmayı yeğledi. Baltık kıyılarındaki işçiler 1970'te ayaklanınca bu sefer büyük oranda sessiz kalanlar öğrenciler oldu. Fakat 70lerin sonlarına doğru KOR'un (İşçilerin Korunması Komitesi) kurulmasıyla öğrenciler ve işçiler aynı amaç etrafında birleşmeye başladılar. İran'daki protestoları çoğunlukla öğrenciler ve genç, eğitimli İranlılar biçimlendirmiş olsa da katılımcılar onlarla sınırlı değildi. İran'ın muhalefeti, bu sınıflar üstü ittifakların oluşturulması yolunun başlarında olabilir.
Yabancı düşmanlığı: Polonya'nın komünist rejimi, muhalifleri sürekli Batı'nın ve Radio Free Europe'un araçları olarak görüyordu. Hatta 1968 yılının Mart ayındaki öğrenci protestoları sırasında bugün İran televizyonunun yayınladığı gibi "itiraflar" da yayınlamışlardı. Bu itiraflarda genç insanlar televizyona çıkıp Batı medyası tarafından yoldan çıkarıldıklarını iddia ediyorlardı. Her iki durumda da mesaj sadık vatandaşların dış dünyanın şeytani planlarını fark etmesi ve bu planları reddetmesini talep ediyor. Ama o zamanlar Polonya'da, bugün de İran'da yaşanan protestoların asıl itici gücü, ülkenin içinde bulunduğu korunmacı pozisyondan çıkması ve vatandaşlarının global dünyanın bir parçası olmasına izin vermesi talebi. "Onlara karşı bizler" argümanı, daha önce düzenli olarak sokaklara salınıp kafa kırmaya yollanan Polonyalı toplum polisi ZOMO için işe yarıyordu. Bugün de aynı şekilde İranlıların işine yarıyor. Ama günümüzde tamamen izole bir dünyada yaşamak isteyenlerin dışında kimse bu argümana inanmıyor.
Devlet taktikleri: Diktatörlüklerin ve otoriter rejimlerin çoğu kendilerini demokrat gibi tanıtmaktan ve bu iddiayı desteklemek için bir yol bulmaktan çok hoşlanır. Sovyet bloğunun "halk demokrasileri", muhalefetin katılmadığı seçimler düzenleyip yasaları bu seçimlerin sonuçlarına dayandırmasıyla ünlüydü. Değişiklik isteyenlerin baskısı çok büyük olunca General Wojciech Jaruzelski'nin rejimi Haziran 1989'daki yarı serbest seçimlerin yapılmasına razı oldu. Partinin önde gelenleri bir yandan insanların serbestçe oy vermelerine izin vererek imajlarını düzelttiklerine bir yandan da Komünist Parti ve yandaşlarının meclisteki sandalyelerin büyük bir çoğunluğunu garantilediğine ikna olmuşlardı. Diğer bir deyişle seçimin sonuçlarını daha baştan etkilemeye çalışmışlardı. Dayanışma hareketi tartışmalı sandalyeler konusunda çok büyük bir zafer kazanıp daha önceden kuklalar olarak görülen en küçük partiler bile taraf değiştirince bu taktik geri tepti.
İran'da yöneticiler pek çok adayın başkanlık seçimlerine girmesine izin verdi ve sonra oy sayımına alenen müdahale ederek seçimi açık arayla kazanmayı garantilemeye çalıştılar. Bu yüzden kimi bölgelerde seçmen sayısından fazla oy sayıldı. Bu durumdan kurtulup kurtulamayacakları büyük ölçüde liderliğin kendi içinde ne olacağına bağlı. Gerçek ayrımlar ortada ve Başkan Mahmud Ahmedinejad pek çok önde gelen politik figürü zor kullanma taktikleriyle küstürmüş durumda. Polonya Komünist Partisi'nin içinde çekişen bütün güçler açısından, gücü her durumda elde tutmak en temel sorundu - ta ki bu durum imkansız hale gelene kadar. İran'da yönetici elitler bu kilit mesele üzerinde bu kadar mutabık değiller.
Muhalefet: İran'daki büyük cevapsız soru protesto hareketlerinin buradan nereye gittiği... Dayanışma hareketinin lideri Lech Walesa'nın aksine muhalefetin defacto lideri Mir Hüseyin Musevi daha önce başbakanlık yapmış ve dolayısıyla siyasi elitin içinden gelen bir isim. Peki Musevi gerçekten baskılara rağmen muhalefete liderlik edebilir mi? Yeni rolünün getirdiği yeni riskleri cesurca göğüsleyebilecek mi yoksa kademeli olarak geri mi çekilecek? Bu durum klasik "tarih mi insanları oluşturur, insanlar mı tarihi oluşturur" sorusunu akla getiriyor. Şu anda tarih Musevi'yi yeni rolüne doğru itmiş durumda; Musevi için bir sonraki adım bu rolü gerçekten üstlenerek tarihi yazmak olacaktır. Başka koşullar altında Walesa'nın yaptığı tam da buydu.
Radikalleşme: Her ne kadar protestoları bastırma konusunda şimdiye kadar başarılı olmuş olsa da, İran hükümeti bugün Polonyalı yöneticilerin karşılaştığı tehlikelerle karşı karşıya. Baskı radikalleşmeyi doğuruyor, aynı zamanda da geri adım atma konusunda bir hevessizlik yaratıyor. Bir öğrenci olarak 1968 yılında Polonya'ya ilk gittiğim zaman Mart protestolarına katılanlar demokratik sosyalist bir sistem yaratmak gibi bir ihtimale muğlak bir inançla tutunmuş durumdaydı. Ne de olsa 1968 Çekoslovakya'nın reformcu lideri Alexander Dubcek'in "insani yüzü olan sosyalizm" fikrini popülerleştirdiği bir dönemdi. Mayıs 1988'deki grevler ve protestolar hakkında haberler yaparken tanıştığım öğrenciler 60'lara ait bu fikirle dalga geçiyorlardı. Bir orta yol bulunamayacağı konusunda kararlıydılar. "Demokrasiyle sosyalist demokrasi arasındaki fark nedir?" sorusunu soruyor ve şöyle cevaplıyorlardı: "Bir sandalyeyle bir elektrikli sandalye arasındaki farkın aynısı." Daha erken zamanlarda Polonya'nın yöneticilerinin yaptığı gibi bugün de İran hükümeti politikasını sadece baskıcı çözümlere dayandırırsa ülkenin genç nesliyle anlaşma fırsatını kaçırabilirler.
Akılda tutmaya değer bir diğer mesaj da şudur: Bir sonraki adımın ne olacağını tahmin etmeye çalışırken dış görünüş bir hayli aldatıcı olabilir. Mayıs 1988'de yaşanan protesto gösterileri sırasında isyan polisinin ve sivil giyimli bir grup adamın bir gösteriye dalıp pek çok insanı kolaylıkla tutukladıklarına şahit olmuştum. Yeterince hızlı koşamayanları kim olduklarına aldırmaksızın acımasız bir muameleye maruz bırakmışlardı ki bu da çoğunlukla yaşlılar ve özellikle kadınlar demekti. Jaruzelski rejimi herkese hala her şeyin kontrolüne sahip olduğunu göstermek istiyordu. Pek çok Dayanışma militanı bile haklı olduklarını düşünüyor ve değişimin yakında olmadığına dair ağır bir umutsuzluk hissediyordu. Ama bir yıl içinde bütün tablo değişti.
Elbette ki bu İran'da da değişimin bu kadar hızlı ya da tam bu şekilde yaşanacağı anlamına gelmiyor. Ama Başkan Ahmedinejad ve takipçileri şu anki krizin üstesinden gelseler bile hiçbir şeye kesin gözüyle bakmamaları gerekir. İran Polonya değil, ama Polonya'da yaşanan değişiklikleri yaratan güçlere karşı bağışık da değil.
(EastWest Institute'un başkan yardımcısı ve kamu politikaları yöneticisi Nagorski, "The Greatest Battle: Stalin, Hitler and the Desperate Struggle for Moscow that Changed the Course of World War II" ("En Büyük Savaş: Stalin, Hitler ve Moskova'nın İkinci Dünya Savaşı'nın Gidişatını Değiştiren Büyük Mücadelesi") kitabının yazarı.)
(NEWSWEEK TURKEY)
SON VİDEO HABER
Haber Ara