Çin hizaya gelir mi?
En önemli mesele Pekin'i kurallara uymaya ikna etmek olacak. ABD'nin 44. başkanı Ocak ayında Oval Ofis'te göreve başladığında pek çok acil sorun çözüm için onu bekliyor olacak.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-13 18:43:00
Afganistan ve Pakistan'da artan kargaşa, İran ve Kuzey Kore'yle ilgili nükleer gelişmeler, Rusya'nın yeniden güç kazanması ve dünya genelindeki ekonomik kriz bu sorunlardan birkaçı. Yeni başkanın bu acil sorunlara nasıl çözümler bulacağı başkanlık dönemindeki başarısında da belirleyici olacak. Ancak, iş dünyasında yaygın olarak kullanılan bir özdeyiş var ki, onu hep aklında tutmasında fayda var: "Acil olanın, önemli meselelerin önüne geçmesine izin verme." Yukarıdaki sorunlar aciliyet arz etmesine rağmen, yeni yönetimin karşısındaki en önemli mesele bu. 21. yüzyıla damgasını vuracak bir mesele aynı zamanda Çin, ABD ilişkileri.
Bu, abartılı bir değerlendirme gibi gelebilir. Ama değil. Çin demek; 1,3 milyar erkek, kadın ve çocuk, yani gezegendeki her beş kişiden biri demek. Şu anda Çin ekonomisinin büyüklüğü kabaca ABD'ninkinin yarısı kadar.
30 yıl sonra iki ekonominin büyüklüklerinin aşağı yukarı aynı olacağı tahmin ediliyor. Çinliler'in ne yedikleri, ne kadar araba kullandıkları (ya da araba kullanıp kullanmadıkları) nerede ve nasıl bir yaşam sürmeyi, çalışmayı ve eğlenmeyi seçtikleri gibi konuların tümünün enerji talebinin büyüklüğü ve enerji fiyatı ile gezegendeki sıcaklık ve insan soyunun refahı üzerine müthiş etkisi olacak.
Çin'in izleyeceği dış politika da benzer şekilde dünyayı derinden etkileyecek. İşbirliğine açık bir Çin nükleer ürünlerin ve silahların yayılmasının önüne geçilmesine, küresel serbest ticaret ve finans sisteminin muhafazasına, enerji hatlarının güvenliğinin sağlanmasına, teröristlerin emellerini boşa çıkarmaya, salgın hastalıkların önlenmesine ve iklim değişikliğinin yavaşlatılmasına yardımcı olabilir. Aksine düşmanca bir tavır içinde olan ya da hiç değilse işbirliğine soğuk bir Çin ise, ABD ve müttefiklerinin küreselleşmenin en vahşi taraflarını evcilleştirmesini bir o kadar zorlaştıracaktır.
Tarihe bakıldığında Çin'in işbirliği ihtimalinin hiç de yüksek olmadığı, hatta bunun kesinlikle ihtimal dışı olduğu görülebilir. Bugünün güçlü ülkeleriyle bir süre sonra büyük bir güç olarak ortaya çıkması beklenen ülkeler doğal rakiptir, hatta belki aralarında bundan da öte bir karşıtlık yaşanabilir. Yükselen güç konumundaki ülke nüfuz sahibi olmaya çalışırken, halen hâkim güç konumundaki ülke buna direniş gösterir. Gerilim de işte buradan doğar. Bunu anlamak için 20. yüzyıl başındaki Almanya'nın tavrını ve bu tavır karşısında İngiltere ve Fransa'nın tepkisini düşünün.
Bir işbirliği yaratabilmek için ki bu hem Çin'in hem de ABD'nin çıkarına olurdu Washington'ın izleyebileceği en iyi yol Pekin'i (ve dolayısıyla Hindistan ve Rusya gibi diğer güçleri de) küreselleşmenin getirdiği sıkıntılarla mücadelede ihtiyaç duyulan kurallar bütününü, politikaları ve kurumları desteklemeye ikna etmek üzere ortak bir çaba yürütmektir. Bunun adına "entegrasyon" diyelim. Geçmişte ABD dış politikasında benimsenen kontrol ve frenleme siyasetinin yerini bugün entegrasyon almalı. İşin özünde, bunlar birbirinden tamamen farklı iki yaklaşım. Frenleme Sovyetler Birliği'ni dışarıda tutmak amacıyla uygulanırken, entegrasyonda amaç Çin'i sürece dâhil etmek. Hedef, Çin'i küreselleşmiş dünyanın önemli unsurlarından biri haline getirmek olmalı. Çin sisteme öyle entegre olmalı ki, işlerin yolunda gitmesinin kendi çıkarına olacağını görebilsin.
Böyle bir hedef iddialı, hatta iyimser ama aynı zamanda gerçekçi. ABD ve Çin'in birbirlerine ihtiyacı var. Çin yüksek işgücü istihdamını sürdürebilmek için ABD'ye yaptığı ihracata muhtaç. Ülkedeki ekonomik büyüme ve siyasi istikrar da yine bu yüksek istihdamın sürdürülmesine bağlı. Nispeten düşük fiyata Çin malı cep telefonları, DVD oynatıcıları gibi ürünler ithal ederek pazara ucuz mal sunabilen Amerikalılar'ınsa Pekin'den bir de talepleri var: Elindeki dolarları ABD'de yatırıma dönüştürmesi ve dolar rezervini sorumlu bir şekilde kullanması. Bu aslında Çin'in de çıkarına, çünkü Çin de elindeki dolarların değerinin düşmesini istemez. Oysa örneğin Merkez Bankası elindeki dolarları birden Euro, diğer dövizler ya da emtia karşılığında elinden çıkaracak olsa doların değeri hızla düşecektir.
Ayrıca her iki tarafın da siyasi istikrara ihtiyacı var. İkisi de ne Tayvan ve Kore sebebiyle yeni bir savaş daha yaşamayı ne de İran'ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırı yüzünden dünya petrol fiyatlarının ikiye katlanmasını ister. Ama tarih bize ille makul ve mantıklı diye, doğru olayların gerçekleşmek zorunda olmadığını gösteriyor. Bilakis, tarihte toplumların ve hükümetlerin genellikle çıkarlarına açıkça aykırı siyasetler izledikleri görülüyor.
Bu tip hataların tekrarından kaçınabilmek için Amerikalılar Çin'in yükselişini kabullenmeli. Zaten bu yükselişi durdurmaya kalksalar da durdurabilecekleri şüpheli. Çin'i engelleme girişimi, sadece Çin'in işbirliğinden uzaklaşmasına yol açar. Üstelik Çin'in gücünü ve ortaya koyduğu tehdidi abartmaya gerek yok. Çin ordusu gerçekleştirilen bütün iyileşmelere rağmen hâlâ ABD ordusunun bir nesil gerisinde. Yeni yönetim Çin mallarının ve dolarının ABD pazarına girişini engellemeye yönelik baskılara da direnmeli. Ticaret ve yatırımlar ekonomik bir faaliyet olarak faydalı olduğu gibi, Çin'in düzgün bir dünya düzenine bağlı kalmasını sağlayacak ilişkiler ağının güçlenmesine de katkıda bulunur.
Bu arada ABD dış politikası Çin'in bugün ne olduğuna değil, ne yaptığına odaklanmalı. Çin'i Batı gibi olmaya yönelik zorlamalar başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Bu ülkenin kendi evrim sürecini geçirdiğini unutmayın. 10, 20 yıl öncesine göre Çin şimdi çok daha açık bir toplum ve zaman geçtikçe özgürlükler daha da genişleyecek. Çin'in küresel sisteme entegrasyonu bu ülkede hukukun üstünlüğünün, şeffaflığın ve hesap verme alışkanlığının yaygınlaşması yönünde hem teşvik edici bir unsur hem de baskı unsuru olacaktır. Siyasi ve ekonomik özgürlüklerin ABD'nin zorlamalarıyla değil de Çin'in kendi evriminin bir sonucu olarak gelişmesi daha muhtemel.
Elbette, Pekin'in de yapması gereken pek çok şey var. Tayvan konusundaki ölçülü tavrını sürdürmeli. Ticari ortaklarının, korumacılık politikalarına dönmemesi için para biriminin değerinin daha doğal bir seviyeye kadar yükselmesine izin vermeli. Ve ülkedeki milliyetçiliği dizginlemeli. Komünizmin varlığı gittikçe azaldığından, materyalizmse insanların iyi bir hayat sürme taleplerini karşılamada yetersiz kaldığı için boşluğu milliyetçilik doldurabilir. Bir kez dizginlerinden boşaldığında böyle bir gücün kontrol edilmesi zordur. Bu riskten kaçınmak için Çin ekonomik büyümesini sürdürürken siyasi alanı da adım adım daha özgürlükçü hale getirmeli. Bu çok önemli ilişkinin doğru istikamette seyrini sağlayabilmek amacıyla Washington ve Pekin düzenli olarak üst düzeyde fikir alışverişinde bulunmalı. Emlak için bulunduğu semt ne anlam ifade ediyorsa, dış politikada da fikir alışverişlerinin anlamı odur: Her şey demek değildir, ama neredeyse her şeydir. Bush yönetimi kabine seviyesinde yürüttüğü (enerji ve çevre konularının da dâhil edildiği) Stratejik Ekonomik Diyalog ve askeri alanda da eşdeğer bir ilişki biçimiyle iyi bir başlangıç yaptı. Her iki alandaki ilişkilerin hem kapsamı hem de içeriği genişletilmeli.
Ama bu görüşmelerin tek başına yeterli olacağı düşünülmemeli. Önde gelen yedi gelişmiş ülkenin maliye bakanlarının Çinli mevkidaşları olmadan biraraya gelmeye devam etmelerinin anlamı yok. Aynı durum G8 ülkelerinin liderlerinin yaptığı toplantılar için de geçerli. Çin her iki gruba da üye olarak kabul edilmeli ve petrol tedarikindeki kesintilere karşı hazırlıklı olunması için Uluslararası Enerji Ajansı'yla daha kapsamlı işbirliği yapmaya teşvik edilmeli.
Bütün bunlar gerçekleşecek olsa bile Çin ve ABD muhtemelen müttefik olmayacaklardır. Ama iki ülke belli alanlarda işbirliğine gidebilir ve bu işbirliği sayesinde, görüş ayrılıklarının kaçınılmaz olduğu alanların ilişkiler üzerindeki olumsuz etkileri sınırlandırılır. Böyle bir ilişki her iki tarafın da çıkarına. Bunun gerçekleşmesi için çaba harcanması Çin'in 21. yüzyılın en önemli yapılarına dâhil edilmesi yeni başkan ve ekibinin önceliklerinden biri olmalı.
Richard N. Haass
(newsweek)
SON VİDEO HABER
Haber Ara