Göktürk, kurumlar arası uyuma karşı
Gazeteci-yazar Gülay Göktürk kurumlar arası uyumun bozulduğu söylemine karşı çıkarak mevcut "uyum"un demokrasinin yararına olmadığını savundu.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-10 17:49:00
Ergenekon sanıklarından Levent Göktaş'ın avukatı Serdar Öztürk'ün bürosunda yapılan aramada ele geçirilen "İrticayla Mücadele Eylem Planı"nın belge mi yoksa "kâğıt parçası" mı olduğu tartışmaları, Genelkurmay'ın açıklamaları, hemen ardından askerlere sivil yargı yolunu açan yeni yasal düzenleme ve tam da bunların ardından yapılan ve yedi buçuk saat süren MGK toplantısı� Yaşanan gerilimin geldiği noktayı gazeteci Gülay Göktürk'le konuştuk�
Son yıllarda asker-sivil arasındaki gerginliği kurumlar arası uyumsuzluk olarak mı yorumluyorsunuz?
Bu gerginliği hayra yoruyorum. Askeri vesayetin en yoğun biçimde sürdüğü darbe dönemlerinde toplum ve siyaset buna itaat ediyordu. Bugün gerginliklerin artmasına, kavganın çıkmasına, vesayet sistemine toplumun ve siyasetin direnç göstermesi neden oluyor. Davulun siyasetçilerin elinde olduğu, tokmağı askerin tuttuğu, anayasaları askerin yaptığı, laiklikten ne anlamak gerektiğine, milli eğitimde nasıl bir müfredat izlenmesi gerektiğine askerlerin karar verdiği bir dönem yaşansaydı moda tabirle kurumlar arası uyum hiç zedelenmeyecekti.
- Bu uyumsuzluk size olumlu bir anlam ifade ediyor anladığım kadarıyla...
Her uyum ve istikrar durumu, korunmayı hak etmez. Sık sık insanlar "kurumlar arası uyum bozuldu" diyor, bırakın bozulsun. Çünkü mevcut uyum ve güçler dengesinin demokrasinin hayrına bir tarafı yok. Kayıtsız şartsız bir vesayet sisteminde; güvenliğin jandarmaya teslim edildiği, dış politikaların kırmızı çizgilerle belirlendiği, cumhuriyetin temel ilkelerinin asker tarafından tanımlandığı şartlarda kurulacak bir uyum bizim korumaya çalıştığımız bir uyum değildir. Türkiye evrensel hukuk ve demokrasi düzeyinde yeni bir uyum peşinde olduğu için biz bu kaosu ve gerginliği yaşıyoruz. Görebildiğim kadarıyla eski dengelerin savunucularının işleri çok zor.
-Bu yeni denge oluşumunda sivillerin yeterince evrensel demokrasi çerçevesinde hareket ettiğini düşünüyor musunuz?
Toplumun farklı kesimlerinde demokratik bilincin eşit olmayan farklı biçimlerde geliştiğine tanık oluyoruz. 1980'lere kadar Türkiye'de Kemalist, elitist ya da sol ideolojinin mutlak kültürel iktidarı vardı. Özal zihniyet değişimini, solun ideolojik, kültürel, entelektüel iktidarına son vererek sağın kendi entelektüelleriyle bu alana gelmesinde görüyordu. 80'lerden sonra ister merkez sağ deyin ister mütedeyyin ister muhafazakâr, kendi yayın organlarıyla, fikriyatçılarıyla, romancılarıyla, şairleriyle bu alana gelmeye başladılar. Bundan Kemalist, elitist ve bundan etkilenen sol iktidar sarsıldı. Buna bir de Anadolu sermayesinin büyümesini koyarsanız bu iktidar sarsılmasının ekonomik yönünü görmüş olursunuz. İktidarlarının sarsılmasından rahatsız olan kesimler askeri vesayetin devam ettirilmesi taraftarı ve orduyla aynı duyguları paylaşıyorlar. Ve ittifak halindeler...
- Toplum demokratik sistem isteminden kaynaklanan bu gerginliği okuyabiliyor mu?
Türkiye'de darbesiz bir rejim değişikliği yaşanıyor. Toplumun büyük bir bölümü bu rejim değişikliğinin farkında, bazıları ise bundan ürküyorlar. Ürken kesimi de ikiye ayırabiliriz; bunlardan birincisi bu iktidar değişiminin farkında olanlar ve bundan konumları itibarıyla zarar görecek olanlar. İkinci grup ise birinci grubun manipüle ederek öcü masallarıyla korkuttuğu insanlar. Onlar safiyane bir şekilde olup bitenin farkında değiller. Toplumun büyük bir kesimi mücadelenin demokrasinin kalitesiyle ilgili bir mücadele olduğunun farkında. Ordunun içinde de bu kavganın orduyu yıpratmak değil demokrasinin korunması mücadelesi olduğunu gören demokrat, yurtsever insanlar var. Darbeye kalkışılırsa artık ordunun tümünün buna iştirak etmeyeceği bir gerçek.
-Sizce basına sızan bazı belgeleri demokrasi yanlısı olan askerler mi veriyor?
Bunu bir bilgiye dayanmadan söylüyorum; bence öyle. Ordu içinde sır dayanmıyor, bilgi dayanmıyor. Bunlar demokrasi skandalı olmanın ötesinde yargılamayı gerektiren suç belgeleri. Bana kalırsa ordu içindeki rütbeliler dahil, böyle şeylerin halktan gizlenmesine razı olmuyorlar. Toplumun bu tür askerlere minnettar olması lazım.
l Siz Kemalist kesimin kültürel iktidarlarını tehlikede gördükleri için savunmaya geçtiklerini söylediniz. Geçenlerde Kemal Karpat suçun elitlerde değil elitist kültürde olduğunu söyledi ve elitlerle toplumun diğer kesimlerinin yeterince diyaloğa geçmediğini ifade etti. Katılır mısınız?
Karpat'ın ne kastettiğini bilmiyorum ama sizin sorunuza vereceğim cevap açıktır. Bugün hâlâ sokakta başörtülü insan gördüğünde sanki iğrenç bir şey görmüş gibi bakan çok sayıda insanın olduğu bir kesimden bahsediyoruz. İletişim kanallarının açılmasının laikçi denen kesim tarafından engellendiğini düşünüyorum. Bu kesim için muhafazakârlar pazarda yumurta aldığı amca, kapıcının karısı, müstahdem, evine temizliğe gelen temizlikçi olduğu sürece problem yoktu. Sosyal merdivenlerdeki yükseliş bu kesimlerde infial yarattı. Eyvah, ya kültürel iktidarı ele geçirirlerse paniğine kapıldılar. Bir iletişimsizlik varsa bunun sorumluluğunu, bazı insanların yerlerinde kalmaları gerektiğini düşünen, yükseldiğinde iletişim kurmayı reddeden kesimlerde görüyorum.
l CHP'nin son aylarda muhafazakâr seçmene yönelik çarşaf, Kur'an Kursu açılımlarını nasıl okuyorsunuz. Bu bir kabul ediş mi?
Bir analiz yapabilmeniz için karşınızdakinin tavrında bir istikrar olması gerekir. CHP'nin çizgisi o kadar değişken ki analiz yapmak mümkün değil. Bir yandan 12 Eylül darbecilerini yargılamanın önünde engel olan Anayasa'nın 15. maddesini kaldırmak istediğini söyleyen CHP, daha sonra darbecileri sivil mahkemelerde yargılamayı mümkün kılan Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini söylüyor. Ben CHP'yi 28 Şubat'la birlikte askeri vesayet rejiminden güç alan, dolayısıyla ona payanda olan, demokrasi karşısında bir çizgi olarak görüyorum.
-Sizce sosyal değişim Türkiye'deki kurumlar arası ilişkiler dinamiğini bozmuş mudur? Değişime karşı kurumsal adaptasyon sorunu görüyor musunuz?
Son 20 senede siyasetin koordinatları değişti. Sağın, solun, ilericinin, gericinin, milliyetçinin birbirine girdiği ve bu kavramların mevcut durumu açıklayamaz hale geldiği bir dönemden geçiyoruz. Kendini solcu olarak bilen bir kişi yine kendine solcu diyen bir partinin askeri darbeyi savunduğunu, Kürt meselesinde şoven milliyetçi tezleri kabul ettiğini görüyor ve nerede durduğuna şaşıyor. Aynı zamanda sağcı, gerici denen parti Türkiye'nin en önemli reformlarına imza atıyor, askeri vesayet rejimine kafa tutuyor. Adım adım sivil alanı genişletmek için mücadele ediyor. Bu durumlar insanların kafasını karıştırıyor. Bence suların durulma sürecine girdik, insanlar artık meseleleri sağcılık-solculukla açıklamıyor. Demokrat olup olmamakla, darbeden yana olmak ya da olmamakla değerlendiriyor. Fakat bir kesim hiçbir zaman gerçekleri görmeyecektir. Güzel bir Kızılderili atasözü vardır: "Uyuyan bir insanı uyandırabilirsiniz ancak uyuma numarası yapan birini uyandıramazsınız" diye. Türkiye'de uyuma numarası yapan bir kesim var, onları uyandırmak asla mümkün olmayacak. Ergenekon süreciyle uyananlar uyanıyor ama uyur numarası yapanları uyandırmak çok zor.
-Asker açısından baktığınızda durumu nasıl görüyorsunuz? Son dönemde İlker Başbuğ'un yaptığı konuşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlker Başbuğ'un üslubunu beğenmiyorum, değiştirse iyi olur. Böyle tehditlerle, emir üslubuyla TSK geçirmesi gereken değişimi ve dönüşümü geçiremez. Ordu devlet hiyerarşisinde hükümetin emrinde olduğunu kabul edecek ve bu kabul temelinde üslubunu değiştirecek. Biz TSK'nın çağa ayak uydurması noktasında kendi içindeki darbeci klikleri temizlemesini istiyoruz. Topluma ve siyasetçiye posta koyarak bu değişim yapılamaz. "Genelkurmay kendi içindeki bazı kesimlerin gazını almak için böyle konuşuyor" deniyor ama bu üslupla dönüşüm gerçekleştirilemez. Toplum kendine yurtseverliğin ne olduğunu öğretmeye kalkan bir genelkurmay istemiyor. Ordudaki değişimin sancılı bir süreç olduğunu biliyoruz. Bu zihniyet dönüşümünün zaman almasını da anlayışla karşılayabiliriz. Bu konuda elimizden gelen yardımı da yaparız ama lütfen üslubunu değiştirsin. Ordunun, toplumun yardımına ihtiyacı var. Zihniyet değişimini gerçekleştirmesi için toplumundan, siyasetçiden, aydınlardan öğrenmesi gereken şeyler var. Habermas'tan, Weber'den alıntı yapılarak bu işler olmaz, kendimize bizim gözümüzle bakabilmemiz için toplumu küçümsemeyi bırakmamız gerekir. Topluma öğretmenlik, bekçilik yapmayı bırakmak gerekir. Ben sadece zihniyetten bahsettim bunun yanında kurumsal yapının getirdiği imtiyazları da bırakmaya hazır olmak gerekir. Yoksa kimse görevini yapan bir orduyu yıpratmaya kalkacak kadar deli değil. Bizim orduya dış güvenlikte ihtiyacımız var ama o kadar...
-Toplum ordunun bu değişim sürecine nasıl yardımcı olabilir?
Türkiye halkı ordudaki bu değişimi gururunu kırmadan, prestijini düşürmeden, canını acıtmadan, yıpratmadan yapmak istiyor. Kimsenin ordunun üstüne üstüne gitme, damarına basma gibi bir derdi yok. Orduya zaman tanımaya hazır, olumlu değişimler görelim. Yeter ki değişim beklerken eski değişmez büyük şef üslubundan vazgeçilsin. Saygısız, emir verici bir dil kullanılmaktan vazgeçilsin. En müstebit padişahlar bile bir müddet sonra meşrutiyet ilan ediyor. 28 Şubatçı paşanın tabiriyle bin yıl sürecek ve değişmeyecek bir iktidarı nasıl talep edebilirsiniz?
- Askeri eğitim değişmeden asker değişir mi?
Harp Akademileri yatılı olmaktan çıkıp diğer üniversitelerde olduğu gibi çocuklar ailelerine gidip gelerek okuyabilselerdi bu bile birçok şeyi değiştirirdi. Askeri okula çocuk 11 yaşında geliyor, subay olana kadar askeri okulda. Subay olduktan sonra ailesiyle birlikte lojmanlarda yaşıyor. Yazın kendi tesislerine tatile gidiyor. Merasimlerini ordu evlerinde yapıyorlar. Akşam yemeklerini ordu evinde yiyorlar. Toplumun bütününden kopuk yaşamanın yabancılaşma yarattığı besbelli. Müfredatta öğrencilere konumlarının ne olduğu, görev tanımlarının ne olduğu doğru dürüst verilmeli. Demokrasilerde ordunun yerinin ne olduğu konusunda da eğitim verilmeli.
SON VİDEO HABER
Haber Ara