Irak artık tek başına
Amerikan askerlerinin Irak'tan çekilmeye başlamasıyla birlikte, bombalar art arda patlıyor. Ufuktaki istikrar yerini kanlı bir etnik kavgaya bırakır mı?
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-09 12:47:00
Saldırı, arttırılan tedbirlere ve son dönemdeki iyileşmeye rağmen, Bağdat'taki güvenlik zafiyetini ortaya koyuyor. Ocak 2010'daki seçimler öncesi şiddet olaylarının tırmanışa geçebileceği yönündeki korkuların da haksız olmadığını gösteriyor. Iraklı siyaset bilimci Hazım Nuaymi, saldırının Sünniler'le Şiiler arasında yeniden mezhep çatışması çıkarmak ya da Sünni grupları birbirine düşürmek için düzenlenmiş olabileceğini kaydetti. Saldırının arkasında daha önce hükümet ile işbirliği yapan Sünni liderleri hedef alan Sünni grupların da olabileceği ifade ediliyor. Irak Başbakanı Nuri el Maliki, suikasttan hemen önce, Ocak'taki genel seçimlerden önce şiddet olaylarının artabileceği ve Irak'ı mezhep kökenli cinayetlerle kan gölüne çevirmek isteyenler olduğu uyarısında bulunmuştu. 2006 ve 2007'de tepe noktasına ulaşan şiddet olayları geçen yıl ve bu yılın ilk aylarında düşüş göstermesine karşın son birkaç haftadır yeniden tırmanışa geçti. Peki, Irak nasıl bu hale geldi?
Saddam Hüseyin'in 35 yıllık iktidarı döneminde Irak bir "korku ülkesi" idi. Zira son 25 yılda üç savaş ve ambargo yaşayan Irak'ta Saddam, kendi halkının kanını dökmüş, komşularına saldırmış, petrolden gelen parayı halkın karnını doyurmak için kullanmak yerine kendi lüks ihtiyaçları için saçıp savurmuştu. Saddam'ın devrilmesinden sonra Irak büyük bir kargaşa ve iç savaşa sürüklendi. Önce El Zarkavi'ye bağlı militanlar Bağdat'ı kan gölüne çevirdi. İşgal güçlerine karşı düzenledikleri bombalama eylemlerinde bir Amerikan askerine karşı en az 20 Iraklı sivilin ölmesi, militanların pek umurunda değildi. Ardından Sünni ve Şii gruplar birbirlerini katletmeye başladı. İntihar eylemleri ve bunun sonucu toplu ölümler öylesine yaygınlaştı ki kimi çevreler "demek böyle bir halkı zapt etmek için bir diktatör gerekiyormuş" demeye başladı.
Amerikan işgali, Irak'ı deyim yerindeyse tam bir felakete sürükledi. İşgalden önceki yıllarda Irak'a uygulanan ambargo Saddam'ı hiçbir şekilde etkilemezken binlerce Iraklı çocuğun hayatına mal oldu. Saddam, Bağdat'ın değişik semtlerine serpiştirilen lüks köşklerinde ithal purolarını keyifle tüttürürken, Irak hastanelerinde yatan binlerce çocuk, kadın ve yaşlı ilaç ve malzeme yetersizliğinden hayatını kaybetti. Bir süre sonra dünya kamuoyuna ve uluslararası kurumların itirazlarına aldırmadan, Irak'ta kitle imha silahları olduğu şeklindeki sahte bahanelerle kararlaştırılan ve petrol kaynaklarına kısmen de olsa el koymayı hedefleyen işgal, Irak ordusuyla devlet teşkilatının çözülmesine ve bunun sonucu olarak da ülkenin kaosa sürüklenmesine neden oldu. Ardından gelen toplu tutuklamalar, Iraklı aile reislerinin kendi çocukları önünde aşağılanması, kadınların tartaklanması ve bu da yetmezmiş gibi Ebu Gureyb'den dünya medyasına yansıyan yüz kızartıcı işkence görüntüleri, tüm bunların üzerine tuz biber ekti. Nihayetinde ABD'nin Irak topraklarına girdiği Mart 2003'ten bu yana, 2 milyon kişi ülke içinde yer değiştirdi, 2 milyon kişi yurtdışına kaçtı. Öksüz ve yetimlerin sayısı 4 milyonu buldu. Ülkenin yetişmiş, eğitimli kesiminin büyük bölümü ya öldürüldü ya da tehditler üzerine ülkeyi terk etti. Altyapı ise tamamen çöktü. İç çatışmaların, bombalamaların, insan kaçırmaların da etkisiyle Irak kimsenin kimseye güvenmediği ve herkesin birbirinden korktuğu bir yer oldu.
Bazıları için Irak örneği, İslam âleminin demokrasiye hâlâ hazır olmadığını gösterirken; bazıları için de, Batı tarzı "demokratikleştirme"nin gerçek yüzünü açığa vuruyor. Aslında her iki görüşte de belli bir haklılık payı var. Irak'taki etnik gruplar yüzyıllar boyunca birbirleriyle yan yana barış içinde yaşadı, cemaatler ve mezhepler arasındaki ilişkiler dostane ve sıcaktı. Şiiler'le Sünniler kimi zaman birbirlerine kuşkuyla baksalar da iki cemaat arasında evliliklere sık rastlanıyor, Irak trajedisinin artık sıradanlaştırdığı karşılıklı kıyımlar kimsenin aklından geçmiyordu. Ama işgalle birlikte Irak'ın etnik vazosu resmen çatladı.
Burada elbette tüm suçu ABD'nin üzerine yıkarak işin içinden çıkmak mümkün. Amerikan işgalinin Irak'ta sayısız maddi ve manevi tahribatın yanı sıra cemaatler arasında şiddete yol açtığı doğru. Ama bir Sünni militan, Şiiler'in gittiği bir pazar yerini havaya uçurmak üzere bomba yüklü bir kamyonun direksiyonuna geçtiğinde ve bu katil, bazı fanatik vaizler tarafından "kahraman" ve "şehit" ilan edildiğinde, başkalarını suçlamak acaba ne derece doğru?
Ebu Gureyb hapishanesindeki tüyler ürpertici işkence görüntüleri, her türlü kınamayı hak ediyor. Uluslararası kamuoyunda haklı olarak dünya kadar yaygara kopartıldı, skandal olay haftalarca dünya medyasının manşetlerinden inmedi. Ama Saddam'ın 1988'de gerçekleştirdiği "Halepçe Katliamı"na dönüp bakan bile olmadı. Oysa kimyasal silahlarla gerçekleştirilen o katliamda 5 binden fazla masum Kürt hayatını kaybetmişti.
2008'den itibaren Irak'ta durum gözle görülür ölçüde düzelmeye başlamıştı. Özellikle El Kaide ya da radikal kimi gruplarla, Irak'ın orta bölgesindeki Sünni aşiretlerin silahlandırılıp maaşa bağlanarak mücadele vermesi güvenliğin tesisinde etkili olmuştu. Uzun süredir devam eden Irak ordu ve polisinin eğitimi de sonuç vermeye başlamıştı. Zira Ocak ayındaki seçimler Irak güvenlik güçlerinin güvenliği ve kontrolü sağladığı bir ortamda gerçekleştirilen ilk seçimlerdi. 29 milyonluk Irak'ta, seçmenlerin yüzde 51'inin sandık başına gittiği seçimlerde, ciddi bir sorunun olmaması, hatta seçimlerden önce gayet sağlıklı bir propaganda döneminin yaşanması, 444 adet meclis koltuğu için Irak'taki 400 farklı parti ve gruptan 14 bin adayın (yaklaşık 4 bini kadın) seçime katılması da Irak'ta normalleşmeye dair önemli işaretler olarak kabul edildi. Seçimlerde Başbakan Nuri el Maliki'nin galip gelmesi de merkezi yönetimin güç kazandığı ve Irak halkının federalizme sıcak bakmadığı şeklinde yorumlandı.
Ancak ABD Irak'tan çekilmeye başlayana dek, Irak'ın çok önemli birkaç sorununu çözemedi. Irak`ın kuruluşundan yani 1920`lerden beri bir problem olan Kerkük'ün akıbeti hâlâ belli değil. 2007'den beri bölgenin geleceğini tayin etmesi beklenen referandum hâlâ gerçekleşmedi. Petrol zengini bölge Kürtler, Araplar ve Türkmenler arasında büyük bir sorun teşkil ediyor. Öte yandan dünyanın üçüncü büyük petrol rezervine sahip olan Irak'ta tam da ABD askerlerinin kışlalarına çekilmeye başladığı bugünlerde, Irak petrolleri için yabancı şirketlere yönelik ihale süreci başladı.
Sayıları yaklaşık 140 bin olan Amerikan askerlerinin Irak'ın kent merkezlerinde kontrolü bu ülkenin güvenlik güçlerine devrettiği şu günlerde Washington'un Irak'a bıraktığı miras da uzun süre Iraklılar'ın başını ağrıtacağa benziyor. Zira Saddam'ın devrilişinden sonra Irak'ta mezhep, cemaat ve etnik aidiyetleri temel alan bir devlet yapısı kuruldu. Bunun bir sonucu olarak Irak parlamentosundaki sandalyeler cemaatlere; Sünni, Şii ve Kürt gibi etnik aidiyetlere göre dağıtıldı. 275 sandalyeli Irak Ulusal Meclisi'nde Şiiler'in 128, Sünniler'in 83, Kürtler'in 58 sandalyesi var. Elbette bu gruplar da kendi içlerinde laik, İslamcı ve ulusalcı gibi daha küçük gruplara bölünmüş durumda. Daha önce 2003'te Irak'taki Amerikan İşgal Otoritesi tarafından atanan 25 kişilik Irak Yönetim Konseyi'nin üyeleri de etnik ve mezhep esasına göre belirlenmişti.
Cemaatçilik ve etnik ayrım, yurttaşlık düşüncesinin yadsınmasıdır ve böyle bir temel üstüne uygar bir toplum inşa edilemez. Bir ulusu kalıcı biçimde düşman aşiretlere bölen kota sistemi son derece hatalı ve tehlikelidir. Irak'ta yeniden tırmanışa geçen siyasi cinayetler ve mezhep çatışmaları bu tehlikeyi açıkça gözler önüne serdi. Son günlerde Irak'ın belli başlı kentleri kalabalık pazar yerlerinde patlayan bombalarla sarsılırken, herkesin korku ve endişeyle sorduğu sorular şunlar: İşgalin ilk günlerinde ülkeyi kan gölüne çeviren o eski cemaat-mezhep çatışmalarına geri mi dönüyoruz? Amerikalılar'ın yardımı olmadan kendi başımıza ayakta durabilecek miyiz? Bu sorunların cevaplarını şu anda kimse bilmiyor. Bilinen tek şey, işgalden sonra Irak'ın etnik vazosunda meydana gelen derin çatlakların etkisinin uzun bir süre daha hissedileceği. Ne yazık ki son olaylar buna işaret ediyor.
Esedullah Oğuz
(Newsweek Türkiye)
SON VİDEO HABER
Haber Ara