Alman mütefekkir ve şairi Goethe?nin en olgun tefekkür meyvelerinden sayılan Doğu Batı Divanı, Faust ile birlikte, birbirini tamamlayan iki kemâl zirvesinden biri olarak kabul ediliyor.Doğu Batı Divanı(Ötüken Yayınları, 2009) çok ilginç bir Şark geleneğine dayanıyor: Goethe bu büyük eserini, Hafız, Şeyh Sadi, Nizâmî ve Mevlâna gibi klasik başta olmak üzere, birçok Müslüman şair, devlet adamı ve nüktedanlarına nazire olarak kaleme almıştı. O, birçok klasik İslam şairi, devlet adamı, sanatkârı ve mütefekkirini klasik şark şiirinin diliyle değerlendirmiş, onları eserleri ve tefekkür tarzlarıyla Batıya tanıtmaya çalışmıştır.
Eseri Türkçeye kazandıran Senail Özkan, kitabın girişindeki geniş ve dikkate değer tanıtma yazısıyla Goethe?nin din anlayışını, dünya görüşünü, felsefesini, tefekkürünü, Doğu?ya ve İslam?a bakışını, özellikle de klasik İslam düşüncesi, şiiri ve kültürüyle alakasını ortaya koymaktadır. Umran dergisi Goethe?yi ve Doğu Batı Divanı?nı Senail Özkan?la konuştu.
Goethe oluşturduğu dünya edebiyatı kavramıyla günümüzde -Foucault'nun deyişiyle- yeni bir söylem biçiminin temelini atan kişidir. Bugün psikanaliz nasıl Freud'u çağrıştırıyorsa, dünya edebiyatı da hemen Goethe'ye gönderme yapmakta. Goethe ne anlıyor bu kavramdan ve siz nereye kadar ona katılıyorsunuz ?
Gotehe?nin çağdaşı, klasik Alman şairi ve Kur?an mütercimi Friedrich Rückert, ?Weltpoesie ist allein Weltversöhnung? yani ?Dünya şiiri kendi başına dünya barışıdır? demiştir. Goethe, sanatta ve edebiyatta evrensel olanın peşindeydi. Onun sınır tanımayan zekâsı sadece edebiyat ve sanat alanında değil, bilakis dinî ve felsefî konularda da evrensel olanı arıyor ve bu istikamette tüm engelleri aşmak istiyordu. O, sadece evrensel bir dünya edebiyatı oluşturmak için gayret sarfetmemiş, aynı zamanda kendi anlayış ve kavrayışına uygun bir dünya dini bile oluşturmaya çalışmıştır. Dostu Eckermann?la yaptığı konuşmalardan birinde, ?Bir dünya edebiyatı çağının geldiği muhakkak, herkes bu çağı hızlandırmak için elinden gelen gayreti sarfetmelidir? diyerek, bu konuda üzerine düşeni yapmıştır. Keza o, bir dünya edebiyatı konusunda milletlerin buna temayüllü olduklarını görmüş ve bunun için dostane adımların atılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu konuda yol gösterici ilk adımı o, Doğu Batı Divanı ile atmıştır ki bu eser onun samimiyet belgesidir.
Onun İslam dinine duyduğu ilginin nasıl geliştiğini merak ediyorum?
Goethe genç yaşlarında iken hocası Herder?in yönlendirmesiyle İslam dini hakkında bilgi edinmiştir. Daha 23 yaşlarında iken yazdığı Kaside-i Muhammed?i harikulâdedir. Bu kaside hakkında, Ötüken yayınlarında yeni çıkan Doğu Batı Divanı tercümeme mufassal bir yorum ekledim. Evvela şunu vurgulamak isterim ki Goethe, İslam dinine, Kur?an?ı Kerim?e ve Hz. Peygambere son derece saygılıdır; hemen her fırsatta bu konularda müspet konuşmuştur; hatta öylesine müspet konuşmuştur ki hakkında şair Müslüman oldu şaibeleri dolanmaya başlamış ve kendisi bu şaibelerden rahatsız olmadığını söylemiştir. Ne var ki bütün bunlar onun Müslüman olduğu yolunda delil olarak kullanılamaz; zira kendisi hayatının son yılında dostu Zelter?e yazdığı bir mektubunda, ?Din değiştirmek benim mizacıma aykırıdır? demiştir.
İşin bizi ilgilendiren tarafı daha çok onun İslam dini, şiiri, sanatı, kültürü ve medeniyeti hakkındaki müspet mülahazalarıdır. Yoksa onu Yeni Camiye imam yapmaktan ne o ne de biz fazla bir şey kazanmış olmayız.
Doğu-Batı Divanı?ın belli başlı özellikleri nelerdir?
Doğu Batı Divanı, Türk okuru için iki sebepten önemlidir. Birincisi okur bu Divan?da Batı?nın en kudretli şairinin şiiriyle karşılaşacaktır, onun nasıl lirik bir şair olduğunu kavrayacaktır. Goethe?nin klasik İslam şiiri ve sanatları hakkında ve hem de İslam dini, Kuran ve Hz. Peygamber hakkındaki görüş ve yorumlarını öğrenecektir. İkincisi, okuyucu, Doğu Batı Divanı üzerinden kendi kültür temellerine inme, onları tanıma ve belki yeniden okuma imkânı bulacaktır ki bu hususu çok önemsiyorum. Önemsiyorum, çünkü Goethe?nin İslam kültür ve medeniyeti hakkındaki derin bilgisiyle, okumaları ve yorumlarıyla karşılaşınca kendi kültür köklerimizi ne kadar az tanıdığımız, yıllarca onlara nasıl bigâne kaldığımız anlaşılacaktır.
Divan?daki çeşitli şiirlerin tahlilini yaptığınızda nasıl bir dünya ile karşılaştınız?
Doğu Batı Divanı, çok zengin bir şiir geleneğine dayanıyor. Burada Goethe?nin klasik İslam şairlerinden, Arap, İran ve Türk şairlerinden ve aynı zamanda devlet adamları ve bilge ve nüktedanlarından nasıl etkilendiğini göreceğiz ki bunları ben Doğu Batı Divanı?na yazdığım yorum, açıklama ve kaynaklarda açık bir biçimde göstermeğe çalıştım.
Hz. Muhammed'in kişiliğine saygı duyan Goethe?nin, İslamiyet?le örtüşen görüşleri nelerdir?
Goethe, hem Doğu Batı Divanı?nda ve hem de diğer eserlerinde İslam dini, Kur?an ve Hz. Peygamber hakkında olabildiğince saygılı bir dil kullanır. Bu konularda o, zamanında yazılmış bütün kitap ve araştırma yazılarını okumuştur. O itibarla Faust?un şairi, İslam dini ve mukaddes kitabı hakkında fevkalâde bir malumata sahiptir.
Biliyorsunuz Goethe, bağnaz ve ön yargılı bir şair değildir. Çağındaki Hıristiyan taassubu kırmak için çok mücadele etmiş, bu meyanda birçok Avrupalı yazar ve düşünüre yol göstermiştir. İslam dini öteden beri onun ilgi alanında idi; onun mütecessis zekası tüm yeniliklere açıktı. Barış ve yenilikçi bir din olan İslam, bu yönüyle ona çok hitap ediyordu. Savaşın, zulmün ve baskının kol gezdiği Avrupa?nın boğucu havasından zihnen uzaklaşmak, şöyle bir soluklanmak istiyordu. O yüzden zihnî ilticagâhlar arıyordu. Doğu Batı Divanı?nda bunu açıkça görüyoruz. Hicret başlıklı şiiri bu konuda yeteri kadar vazıhtır. Tabiatı, tarihi ve bütün insanlığı bir vahdet penceresinden temaşa eden Goethe, İslam?ın tevhit inancını çok etkileyici buluyordu. Ayrıca Spinoza?nın panteist düşünce geleneğinden gelen şair, İslam?ın tevhit inancında bu fikirlerini doğrulanmış gibi görüyordu. Öte yandan savaş, hastalıklar ve yakınlarını apansız kaybetme gibi takım talihsiz olaylar onu kaderci yapmıştı. İslam?ın kader anlayışı, mukadderattan kaçmanın imkânsız olduğunu gören Goethe?ye bu yönüyle teselli veriyordu. Kısaca söylemek gerekirse, tevhit ve kader inancı onu büyülüyordu desek, abartmış olmayız.
Goethe yi sadece bir şair ya da romancı olarak tanımlamak mümkün değil.. Felsefe, Doğa Bilimleri, Tiyatro onun ilgi alanı içinde. Bu disiplinlerle olan ilgisini açabilir miyiz? Büyük ihtimalle bütün bunlar onun kişiliğini besleyen şeylerdi ve bütün yapıtlarına yansıdı. Sanatçının çok yönlülüğü hakkında neler söyleyebiliriz?
Goethe, gerçek anlamda çok yönlü evrensel bir dehâ idi. Her ne hikmetse daha hayatının baharında merakı Doğu?ya yöneliyor, İbranice öğrenmek istiyor; ancak babası hukuk okumasında ısrar ediyor ve onu hukuk tahsili için Leipzig?e gönderiyor. Hukuk tahsil ediyor, ama Doğu?dan da vazgeçmiyor. Kendinden sadece beş yaş büyük olan Herder?i buluyor. Herder onu bir ?dil harikası? olarak değerlendirdiği Kur?an?a yöneltiyor. Böylece Goethe, gençlik yıllarından itibaren zaman buldukça Şark?ı, Şark edebiyatını, tarihini ve tefekkürünü öğrenmeğe çalışıyor.
Öte yandan klasik Batı kültürünü, eski Yunan ve Latin edebiyatının zirvelerini okuyor. Shakspeare?den tercümeler yapıyor, Byron ile dost oluyor? Aynı zamanda Fransız edebiyatının önde gelenlerini okuyor, bazılarını tercüme ediyor? İtalya Seyahati ile Roma?yı ve Rönesans?ı keşfediyor. Heykelden mimariye, mûsikîden resme her alanda okuyor, dünyaya ve çağlara hükmeden ruhları keşfetmek istiyor. Mimarinin, heykeltıraşlığın, resmin hülasa sanatın kanunlarını keşfetmek istiyor.
Ama sadece sanatın kanunlarını değil, tabiatı da keşfetmek istiyor: Biyolojiden, minerolojiye, fiziğe, renk teorilerine, anatomiye kadar he alanda yeni fikirler ileri sürüyor. Doymak ve dinmek bilmeyen bir merak ve hiç kimsenin dayanamayacağı bir çalışma mesâisi?
Daha Faust?un başlangıcında şöyle haykırıyor:
Habe nun, ach! Philosophie
Juristerei und Medizin,
Und leider auch Theologie
Durchaus studiert, mit heißem Bemühn.
Da steh ich nun, ich armer Tor!
Und bin so klug als wie zuvor;
Heiße Magister, heiße Doktor gar
Und ziehe schon an die zehen Jahr
Herauf, herab und quer und krumm
Meine Schüler an der Nase herum-
Und sehe, daß wir nichts wissen können!
Das will mir schier das Herz verbrennen.
Heyhat! Ateşli bir gayretle ve çok esaslı bir surette felsefe, hukuk, tababet
ve hattâ, maalesef, ilahiyat bile okudum.
Böyle olduğu halde gene ben, zavallı deli! Eskisinden hiç de daha akıllı değilim.
Bana hoca ve hattâ doktor diyorlar,
on seneden beri talebelerimi burunlarından yakalayarak, bir yukarı, bir aşağı, yalan yanlış sürüklüyorum. Buna rağmen gene bizim hiçbir şey bilemediğimizi görüyorum!
İşte buna yüreğim yanıyor.
Demek ki bilgi insanı teskin etmiyor, tam aksine daha da huzursuz ediyor. İşte bu yüzden Goethe, Maximen und Reflexionen adlı veciz sözlerinde birinde buyuruyor ki: : ?Das schönste Glück des denkenden Menschen ist, das Erforschliche erforscht zu haben und das Unerforschliche ruhig zu verehren.? Düşünen insanın en güzel mutluluğu, araştırılabileni araştırmak, İmkânsız olan, araştırılamayan karşısında da saygı ile eğilmek ve durumu kabullenmek?
Bu söz Kuran?dan alınmış gibidir; zira Kuran?da bir ayette şöyle denmektedir: (Sana ruhun hakikatini sorarlar, de ki size ilimden ancak bir parça verilmiştir)
Goethe?nin önemli eserlerini değerlendirirsek özellikle Faust ve Genç Werther?in Acıları üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Goethe, kendisini, çeşitli güzellerden aldığı hatlarla Venüs?ü yaratan Yunanlılara benzetir. Werther?de aynı şekilde hareket etiğini söyler. 23 yaşında kaleme almıştır Werther?i; bütün kudretiyle ve ihtirasıyla ortaya çıkmaya hazırlanan bir deha iken. Ancak varlığına hâkim olan tereddütler zaman zaman bocalamasına sebep olmuştur.
Goethe bu eserinde aşkı, düşünceyi, felsefeyi çok güzel bir şekilde bir araya getirmeyi başarmıştır. Werther düşünen, seven, kendi ihtiraslarını tanıyan, içini kemiren duyguları bilen ama bunları bir türlü zaptedemeyen bir insandır. Istırap ve melâl Werther?in mukadderatıdır. O, bu mukadderat karşısında yıkılır; aslında Werther, kendi ıstıraplarını muhakeme edecek kadar cesurdur, lâkin bu acılar karşısında ruhuna hiçbir şekilde yardım edemeyecek kadar da yalnız, zayıf ve çaresizdir.
Aslında Goethe, Werther ile Almanya?nın milli ruhunu yakalamıştır. Werther bu milli ruhun tasviridir.
Werther, zekânın aşırı kendine güveninden kaynaklanan bir kırılmadır. Zekâ, ihtiras, melâl, duygular ve coşkunluk kontrol altında tutulamazlarsa, son haddinde zaafa dönüşürler. Hangi alanda olursa olsun ifrata varıldığında, hata ve yanılgı mukadder olur. Goethe, Wether?e ifrat derecesinde duygu ve heyecan pompalamıştır. Bu durum tabiatı pek iyi bilen Goethe?nin, aşırı kendine güveninden kaynaklanmış olsa da neticenin pek iç açıcı olmadığı ortadadır.
Son olarak şunu ilâve edelim ki Werther, bize erdem için aklın zaruri olduğunu gösteren bir kitaptır.
Goethe ? Schiller dostluğu Alman edebiyat tarihi içinde önemli bir yerde duruyor. Bu iki sanatçıyı bir araya getiren neydi, ortak noktaları birbirlerinin çalışmalarına olan etkileri nelerdi?
Goethe ve Schiller birbirini en iyi anlayan, birbirlerini tamamlayan iki kritik zekâ idiler. İkisi şairdi, dram yazarıydılar; hayatlarını şiire, sanata, estetiğe ve insanlık ülküsüne adamışlardı. Hayatın her alanında araştırmayı, yeniliği ve keşfi seviyorlardı; yeni fikirlere, yeni dünyalara, yeni kültürlere açıktılar.
Hayatı ve hürriyeti her gün yeniden keşfetmek ikisinin de hayat düstûru olmuştu. Goethe Faust?unda bu fikri şöyle dile getirir:
Nur der verdient sich Freiheit wie das Leben,
Der täglich sie erobern muß.
Hürriyet ve hayatı, bunları her gün yeniden fethetmeğe mecbur kalan kimse hakeder.
Schiller de bu konuda farklı düşünmemektedir. O da ?Hayatını ortaya koymayanlar hayıtı kazanamazlar? der.
İki dehâ da hayatları boyunca bu düstura bağlı kalmışlardır; ancak Schiller tarihe yönelirken, Goethe tabiatı araştırmayı tercih etmiştir. Schiller, hayatı, hürriyeti ve Idee?yi her gün yeniden tarihte keşfetmeğe çalışırken, Goethe tecessüsünü tabiata yöneltmiş ve ?Wo fass ich dich, unendliche Natur?, ?Seni nasıl kavrarım, ey sonsuz tabiat? diye sormuştur.
Bilindiği üzere Goethe aynı zamanda bir tabiat bilginiydi. Die Natur/Tabiat başlıklı çok önemli bir makalesi vardır. Bitkilerin metamorfozuyla ilgili araştırmaları fevkalade önemlidir. Hatta bu konuda bir buluşu vardır.
Buna göre bütün bitkilerin başlangıçta yaprakta oluştuğunu ortaya koymuş ve buna ?Urpflanze? (Asıl bitki) adını vermiştir. Bu buluşunu bir toplantıda ayrıntılarıyla anlatırken, orada bulunan Schiller başını sallayarak lafa karışmış ve »Das ist keine Erfahrung, das ist eine Idee!« yani bu bir ?eksperiment, bir deneyim değil, bilakis bir Idee?dir? demiştir. Bunun üzerine Goethe, bu fevkalâde işime yarar, demek farkında olmadan Idee?lerim varmış; hatta bunları ben gözlerimle görüyorum? demiştir.
Goethe bir aşk şairi midir?
Goethe, Doğu Batı Divanı?nın Murâkabe Kitabı bölümünde tüm hayatının hâsılatının aşk ve ide olduğunu vurgular ve der ki: Mir bleibt genug! Es bleibt Idee und Liebe! Kâfidir bana kalan! Aşk ve idedir kalan!
Goethe daha gençlik yıllarından itibaren tabiatla meşgul olmaya başlamıştır. Aklı fikri tabiatta olduğu için, Werther?i kaleme aldığı günlerde Homeros?u okuyor, Odysos ile yatıp kalkıyor. Nereye baksa Homeros?un tasvir ettiği manzaraları, tabloları görüyor. Mavi gökyüzüne bakıyor ve gökyüzünü sevgilin yüzü gibi yüreğinde hissediyor. Tabiat onun her zaman sığındığı, ama hiçbir zaman sükûnet ve huzur bulmadığı ir muamma.
Söz tabiattan açılmışken müsaade ederseniz bir cümleyle de Mevlânâ?nın tabiata nasıl baktığını görelim:
Mevlana da tıpkı Goethe gibi tabiat karşısında pek hislidir. Hz. Pîr, diyor ki:
Kâinat bütün âlemi kaplayan zekânın bir şeklidir, aklı başında olan ona tâbi olur; âlemi kaplayan zekâya karşı günah işlemiş olanlara kâinat bir köpek gibi görünür.
Benim gözümde dünya daima ruhu okşayan şeylerle doludur, hiç bitmeyen sular çeşmelerden akarlar; bu suların kulağıma gelen mırıltıları kalbimi ve zekâmı sarhoş eder. Dallar gelişen şeyler gibi kımıldarlar, yapraklar havayı rakkasların ayakları gibi döğerler. Şimşek bir ayna gibidir; eğer birisi aynaya bakarsa, orada neye benzediğini görür.»
Goethe?nin çok yönlü kişiliğinin bir yönü de doğuya bakıyordu.. Özellikle İranlı şair Hafızın şiirlerinden esinlendiğini biliyoruz. Özellikle Avusturyalı Tarihçi Hammer?in doğu edebiyatı ile ilgili çalışmalarını takip ettiğini..Goethe?nin doğuya ve doğu edebiyatına bakışını nasıl tanımlayabiliriz?
Peki, ama ne olmuştur da 65 yaşına gelmiş bu bilge şair, ömrünün sonbaharında böyle bir gençlik ateşi hissetmiş ve ruhunun derinliklerinden bir ?Etna? gibi lirik lavlar fışkırtmıştır? ( ?Tanıdığım kadarıyla?, diyor Thomas Mann, ?hiçbir zaman onun kalbi hiçbir kadın için volkanik bir tarzda böylesine çılgınca çarpmamıştır; esasen o volkanik olana da karşıydı.?) Vakıa ondaki bu lirik, volkanik patlamada iki âmil etkili olmuştur: birincisi Hammer Purgstall?ın ilk defa tümünü iki cilt olarak Almancaya tercüme ederek, kendisine yolladığı Muhammed Şemseddin Hafız?ın Divan?ıdır.
İkincisi ise Hafız?ın Divan?ını elinden düşürmediği 1814 yılının o son aylarında tanıştığı Marianne von Willemer adında pek genç ve şuh bir bayanla tanışmasıdır. Goethe, Hafız?la karşılaşınca hayalinin sınırlarını öğrenir, evvela Hafız?ın lirizmi karşısında kendi poetik varlığını sürdüremeyeceğinden endişelenir, sonra Hafız?ı şair olarak ?ikiz kardeş? kabul eder, başlangıçta onunla yarışmayı bir ?çılgınlık? olarak kabul etse de sonunda mukadderatını kabul etmek durumunda kalır ve Hafız?la poetik bir yarış başlatır.
Başlangıçta Hafız?ın tutuşturduğu poetik ateşle şiirlerini yazan Goethe, bir müddet sonra şiirinin kendi ateşiyle yankılanmasını ister ve doğrusu bunu başarır.
Bu bakış açısı ile yani doğuya olan ilgisiyle kaleme aldığı Doğu - Batı Divanı çalışmasının onun külliyatı içindeki yeri nedir? Bu çalışmayı içerik ve biçim açısından değerlendirmek gerekirse neler söyleyebilirsiniz? Doğu-Batı Divanı?ın belli başlı özellikleri nelerdir?
Burada hemen şunu ifade edelim ki Goethe?nin aslında iki büyük eseri vardır: Faust ve Doğu Batı Divanı. Bu eserler tıpkı kalbin systole ve diastole yani kalbin kanı alması ve pompalaması gibi birbirlerini tamamlarlar.
Bu eserlerin ikisi de olgunluk ve yaşlılık dönemlerinde ikmal edildiği için, bunlarda lüzumsuz ve fazla söz bulmak çok zordur.
Faust, bir dünya panoramasıdır, ruhların ansiklopedisi ve insanlığın tamamlanmış biyografisidir. Özellikle ikinci bölümü ihtişamla yükselen bir felsefe mabedidir. Buna karşılık Doğu Batı Divanı, gerçek bir aşk kitabıdır. Faust?a bir felsefe katedrali deyince, Doğu Batı Divanı?na da aşkın ve lirizmin Taç Mahal?i dememiz gerekecektir.
Onun Hafız gibi şairler kadar Mevlana gibi düşünürlerle de ilgilendiğini biliyoruz. Sizin yayımladığınız ?Mevlana ve Goethe ?isimli eser bize bu iki deha ile ilgili birçok açılım kazandırdı.. Bu eserden yola çıkarak Goethe?nin Mevlana felsefesine ve ardından İslam?a bakış açısını nasıl değerlendirebiliriz?
Daha önce de belirttiğim gibi Mevlânâ ve Goethe birçok noktada aynı, yahut paralel düşünmektedirler. Her şeyden önce, farklı dinlerin ve kültürlerin düşünürleri olmalarına rağmen, hayat anlayışları nerdeyse aynıdır. Her ikisi de faal ve dinamik bir hayatı isterler, yüceltirler.
Hayatı ve hürriyeti her gün yeniden keşfetmek, yeniden yaratmak ve yeniden şekillendirmeği hayat felsefesi olarak benimsemişlerdir. Her ikisi de atalete, uyuşukluğa ve pısırıklığa temelden karşıdırlar. Onlara göre Allah, faaldir, yaratıcıdır ve her an başka bir iştedir; kullarının da faal ve çalışkan olmasını ister.
Bu itibarla Mevlânâ?nın ?insan-ı kâmil?i ile Goethe?nin Faust?u arasında, bu zaviyeden bakılınca, fevkalâde bir benzerlik vardır. Şair ve düşünür olarak her ikisi de aşkı tefekkürlerinin merkezine yerleştirmişlerdir.
Onlara göre aşk, bir gül yaprağındaki çiğ damlasının güneşi içmesi gibi, yahut güneşte erimesi gibi, en küçük zerreden en büyük varlıklara, micro kozmostan makro kozmosa kadar tüm varlıkların hayat damarlarına dolmuştur. Onun için Mevlânâ, ?aşk olmasa âlem donardı? demiştir.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, bu iki evrensel deha hayatın bazı alanlarında tabii olarak farklılık gösterseler de, tefekkür ve sanat alanında belirli bir irtifadan sonra birleşirler. Aralarındaki farklılıklar ortadan kalkar.
Fikirlerini şimşekli bir dille ve soluk kesen bir ahenkle ifade ediyor.
Von der Porten diyor ki : «Bir sihirbazın değneğini takip eder gibi, insan bu adama kapılmaktan kendisini alamaz. Bizi yedi kat gökten geçirdikten sonra ışığa ve bütün âlemi kaplayan düşünceye ulaştırır.»
Goethe'de de bilimlerin yüceltilmesinin eleştirisini görüyoruz. Zamanımıza gelince, 20.yüzyılla birlikte insanlığın çok büyük acılar çektiğini; yeni sömürgeciliğin, ırkçılığın, bir anlamda köleleştirilme sürecinin, dünya savaşlarının, nükleer tehlikenin, nükleer uygulamaların yarattığı etkilerin 20.yüzyıl toplumunu harap ettiğini; insanını mahvettiğini görüyoruz . Bu açıdan Goethe?nin mirasını nasıl yorumlarsınız?
Goethe?nin mirasını fevkalade önemsiyorum. Hakikaten Goethe?nin bilim, sanat, edebiyat, din ve medeniyetler arası diyaloğ ve hoşgörüye esas teşkil edecek önemli bir mirası var. O, çatışmadan değil, anlaşmadan ve birbirini anlamadan tarafaydı. Çetin tartışmaların ve çatışmaların olduğu bir dönem o, en muhataralı konularda büyük bir risk üstlenerek Doğu ve Batı arasındaki vahdeti savundu. Bunu için büyük gayret sarfetti, bütün beşeriyetin acılarını terennüm etti. Hatta bir şiirinde, hatırladığım kadarıyla, ?İnsanlık acıdan ağzını açamazken, Bana Tanrı acıları dile getirme gücü verdi? diye, Allah?a şükreder. Goethe, insanlığı birbirine düşüren ayrılıkları ve düşmanlıkları aşmak, ortadan kaldırmak için azami gayret sarf etti. Doğu Batı Divanı, bu iki dünya arasında kurulmuş sağlam bir köprüdür.
İster Doğuda ister Batıda olsun, ister ilerici ister gerici kılığında olsun, kör taassubun, bağnazlığın -aslında kör taassup ve bağnazlık bazen lüks salonlara ve yüksek mahfillere mevzilenir- en çok korktuğu şey aklın uyanışıdır; bunların muhayyilesi aklın uyanışından tir tir titrer; aklı bir düşman gibi görürler. Çünkü akıl uyandı mı insan kendinden şüphe etmeğe başlar, sonra bu başkalarına sıçrar; başkalarını düşman gibi görürler, başkalarının düşüncelerinden istifade edecek yerde, şüphelere sinirlenir ve onları bastırmaya yok etmeğe çalışırlar.
Bugün Goethe, yaşamış olsaydı galiba bize şunu söylerdi. Tıpkı Muhammed İkbal gibi Batıyı okuyun, anlamaya çalışın; Batı karşısında varlığınız balmumu gibi erimesin, iradeniz bir granit kadar sağlam olsun. Evet, iradeniz, bir granit kadar sağlam olsun ki ?hayatı ve hürriyeti? yeniden elde edebilesiniz, dünyayı yeniden kurabilesiniz. Bunun için fazla uzağa gitmenize gerek yoktur, hazine sizin içinizdedir; bulunduğunuz yeri daha derin kazın! Mevlânâ Celaleddin Rûmî?yi ve Muhammed İkbal?i anlamaya çalışın!
Kaynak:Bu söyleşinin kısaltılmış hali Umran dergisinin Haziran sayısında yayımlanmıştır