Asım Öz
Geçtiğimiz aylarda Türk Edebiyatı dergisinde, Britanyalı bir nörolog olan Oliver Sacks?ın Musiki Sevgisi- Müzik, Beyin ve Biz adlı kitabı vesilesiyle yapılmış bir röportaja yer verilmişti. Cemal Aydın?ın Fransızcadan tercüme ettiği bu röportajda, tezini özetleyen Sacks?ın görüşü şu: ?Dili kullanma veya anlama kapasitesi, kafatasının son yarısında iyice belirlenmiş beyin alanlarına bağlıyken, beynin müziğe ayrılan harita alanı çok daha yaygındır.?
Önce biraz ABD'de yaşayan, İngiliz kökenli bir nöroloji profesörü. Oliver Sacks?ın edebi yolculuğundan söz etmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Çeşitli sinirsel hastalıklara ilişkin ilginç vakaları kendine özü bir sıcaklık ve 'insancı' bir bakış açısıyla anlatan, nörolojiyi tıp disiplininin dışında kalan insanlara ustaca aktaran ve üslubuyla adeta bir 'tıp edebiyatı'nın öncülüğünü yapan nörolog yazarın en önemli özelliği, belki de kendisini özgün bir hekim-yazar kılan yanı bence mesleğiyle kaşifliği harmanlayarak üstüne edebiyat tadı damlatmadaki ustalığıdır. Bu yönüyle İbn Sina, Hüsrev Hatemi, Kemal Sayar, Erol Göka, Mustafa Ulusoy vb isimlerle kıyaslanabilir yazar. Bazen küçücük mesleki bir ayrıntıdan yola çıkarak nörolojinin (sinir hastalıkları bilimi) bilinmez dünyasında sonsuz yolculuklara sürükler okurunu.
İlginç Bir Nörolog
Oliver Sacks'ın öykülerine konu olan olgular gerçekten de, çoğu hekimin hatta nöroloğun üzerinde fazla durmadığı ''marjinal'' rahatsızlıklardır. Otistik zekâlılar (Dustin Hoffman'ın Uyanışlar ''Awakenings'' filmini hatırlayınız. Bu filmin senaryosu yazarın aynı adlı kitabından uyarlanmıştır), tuhaf bellekli insanlar, çok ender görülen hastalıklar yazarın geniş nöroloji deneyimi ve akıcı kaleminde kitaplara dönüşür. Karısını Şapka Sanan Adam (Yapı Kredi Yayınları, 1996, çev: Çiğdem Çalkılıç-Sedat İngil) ve Mars'ta Bir Antropolog (İletişim Yayınları, 1997, çev: Osman Yener) Oliver Sacks'ın dilimize çevrilen eserlerinden bazılarıdır.
Şaşırtıcı Bir Dünyaya Yapılan Etkileyici Yolculuk
Sesleri Görmek için ise '1986'da ve 1987'de Gallaudet'e yaptığım ziyaretler, benim için son derece etkileyici deneyimlerdi. Sağırlardan oluşan böyle muazzam bir topluluk görmemiştim. İşaret dilinin yetkin bir dil olarak böyle muazzam bir topluluk görmemiştim. İşaret dilinin yetkin bir dil olabileceğini anlamak için, işaret dilinde verilen felsefe ve kimya derslerini, tümüyle sessiz çalışmaların sürdüğü matematik bölümünü görmem gerekiyordu - sağırlık hakkındaki 'tıbbi' önyargılarımdan kurtulmam ve sağırları tümüyle kendine özgü bir dili ve kültürü olan bir toplum olarak gören 'kültürel' bir bakış açısına sahip olmam için bütün bunlara şahit olmam gerekmişti.' diyor Oliver Sacks. 'Sesleri Görmek', çoğu kez acımasız önyargılarla karşı karşıya kalan sağırların, 'işitenlerin' dünyasında kabul görmek için verdikleri savaşımı gözler önüne seriyor. İşaret dili yalnızca bir dil değil, sağır kültürünün elindeki tek 'araç'. Mart 1988'de Gallaudet Üniversitesi'nde yaşanan ve Oliver Sacks'in bizzat tanıklık ettiği isyanın da, sağırların haklarını arayan tüm sosyal ve politik akımların da merkezinde hep işaret dili var. Sesleri Görmek, şaşırtıcı bir dünyaya yapılan etkileyici bir yolculuk...
Oliver Sacks, Dayanacak Bir Bacak'ta ise kendisinin hasta konumunda olduğu bir iyileşme sürecini konu ediyor. 40'lı yaşlarının başında Norveç'in fiyordlarından birinde bir dağa tırmanan yazar, karşısına çıkan bir boğadan kaçarken ayağı kayıp düşer ve dizinin tendonları yırtılır. Binbir güçlükle yetiştirildiği hastanede ameliyata alındıktan sonra geçirdiği nekaket döneminde kendini varoluşsal kaygılar içinde bulur. Dayanacak Bir Bacak, bir tıp adamının hasta kimliğiyle hastane yaşamını, hekimleri, hemşireleri ve iyileşme sürecini, hastanın dış dünyaya ve kendi uzuvlarına yabancılaşmasını anlattığı olağanüstü bir kitap. Sinirsel bozuklukların 'veteriner' mantığıyla tedavi edilmesi anlayışını eleştiren Oliver Sacks, klasik nörolojideki mekanik modelini yerine hastanın kişisel ve öznel deneyimlerinin ön planda olduğu, 'benlik-referanslı' bir nörolojik yaklaşımı öneriyor.
Hekim yazarın Müzikle ilgili düşüncelerine giriş olması bakımından Türk Edebiyatı dergisinde yayımlanan söyleşinin okunmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Belki söyleşiye konu olan kitap Türkçeye yola çıkmıştır!
MUSİKİ, BEYİN VE BİZ
Konuşanlar: Gilles Anquetil ve François Armanet
Türkçeye Aktaran: Cemal Aydın
DİLİ KULLANMA VEYA ANLAMA KAPASİTESİ, KAFATASININ SOL YARISINDA İYİCE BELİRLENMİŞ BEYİN ALANLARINA BAĞLIYKEN, BEYNİN MÜZİĞE AYRILAN 'HARİTA' ALANI ÇOK DAHA YAYGINDIR.
New York'taki Albert Einstein College of Medicine'de profesör olan Olivier Sacks, Britanyalı bir nörologdur. Awakenings (Uyanış) ve The Man Who Mistook His Wife For A Hat (Karısını Şapka Sanan Adam) adlı kitaplarıyla tanınır, ikinci eseri Tükçeye de seneler önce çevrilmişti. Son olarak Musiki Sevgisi-Musicophilia. Müzik, Beyin ve Biz adlı önemli kitabı yayımlandı. Yazarla bu kitap hakkında LeNouvel Observateur'de bir konuşma yayımlandı. Gilles Anquetil ve François Armanet tarafından yapılan bu ilgi çekici konuşmayı sunuyoruz.
Yazısı olmayan toplumlar var, fakat musikisiz toplum yok. Musiki insanın cevherinde olan bir şey mi?
Olivier Sacks. Gerçekten de faydası apaçık ortada olmakla beraber, yazı nispeten yakın zamanlarda gerçekleştirilmiş bir kültür buluşudur (zaten yazıdan hâlâ mahrum pek çok topluluk vardır). Hâlbuki (William James'e göre 'hiçbir hayati yararı' bulunmayan) müzik, bilinen bütün kültürlerde mevcuttur ve kökenleri tarih öncelerine kadar uzanır. Nitekim geçenlerde kemikten mamul, kırk bin yıldan daha eski flütler keşfedilmiştir. Bir 'hayatî yarar' taşısın veya taşımasın (gerçi bu sorun bütün sanatlar için de geçerlidir), musiki sayısız kültürel işlevlere sahiptir, insanoğlu ister âyin, ister oyun, ister iş veya aşk ortamında olsun, belli bir ahenkle söyleyip coşmaya ve raksetmeye eğilimlidir. Ayrıca musiki benzersiz bir kültürel bağ ve ilişki kurmaya imkân verir. Dahası, bazı heyecan ve duyguları, lisanın başaramayacağı bir yoğunluk ve berraklıkta ifade etmeyi ve iletmeyi sağlar. Musikinin lisan kadar insanın ayrılmaz bir parçası olduğu açıkça görülür; 18. yüzyılda Rousseau'nun da dile getirdiği gibi, bu ikisi hem müzikli hem de sözlü bir ilk şekilden hareketle gelişmişler ve daha sonra birbirlerinden yavaş yavaş farklılaşmışlardır. Mamafih durumun böyle mi olduğunu, yoksa tam aksine ayrı bir gelişme mi gösterdiklerini elbette hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Kitabınızda sinir sistemimizin 'mükemmel bir şekilde' musikiye intibak etmiş olduğunu yazıyor ve şöyle diyorsunuz: Müziğe bağlı ve tepki veren beyin alanları, konuşmayı harekete geçiren alanlardan çok daha fazladır. Öyleyse insanı insan yapan lisandan ziyade müzik midir?
Dili kullanma veya anlama kapasitesi, kafatasının sol yarısında iyice belirlenmiş beyin alanlarına bağlıyken, beynin müziğe ayrılan 'harita' alanı çok daha yaygındır. Müzik sadece beynin iki yarım küresini harekete geçirmekle kalmaz, aynı zamanda buna baş sinir düğümleri ve beyincik gibi beyin zarı altı alanlarını da ekler. Müzikal bir yapının algılanışı çok sayıda beyin bölgelerini ve sistemlerini harekete geçirir; özellikle de müziğe heyecanlı bir tepki gösterildiğinde bu durum çok net görülür. Yine de, bence, insanı 'insan yapan'ın dilden (konuşmadan) ziyade müzik olduğu ileri sürülemez. İster sözle isterse işaretle gerçekleştirilsin, lisan yeteneği bütün insanlarda vardır, fakat müzik duyarlılığı fertten ferde değişir. Bununla beraber insanın içinden Sör Thomas Browne'la birlikte, mecazen de olsa, 'Ruh âhenkdârdır ve musikiyle özel bir ilişkisi vardır' demek geçiyor.
Müzikle tedavi
Parkinson, Alzheimer, Tourette sendromu, konuşma kaybı, hafıza kaybı gibi sizce musiki birçok hastalığa karşı dikkate değer bir tedavi şekli. Bununla ilgili aydınlatıcı bir örnek verebilir misiniz?
Musikinin tedavi edici gücünü ben 1966'da keşfettim. O zaman, beni şaşırtan hastalarla karşılaşmış ve daha sonra yaşadıklarımı 'Uyanış / Awakenings' kitabımda yayımlamıştım. On yıl kadar önce yakalandıkları o nadir görülen bir tür kafatası içi iltihabı, onları ağır birer Parkinson hastası yapmıştı; tabir caizse 'taş kesilmiş'lerdi; konuşmak veya hareket etmekten tamamıyla yoksundular. İşte bu durumdayken kendilerine dinletilen müzik onları 'serbestleş-tiriyor' ve onlara şarkı söyleme, dans etme, kımıldama, konuşma, düşünme, normal bir şekilde hissetme imkânı sağlıyordu. Fakat müzik kesilir kesilmez, tekrar 'taş kesiliyorlardı. Bir gün hastaneye, bu olaya şahit olsun diye, şair W. H. Auden'ı getirdim ve kendisi durumu gördükten sonra Novalis'in şu sözünü hatırlattı: 'Her hastalık bir müzikal bir problem, her ilâç da müzikal bir çözümdür.' O bu sözü sadece mecazi anlamda söylemiş olmasına rağmen, bu tespit, o 'taş kesilmiş' hastalar açısından hemen hemen harfiyen doğrulanmış oluyordu. Parkinson hastalarının müziğe tepki vermeleri için, bu müziğin onların 'taşlaşmış' sinir sistemlerini açık bir şekilde uyaran güçlü ritmik bir yapıyla donanmış olması gerekir. Bu müziğin onların bildiği veya kendilerinde heyecan uyandıran bir müzik olması da şart değildir. Buna karşılık, Alzheimer hastaları için, müziğin onların bilip sevdiği ve kendilerinde hatıralar uyandıran bir müzik olması gerekiyor. Geçmiş hayatı ile ilgili her türlü hatırasını unutmuş kimseler için, tanıdık bir müzik ve onlarca yıl önce öğrendikleri şarkılar, onları sadece uyarmakla kalmıyor, uzun zamandan beri unutulmuş ve hatırlanması imkânsız hâle gelmiş hatıraları da -hem de o melodilere eşlik eden ruh hâlleri, duyguları ve mizaçlarıyla birlikte-yeniden canlandırabiliyor. Tam bir bunama hâlindeki kimseler için bile müzik bir lüks değil, aksine bir zorunluluktur, zira başka hiçbir şeyin yapamadığı kadar, onları en azından birkaç dakikalığına olsun, kendilerine getirme ve başkasını ayırt etme imkânı verebilmektedir.
Size göre, hem tamamıyla soyut hem de derin heyecanların kaynağı olması bakımından musiki, nevi şahsına münhasır bir sanattır. Müzikteki bu heyecanlandırma kudreti nereden geliyor?
Denilebilir ki bir taraftan beynin musiki algısını veya anlayışını kapsayan bölgeleri ile diğer taraftan hafızanın (beyin çıkıntısı) veya heyecanın (bademcik) harekete geçirdiği bölgeler arasında, mesela görme algısı durumundakinden çok daha sıkı bir görev bağlantısı, vardır. Fakat bizler istediğimiz kadar genel ifadelerle dinamikleştiren, yatıştıran, neşeli veya hüzünlü bir müzikten bahsedelim, bizler istediğimiz kadar musikinin bizde ürpertiler meydana getirebildiğini bilelim, Schopenhauer'm müziğin 'tecrübe edilemez derinlik'i ve 'somut realiteden tamamen yoksun solmasına rağmen, bizim en deruni varlığımızın bütün heyecanlarını uyandırma ' kudreti adını verdiği şeyi yine de anlayamayız. Ancak, bugün bundan yirmi, otuz sene önce olmayan beyin fonksiyonlarının çalışmasını gösteren tekniklere sahibiz. Dolayısıyla bu teknik ler müziğe karşı gösterdiğimiz duygusal tepkinin nörolojik verilerini elde etmemiz için belki bir gün yeterince gelişmiş olacaklar. Ama bu bile müziğin esrarengiz kudretini bize tam manasıyla anlatmaya yetmeyecektir. Musiki dinlemek sadece kulağa ve heyecana dayalı bir eylem değil, aynı zamanda da harekete geçirici bir eylemdir, 'İnsan kaslarıyla duyar.'diyordu Nietzsche.
Müzik huzur verir
Küçük çocukken duyulan şeyler hafızaya ebediyen 'nakşedilmiş' olarak kalabiliyor. Acaba müzik bize musallat olup yakamızı biç bırakmıyor mu?
Gerçekten de 'müzik kulağı'ndan nispeten yoksun kimselerde bile, özellikle ilk çocukluk çağlarında duymuş oldukları melodileri, irade dışı olarak bir akılda tutma ve (zihnen) 'yeniden mırıldanma' eğilimi gözlemlenmektedir. İnsanların pek çoğunun kafasında -düşüncelerine ve heyecanlarına kesik kesik, hatta sürekli bir arka plan oluşturan melodiler veya melodi parçaları hâlinde- bir tür müzik stoku vardır, kendileri ekseriya bunun bilincinde olmasalar bile... Günler boyu zihnimizde dönüp duran bu sinir edici nakaratlar, testerelerin sesinde olduğu gibi, icabında 'sesli' bir bunaltıya da dönüşebilir. Mamafih ben insanın kafasında musiki duymasının genellikle olumlu etkiler meydana getirdiği düşüncesindeyim. Anthony Storr'un o hacimli Music and the Mind kitabında yazdığı gibi, iç musiki endişeyi hafifletebilir, tavır ve hareketlere bir ritim kazandırabilir, bezginliği azaltabilir, moral verebilir. Ayrıca da iyice gömülüp gitmiş bir şuuraltıyla bağlar kurabilir.
Siz aynı zamanda amatör bir piyanistsiniz. Müziksiz yaşayabilir misiniz?
Müziksiz yaşamaktan herhalde çok rahatsızlık duyardım. Benim her gün müzik dinlemeye ve çalmaya ihtiyacım var. Hatta dışarıdan bir müzik kaynağı bulamadığım zamanlar, zihnim kendi musikisini kendisi üretmeye başlar. Benim tek iç sessizlik dönemlerim, sarsıntı veya depresyon anlarına rastladı, onların ardından bu iç musiki bana hep büyük bir sevinç ve haz vermeye devam etti.
Kaynak: Türk Edebiyatı