Dolar

34,8705

Euro

36,7213

Altın

3.010,14

Bist

10.079,04

'Evrim Allah'ın kudretine gölge düşürmez'

Kelam'da yenilik arayışları üzerinde açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Basil et-Tâi, 'Evrim var olan bir hakikattir ve insan evrim geçirir ve bu Allah'ın kudretine gölge düşürmez' dedi.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-06-04 12:21:00

'Evrim Allah'ın kudretine gölge düşürmez'

 

Haber Merkezi / TİMETURK

Ürdün Yermük Üniversitesi Bilimler Fakültesi Fizik Bölümünden Prof. Dr. Muhammed Basil et-Tâi ile 'Yeni Kelam Arayışları' üzerine yapılmış bir röportaj:


Öncelikle bu söyleşiyi gerçekleştirmek üzere davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İlk olarak şahsî hayatınızdan ve yüksek öğrenimizden kısaca söz eder misiniz?

Tâî: İlkokuldan liseye kadar öğrenimimin bütün kademelerini Irak'ta tamamladım. Musul'a yakın bir şehir olan Tella'fer'de doğdum, aslında ellilerin başlarında orada oturuyorduk. Daha sonra yaklaşık olarak yedi yaşındayken Musul'a taşındık ve ondan sonra öğrenimime Musul'daki okullarda devam ederek 1968'de mezun oldum ve 1969-70 öğrenim yılında da üniversiteye başladım. Öğrenim için genel ortalamam tıp fakültesine girmem için ye¬terli olmasına rağmen fizik bölümünü tercih ettim. Fiziği çok sevdiğim için bu bölümü tercih etmiştim. Henüz üniversite öğrenimim sırasında Einstein'ın genel ve özel görelilik teorisi konusunda bir kitap yazmak nasip oldu. Üç yüz kırk sayfalık bu kitabı özel ve genel görelilik teorisine giriş mahiyetinde, Arapça olarak kaleme aldım. Üniversite, bu kitabın değerlendirilmesi ve hakkında bir karara varılması için hakemlere gönderdiğinde değerlendirmeyi yapanlar kitabı yazanın yirmi yaşındaki bir öğrenci olduğunu bilmeden basılmasını ve yayınlanmasını tavsiye ettiler. Aynı dönemde 'Temel Partiküller' adındaki bir kitabı da İngilizceden Arapçaya tercüme ettim. Hem telif ettiğim hem de tercüme ettiğim bu iki kitap 1974 Şubatında basıldı. Ben o zaman üniversitenin dördüncü sınıf öğrencisiydim. Başarılı öğrencilerden olduğum için bana burs verildi. Mezun olduğum sene de kozmoloji (evrenbilim) ala¬nında lisansüstü öğrenimi görmek için İngiltere'deki Manchester Üniversitesi'ne girdim. Evrenin yaratılışı ve yaratılışının temelleri alanlarında uzmanlık kazandım. Gerçekten evrenin yaratılışının esasları ve ilk anları ile ilgili olarak oldukça derin matematiksel bir usulle öğrenim gördüm ve tabi ki bu öğrenim, girift matematik metotlarla Einstein'm genel görelilik teorisi, Gamow ve diğerlerinin 'Big Bang' teorisine dayanıyordu. Oradaki doktora öğrenimim süresince birçok araştırma yaptım ve bunların hepsi uluslararası dergilerde yayımlandı. Üç sene yedi ay sonra (1978) doktoramı tamamlayıp memleketim Irak'a döndüm.

Biraz da kendi alanınızla ilgili ilmî araştırmalarınıza değinsek...

Tâî: İlmi araştırmalarımın çoğu asıl uzmanlık alanım olan evrenin yaratılmasındaki ilk anlara dairdir. Tabii ki bu araştırmalar, bahsettiğim gibi yakın bir zamana yani otuz ya da kırk sene öncesine kadar şu anda elimizdeki resimlerden edindiğimiz şekline göre eksiksiz ve doğru değildi. Fakat yetmişlerin ortalarından itibaren evrenin yaratı-lışıyla alâkalı araştırmalar, içerisinde bilimsel uygulamalar bulunan başarılı bir metot geliştirdiler ve teori sadece teori ile tahmini fikirlerden veya felsefeden ibaret olarak kalmak şöyle dursun bu teori şu anda incelemeye, araştırmaya ve kesinliğinden emin olacağımız pratik deneysel sınamalara imkan verecek hale gelmiştir. Çünkü artık kozmoloji (evrenbilim) tenkit ve ispat yapılabilecek bir duruma gelmiştir. Böylece neyin doğru olduğunu neyin doğru olmadığını biliyoruz. Diğer yandan kara delikler (black holes) üzerine bazı araştırmalar yaptım; bu araştırmalarda kara deliğin 'olay ufku' (event horizon) diye isimlendirilen yerin yakınında parçacıkların içerisinde şekillen¬mesinin mümkün olduğu bir bölge bulunduğunu hesapladım. Elimde bununla ilgili yeni bir yazı var. Ayrıca bizatihi kendi uzmanlık alanımla ilgili olarak 'Bose-Einstein Yoğunlaşması' ile alâkalı olan meseleler ve evrensel sabite (cosmological constant) üzerine de üç makalem yayınlandı. Bu makaleler evrenin bünyesi, evrenin bünyesini anlamak ve evrenin yaratılışının nasıllığmı anlama üzerine yoğunlaşmıştır.

İslâm kelâmına dair çalışmalarınızın da olduğunu biliyoruz. Bu çerçevede felsefî ilgileriniz ve fikrî projelerinizden bahsedebilir misiniz?

Tâî: Öncelikle ilk sorunuzla ilgili kozmolojiye dair yaptığım araştırmalardan bahsetmek istiyorum. Bunun kelâmın evrenin gelişmesiyle ilgilenen kısmıyla da bağlantısı vardır. Danışmanlığını yaptığım bir kaç yüksek lisans tezi dolayısıyla evrenin içe katlanmasının (inkimâş) imkânına dair bir inceleme yaptım. Modern araştırmalar ve astronomik gözlemler evrenin sonsuzca genişleyeceğine işaret ediyor gibidir. Evrenin genişlemesi meselesi geçen yüzyıldan, yaklaşık olarak yirmilerden beri bilinen bir şeydir ve bu Edwin Hubble tarafından keşfedilmiştir. Fakat evren bu genişlemesine sonsuza kadar devam edecek mi yoksa dürülecek yani içine katlanacak mı? Şu anki gözlemleri modem evren teorisine göre tahlil edersek evrenin sonsuza kadar genişlemeye devam edeceğine işaret etmektedir. Fakat bu bazılarının zannettiği gibi gözlemlerin direk so¬nucu değildir. Aksine gözlemler sadece evrenin genişlediğini söyler. Şu an hâkim olan teori, evren genişliyorsa sonsuza kadar genişlemeye devam edeceğini ileri sürmektedir. Fakat en son olarak bir hafta önce öğrencilerimden biri 'Genişleyen Evrenin İçine Katlanması' başlıklı bir tez savunmasında bulundu. Bu tezde genişleyen evrenin dürülme-sinin yani içine katlanmasının mümkün olduğu sonucuna ulaştık. Burada bazı koşullar söz konusudur ve eğer bunlar olursa genişleyen evrenin dürülmesi yani içine katlanması mümkün olur. Bu beni kelâm felsefesine götürdü. Gerçekte kelâm ilmine olan ilgim yaklaşık onyedi-onsekiz yıl önce başladı. Yani seksen dokuzla doksanlı yılların başından ya da doksandan beri kaynak konumunda olan Kâdî Abdülcebbâriın el-Muğnîfi ebvdbi'1-adl ve't-tevhid, Ebû Hasan el-Eş'ari'nin Kitâb Makûldü'l-Islâmiyyîn ve ih¬tilâfı 'l-musallîn, İmam Cüveynî Ebû'l- Mealimin Kitâbû'ş-Şâmil fi ıısûli'd-dîn, Ebû Tayyib el-Bâkıllânî'nin Kitâbü't-Temhid veya Temhîdü'l-evâil ve telhisti'd-delâil, İbn Metteveyh'in Kitâbü't-Tezkire fı'l- cevahir ve'I-a'râz, Kâdî Abdülcebbâr'ın Kitâbü'l-Muhît bi 't-teklifve Mu'tezile kitaplarının en eskilerinden biri olan Hayyât'ın Kitâbü V-İntisâr ve 'r-red ala İbn Ravendi gibi kelâm kitapları üzerinde çalışmaya başladım. Ayrıca ikincil kaynak olan diğer kitapları da yani Dr. Hüsâmeddin el-Âlûsî'nin eserleri gibi araştırmaları da inceledim. Dr. Hüsâmeddin el-Alûsî asrımızdaki kelâm hakkında gerçekten iyi çalışmalar yapan ciddî araştırmacılardan biridir. Bütün bunlar bende kelâm ilminde araştırmalar yapmak için sağlam bir zemin oluşturdu. Kelâm ilmi bildiğiniz gibi iki kısımdır: Dakikti 'l-kelâm ve Celilü 'l-kelâm, buna Ebu Hayyan et-Tevhîdî ve Makâlât'mda Eş'arî işaret etmiştir.

Yani ilâhiyyat ve kozmoloji...

Tâî: Evet takriben ilahiyat ve kozmoloji. Dakîku'l-kelâmın; hareket ve sükûnu, zaman ve mekânı, cevher ve arazları, ağırlığı, direnci, kuvveti, itimadı ve doğuşu (tevellüd) ve özellikle de cevher-araz teorisini araştırdığı sonucuna ulaştım. Yani fiilen gerçek bir İslâm ilim felsefesini dakiku'l-kelâm esasları üzerine kurmak mümkündür. Bu sebeple kitaplarda mevcud olan şeyleri, bizzat ilk kelamcıların yazdıkların¬dan veya onlardan nakledilenler üzerinden iyice tetkik ettim. Bundan dolayı kelam¬cıların hepsinin olmasa bile büyük çoğunluğunun fikirlerini üzerine inşa ettikleri beş illke olduğunu ve bu beş ilke üzerinde hemfikir olduklarını söyleyebilirim. İlk ilke atoma (cevher el-ferd, el-cuz ellezi la-yetecezza) dairdir. Yani şeyler sınırlı olarak bö¬lünebilirler, böylece bölünemeyen en küçük parçanın var olduğu söylenir ve bu parça cevher-i ferd olarak isimlendirilir ve ayrıca dünyanın cevherlerden ve arazlardan ya da cevher ve arazlardan oluşan cisimlerden meydana geldiği ifade edilir. Bu ilke geneldir ve sadece maddî olan şeylere özgü değildir. Hatta zamanı bile içine alır. Zaman kelamcılara göre anlara, parçalara, atomlara bölünmüş bir şeydir, an, tek bir an, lahzadır. Bu hususta güzel olan birşey, atom ilkesinin bugün çağdaş fiziğimizde yankı bulmuş olmasıdır. İkincisi sonradan olma (hudûs) ilkesidir. Bu konuda söylenen âlemin sonradan olduğudur ve Yunan filozoflarının dediği gibi âlem kadîm, ezelî ya¬ni başlangıcı olmayan değildir. Yunan filozofları âlemin ve Tanrı'nm her ikisinin de kadîm olduğunu, fakat birinin zaman olarak diğerinin ise zât olarak kadîm olduğunu v.b. söylerler. Kelamcılar ise evrenin bir başlangıcı olduğuna, zaman ve mekânın bu âlem ve bu evrenle birlikte yaratılarak vücud bulduğuna, yani madde ve âlem dışında herhangi birşeyin mevcut olmadığı konusunda ısrar etmişlerdir. Diğer mesele ya¬ni üçüncü ilkeye gelince gerçekten ilgi çekicidir. Bu prensibe göre evrende hiçbir şey bulunduğu hal üzere, iki zaman veya iki an içinde kalmaz. Bu ilkeyi devamlı yenilenme {teceddüdü'l-a'râz) ya da sürekli yaratma ilkesi olarak isimlendirmişlerdir. 'Sürekli yenilenme' olarak adlandırmak daha doğrudur. Çünkü kelamcıların dediği¬ne göre yenilenme arazlar içindir. Dediğimiz gibi şeyler, cevherler ve arazlardan oluşmuşlardır. Kelamcılara göre cevherler sabittir fakat arazlar değişir. Cevherin araz var olmadan var olması mümkün olmadığı gibi araz da cevher olmadan var olmaz ve 'cevher, arazsız varolmaz ancak onunla varolur '. Bundan dolayı gerçekte arazların değişmesi her bir şey için değişmedir, her bir şey için aynı şey değişir ve sürekli ye¬nilenir. Alemin yenilenmesi arazın yenilenmesi esnasında tamamlanır. 'Hiç bir şey iki zaman veya iki anda aynı hal üzere kalmaz' demektedirler. Bu ifade gerçekten güzel bir ifadedir. Ayrıca bunun yankılarını ve modern fizikle ilgili kısmını da biraz sonra açıklayacağım. Dördüncü ilke ise olasılık ve ihtimal ilkesidir ki, ihtimali ben kendim ekliyorum. Dünyadaki ilişkiler, bağıntılar ve olaylar zorunlu (hatmî) değildir, aksine 'olabilir de olmayabilir de' manasında ihtimâlidir. Hatta kelamcılar 'Gördüğümüz herhangi bir kanunun tabiî, zorunlu ve kendi başına olan bir şekilde bulunmadığını' söylerler, ancak orada 'müstekarru 7- 'âde' diye isimlendirdikleri bu kanunun varlığını muhafaza eden bir şey vardır. İşte bunu muhafaza etmekle beraber yenileyerek yapan O, Allah'tır. Kanunu koyan, istediği zaman ve mekânda onu ihlal etmeye güç yetirendir. Bundan dolayı zorunlu olarak gördüğümüz kanunlar, görünüşte zorunlu fakat aslında zorunlu değildir. Bu da kuantum mekaniği ve günümüz fiziğinin bakış açısıyla tamamen uyuşan bir kavramdır. Kuantum mekaniği (guantum mechanics) âlemin yapısının daima ve sonsuzca yenilendiği sonucuna ulaşmıştır. Tabiî kanun ve fizikî olgu da olası ve ihtimali bir olgudur.

Dördüncü ilkeyi, ihtimalin sebeplilikle olan ilişkisi açar mısınız?

Tâî: İhtimal ilkesi gerçekte mutlak zorunlu sebepliliği reddetme sonucuna götürür. Bu prensip zorunluluğu ve sonrasında da klasik geleneksel mânadaki sebepliliği daha doğrusu zorunlu sebepliliği reddeder, fakat orada sebeple etki (cause and effect) arasındaki ilişkiler mânasında sebeplilik ilişkileri olduğunu reddetmez. Sebepler vardır, fakat kelamcılara göre zorunlu olarak değil. Ancak sebep ve etki vardır. Bunu da illet ve malûl olarak isimlendirmektedirler. İllet de vardır, malûl de vardır. Fakat malûlün illeti meydana getirmesi mânasındaki bir illet anlayışını kabul etmiyorlar. İkinci olarak ise illet meydana geldiğinde malûlün de zorunlu olarak meydana gelmesini kabul etmiyorlar. Kelamcılar zorunlu olmadığını çünkü zorunluluğun Allah'a atfedilmesinin geçersiz olduğunu, 'Allah evrene düzen verendir nasıl kendisine zorunluluk atfedilebilir?' şeklinde dile getirmektedirler. Bu, üzerinde incelemeler ve uzun araştırmalar yapılması gereken bir konudur. Asrımızda Gazzâlî hakkında söylenmiş olan bazı sözler tekrar gözden geçirilmiştir. Meselâ Gazzâlî'nin sebepliliği ve sebepleri tenkit ettiği söylenmiştir, fakat bu, üstün körü öylesine edilmiş bir söz değildir.


Prof. Dr. Muhammed Basil et Tai

Beşinci ilkeye gelince, zaman ve mekânın birbirine geçmesi veya birbirini tamamlamasıdır. Şaşırtıcı olan şeylerden biri kelamcıların zamanın mekân olmadan bir mânası olmadığına dikkat etmiş olmalarıdır. Mekân, zaman olmadan mânası olmayan bir-şeydir. Yunanlı ve Müslüman filozoflar mutlak zaman ve mutlak mekândan bahsediyorlardı. Kelamcılar mutlak mekân ve mutlak zamanın olmadığını söylerler. Bunu İbn Hazm, el-Fasl fi 'l-milel ve 'n-nihal isimli kitabının birinci ve beşinci bölümlerin¬de zikretmiştir. Ayrıca Ebû Hâmid el-Gazzâli de Tehâfiitü 'l-felâsife isimli kitabının pek çok bölümünde buna yer vermiştir. İki şey mutlak değildir: zaman ve mekân. Onlar ancak görelidirler ve birbirlerine bağlıdırlar ve hatta Gazzâli önce ve sonranın mevcut ve mutlak olmadığını, aksine ön ve arka gibi göreli olduğunu söylemiştir. Yine o, Tehâfiitü 'l-felâsifie'de zaman boyutuna ek olarak mekân boyutundan bahsetmiştir. Zaman ona göre bir boyuttur. Ancak muhtemelen görelilik teorisinde anladığımız şekliyle değil. Fakat yerli yerinde kullandıkları kavramlardan dolayı kelamcıların söyledikleri günümüz fizik mantığına göre doğrudur.

İbn Rüşd'ün bu konuyla ilgili yorumuna ne dersiniz?

Tâî: Şimdi buradan müslüman filozoflara gelirsek, onların başında gelen İbn Rüşd bana göre Yunan felsefesinin ve özellikle de Aristoteles'in seçkin bir öğrencisidir. Bu beş ilke, başta İbn Rüşd olmak üzere, bütün müslüman filozoflar ve onlardan önceki Yunan filozoflar tarafından temel olarak kabul edilen ilkelere alternatif olarak getirilmiştir. Onlara göre atomcu ilkenin alternatifi ittisal ilkesidir. Yani herhangi bir şeyin sonsuz parçaya bölünmesinin mümkün olmasıdır. Bölünmemiş veya bölünmeyen bir parça yoktur. İkincisi, onlar dünyanın kadîm olduğunu ve evrenin zaman ve mekân bakımından başlangıcı olmadığını söylerler ve onlara göre âlem sonradan olmamıştır, aksine kadîmdir. Üçüncü ilke, filozoflar âlemin bir düzeni olduğunu, katı kanunlara göre işlediğini ve orada ne yenilenme ne de değişme için herhangi bir alan bulunmadığını ve nasılsa o hal üzere bulunduğunu söylerler. Söylenegeldiği üzere 'güneşin altında yeni bir şey yoktur.' Dördüncü ilke, zorunluluk hakkında söyledikleridir. Yani âlemin kanunları zorunludur ve bu âlemin tabiatından bir parçadır. Onun yaratılmasının mümkün olduğuna dair bir söz söylemeye gerek yoktur. Onlar daima 'Allah tabiat kanunlarını âleme bıraktı' derler. Hatta onların ilahiyatçıları dahi 'Allah bu âleme tabiat kanunlarını koymuştur' demektedirler. Fakat biz onlara soruyoruz: Allah kanunları koyduktan sonra nereye gitti?

Filozoflar onun ilk hareket ettirici olduğunu ileri sürüyorlar!

Tâî: Evet, onlar onun ilk hareket ettirici olduğunu sonra da istifa ettiğini söylüyorlar. Tabii ki bu İslâm akidesine ve İslâmın âlem tasavvuruna zıttır. Beşinci ilke, filozoflara göre zaman ve mekân mutlak olarak, cisimleri mevcut olsa da olmasa da var olan iki varlıktır. Kelamcılara göre hayır! Eğer cisimler var olmazsa zaman da mekân da olmaz. Şimdi eğer kelamcıların beş ilkesini değerlendirmek istersek günümüz fiziği ve modern fizik için en doğru ifadenin, beş ilkenin, modern fizikle -yani görelilik ve kuantum teorilerini kastediyorum- tamamen uyuştuğu sonucuna ulaşabiliriz. Tabii ki tamamen kavramsal açıdan. Ben orada yani kelamcıların elinde gelişmiş bir fizik olduğunu iddia etmiyorum. Fakat ellerinde gelişmiş kavramlar olduğunu söylüyorum.

Biraz da dünya ölçeğindeki faaliyetlerinizden, uluslararası kongre ve çalışma gruplarına katılımlarınızdan bahseder misiniz?

Tâî: Uluslararası katılımlarım, aslında çok sonra başladı yani iki üç sene önce dünya çapında bir şeyler yapmaya başladım. İngiliz Ekzitr Üniversitesi 2005'in başında beni davet etti. Orada Ekzitr Üniversitesi İslâm-Arap Araştırmalar Merkezi'nde bir se¬miner verdim. Bu seminer felsefe bölümünden hocalar, İslâm ve Doğu Araştırmaları hocaları ve hatta bazı fizikçiler ve doktora talebeleri tarafından beğeni konusu ol¬du. Sonra yine aynı sene yani 2005'te Oxford Üniversitesi'nde 'Einstein, Zaman ve Tanrı' (Einstein Time and God) isimli bir sempozyuma katıldım. 'İslâm Kelamında Zaman' (Time in Islamic Kalam) başlığıyla müslüman kelamcılara göre zaman içerikli bir araştırmayla katkıda bulundum. Sonra 2006 Haziran ayında Oxford Ünivesitesi'ndeki Hristiyan-Müslüman diyaloguna dair olan bir çalışma grubuna katıldım. Bu çalışma grubu din ve ilim meseleleri hakkında karşılıklı konuşmak içindi ve toplantı müslüman astronomi bilim adamları ve hocalardan bir grubu biraraya getirdi. Sonra 2006'mn Eylül ayında Manchester Üniversitesi'nde bir kongreye katıldım ve aynı senenin Nisan ayında kongre dergisinde yayınlanmak üzere 'Müslüman Kelamcılara Göre Yaratma ve Yaratıcı' başlıklı bir araştırmayla Romanya'da yapılan XI. Esssat Sempozyumu'na iştirak ettim.

Batılı bilim adamları kelam ilmi hakkındaki görüşlerinizi nasıl değerlendiriyorlar?

Tâî: Bu gerçekten iyi bir soru. Bu hususu garipseyebilirsin ama Batıda kelam ilmi ve kelam felsefesine dair olan tezlerimle alakalı olarak daha iyi bir ilgi gördüm. Hatta şimdiye kadar 2005 yılında batılı gazetecilerden birinin benimle Science and Tlıeo-logy isimli dergi için yaptığı röportaj dışında sizden önce kimse benimle bu mevzu hakkında bir röportaj gerçekleştirmedi. Ayrıca pekçok batılı araştırmacı elektronik posta kanalıyla benimle iletişim kuruyor, özellikle internette bana ait olan www.cosmokalam.com adlı site vasıtasıyla pek çok problemle alakalı sorulara karşılıklı geniş cevaplara ulaşıyoruz. Amerika'dan İslâm düşüncesine dair bir çok som geliyor ve yakın alaka gösteriyorlar.

Yakın zamana dair yapmayı planladığınız şeyler nelerdir?

Tâî: Bu sıralar oldukça çok meşgulüm. Önümüzdeki dönemde 2006'mn dokuzuncu ayında Manchester kongresine gönderilen araştırmalardan elimde iki araştırma takibi var. 2007'nin dokuzuncu ayının başında Oxford Üniversitesi'ndeki kongre için hazırladığım bir araştırma mevcut. Ayrıca Conterbury Üniversitesi'ndeki kongreyle ilgili daha eski olan başka bir araştırma daha var ki o da 'Evrim ve Kuran' hakkındadır. İnsanın evrimini kastediyorum ve kongre beşerî aklın evrimi hakkındaydı. İnsan görüşünün, aklının, idrakinin ve mantığının evrimi. Ben insanın bizatihi kendi evrimi yönünü ele alıyorum ve evrim görüşünün Kur'an'la çeliştiği sonucuna varmıyorum. Kuran ve evrim arasında herhangi bir çelişki görmüyorum ve ayrıca insanın şu anda bulunduğundan daha az gelişmiş bulunan bir varlıktan evrim geçirerek geliştiğini söylesek bile bu, yani insanın evriminin gerçekleşmiş olması Allah'ın kudretiyle çelişmez, Allah'ın kudretini ortadan kaldırmaz ve onun büyüklüğüne gölge düşürmez. Çünkü Yüce Allah her bir evrim işlemini yapar. Evrim teorisi yanlıştır, Danvin'in görüşleri yanlıştır şeklindeki sözler şu anda mevcuttur. Peki, eğer biyoloji ilminden evrim düşüncesini çıkarırsak, biyoloji ilmi nasıl yürüyecek? Allah'ın bir parça çamur aldığını onu yoğurduğunu ve sonra ona insan şekli verdiğini sonra da ona üfleyip 'Ey Adem kalk!' dediğini ve Adem'in de kalkıp koşmaya başladığını mı söyleyeceğiz? Böyle bir teori işlemez ve biyoloji ilmi de onunla meşgul olmaz. İnsan ve diğer canlı genomlarını, ayrıca insan şeklini, anatomisini nasıl açıklayacağız? Evrim var olan bir hakikattir ve insan evrim geçirir ve bu Allah'ın kudretine gölge düşürmez ve onu ortadan kaldırmaz. Peki eşyalar o halleriyle evrim geçirirler mi? Hayır, mümkün değil. Şeyler bulundukları halleriyle katıdırlar ve ruhları yoktur.

Burada yine sebeplilik meselesine dönüyoruz sanırım?

Et-Tâî: Evet sebeplilik meselesi gibi. Allah yapar, yönlendirir. Evet, kanun vardır, özellikler vardır, ilişkiler vardır, değişmeyenler vardır, değişkenler, sıcaklık, soğukluk, kuvvet, direnç vardır, hepsi vardır, hepsi işler ve bunların hepsi kanunlara, klasik mekanik ve kuantum mekaniği, sıcaklık ve çekim kanunlarına göre işler, ama hiç biri Allah olmadan işlemez.

Öyleyse burada başka birşey sormamız lazım: İslâm düşüncesinin yenilenmesi hakkındaki görüşünüz nedir? Çünkü bazı müslüman düşünürler sebepliliği ya da evrimi tamamen reddediyorlar?

Tâî: Bu bir tehlikedir ve burada bilerek reddetmeyle diğerini yani bir şey bilmeksizin, körü körüne reddetmeyi birbirinden ayırmalıyız. Yani burada herhangi bir konuyu ya da meseleyi ilimle reddettiğimi söyleyip onu temellendirmemle onu sadece îtikadî bir sebeple reddetmem arasında fark vardır. Peki belki ben akideyi yanlış anladım. Bu mümkün değil mi? mümkündür. Bizim İslâm düşüncesini ciddiyetle yenilemeye ihtiyacımız var. İlk olarak, yenileme, sabitelerin tarif edilmesine dayanır, sabiteleri ve onun dışındaki değişkenleri tespit etmek gerekir. İkinci olarak, mukaddes olanla olmayanı birbirinden ayırmak gerekir, kutsal olan nedir? Kur'an'ın iki kapağı arasında bulunan Allah'ın katından indirilmiş olan kelamı kutsaldır. Allah kutsaldır. Peygamber nübüvvet sıfatıyla ve ona indirilmiş olan Kur'an kutsaldır. Sahabe sözlerine gelince kutsal değildirler. Niçin kutsal olmayanı kutsal kılıyoruz! Başkalarının söyledikleri gibi ümmetin dini otoritesi olan -ki İslâmda dini otoriteler yoktur-İbn Abbas'tan yaptığı rivayete dair sözleri ve diğer geçmiş ulemânın sözleri sadece ictihaddır. Hatta nebevi hadis bile gözden geçirilmeye ve inceden inceye tetkike muhtaçtır Ayrıca hadisin sahihliğini tespit için sadece senede dayanmak yetmez. Yani sened açısından sahih olanın metin açısından da tenkide ihtiyacı vardır. İkinci olarak, senedin tashihi sadece mevcut cerh ve ta'dîl yoluyla tamamlanmaz. Çünkü bu kural, fitneyle alakası olsun ya da olmasın sahabenin âdil olduğu esasına dayanır ve bu bir hatadır. Fakat eğer hadis uzmanları sahabeyi, cerh ve ta'dîl yönünden herhan¬gi bir yorumla karşı karşıya getirmek istemiyorlarsa, olsun; ama biz metne bakmaya çağırıyoruz. Metni hatalı olanı senedi sahih de olsa reddediyoruz. Sahabenin yalan söylediğini söylemiyoruz, hâşâ, ama 'Metinde (mânada) bir uzaklaşma ya da kesiklik olabilir' diyoruz ve metni suçluyoruz vesselam. Eğer metin doğru olursa onu alırız. Yenileme (tecdid) hususunda cesur olamak zorundayız. Yine var olan bir hakika¬ti önümüze koymak zorundayız. Şu an asrımızda hüküm süren İslâm ya da dedikle¬ri gibi hüküm süren İslâm düşüncesi, çoğunlukla yolunu kaybetmiş bir düşünce durumundadır. Bundan şu anda hakim olan ve hüküm süreni kastediyorum. Çünkü maalesef hastalıklı selefi akıma bağlı olmayanlar İslâm dışı sayılıyor. Yani gerçek manadaki yeniliğe davet Selefîlikle karşı karşıya geliyor. Sürekli 'En hayırlı asır bizim¬ki ve bizden sonra gelenler ve onlardan sonra gelenlerinkidir...' sözünü tekrar edi¬yorlar. Dördüncü, beşinci ve altıncı yüzyıldan sonra gelen yüzyıllara kapıyı kapatı¬yorlar. Bu söz aslında ne vakıayla ne akılla ve ne de İslâmın ruhuyla uyuşuyor. Ay¬rıca böyle bir hadisi nasıl kabul edebilirim? Belki belirli hususlarda seçkin olabilirler, fakat kesinlikle bütün konularda değil. Çünkü unutmamamız gereken bir şey de yanılgıların çoğunun İslâm'a hadis yoluyla girmiş olduğudur.

Son olarak kelamın yenilenmesi (tecdîd-i kelâm) hakkında konuşmak istiyorum.

Tâî: Ben kelâm ilminin gözden geçirilip iyi bir şekilde takdim edilirse yeniden kurulabileceğini ve aynı zamanda İslâmın aslını ve imkanlarını koruyarak, geniş, kapsayıcı, yeni bir teoriye zemin teşkil etmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Çünkü yapı, islâm'ın, Kur'an'ın temellerinden türemiştir. Söylemiş olduğumuz beş ilkenin hepsi Kur'an'dan kaynaklanmıştır. Allah herşeye bir adet takdir etmiştir. Allah gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır, orada sonradan olma (hudûs) prensibi vardır; Yüce Allah'ın kendisinin her gün bir işte olduğuna dair olan sözü yenilenme ve değişme {teceddüd ve teğayyür) ilkesini içerir, yani hiç bir şey aynı hal üzere iki vakit kalmaz. Allah kendinden başka ilah olmayan, hayy ve kayyûmdur. Evreni ayakta tu¬tandır. Nasıl ayakta tutuyor? Eğer şeyler değişiyorsa nasıl ayakta tutan (kayyûm) oluyor? Daha önce de söylediğim gibi şeyleri sürekli yenileyerek ayakta tutan odur. Eğer sana 'bu gömleği' her gün olduğu gibi giymen gerekir desem bu elinde yeni¬lemek için herhangi bir fırsat ya da bir seçim olmadığı manasına gelir. Fakat eğer sa¬na her gün 'yeni bir gömlek giymen gerekir' desem şimdi artık sen hürsün ve elin¬de hürriyet var. Yenileme sana hürriyet verir. Senden her gün yeni bir gömlek giymeni istersem bu yenileme, sana yarın giyeceğin gömleği seçme özgürlüğü verir.

Allah'ın iradesi sana bir gömlek giymen gerektiğini söyler ama 'hangi gömleği giyeceğine sen karar ver' diyerek özgürlük verir öyle mi?

Tâî: Evet, sen seç. Bundan dolayı Yüce Allah Kitabında 'Kalplerinizde olanı ortaya çıkarmak için' (2/154) demiştir. Her türlü noksanlıktan berî olan Yüce Allah müdahalede bulunmaz, O müdahalede bulunmayı istemez, O sana özgürlük vermeyi ister. Neden bazı Selefi müslümanlar bunu Allah'ın hükümranlığı konusunda haddi aşmak olarak kabul ediyorlar. Allah her şeye gücü yetendir. Gömleğinizi değiştirmeye nasıl güç yetiremez? Elbetteki güç yetirebilir. Fakat sana bu seçme hürriyetini veren de O'dur. Ve sana 'seç!' der. Sen bana 'Allah'ın hangi gömleği giyeceğimi bilmesi gerekir' diyebilirsin. Evet, O bilir. Fakat bilmesi irademe müdahale ettiği manasına gelmez. O halde insan amellerinden ve fiillerinden sorumludur. 'Yaptıklarından so¬rumlu tutulacaklardır.' Eğer seçmeyi (ihtiyar) insan hürriyetinden çıkarırsak sevabı ve cezayı da çıkarmamız gerekir. Bu da doğru değildir.

Allah zamanın içerisinde mi bilir yoksa zamansız mı bilir?

Tâî: O tam olarak zamansız bilir. Allah'ın ilmi, zamansız ve mekansızdır. Bu mesele tabii ki fikrî ve mantıkî olarak önemlidir. Allah bilir. Bu rabbani bir imtiyazdır. Çünkü O azizdir. O'nun ilmi mutlaktır. Ne zaman ne de mekân ona bir sınır çizemez. Geleceği de geçmişi de bilir.

Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ediyorum.

Tâî: Ben de teşekkür ederim.


Tercüme: Cahid Şenel: Araştırma Görevlisi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü.

Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları s. 15(MART 2009) s. 267-275


 

Haber Ara