Habil Sağlam / TİMETURK
William Shakespeare?in Fırtına adlı oyununu okuduğumuzda, karakterlerin konumları, toplumsal statüleri, betimlenişleri ve arzuları çerçevesinde; iktidar mücadelesi, cehaletten kurtarma, erdemli hükümdar, bilginin adilce kullanılması, vahşinin adam edilmesinin gereği gibi imajların oryantalist paradigma ile sıkı bir ilişkisinin olduğunu görmekteyiz.
Edebî eserler, müellifin yaşadığı toplumun sosyal değerler dizgesiyle yakından bağlantılıdır. Bu sıkı bağı koparmak; kimliksel bir arınma sürecinin bir parçası dolayısıyla hanif bir arayışın sonucudur. Batı?nın toplumsal bilinçaltında yer alan sömürgeci anlayışların izdüşümünü edebî eserlerde rahatlıkla görebiliriz. Pozitivist, aydınlanmacı düşüncelerin etkin olduğu dönemlerde ele alınan eserlerde aydın-toplum ilişkisinin işlenişine, Batılı yazarların eserlerindeki mistik, bilinmez, gizemli Doğu imgesinin kullanım biçimlerine ve Batı?nın -özünde Fransa ve İngiltere?nin- toplumsal belleğinde Doğu?yu -özünde İslam?ı- nasıl konumlandırdığına bakıldığında; günümüzdeki emperyalist sömürünün, vahşetin Batılının zihninde hangi süreçler içerisinde meşrulaştığı açıkça görülür.
Shakespeare?in Emperyalist Fırtına?sı
William Shakespeare?in Fırtına adlı oyununu bu gözle okuduğumuzda, karakterlerin konumları, toplumsal statüleri, betimlenişleri ve arzuları çerçevesinde; iktidar mücadelesi, cehaletten kurtarma, erdemli hükümdar, bilginin adilce kullanılması, vahşinin adam edilmesinin gereği gibi imajların oryantalist paradigma ile sıkı bir ilişkisinin olduğunu görmekteyiz.
Prospero, kardeşi tarafından alaşağı edilerek sürülen eski Milano Düküdür. Issız bir adaya düşen Prospero burada adanın yerlisi ve hâkimi olan ama konuşmayı bilmeyen, medeniyetten habersiz bir yaratık olan Caliban?ı eğitir. Fakat Caliban, Prospero?nun beklentilerine rağmen ona ihanet eder ve bunun üzerine köleleştirilir. Hikâyede seyircinin kendisiyle özdeşleştireceği karakter olarak tasarlanan Prospero, bu bakımdan aydınlanmacı bir karakter olarak algılanabilir. Shakespeare bu özdeşleştirmeyi Prospero?yu hikâyenin başında mağdur ederek ve ıssız bir adaya yollayarak sağlar. Ona yüklediği tanrısal nitelikler ve aydın karakter hikâyenin diğer tüm kişilerinden ayrıştırarak okuyucu/seyirci için ideal tip haline dönüştürür. Ama aslında Prospero ve diğerleri arasındaki fark çok da büyük değildir.
Prospero?nun Aristokratik Egemenliği
Fırtına?da yer alan kişilerin çoğu egemenlik mücadelesi veren tiplerdir. Hikâyenin akışı içerisinde karakterlerin tek tek bireysel amaçlarla -ahlakî ve toplumsal değerleri hiçe sayarak- iktidara uzanma emelleri gösterilir. İktidarından alaşağı edilmiş Prospero ise hakkını istemektedir. Prospero?nun aristokratik egemenliğini meşrulaştıran Shakespeare, aslında bu bakımdan onu oyunun diğer tipleriyle aynı konuma çeker. Bütüncül olarak bakıldığında oyunun geneline işlenmiş olan bu iktidar kavgasının verilme biçimidir karakterler arasındaki temel fark. Prospero hakkı olan iktidarını almak için uzun süreye yayılmış bir plan kurarken, diğerleri birbirlerini boğazlamak için vakit kollamaktadırlar. Freud?un id-süperego ayrımını, Prospero ve diğerlerinin iktidar emellerindeki metotları bağlamında düşünürsek, Shakespeare?in aslında işini bilen sömürgeciyi idealize ettiğini söyleyebiliriz.
Caliban?ın köleleştirilmesi ise konuşmayı bilmeyen, yaşamayı bilmeyen ve düşünemeyen Doğu?nun sömürgeleştirilmesi ile yakından ilintilidir. Batılıların kafasındaki Doğu algısını ve gücünü artıran Batı?nın bu algı üzerine temellendirdiği sömürü politikasını, Fırtına da ve diğer Batı klasiklerinde görmek hiç de zor değil. Pozitivist düşünce ile uyuşan, tepeden dönüştürmeci bir anlayışla Prospero, Caliban?ı adam etmeye çalışır. Bu arada adasını elinden alır ve Caliban?ı köleleştirir. Caliban?sa kulluğa hazır garip bir yaratıktır ve ona yapılacak her şey mübahtır. Prospero?nun Caliban?a karşı aldığı tutum, Aborjinlerin evrimleşerek insan olamadıklarını dolayısıyla öldürülmelerinin caiz olduğu fetvasını veren Darwin?in tutumunu andırır.
Fırtına, Batının tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu Doğu tasarımı üzerine bina edilmiş; Batı dünyasının belleğindeki alçak, cahil ve barbar Doğulu imgesini pekiştiren bir oyun olarak, Batı toplumunun vicdanını rahatlatan ve işgali meşrulaştıran bir işlevi olduğunu söylemek mümkün.