Dolar

34,8742

Euro

36,6669

Altın

3.034,49

Bist

10.125,33

Siyasi Cehalet

İslam dünyası 'aptalca' davranışlarda bulunuyor. Tüm ülkeler asıl sorunlarını bir yana bırakıp, ikincil sorunlarıyla boğuşuyor.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-05-18 01:10:00

Siyasi Cehalet


Fehmi Huveydi*

Çağdaş Arap tarihinde bugünkü gibi evrakların karıştığını, ölçülerin alt üst olduğunu hiç hatırlamıyorum. Durum beni bugünleri ''siyasi cahiliyet dönemi'' olarak vasıflandırmaya sevkediyor.

Cahiliyetin sözlükteki manası bilinmesi gereken birşeyi idrak edememektir. İdrak edememek de ''aptallık ve aptal görmek'' arasında sebeplere dayanmaktadır. İsrail başkanı Şimon Perez, Amerika-İsrail İlişkileri Konseyi Kongresi önünde, İran'ın Arap ve İsrail'i tehdit eden ortak tehlike olduğunu söylediğinde gerçekten karşısındakileri aptal yerine koymuştur. Araplardan ona inanan ise gerçekten aptaldır.

Siyasi cehaletin bir türü de yönü belirleyen pusulanın ve vaktin gereğini belirleyen düzenin kaybedilmesidir. Bu da önceliklerin sıralanmasında karışıklığa yol açmaktadır. İsrail'in Gazze saldırısından sonra Arap dünyasının ambargoyu kaldırmak ve yerle bir olmasından sonra Gazze'yi tekrar imar etmekle meşgul olması gerekirdi. Bu olması gereken doğal ve mantıklı şeydi.

Çünkü İsrail, üzerinde anlaşılan ateşkes süresinin sona ermesinden sonra Filistin'e saldırısında füzeler kullandı. Direniş grupları ateşkes kararını ambargoya bağladı ve ambargo devam ettiği müddetçe ateşkesin olmayacağını ilan etti. Ancak böyle birşey olmadı. Ne ambargo kaldırıldı ne de imar çalışmaları başlatıldı. Direniş, füze saldırılarının durdurulması için yapılan Arap baskısına cevap verdi. Böylece ateşkes sadece bir tarafa zorunlu kılınmış oldu. Ardından da İsrail karşılığında hiçbir şey yapmadan kazanmış oldu.

İkincil Sorunlar Öne Çıkarıldı

Araplardan gelecek herhangi bir bilinçli çaba ile dünyanın tümüne kendini gösteren vahşi saldırı kozu, savunmadan saldırıya geçmek ve Filistin meselesinde bazı noktalarda kazanç sağlamak için kullanılabilirdi. Bu nisbi kazançların sağlanması için birkaç fırsat ele geçmişti. Özellikle uluslararası kınamalar ilan edilmiş, basında dostça bir atmosfer oluşmuştu. Bazı Avrupa mahkemeleri, İsrailli liderler hakkında savaş suçu davalarına bakmaya hazırdı. İsrail bunu tahmin etmiş ve suç işleyen liderlerinin isimlerini gizleyip yurtdışına çıkmamaları uyarısında bulunmuştu.

Böyle birşey de olmadı, saldırı esnasında olanların tahkiki de gerçekleştirilmedi. İsrail, batı ve Arap devletlerini o sırada tünel ve Gazze'ye silah kaçırma dosyalarıyla meşgul etmeyi başardı. O kadar ki bu, Amerika'yla özel bir anlaşmanın yapılmasını ve Güvenlik Konseyi'nden bir karar çıkarılmasını zorunlu kılan bir sorun haline dönüştü. İşte aptallık ve aptal yerine koyma bu meselede hayat bulmaktadır. Çünkü hiç kimse işgal, tünelleri ve silah kaçakçılığını zorunlu kılan gerçek sorundur, demedi.

Gazze'ye saldırıdan sonra, iki önemli gelişme meydana geldi. Bunlardan ilki; Beyaz Saray'a uzlaşmacı, özellikle Arap ve İslam dünyasında Amerika'ya karşı oluşan nefreti, öfkeyi, Amerika'nın ahlaki itibarını zedeleyen kötü imajı ortadan kaldırmaya çalışan yeni Amerikan yönetiminin gelmesi, ikincisi ise İsrail'de yönetime gelen hükümetin aşırı tutuculuğu ve kötülüğü. Hükümetin başında Bünyamin Netenyahu'nun bulunması ve başbakan yardımcılığı ile dışişleri bakanlığına Avigdor Liberman'ın atanması bize hükümetin çözüm için değil olayları tırmandırmak için geldiğini kanıtlamak için yeterliydi.

Netenyahu Yeni Bir ''Hayır''ı Daha Benimsedi

İsrail yeni hükümeti, kendisinden önceki Olmert hükümetinin benimsediği konumlara nisbeten daha fazla konumları ve tezleri benimsemiş olarak geldi. Sadece müzakerelerin bir tarafı olan Filistin ile ''ılımlı'' olarak nitelendirilen; barışçıl çözüme oynayan, Arap girişimiyle ilgili devletleri değil aynı zamanda Anapolis Konferansı'nı gözetimi altına alan ve Bush yönetiminin Araplara gösterdiği ''havuç'' olarak nitelendirilen iki devletli çözümü benimseyen Amerika'nın kendisini de zor duruma soktu.

Bünyamin Netenyahu 1996-1999 yılları arasında hükümet başkanlığını ilk üstlendiği dönemde 3 ''hayır''dan bahsetti: Golan'dan çekilmeye hayır, Kudüs konusunda konuşmaya hayır, geçmiş koşullar gölgesinde görüşmelere hayır. Bu sefer yönetime geldiğinde ise bu ''hayır''lara; iki devletli çözümü reddederek bir yenisini daha eklemiş oldu.

Netenyahu, Filistin meselesini açmak istiyorlarsa, Filistinlilere İsrail'in bir Yahudi devleti olduğunu kabul etme şartı koştuğunda kısmi taviz hazırlığı göstermiş oldu ( bu, 48 Filistinlilerinin kovulması anlamı taşıyor). Yoksa önlerinde İsraille iktisadı bir barış yapmaktan başka bir seçenek bulunmuyor. Yerleşim meselesinde bir atılımda bulunulması hükümetinin programından açık bir bendi oluşturduğunun da bilinmesi gerekir..

11 Bin Filistinlinin Denize Atılmasını Teklif Etti

Liberman'a gelince kendisi İsrail ve Mısır arasında savaşın patlak vermesine sebep olan yüksek barajın yıkılması çağrısında bulunan isimdi. Başkan Hüsnü Mübarek'i de kilisenin açık oturumunda küçük düşürdü. Bakanlığa geldikten sonra Mısır Ordusu'nda sayının azaltılmasından bahsetti. Aynı şekilde 48 Filistinlilerinin kovulması ve 11 bin Filistinli tutuklunun Ölü Deniz'e atılması ve bu suretle kendilerinden kurtulunması çağrısında bulundu. Filistin devleti fikri karşıtlarından biridir. Jarusalem Post Gazetesi'ne yaptığı bir açıklamada Kuzey İrlanda'da çözülmeden önce 800 sene süren çatışmalara işaret ederek; ''Filistin meselesi bekleyebilir'' dedi.

Bu birikimler, İsrail'i siyasi savunma konumuna koymak için yeterli gözüktü. Bu durum, Arap dünyasında irade ve azim sahibi, toplama çıkarma, sonra da ne yapması gerektiğini bilen bir kimse olsaydı kullanılabilirdi. Ancak İsrail masayı çevirdi ve savunmadan saldırıya geçti. Araplarla ittifaklarını da bu yolda kullandı. Sahnede devrim gerçekleştirmek için kozu da İran'dı.

İran İslam Devrimi, şaha, Amerika'ya ve İsrail'e düşman olarak çıktı. Nükleer İran ? barışçıl amaçlarla bile bilgi sahibi olsa- İsrail için, Ortadoğu'da tek güç olma yolunda kendisiyle çekişen ekstra bir sorun anlamı taşımaktadır.

Kendisine Bir Rakip Çıkacağını Ummuyordu

Bu köşeden bakıldığında İsrail'in işgalin sona ermesi ve gaspedilmiş hakların iadesi için çaba gösteren Arap iradesinden daha da memnun olması gerekir. Filistin direnişine katılan güçleri destekleyen İran'a gelince yaptığı, -İsrail'e göre- meydan okumada uç noktaya gitmek ve tavanını iyice yükseltmek anlamı taşımaktadır. Bu durumu İsrail, bölgedeki nüfuzu ve projeleri için bir tehdit olarak görmektedir.

İsrail, 1979 yılında Mısır'la Camp David, 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü liderleriyle Oslo anlaşmalarının imzalanmasından sonra sahanın kendisine kaldığını, artık kimsenin nüfuzunda kendisiyle çekişemeyeceğini ve kendisine meydan okuyamayacağını sandı. 2006 yılında İsrail güçleri ve Hizbullah unsurları arasında meydana gelen çatışmalar sırasında kendisine meydan okunması tecrübesini yaşadı. İbrani devleti tarihinde güçleri ilk defa hezimete uğradı. Bu skandal tecrübe iki taraf arasındaki düşmanlık ilişkilerinde önemli bir ayırıcı unsur oldu.

Bundan ötürü İsrail İran'ın oynadığı rolün, projesi için varlıksal bir tehlike oluşturduğunu düşünmektedir. İran'ın nükleer bir güce dönüşmesi ihtimalinin duyduğu endişeyi artırması ise gayet normaldir. Bu durum bizlere neden İran'ı, kendisini tehdit eden ilk stratejik tehlike olarak nitelendirdiğini, Amerika'daki siyonist lobi ile Beyaz Saray'daki yeni muhafazakârların İran'a karşı, Tel Aviv'le rejimini yıkmak için uygulanacak askeri darbenin ayrıntılarına girecek boyutta biraraya gelerek, seferberlik ilan ettiğini göstermektedir. Geriye kalan ise bu saldırının ne zaman olacağı sorusu, gerçekleşmesi için siyasi ve bölgesel uygun atmosferin oluşturulmasıdır.

Özetleyecek olursak İsrail'in İran'ı stratejisini tehdit eden bir tehlike olarak gördüğünü, Siyonist lobinin nüfuzuna boyun eğmiş Amerika'nın ve yeni muhafazakârların da kendisini desteklediğini anlıyoruz. Ancak İsrail ve İran arasındaki bu temel çelişkinin, İsrail'le çelişki içinde olan Arapların menfaatine olması gerekir. Bu, meşhur ''düşmanımın düşmanı dostumdur'' mantığının sonucudur.
Dostluk, farklılıkları ortadan kaldırmaz. Ancak bu durumda birincil ve ikincil ya da asıl ve alt düzey çelişkiler arasında doğru bir ayarlama gereklidir. Bizler ihtilaf ve mezhepler fıkhında asıl üzere ittifakın yeterli olduğunu anlıyoruz. Bundan sonra furuğdaki farklarda kusur bulmanın anlamı yoktur. Bu dinde bile böyle iken siyasette nasıl olmasın.

Son zamanlarda meydana gelenleri kavramak için aklı durdurmamız mantığı ortadan kaldırmamız gerekir. İsrail Filistin'i istila etmeye ve ambargoya, Kudüs'ü yahudileştirmeye, yerleşim birimlerini genişletmeye, Arap girişimini reddetmeye devam ederken, 200 nükleer başlıklı silahla donanmış İsrail tehlikesi gizlenmişken Arap sahasında ''İran tehlikesi'' başlığı ve geleceğe yönelik nükleer beklentileri korkusu ortaya çıktı.

Tabiki bu aniden olmadı. 3 adalar meselesiyle, Arap ülkelerinde şiileştirme ve Irak'ta İran uzantısı mevcudiyeti meselelerinin proveke edilmesinden sonra tırmanmaya başladı. Bu durum beraberinde erken vakitte Şii hilalinden bahsetmeyi getirdi. Sonra olay Lübnan'daki Hizbullah'ın kınanmasına ve orada mezhep fitnesi çıkarılmasına kadar uzandı. Ardından da Hizbullah hücresi konusunun kışkırtılması, Mısır ulusal güvenliğine karşı bir tehdit oluşturduğu ve diğer Arap ülkelerinde de tehdit oluşturmaya aday olması itibariyle Mısır ve Arap kamuoyuna sunulmasıyla sona erdi.

İsrail'de büyük bir sevinçle karşılanan bu hadiseler, ikincil çelişkilerin ana çelişkilere dönüştüğüne delil teşkil etmektedir. Bu hal Şemon Perez'i cesaretlendirdi ve Washington sahnesinde İran'dan Arap ve İsrail'i tehdit eden ortak tehlike diye bahsetmeye itti.

Amerika İran'la Diyaloğa Yanaşıyor

İnsan, Şimon Perez'in söylediklerinin katıksız İsrail iddiası olmadığını belirttiğinde utanç duygularını gizleyemiyor. Ancak o sözünü, ılımlı rejimlerle bağı olan bazı belgesel basın oganlarından elde ettiği sahte belgelere de dayandırmıştı. Olayları takip eden bir kimse, ''İran tehlikesi''ne karşı geniş çaplı bir seferberlik ve teşviğin varlığını inkâr edemez. Bu noktada, Riyad ve Kahire'de geçtiğimiz hafta düzenlenen, bu ''tehlike'' hususunda korkutma çanlarının çalınması adına öyle ya da böyle isimlendirilen iki sempozyumun dikkatimizi çekmesi gerekir.

Muhakkak tek sürpriz bu değil. Bundan daha şaşırtıcı bir sürpriz var ki o da Amerika'nın yeni yönetiminin, diplomatik yolda çıkarlarını gerçekleştirmek için uzlaşmacı ve müzakereci anlayışı çerçevesinde sonunda İran'la diyaloğa kalkışmasıdır. Bu durum, İran'la gerilim ve çatışmadan uzak duran bazı Arap başkentlerinde öfkeye yol açtı. Öyle ki bu ülkelerde ''yeni büyük Washington'' ibaresini kullandı. Bu durum Washington'u Kahire ve Riyad'a yetkililerini sakinleştirmek için savunma bakanı Robert Gates'i göndermeye ve kendilerini Amerika'nın İran yönündeki açılımının aleyhlerine olmayacağına ikna etmeye itti.

Birgün İran Amerika'yı ''büyük şeytan'' diye vasıflandırmıştı. Ancak bu şeytan 30 sene sonra siyasetini değiştirdi ve İran'a açılmasının menfaatine olacağına karar verdi. Bu anda da bazı Araplar İran'ı büyük şeytana çevirdi ve ufukta bu yolda kendileri için bir çıkar görünmeden, gözetlemede olan İsrail'in tek kazanan olduğunu idrak etmeden onunla açık siyasi bir savaşa girdi. Açıkçası ''siyasi cehalet'' teriminin bu manzarayı ifade etmede yeterli gelmeyeceğinden endişe duyuyorum.

*Mısırlı ünlü gazeteci ve yazar.

Bu makale Selda Shosha tarafından Timeturk.com için çevirilmiştir

Haber Ara