İnsan haklarını, ayrım gözetmeksizin, çifte standarda meydan vermeden tüm insanlar için savunmaya kararlı olduğunu vurgulamak maksadıyla, bu konuyla ilgili olarak Memursen konferans salonunda düzenlediği seminerin konuşmacısı Ekrem Baytap'tı. İnsan haklarını, tarihi ve İslami süreç içerisinde değerlendiren Baytap, batının daha hızlı davranarak bu perspektifte manifestosunu ortaya koymasına karşılık, Müslümanların henüz bocalamaya devam ettiklerini vurguladığı konuşmasında, 'hak, insana dair ne varsa ona ilişkindir. İnsan hakları, insanı insan yapan tüm özellikleri içinde barındıran, doğuştan sahip olması gereken vazgeçilemez ahlaki ve hukuki değerleri ifade etmesi gerekmektedir.' Dedi. Baytap, insan haklarının ahlaki ve hukuki bütünlük içerisinde değerlendirilmesinin gerektiğini de vurguladı. Konuşmanın tam metni aşağıdadır:
İNSAN HAKLARI FELSEFESİ ÜZERİNE BİR DENEME
İnsan; kendi sıfatı özelliklerini kendi dışındaki varlıklara göstererek kendi üstünlüğünü ortaya koydu. Hüküm sahibi oldu. Diğer varlıklar ona boyun eğdi. Şey'i tanımladı ve yeryüzüne düzen vermeye kalkınca hemcinsiyle çatışmaya başladı. Ne zaman ki kendi cinsiyle sorunlar yaşamaya başladı, erkini kendi cinsine de uygulamak için, güç kullandı. İşte o vakit hak, hukuk ve ahlak kavramları insanın gündemine gelmeye başladı.
Hayat zıddıyla tanımlanır. İsyan ettikten sonra tövbe etmeyi, zulüm ettikten sonra adaleti aramayı, kargaşadan sonra düzen vermeyi öğrenmiştir insan.
İnsan; insanlığını, Yaratıcısı tarafından kendisine konulan yasağa isyan etmekle keşfetmiştir. Yeryüzündeki ilk adımı, yasaklara isyanla başlamıştır. Böylece kendi özgür iradesiyle iyi ve kötü olanı belirlemeyi keşfetmiş. Kendi kanından olan kardeşini öldürmüş, pişman olunca tövbe etmeyi öğrenmiştir.
Modern çağa özgü bir kavram olan 'insan hakları felsefesi' ve 'insan hakları hukuku' Batı menşeli olması nedeniyle, Müslüman zihinlerde bazı çelişkiler meydana getirmiştir. 19. y.y.'da Batı hegemonyası karşısında gerileyen İslam dünyası, 20. y.y. gelişen pozitivist Batı düşüncesini ve batı hukuk felsefesini tepkiyle karşılamaya neden olmuştur.
Müslümanların yüzyıllarca İslam düşünce geleneğini geliştirmeyi ihmal etmiş olmaları ve Batı'dan gelene önyargılı yaklaşım, modern dayatmalarla gelenek arasında paradoks yaşamalarına sebebiyet vermektedir. İslam ve demokrasi, İslam'da insan hakları, Dinsel çoğulculuk gibi batı menşeli kavramların; Asrı Saadetle ilişkilendirilerek yorumlanması çelişkili bir zihin meydana getirmektedir. Müslüman aydınların bir kısmı; Asrısaadet uygulamalarını ve İslam hukuk formlarını yeterli görüp, batı'dan geleni ret edip, geç kalmış fikirler olarak yorumlarken, (Mevdudi, Hasan el Benna, Ğannuşi?) diğer aydınlarımız da Asrı Saadetin ahlaki ilkelerine (Kur'an ve Sünnet) atıfta bulunarak, bu kavramlara meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır. (Muhammed Hatemi v.b)
1981 yılında UNESCO'da İslam Konseyi'nin girişimiyle hazırlanan 'İslami İnsan Hakları evrensel Beyannamesi' bu tartışmaların İslam dünyasında ve Batı da daha yoğun olarak gündemleşmesine etki etti. Batı kavramların mucidi olarak bu konuların İslam kültürüyle bağdaşmayacağı temelinde tartışırken, İslam Dünyası; İslam fıkhından referanslar arayarak konulara meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır.
Bizce, bu kavramların İslam dünyasında geç gündemleşmesinin ve Batıda inkişaf etmesinin nedensellikleri farklıdır.
İslam düşünce sisteminin yüzyıllarca kendisini yenileyememesi, sistemi kilitleyecek formlar (1) Zimmi ve kölelik hukuku, emre itaatsizliğin isyan olarak algılanması, mürtetlik hukuku? vs. koymasının rolünün yanı sıra, modern devletin siyasal sistem felsefesinin tartışılamamış olması ve bu çerçevedeki hukuk normlarının ve formlarının geliştirilememiş olmasıdır.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi her şey zıddını da doğurur. Batıda Orta Çağ despotizminin doruğa çıkması, hukukun gelişmesine yirminci yüzyıl ulus devlet yapısı ve milliyetçi dalganın aşırı hak ihlalleri, 'İnsan Hakları' hukukunun gelişmesine etki etmiştir. Köle ticareti, sömürgecilik, asimilasyon projeleri adalet felsefesinin geliştirilmesini ve insani hukuk değerlerinin tartışılmasını gündemleştirdi. Bunun için, Batıda, bu alandaki hukuk forumlarının oturmuş olması geçmişindeki aşırı adaletsizliğe borçludur.
İnsan hakları kavramı ve insan hakları hukuku, insan olmaktan kaynaklanan tüm insani özellikleri ve insan olmaktan kaynaklanan tüm değerleri kapsar.
İnsan, kavramsal düşünüp 'şey'e ad takma melekesiyle donatılmış olan, özgür iradesiyle tercihte bulunma bilgiyi keşf etme, bilgisiyle varlığı anlama, ayırt etme ve hükmetme gibi temel özellikleriyle tanımlanabilen, yeryüzünün en güçlü, en etkin varlığı olarak tanımlayabiliriz. İnsan bu özellikleriyle, yeryüzünde üstünlük sağlayabilen tek varlıktır. (2)insan kavramının yeniden tanımlanması, Yaratıcı, Adem, iblis temsili anlatımının yeniden yorumlanarak insan hakları felsefesine yeni bir bakış kazandıracaktır.
Aynı zamanda bütün bu özelliklerin mutlak olmaması nedeniyle, 'yanılgı' fenomeniyle malul bir varlıktır insan. İnsanın yanılgısı, doğruyu anlamadan önce gelir. Doğrunun anlaşılması biraz da yanılgının varlığına borçludur. (3)Hatadan/günahtan sonra tövbe etmeyi öğrenme?
Özelliklerinden dolayı insan, yeryüzündeki varlıklardan daha fazla hak sahibi olmayı başarmıştır. Çünkü diğer varlık, bilgiyle hükmetmeyi öğrenen insana boyun eğmektedir. (4)Varlığın ademe secde etmesi
'HAK', insana dair ne varsa ona ilişkindir. İnsan hakları, insanı insan yapan tüm özellikleri içinde barındıran, doğuştan sahip olması gereken vazgeçilemez ahlaki ve hukuki değerleri ifade etmesi gerekmektedir. Bu haklar:
1-İnsan onurunu koruma ve insana saygının kabulü.
2-Hukuk karşısında eşit muamele ve hukuk forumlarının oluşumunda iradi tercihe sahip olmak.
3-İnsanca yaşaması için gerekli olan ekonomik bağımsızlık, kamunun ekonomik imkânlarından eşit/adil bir şekilde istifade etmek.
4-İnsani biyolojik ve ruhi gereksinimlerini hiçbir koşulda kısıtlanmadan, karşılanma hakkı.
5-Şey'i tanımlama, yani fikir ve düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, kimlik edinme ve kimliğini ifade etme hakkı.
6-Özveri bulunulma hakkı. Ya da İyilik yapma sorumluluğu?(Yolcu, hasta, borçlu, muhtaç durumunda olanların özveri bekleme hakkı?
Gibi ana başlıklar altında konu incelenebilir.
Bütün bu haklara, din, dil, ırk, renk, cinsiyet, toplumsal köken, ulusal kimlik ayrımı gözetilmeksizin tüm insanların eşit bir şekilde sahip olması.
İnsan hakları felsefesi hukukunun oluşumu temelinde, bireyi iktidar erkine karşı koruma faktörü yatmaktadır. Devlet, bu hakları ihlal etmeme, hem de bu hakları yaşama ortamını sağlamakla yükümlüdür.
İnsan haklarının biri ahlaktan ve bir diğeri hukuktan kaynaklanan yüzü vardır. Asli olan, bu hakların ahlaki boyutunun bir kültür olarak içselleştirilmesidir. Hukuki boyut, ahlaki boyutun yardımcısı konumundadır.
Ahlaktan kaynaklanan boyutu:
İnsan kardeşine iyilikte bulunma, merhamet etme, mutluluğunu paylaşma ve ihtiyaçlarına yardımcı olma yükümlülüğünden kaynaklanmaktadır. Çünkü mutluluk ve huzur, toplum halinde ancak yakalanabilir. Birinin mutsuzluğu, diğerinin mutluluk kaynağı olamaz ve olmamalıdır.
Hukuktan kaynaklanan boyutu ise:
Karmaşıklaşan toplum yapılarını, düzenleme, örgütleme, değer oluşturma, ilişkileri istikrara kavuşturma ve gelenek oluşturma ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
Hukuki boyut, sorunların çözümü ve sistemin iskeletini teşkil eder. Ahlaki boyut, damarlarda dolaşan kandır. Uzun vadede hedef, insan haklarının içselleştirilip, iyi ve güzel olanın bir huy haline gelmesidir.
Modern, büyük toplumsal yaşamın hukuk kurallarıyla ilişkilerin düzenlenmesi, siyasal hakların sistemleştirilmesi, eşitlikçi hukukun güvenceye alınması temel bir zorunluluk olsa da, vahşiliği doğasında barındıran insanoğlu, toplumsal sözleşmeleri her zaman için ihlal ve suiistimal etmeye meyillidir. Bu nedenle ahlaki değerlerin, hukuk formlarından daha üstün olduğuna inanıyoruz. Huy haline getirilen ahlaki değerler, daha kalıcı ve daha etkilidir.
Pozitif hukuk ve insan hakları kavramı, Orta Çağ Avrupa dini sistemi, hayat ve insan üzerindeki etkisini reddiyle gelişmeye başlamıştır. Pozitif hukuk ve insan hakları felsefesinin en çok geliştiği çağ olan 20. y.y. aynı zamanda insanlık tarihinin en çok kan döküldüğü ve hukukun en çok suiistimal edildiği çağdır. Dinin inanç ve ahlaki değerlerini toplumsal yaşamdan çıkaran batı felsefesi 21. y.y. postmodernist çağında dini tekrar geri çağırmaktadır. Modern siyasal sistemler, bir yandan hukuk formlarını daha insancıl bir yönde yenilerken, bir yandan da ahlaki erozyona uğrayan ve ruhsal bocalama içerisinde olan, modern insanın manevi değerlerini onarmak için dinin referanslarına dönüşüm yollarını araştırmaktadır.
Daha önceleri ahlaki olarak kabul edilen, ama şimdilerde yavaş yavaş hukuk sistemine giren 'İnsana Saygı ve İnsan Onurunu Koruma Görevi' kavramları da insan hakları hukuku kapsamında yerini almaktadır. 'Temel hak ve özgürlüklerin' en ileri yorumlarının dayandığı ana eksendir, insana saygı ve insan onurunu koruma görevi?
İnsan onuru salt imtiyazlı ve itibarlı bir sınıfın değil, insan olma ortak paydasına sahip her varlığın koşulsuz ve fakatsız sahip olduğu temel bir değerdir. Saygı ve onurlu muamele görmek, etnik, dini, siyasi, ulusal kimlik şartına bağlanamaz.
Saygı görmek ve onurlu muamele bir lütuf olarak değil, bir görev ve zorunluluk olarak algılanmalıdır. Siyasi ve hukuki sistemler, insanın saygınlığını ve onurunu korumayı varlığın temel hedefi olarak görmelidirler. İnsan onuru toplumsal bir değeri ifade ediyor. İnsanın özgür irade sahibi birey olarak varlığının kabul görmesi.
Vicdan ve fikir özgürlüğü, ahlaki ve ekonomik bağımsızlık gibi, saygınlık ve onur da herkesin sahip olması geren bir durumdur. Ayrıca, saygı ve onur bütün insanı hakları kapsayacak kadar geniştir. Saygı ve onurlu davranma, hukuki olmaktan çok, sosyal, ahlaki ve kültürel bir konudur. Toplumsal kültür, bunu koruyamadığı, yaşatamadığı zaman hukuk konusu kapsamına girmeye başlar.
Etnik ve dini kimlikleri aşağılama, yok sayma, asimile etmeye kalkma, bir insana saygı ve insan onuru sorunudur.
İSLAM VE İNSAN HAKLARI PERSPEKTİFİ
İnsan hakları hukuku, siyasal bir proje olması nedeniyle İslam'ın siyasal tarihinde bu kavram çerçevesinde bir felsefenin geliştirilmediğini itiraf etmek zorundayız. Çünkü insan hakları felsefesi, bireyin devlet karşısındaki konumunu ve özerkliğini güçlendirmeyi hedeflemektedir. Tarihsel Siyasi İslam felsefesi ise, devlet (emir)e mutlak itaati önermektedir. Bu nedenle, bu kavrama ilişkin hukuk yeterince geliştirilememiştir. Genel olarak din, özel olarak İslam dini modern insani sorunların çözümüne ilişkin bir canlanma içerisine girmişlerdir. Dinin bu canlanışını iki faktöre bağlamak mümkündür.
Birincisi, İslam'ın batı karşısında direnme, varlık gösterme ve kendisini yenileme refleksi.
İkincisi, çağdaş modernliğin krizi karşısında yeni bir sığınak, kutsal ahlak ve insansal yaşam evrelerine, mevcut sorun ve sorunlara alternatif evrensel çözümler üretmek.
Özellikle siyasi ve ekonomik sistemin ahlaki çöküşü karşısında, İslam'ın ahlaki değerleri bir çözüm olarak yerleştirilebilir. Genel olarak dinler ve özel olarak İslam ve Müslümanlar modern çağın kriz döneminde, insanlığın sorunlarını çözüm bulmak istiyorsa, insanlığın evrensel sorunlarına lakayt kalmamalıdırlar. Müslümanlar, dinin ahlaki değerlerini ve dini hikmeti evrenselleştirip, toplumların kültürel-dilsel sembollerine uyarlanmış yorumlar yapabilirlerse, evrensel sorunların çözüm alternatiflerinden biri olabilirler.
Ali Bulaç'ın Medine Vesikası'yla ilgili yorumları ve İslam tasavvufun çoğulcu referansları gibi felsefi ve düşüncel fikirler geliştirilip, farklı din ve kültürlerin bir arada barış içinde yaşamanın siyasi-ahlaki değerlerini oluşturabilmek mümkündür.
İslam ahlakının, siyasal, ekonomik ve sosyal değerlere ait ilkeleri modern çağa uyarlanabilirse, Müslümanlar; sorunların çözümüne yönelik alternatif olma fırsatını yakalayabilirler.
Birkaç örnekle bu konuya daha anlaşılır kılmaya çalışalım.
1-Kur'an'ı Kerim'in ilk emirlerinden biri olan (74/6) karşılıksız ve minnet konusu yapmadan iyilik yapma ilkesinin evrensel anlamda yaşanılır kılınması. İyiliği, yalnız cemaate ve bir minnet konusu olarak değil, tüm insanlığa ve bir zorunluluk olarak algılayıp.. İhtiyaç sahibine, iyilik yapmayı insani bir hak olarak ilkeselleştirebilirseler evrensel insan hakları felsefesine katkıda bulunmuş olurlar.
2-Komşusu açken tok yatan bizden değildir ilkesini dini inanca göre değil, insani komşuluk hakkı çerçevesinde değerlendirmek.
3-Ekonomik anlamda, faizin yasaklanması hikmetini tekrar düşünmek gerekir. İhtiyaç sahibine faizle kredi verme, İslam'ın ekonomik iyilik ahlakına sığmaz. İhtiyaç sahibine karşılık beklemeden kredi vermek insani bir sorumluluk olarak kabul edilmelidir. Ancak tüm bunlara rağmen, soruna ilişkin çözümün tümünü tarihsel kökenlerinde aramak yanlıştır. İslam'ın tarihsel sürecinden hareketle, insan hakları felsefesini temellendirmeye çalışmak ve savunmak yanlış bir yöntemdir.
İslam düşüncesinin, tarihsel teşekkül süreci koşullarının verebileceğinden daha fazlasını beklemek, dini düşünceye haksızlık olur. Sorunu geliştirecek olan Müslümanların dini ahlaktan esinle, hikmeti geliştirmeleri ve sürekli bir yenilenme içerisinde olmalarını zorunlu kılmaktadır.
//