Dolar

34,8956

Euro

36,6577

Altın

3.010,32

Bist

10.058,63

Solun Solu'nun Ergenekon'la imtihanı

27 Nisan Muhtırasına ciddi bir tavır geliştiremeyen sol yapılanmaların önemli bir kısmı Ergenekon davası konusunda da sınıfta kaldı. Peki kim destek veriyor, kim vermiyor?

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-05-04 13:10:00

Solun Solu'nun Ergenekon'la imtihanı

13 Haziran 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan el bombalarının Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalarla ilişkili olduğunun anlaşılmasının ardından başlayan Ergenekon operasyonu 12. dalgaya kadar ulaştı. Başlangıçta ulusalcı derneklerle ve düşük rütbeli askerlerle başlayan gözaltılar yüksek rütbeli subaylara kadar uzandı. 

Bugün 2003-2004 darbe girişimi iddialarından Danıştay davasına; Susurluk'tan faili meçhul cinayetlere kadar Türkiye tarihinin karanlıkta bırakılmış pek çok önemli hadisesi davanın kapsamı içerisinde. Dava bütün Türkiye siyasetini etkiler ve taraf olmak zorunda bırakırken sosyal demokrasinin daha solunda kalan siyasi parti ve yapılar da bunun dışında kalamadı. Bazıları Ergenekon davasını Türkiye'deki askeri vesayetin geriletilmesi için İtalya'daki Gladio operasyonu benzeri bir fırsat olarak görürken bazıları ise cumhuriyetin çağdaş kazanımlara yönelik gerici bir girişim olarak niteledi.

Radikal gazetesi 5 gündür solun solunun Ergenekon davasına nasıl baktığını kısaca onların dilinden aktarıyor. Her gün iki sol örgütlenmenin bakış açısını bizzat o örgütlenmenin sorumlusunun kaleminden aktardı.

Haksöz haberin derlediği bilgilere göre solun Ergenekon'u nasıl yorumladığına ilişkin bir soruşturma şeklinde de algılanabilecek bu yazılar, birçok sol yapılanmanın Ergenekon'a bakışını özetliyor. Bu bağlamda ÖDP, Ergenekon operasyonuyla ABD'nin, içinde yer aldığımız bölgeye dönük planlarına uygun bir yapılanmanın inşa edilmeye çalışıldığını iddia ederken SDP, Kürt sorununda demokratik çözüm yolunda gerçek adımları atabilecek emekçi halkların iradesi ortaya çıkıp politik arenada ağırlığını koymadan derin devletin derin örgütlenmeleri faaliyetlerine dün olduğu gibi yarın da devam edeceklerdir.' görüşünde. EMEP, tasfiye edilenlerle, tasfiye edenler arasında fikri gericilik ve emperyalizm işbirlikçiliği açısından bir fark olmadığına dikkat çekerken, suçluların az ceza alacağı ve yargılanması gereken pek çok kişinin de hiç gün yüzüne çıkmamasından kaygı duyduğunu da ortaya koyuyor. TKP, beklenildiği gibi 'Ergenekon operasyonu'nu sermaye sınıfının siyasal temsilcisi olarak AKP'nin gücünü emperyalist merkezlerden alan gerici bir hamle olarak nitelendirirken; benzer şekilde Halkevleri de 'gücünü yitiren ve demokrasicilik barutu da giderek tükenen AKP'nin düzen içi ve düzen dışı tüm muhaliflerini sindirmenin yol ve yöntemlerinin Ergenekon sürecinde fazlasıyla açığa çıktığı görüşünde. Yeşiller Partisi, Ergenekon'u, devlet mantığı ile hesaplaşmak için, JİTEM, kontrgerilla gibi Gladyo tipi örgütlenmelerin açığa çıkması, Fırat'ın öteki yakasında olup biten kirli operasyonların ortaya serilmesi için büyük bir fırsat olarak görüyor. 'Sosyalistler bir önkoşul olarak özgürlüklerden yanadır ve darbelere karşıdır.' görüşünü savunan DSİP de Sosyalistlerin, seçilmiş yönetimleri, onları devirmeye çalışanlara karşı savunmalarının olmazsa olmaz bir koşul olduğunun altını çiziyor. Sosyalist Parti ise 'Emekten, barıştan, demokrasiden yana olmayan neo-liberal, Kürt düşmanı bir AKP darbecilerle tümden hesaplaşamaz.' diyerek operasyonun, yalnızca bir aparatın temizlenmesiyle sınırlı kalacağı görüşünde. ÖDP milletvekili Ufuk Uras ise yakın tarihinin karanlık yüzüyle hesaplaşmak için Ergenekon'u fırsat görüyor. Davaya müdahalelerin davayı karartacağını ifade ederek, sonuna kadar gidilmesi gerektiğini söylüyor. Ancak Uras, savcıların yetkilerini hoyratça kullanmaları ve farklı düşünen herkesin mağdur edilme durumuna dikkat çekerek, olumsuzluklara da işaret ediyor. SEH sözcüsü Ertuğrul Kürkçü de operasyonun temeline iktidar çatışmasını yerleştiriyor ve üçüncü yol öneriyor. Seçilmiş hükümetlerin darbelerle düşürülmesine solun tavır alması gerektiğini belirtiyor ama Ergenekon davasının muamma olduğuna dikkat çekiyor. Ona göre bu karanlık işlerden hesap sorabilmek için Siyasi İslam'a da 'Ergenekon' milliyetçiliğinin de zulmüne de hoşgörüsü olmayanlar, bir Sosyal Cumhuriyet talebiyle mücadele etmeleri gerekir.

EMEP: Tasfiye edenle edilen arasında fark yok

Kamil Tekin - Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı

 Bugüne kadar ortaya çıkan delillerden anlaşıldığı kadarıyla; bazı kuvvet komutanları ve generaller 2002 ve 2004 de darbe yapmak istemiş. Fakat, yüksek komuta mevkiinde mutabakat sağlanamamış. Bazı generaller, bu darbeye ABD ve AB'nin karşı çıkacağı gerekçesi vd. nedenlerle karşı çıkmış.

Darbeci generallerin bir kısmı bu kez emir komuta silsilesi içinde bir darbe yerine AKP' ye karşı olanların geniş bir cephesini oluşturarak ve terör eylemleri ile darbe koşullarını oluşturarak AKP' nin 28 Şubat'taki gibi hükümeti bırakması ya da terör ortamını gerekçe göstererek ordunun darbe yapmasını hedeflemiş. Bu gelişmelerde politikacılar, istihbarat örgütleri, politikacılar vb. tarafından biliniyormuş. AKP karşıtı bir cephe oluşturulması ise açıktan gerçekleştirilmeye çalışıldı.

Ergenekon Operasyonu'na 2007'de başlanıldı. Bunun birkaç nedeni var. ABD, AB, TÜSİAD ve diğer patronlar AKP Hükümeti'nin devrilmesini istemedi. Ordunun içindeki bazı generaller darbecileri maceracı olarak değerlendirdi. Darbeciler AKP' ye karşı ABD, AB ve TÜSİAD'ın da hoşlanacağı bir alternatif oluşturamadılar. Bu durumda medyanın önemli bir bölümü, daha öncekilerden farklı olarak, darbecileri desteklemedi.

Ergenekon Operasyonu; Ergenekon, Kontrgerilla, Derin Devlet vb. isimlerle anılan gizli örgütlenmeyi tasfiye etmiyor. Bu gizli örgütlenmenin kontrolden çıkmış ve darbecilerle işbirliği yapan kesimi tasfiye ediliyor. Fakat, bu tasfiye sırasında çok dikkatli davranılıyor. Mümkün olduğu kadar ordu ve diğer devlet kurumları yıpratılmamaya çalışılıyor. Ayrıca, söz konusu yapılanma içindeki herkesin üzerine gidilmiyor.

Ergenekon savcılarının ve polisin operasyonlar sırasındaki yöntemleri insan hakları ve hukuk kurallarına aykırı. Fakat, bu tür yöntemler ilk kez Ergenekon sanıklarına uygulanmıyor. Bütün siyasi ve gayri siyasi soruşturmalar böyle yapılıyor. Ergenekon Operasyonu'nun çok göz önünde olması ve bazı sanıkların ünlü kişiler olması nedeniyle, hatta azami dikkat gösteriliyor. Maalesef Türkiye'de yıllardır, soruşturma ve yargılama yöntemleri Ergenekon Davası'ndaki gibi, hatta daha da kötü.

Biz, Emek Partisi olarak, Ergenekon sanıklarının tamamına yakınının masum (elbette masum olup olmadıkları yargılama sonunda ortaya çıkacak ve hukukun genel ilkesi yargılama sonuna kadar herkes masumdur ama?) olduğuna inanmıyoruz. Pek çoğunu, daha önceden eylemleri ve düşünceleri nedeniyle tanıyoruz. Bazılarının dediği gibi 'yurtseverlerin', 'cumhuriyetçilerin' tasfiyesi falan söz konusu değildir.

Tasfiye edilenlerle, tasfiye edenler arasında fikri gericilik ve emperyalizm işbirlikçiliği açısından bir fark yoktur. Bizce, bu kişiler yargılanmayı çoktan hak etmişlerdi. Bizim kaygımız, Ergenekon davasında yargılanan pek çok sanığın hak ettiğinden daha az ceza alacağı, biz kısmının ceza almadan kurtulacağı ve yargılanması gereken çok sayıda asker, sivil bürokrat, politikacı vb. ise yargılanmayacağı üzerine.

Binlerce faili meçhul cinayetin işlendiği ve pek çoğunun faillerinin bilindiği ya da tahmin edildiği bir durumda, bunların üzerine gidilememesi, bu eylemlerin faillerinin yargılanması sürecinde asker ve sivil bürokrasinin, dolayısıyla devletin korunması kaygısı ya da yöntemine hayır diyoruz. Suç işleyen kim olursa olsun, ünvanına, mevkiine, geçmişine vs. bakılmadan yargılanmalı ve suçu sabit görülürse cezalandırılmalı. Örneğin Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu, Erkan Ünal, Doğan Güreş, Mehmet Eymür vd. yargılanmadan 1992-1996 yılları arasındaki yasa dışı eylem ve fiillerin faillerini yargıladık diyebilir misiniz?

Yukarıda söz ettiğimiz hususlardan da anlaşılacağı gibi, Ergenekon Operasyonu'nun, 'askeri vesayet' diye bazılarınca adlandırılan, askerlerin devlet yönetimindeki yerinin değiştirilmesi ile ilgisi bulunmamaktadır. AB'ye girme sürecinde, askerlerin pozisyonu ile ilgili bazı yasal değişiklikler yapılmıştır ve askerler görünüşte biraz geriye çekilmiştir ama bu durum sivil iradenin, hükümetin askerler üzerinde etkinlik oluşturduğu anlamına gelmemektedir. Türkiye' nin yıllardır en önemli ve egemen güçlerce çözülemeyen üç sorunu; Kürt Sorunu, Kıbrıs Sorunu, Dincilik Sorunu konularında hala askerlerin dediği olmaktadır. Hala, askerler kendi işlerine hükümet ya da TBMM'yi karıştırmamaktadır.

Demokratikleşme konusunda ilerleme, şimdiye kadar olduğu gibi demokrasi güçlerinin mücadelesi ve baskısı ile olacaktır. Bizler sürekli 'daha fazla demokrasi', 'daha fazla özgürlük' için AKP Hükümeti'nin ensesinde olacağız. Gidilebildiği kadar geriye gidilerek, bütün katillerin, işkencecilerin, halk düşmanlarının, soyguncuların vb. yargılanmasını ve cezalandırılmasını talep edeceğiz.


DSİP: Darbelere dur demek sosyalistlerin görevidir

Doğan Tarkan- Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, DSİP Genel Başkanı

Ergenekon davası uzun süredir Türkiye'de gündemin belirleyicisi. Birçok sorun Ergenekon davası ile bağlantılı.

Ergenekon davası iki düzeyde ele alınmalı. Birinci düzey, bir süredir şimdi bir kısmı emekli olmuş bazı generallerin darbe girişimlerinin yargılanmasıdır.

İkinci düzey ise devlet içinde daima var olmuş olan bazı gizli ilişkilerin ve örgütlenmelerin bir kısmının ortaya çıkması ve yargılanmasıdır. Bu iki düzey zaman zaman iç içe geçmektedir çünkü devlet içindeki gizli örgütlenmeler darbeye yardımcı olmaya çalışmışlardır ve çalışmaktadırlar.

Türkiye'de darbe tehdidi Ergenekon davası sonuçlanmadan ve ardından veya onunla birlikte daha önceki darbelerin sorumluları yargılanıp cezalandırılmadan ortadan kalkmayacaktır.

Asker ve sivil bürokrasinin bir kısmı kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nin sahibi olarak görmektedir. Bu bürokrasi AKP hükümetini kendi iktidarına karşı bir tehdit olarak görmektedir. Daha önce de Menderes'in Demokrat Parti'sini tehdit olarak görmüşler ve toplumun çoğunluğunun iradesine aldırmadan darbe yapmışlardı.

Bugün de bazı generaller darbeler planlıyor. Planladıkları darbelere meşruiyet kazandırmak için bir yandan Cumhuriyet mitingleri gibi kitle gösterileri düzenlettiler, diğer yandan bir dizi terör eylemi gerçekleştirdiler. Cumhuriyet gazetesinin bombalanması, Danıştay saldırısı, Trabzon'da bir Hıristiyan rahibin öldürülmesi, Malatya'da misyonerlerin katli ve nihayet Hrant Dink'in öldürülmesi. Bunlar bilebildiklerimiz.

Kimileri darbe girişimini küçümsüyor ya da yok sayıyor. Ama artık en azından dört darbe girişiminin planları ortaya çıktı. Sayısız silah ve cephane ele geçirildi. Artık bir kısım solcunun daha önce söylediklerinin hiçbir değeri ve inandırıcılığı kalmadı.

Bazı solcular Ergenekon davasını AKP'nin darbesi olarak görüyordu, yargılananlara isnat edilen suçlamaları yok sayıyordu, iddiaları 'fasa fiso' diye yorumluyordu. Bazıları da 'Yesinler birbirlerini' diyerek aslında Ergenekon davasının iddianamesini bütünüyle reddedenlerin yanına düşüyordu. Bu tür solcuların hepsi Ergenekon davasının sanıklarının avukatlığını yapıyor.

Ergenekon davası tüm toplumda da, solda da büyük bir yarılma oluşturdu. Dava bitip darbeciler mahkûm olana kadar da bu ayrışma devam edecek. Toplumun büyük çoğunluğu darbelere karşı tutum aldı, Ergenekon davasının darbecileri yargılamasını destekliyor. Aralarında bazı solcuların da olduğu küçük bir azınlık ise davayı küçümsüyor ya da karşı devrim olarak tanımlıyor.

Bütün bu süreçte Ergenekon davası ağır bir baskı altında. Bazen generallerin tutukluları ziyareti biçiminde, bazen bazı solcuların ve bazı sendikacıların tutumları ile, bazen İlhan Selçuk veya Türkan Saylan gibi kişilerin etrafında koparılan fırtına ile dava baskı altına alınmaya çalışılıyor.

Sosyalistler bir önkoşul olarak özgürlüklerden yanadır ve darbelere karşıdır. Seçilmiş yönetimleri, onları devirmeye çalışanlara karşı savunurlar. Bu olmazsa olmaz bir koşuldur.

Biz, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) olarak bu nedenle 28 Şubat dahil bütün darbelere karşı çıktık. Geçtiğimiz sene 21 Haziran günü İstiklal Caddesi'nde 'Darbelere dur de' gösterisini düzenledik.

Önümüzdeki dönemde de Ergenekon davasının sonuna kadar gitmesi ve tüm darbecilerin ve yandaşlarının yargılanması için aktif olarak mücadele edeceğiz.

İşçi ve emekçilerin, bu toplumun büyük çoğunluğunun gözünde, Ergenekon davasına karşı tutum alanların hiçbir değeri kalmayacaktır ve herkes bu tutumlarının sonuçlarına katlanacaktır.


SDP: Pislikler halının altına süpürülüyor

Ecevit Piroğlu - SDP (Sosyalist Demokrasi Partisi) Genel Başkan Yardımcısı

Türkiye tarihinde 6-7 Eylül (1955) olaylarından Kanlı Pazar'a, 1 Mayıs 1977 öldürümlerinden Kahramanmaraş faşist katliamına, Sivas'tan Gazi olaylarına, Newroz saldırılarından binlerce 'faili meçhul'e ve Şemdinli'ye, Susurluk'tan Ergenekon'a her tür 'karanlık' işin arkasında, provokatif psikolojik harp taktikleri uygulayan ve kontrgerilla olarak bilinen devlet içindeki gizli örgütlenme vardır. İkinci Dünya Savaşından sonra CIA tarafından NATO ülkelerinde ve ABD'ye bağımlı ülkelerde 'Özel Harp Dairesi,' 'Özel Kuvvetler Komutanlığı' vb. adlarla oluşturulan bu derin devlet örgütlenmesi soğuk savaş boyunca 'Sovyet yayılmasını önlemek' gerekçesiyle, aslında bu ülkelerdeki devrimci ve sosyalist hareketlerin engellenmesi ve bastırılması için faaliyet gösterdi. Türkiye'de de 1960'lar ve 70'ler boyunca işçi sınıfı hareketine ve sosyalist harekete karşı pasifikasyon faaliyetlerinin, 80'lar ve 90'lar boyunca da Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın başlıca öznesi oldu.

Ergenekon yargılaması, bu örgütlenmenin kısmen denetim dışına çıkan, kısmen deşifre olan bir kesiminin Genelkurmay'la ve ABD ile mutabakat halinde tasfiye edilmesidir. Ergenekon çuvalına doldurulanların bir bölümü bu kirli savaşın, devlet gücüyle donatılmış meçhul olmayan failleridir ama Ergenekon iddianameleri devlet adına işlenen bu suçların yanına yaklaşmamakta, bu yapılanmayı devletle ilişkisiz bir yapılanma olarak göstermek için özel bir gayret sarfetmekte, öte yandan AKP hükümetinin, muhalefetinden rahatsızlık duyduğu hemen her kesimi Ergenekon'la ilişkilendirmek konusunda ucu açık bir spekülatif rota izlenmektedir. Bu yapılanmanın devlet güdümlü bir suç örgütü olma vasfını ortaya çıkarma niyeti ve iradesi gösteremeyenlerin, bu iradesizliklerini bir cadı avıyla örtmeye çalışmaktan daha uygun bir yol bulamamaları doğaldır.

Kürt sorununda çözümsüzlük politikasının sürdürücülerinin, devlet içindeki illegal yapılanmalardan değil, kendi iktidarlarının önündeki engellerden kurtulmaya çalışmalarında anlaşılmayacak bir yan yoktur. Kürt sorununda demokratik çözüm yolunda gerçek adımları atabilecek emekçi halkların iradesi ortaya çıkıp politik arenada ağırlığını koymadan derin devletin derin örgütlenmeleri faaliyetlerine dün olduğu gibi yarın da devam edeceklerdir.

SDP, gizli savaş örgütlerinin, derin devlet bağlantılı çetelerin, beyni Ankara'da, kolları her yeri sarmış olan bir ahtapota benzediğini, kollarının Susurluk'ta, Şemdinli'de ortaya çıktığını ama beyni ortaya çıkarılmadan ve hukuk önünde ve halkların önünde hesap vermesi sağlanmadan, demokratikleşme yolunda bir adım bile atılmış olmayacağını savunmaktadır. Gizli savaş örgütlerini, derin devlet bağlantılı çeteleri, beyni Ankara'da olan bu ahtapotu, kollarından tutup günışığına çıkarmak ve halklara karşı işledikleri suçların hesabını sormak ve demokratikleşme yolunda bir adım atabilmek ancak emek ve demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesinin yükseltilmesiyle mümkün olabilecektir. Bugün bu mücadelenin en pratik adımının da tüm demokrasi güçlerinin söz ve eylem birliğini sağlama amacına sahip Çatı Partisi olduğu açıktır.


ÖDP: AKP marifetiyle demokrasi geleceği fikri ham hayaldir

Hayri Kozanoğlu -
ÖDP Genel Başkanı

Türkiye'de siyaset, Ergenekon soruşturmasıyla birlikte milliyetçi/devletçi kesimler ile liberal çevreler tarafından da desteklenen muhafazakar/dinci kesimler arasında derin bir yarılmaya uğramıştır.

Bu iki kampın düzeniçi iktidar kavgasına özgü argümanları, muhtelif düzeylerde sol içinde de ideolojik etki alanları oluşturmuştur. Hiç kuşkusuz bunda, solun özellikle 90'lardan sonra içine girdiği ideolojik kriz ve kafa karışıklığının payı büyüktür.

Solun bir kısmı içe kapanmacı, geleneksel devlet merkezli ve milliyetçi bir siyaset anlayışına savrulurken, bir diğer kısmı ise bugün AKP'den demokratikleşme beklentisi içine girmiştir.

ÖDP ise büyük güçlere dayanmadan siyaset yapmayı ilke edinen; devletten, sermayeden, cemaatlerden bağımsız; anti-kapitalist, anti-emperyalist, enternasyonalist bir sosyalist çizginin temsilcisidir.

Bu mercekten Ergenekon soruşturması etrafında oluşan toz bulutuna baktığımızda, esasen ABD'nin içinde yer aldığımız bölgeye dönük planlarına uygun bir yapılanmanın inşa edilmeye çalışıldığını görürüz. Türkiye için öngörülen siyasi rolü üstlenecek başlıca güç, -en azından bugüne kadar- AKP'dir. Türkiye Cumhuriyeti'nin köklü ve yerleşik dış politika geleneklerine aykırı düşen dayatmalar ile AKP'nin özellikle muhafazakar tabana yönelik 'ideolojik' tavırları bir kenara bırakılacak olursa, siyasi ve ekonomik alanda ABD politikalarıyla dikkate değer bir uyum döneminden geçilmektedir.

Bu noktada, ülkenin iç dinamiklerinin yanısıra, ABD ile yakın ilişki temelinde oluşan neoliberal-İslamcı akım, Soğuk Savaş döneminde oluşmuş askeri bürokrasi merkezli geleneksel devlet güçleri karşısında, iktidar mücadelesinde inisiyatifi ele geçirmiştir.

ABD açısından, bugünün siyasi ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaklaşmış, dahası AKP'nin toplumu din esaslarına dayalı bir biçimde muhafazakarlaştırma politikaları karşısında, 'laik yaşam tarzını' tehlikede gören kesimlerin hassasiyetlerini kaşıyarak, sürece askeri müdahalede bulunmayı tasarlayan güçlerin tasfiyesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Öte yandan, AKP iktidarı ve ittifak halinde olduğu Fethullah Gülen cemaati ve onun özellikle polis ve yargı içindeki uzantıları, Ergenekon operasyonlarını, deyim yerindeyse miyadı dolmuş darbeci/militarist kesimlerin tasfiyesinden öte, okları farklı siyasi hedeflere yöneltmek için fırsat bilmektedir. Operasyonlar, halka karşı suç işlemiş, Susurluk döneminde teşhir olmuş isimlerle, demokratik ve sivil alanda AKP'ye muhalefet edenlerin aynılaştırılmasının bir aracı haline dönüştürülmek istenmektedir.

Liberal ve dinci basının yürüttüğü demagoji eşliğinde AKP karşıtı her türden muhalif Ergenekon soruşturmasının sanığı haline getirilebilmektedir. Bir yandan da polis gücüne dayanan bir korku ve baskı rejiminin temelleri atılmakta, potansiyel muhalefet güçlerine peşinen gözdağı verilmektedir. Halihazırdaki yasaların dahi hiçe sayıldığı, onbinlerce kişinin dinlendiği, devletin sızdırdığı bilgilerle özel hayatların gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına taşındığı muazzam bir korku ortamı giderek ülkenin iklimine hakim olmaktadır.

İşte bu koşullar altında, süreci tanımlamaktan ziyadesiyle uzak aynı sığ soru tekrar edilip durulmaktadır: 'Darbeden yana mısın demokrasiden mi?' Böylelikle hukuk çerçevesinde sürmesi gereken bir dava zorla siyaset zeminine çekilmek istenmektedir.

Türkiye'de sosyalistlerin, herhangi bir askeri darbe yanında yer alması düşünülemez. Böyle bir siyasi savrulma eşyanın tabiatına aykırıdır. Askeri darbeler, emekten yana güçlerin ezildiği, sermayenin çalışanlar üzerinde tahakkümünü güçlendirdiği, demokratik hak ve özgürlüklerin geriletildiği, buna karşı gericiliğin güç kazandığı, kök saldığı en karanlık dönemlerdir.12 Eylül dönemi bu tahlili doğrulayan en açık örnektir.

Sosyalistlerin herkesten fazla demokrasiden yana olması gerekir. Bu nedenle gerçek demokrasinin bir sınıf meselesi olduğunu unutmadıkları gibi, düzen içinde kazanılmış demokratik hakların korunması ve genişletilmesi sorumluluğunun da farkındadırlar. Lakin bu, Ergenekon operasyonları bağlamında dile getirilen 'AKP marifetiyle demokrasi geleceği' ham hayaline karşı çıkmayacakları anlamına gelmez. Aksine, bu yersiz beklenti, neoliberal İslamcı hareketin kendi iktidarını tahkim etmesine, kendi derin devlet yapılanmasını oluşturmasına, ülkenin giderek totaliter bir rejime sürüklenmesine hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.


Temizlik şart, hukuk önemli

Bilge Contepe / Dilaver Demirağ - Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri 

Ergenekon davasını kimileri AKP'nin kendi derin devletini inşa etme operasyonu olarak, kimileri de 'yanlış cumhuriyet' dedikleri rejimle hesaplaşmak ve demokratik bir Türkiye kurmak için en önemli dönemeç olarak görüyor.

Bu eksende her iki tarafın da kamuoyunu kendi tarafına çekme çabasında olduğu görülüyor. Enformasyon kirliliğinin yarattığı tozdan dumandan kurtulmak için öncelikle yakın tarihe başka bir gözle bakmak, Türkiye'nin siyaset felsefecisi Agamben'in sık kullandığı bir kavram olan 'istisna hali'nden, yani olağanüstü rejimden neden çıkamadığını anlamak gerek.

Türkiye'nin modernleşmesi Batı'daki gibi uzun bir tarihsel mücadelenin doğal ürünü olamadı. Bizler modernleşmeyi Batı karşısında yitirdiğimiz üstünlüğü yeniden ele geçirmek için keşfettik. Ancak bu modernleşmenin devlete ait bir olgu olarak ve güç eksenli bir biçimde algılanmasına neden oldu. Modernleşmenin sosyolojik ve zihinsel alt yapısını kavrayamadık. Batı'ya ait kurumları devlet aklının devamlılığı içinde yüzeysel bir şekilde kavrayıp ithal ettik.

İşte Ergenekon toplum yerine devleti merkeze alan modernleşme mantığının bir sonucudur. Devleti her şeyin üzerinde gören, modernleşmeyi topluma yayılan ve toplumdan gelen geri beslemeler ile dönüşen bir şey olarak değil, topluma yukarıdan dayatılacak bir şey olarak görenlerin ürünü.

Buna karşılık, Ergenekon'u kendisine dikensiz bir iktidar bahçesi kurmak için fırsat olarak gören muhafazakâr kesim de bu devlet mantığından azade değil. Onlar da aynı güç dilini konuşuyorlar ve demokrasinin bir haklar ve yükümlülükler manzumesi olduğunu düşünemiyorlar. Bu bakımdan Kemalizm kisvesine bürünmüş İttihat Terakki zihniyeti? ile sözde demokrat muhafazakârlık aynı madalyonun iki yüzü. Aynı ataerkil zihniyeti paylaşıyorlar ve her olguyu güç mücadelesinin bir aracı olarak görmekte birleşiyorlar.

Dolayısıyla Ergenekon bu devlet mantığı ile hesaplaşmak için, JİTEM, kontrgerilla gibi Gladyo tipi örgütlenmelerin açığa çıkması, Fırat'ın öteki yakasında olup biten kirli operasyonların ortaya serilmesi için büyük bir fırsat. Ama ne yazık ki AKP ve onunla birlikte hareket eden bazı çevreler bu süreci Türkiye'de gerçek demokrasinin yerleşmesi için bir fırsata dönüştürmeyi beceremiyorlar. Hem yapılan ciddi hukuk ve hak ihlalleri nedeniyle, hem de tüm alanlarda gereken gerçek demokratikleşme adımları atılmadığı için, söz konusu hesaplaşmanın üzerini örtmek isteyenlere önemli bir fırsat sunuyorlar. Bu da bütün bu derin yapılanmaların tasfiyesi, demokrasi üzerindeki askeri vesayetin ve darbe tehditlerinin tamamen ortadan kaldırılması fırsatının kaçırılmasına neden olabilir.

Bir daha askeri darbeler yaşamamak için, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için, faili meçhullerin, siyasi cinayetlerin ve kayıpların sorumlularının cezalandırılması için, yani adalet için ve Türkiye'nin geleceğini ipotek altına alan Kürt sorunu ve Kıbrıs gibi meselelerin demokrasi içinde çözülmesi için yolu açması gereken bu süreçte sonuna kadar gidilmeli. Solun bu sürece müdahil olması bu nedenle önemli. 

* Atatürk ile İttihat Terakki'nin Komitacı, Darbeci mantığı arasında fark vardır. Atatürk, parlamentarizmi, yasallığı, meşruluğu gözetti. Bu bakımdan Ergenekon etrafında kümelenen ve Atatürkçü sıfatını kendilerine mal edenler gerçekte Atatürkçü değil komitacıdır.


ABD'ye 'bizi baştan yarat' mı diyeceğiz?

Erkan BAŞ - Türkiye Komünist Partisi Genel Başkanı

TKP'nin Ergenekon operasyonunun hangi amaçla ve kimler tarafından başlatıldığı konusunda en küçük bir tereddüdü yoktur. Geride kalan 2 yıllık dönem boyunca tutuklanan veya gözaltına alınanların önemli bir kısmı işledikleri suçlardan değil, AKP'ye muhalefet ettiklerinden, ABD projeleri konusunda itiraz ya da çekincelerini dile getirdiklerinden Ergenekoncu ilan edilmişlerdir.

Bu operasyon, Türkiye'deki sömürü düzeninin emekçi halka, devrimcilere, Kürtlere karşı işlediği suçları aydınlatmak ya da suç işlemiş devlet görevlilerini yargı önüne çıkarmak için yapılmıyor. Tutuklanıp mahkeme önüne çıkarılanlar, gözaltına alınanlar arasında kimi katillerin, işkencecilerin veya çetecilerin olması bile bu gerçeği değiştirmemektedir.

Daha önce defalarca dile getirdiğimiz gibi ortadaki darbelere karşı bir sivil direniş olduğu iddiası açık bir yalandır. Darbe teşebbüslerini yargılayacağı iddiasındaki bir siyasi odağın darbe yapmış isimleri yargılamak konusunda en küçük bir adım atmamış olması oldukça önemlidir.

AKP, Amerikancılık, karanlık ve piyasacılıktır.

AKP'nin bunu yapamamasının temel nedeni, kendisinin de ABD tarafından 'our boys' olarak tanımlanan darbecilerin gerçekleştirdiği 12 Eylül'ün bir ürünü olmasıdır.

Sorulması gereken soru şudur: Türkiye'nin üzerinde ABD emperyalizminin yönlendiriciliği olmasaydı, gerici-faşist 12 Eylül müdahalesi gerçekleşmeseydi, AKP zihniyetinde bir parti kurulabilir, bu derece yüksek oylar alabilir miydi?

AKP bizim mahallenin çocuğu değildir. Ülkemizde işçi sınıfının, emekçilerin sömürüsü üzerine kurulu, emperyalizme göbekten bağlı düzenin bekası için örgütlenmiş bir partidir. Gücünü ABD'nin başını çektiği emperyalist güçlerden ve temsilcisi olduğu sermaye sınıfından almaktadır.

TKP'nin karşı çıktığı ve tavır aldığı mesele tam da bununla bağlantılı olarak operasyonun amacıdır. Operasyon, ABD'nin Türkiye siyasetini AKP eliyle kendi hedefleri doğrultusunda yeniden düzenleme girişimlerini temel almaktadır. Bu plan ülkemizi daha büyük bir karanlığa ve piyasa faşizmine sürüklemektedir. Bu hedeflere itirazı ya da çekincesi olanlar tasfiye edilmekte, onlarla yakın ya da uzak teması olan, hatta temas kuracağı varsayılan herkes 'suçlu' ilan edilmektedir.

Çıkış vardır.
Ülkemiz tehdit altındadır. Emperyalizm, tarikatlar, tekelci sermaye hep beraber Türkiye'yi mutlak karanlığa ve yıkıma götürmektedir.
Emekçi halkımız tehdit altındadır. Sermaye sınıfı krizden işçi sınıfını köleleştirerek çıkmanın, toplumun geniş kesimlerini daha da yoksullaştırmanın hesabını yaparken, bu doğrultudaki adımlarını emperyalizmin sömürge siyaseti ile birleştirmektedir..
İlerici düşünce tehdit altındadır. Siyasi iktidar solu kötürümleştirmek için her yolu denemekte, sahte solcular ve akılsızlar yardımıyla devrimci siyaseti devre dışı bırakmaya çalışmaktadır.

Ancak çaresiz değiliz, çıkış vardır. Çıkış vardır, ancak sermayenin, onun partilerinin, hükümetin, devletin ve onun içindeki çekişmelerin şekil veremeyeceği bir emekçi karakteri taşımadan; AKP faşizminden, CHP gölgesinden ve liberal-milliyetçi geriliminin kanlı ve kirli tezgâhından kurtulmadan bu çıkışa ulaşılamaz.

TKP herkesi, aynı anda işsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa, İsrail ? ABD işbirliği ile oluşturulan bölgesel zorbalığa ve onun buradaki ikiyüzlü işbirlikçilerine, NATO'ya ve AB'ye, hukuksuzluğa ve gericiliğin karanlığına karşı bayrak açmaya çağırmaktadır.
TKP, ülkemize ve emekçi halka karşı sorumluluk hisseden herkesi piyasacılığa, gericiliğe ve işbirlikçiliğe karşı ortak tavır geliştirmeye çağırmaktadır.


Halkevleri: Neoliberalizm kendi kontrgerillasını yaratıyor

Oya Ersoy - Halkevleri Genel Sekreteri

Önce adını doğru koyalım. Ergenekon operasyonu, kimilerinin iddia ettiği gibi askeri vesayet sistemine karşı bir demokratikleşme operasyonu değil, kontrgerillanın, emperyalist ilişkilerin yeni dönem ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesi ve safralardan arınma operasyonudur.

Yani, neoliberal sömürgeleştirme sürecinin kendi kontrgerillasını yeniden yapılandırma çabasıdır. Üst rütbelileri 'hastaneler' üzerinden korunsa da ilk kez 'askere' dokunulması, bazı tetikçilerin tutuklanması kuşkusuz değerlidir. Ancak demokratik bir halk hareketi dinamiğine dayanmayan bu 'it dalaşının' ülkemiz için hayırlı bir gelecek vaat etmediği de açıktır.

'Ergenekon' adı altında sözde derin devletin tasfiyesi adıyla açılan davalarda Cumhuriyet gazetesi ve Danıştay baskını dışında hiçbir eylemin olmaması manidardır. Yakın tarihimizde 'kontrgerilla operasyonları' ile ilgili hiçbir eylem ortada yoktur. AKP kendine karşı yapılanların üzerine gitmektedir; halka karşı işlenmiş suçların değil.

Sürecin ihalesini üzerine alan AKP, bunu kendi siyasal projesi üzerinden yürütme telaşında. Son dalga bu durumu daha da görünür hale getirdi. AKP'nin seçim yenilgisinden hemen sonra başlatılan son dalganın hedefleri ve yapılış tarzı niyeti belirginleştirdi. Son operasyona Türkan Saylan'ın dahil edilmesi, yaratılmak istenen toplumsal düzende cemaat ilişkileri dışında kalan kimseye rahat olmadığının, laik unsurlara, 'STK'cı Yardımseverliğe' bile tahammül edilmeyeceğinin göstergesi oldu.

AKP ve temsil ettiği siyasal sisteme karşı olan her kesimin, her kurumun 'Ergenekon'a bir şekilde dahil edilip 'Ergenekonculuk' ile damgalanabileceği bir tarzla karşı karşıyayız. Gülen cemaati ile ilişkili yayınlarda bu durum ifrata vardırılarak, DESA'da sendika hakkı için mücadele eden Emine Arslan dahi Ergenekon ile bağlantırılabildi. 'Bükemediğin eli 'Ergenekon'a bağla' yaklaşımıyla daha önceki dalgalarda kimi devrimci örgütlerin ve Kürt hareketinin de 'Ergenekon'la bağlantısı olduğu dahi basına servis edilebilmişti.

Gücünü yitiren ve demokrasicilik barutu da giderek tükenen AKP'nin düzen içi ve düzen dışı tüm muhaliflerini sindirmenin yol ve yöntemleri Ergenekon sürecinde fazlasıyla açığa çıkmış durumda. Operasyon yürütülürken psikolojik harpten izleme-dinleme faaliyetlerine kadar her türlü kontrgerilla taktiği uygulanmakta, 'Demokrasi' ve 'hukuk' söylemleriyle toplum üzerinde bir baskı ve sindirme operasyonu yürütülmektedir. 'Darbe karşıtı' söylemle 'Polis hukuku'na dayanan otoriter bir devlet inşa edilmektedir.

Darbecilerin kapatarak, yöneticilerini yıllarca hapiste yatırarak susturmaya çalıştığı Halkevleri, AKP tarafından yollanan müfettişlerle, açılan davalarla sindirilmeye çalışılıyor. Bu nedenle Halkevleri 'Ergenekon' operasyonunun 'savcısına' da 'avukatına' da bel bağlanmaması gerektiğini ilk günden bu yana söylemeyi sürdürüyor.

Toplumsal muhalefet egemenlerin kodları ile hareket etmek yerine kendi diline sahip çıkmalı, kendi söylemini oluşturmalıdır. 'Ergenekon'a değil 'kontrgerilla' ve 'derin devlet'in yeniden inşasına dönük mücadelesini yargısız infazların, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, işkencelerin, katliamların teşhiri ve toplumsal hafızanın tazelenmesini sağlayarak başlatmalıdır.

12 Eylül darbecilerinin yargılanması, Sivas'ın, Maraş'ın, Gazi'nin, 1 Mayıs 77'nin, Musa Anter'in, Hrant Dink'in, 'devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir' denilerek yapılan 1000 operasyonun, Fırat'ın doğusundaki ölüm kuyularının faillerinin ortaya çıkarılması, mahkeme salonlarını aşan bir toplumsal davanın yaratılması ile mümkündür.


Sosyalist Parti: Sol, darbecileri görmezden gelemez

Gökhan Taşyakan - Sosyalist Parti Merkez Yürütme Kurulu üyesi

Ergenekon operasyonu ile birlikte Türkiye sarsıldı? Önce 'derin devlet' mi çözülüyor sorusu gündeme geldi, sonra işin rengi belli olmaya başladı. Darbe anayasasıyla yönetilen bir ülkede 'darbecilere' karşı bir temizlik harekâtı olur mu? Olmadı? Öyleyse Ergenekon nedir sorusunu sormak gerekir?

Ergenekon bu ülkenin karanlık tarihinin adıdır?
Her şey Ümraniye'deki bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla başladı. Sonrası malum. Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Veli Küçük, Doğu Perinçek ve kamuoyunun tanıdığı daha birçok isim başlatılan Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklandı.

Aslında gerek 'derin devlet' gerekse de 'derin' insanlar çeşitli vesilelerle biliniyordu. Bazı zamanlarda bizlere 'milli duygulu', 'maceracı' gibi sıfatlarla şirin gösterilmeye çalışılsalar da biz onları Hrant Dink katliamından, Şemdinli'den, Mersin'de ki bayrak provokasyonundan ve burada sayamayacağımız nice kirli girişimden tanıyorduk. Yani aslında çok da şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşılmadı.

NATO'nun 'soğuk savaş' konsepti dolayımı ile oluşturduğu ve özellikle sosyalistlere karşı kurulan Gladio tipi örgütlenmeler varlığını değişik adlarla da olsa sürdürdü/sürdürüyor.

Reel sosyalizmin çökmesiyle birlikte birçok ülkede dağıtılan 'gizli savaş örgütleri' Türkiye'de faaliyetlerine kesintisiz bir şekilde devam etti. 'Kirli savaş' dönemi ise bu örgütlenmeyi geliştirdi, güçlendirdi. Özel savaş konseptinin veciz sözü haline gelen 'devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir' politikası bu 'kontrolsüz' gücün ulaştığı boyutu gösteriyordu. Fırat'ın öte yanında bizzat oligarşi tarafından örgütlenen bu asimetrik savaş örgütü gerçekleştirdiği eylemlerle gündemden hiç çıkmadı. Darbecilerin her zaman bir gerekçesi oldu. Kimi zaman sosyalistlere, kimi zaman Kürtlere, kimi zaman ise siyasal İslam'a karşı 'vatanı savunduklarını' iddia ettiler. Son olarak ise bu tabloya Cumhuriyet mitingleri, ordu göreve çağrıları, vatan savunmacılar, Kemalizm tartışmaları eklendiğinde darbe yeniden gündeme geldi. Siyasal atmosfer yeniden darbeciliği meşrulaştırdı.

İşte kamuoyunun Ergenekon olarak bildiği operasyon bu açıdan anlamlıdır. Ancak 'derin devlet'in gerçekten tasfiye olup olmadığı, darbeciliğin gerçekten suç olup olmadığı düşündürücüdür. Çünkü dört darbe yaşanmış (biri post-modern) bir ülkede darbe suçu işlemiş olanlar yargı önüne çıkartılmıyorlarsa eğer burada bir düşünmek gerekir.

Ergenekon Yetmez
Öncelikle Ergenekon davası ile ortaya dökülen kirli ilişkiler bile yeterlidir ki darbe girişiminde bulunanlar yargılanmalıdır! Yani düzinelerce provokatif eylemlere karışanlar cezasız kalmamalıdır! Dolayısıyla karışık bir şey yok. Bu konuda taraf olmak zorunludur. Ancak bu haliyle Ergenekon'un tasfiyesi yeterli değildir.

AKP hükümetinin bu operasyonu genişletebilmesi mümkün gibi görünmemektedir. Çünkü AKP operasyonu bir demokrasi kavgası olarak değil, iktidarda kalma savaşı olarak görmektedir. Bu açıdan emekten, barıştan, demokrasiden yana olmayan neo-liberal, Kürt düşmanı bir AKP darbecilerle tümden hesaplaşamaz. Dolayısıyla da operasyon yalnızca bir aparatın temizlenmesiyle sınırlı kalacak gibi görünmektedir. Bu tablo ancak sosyalist solun, Kürt halkının, Taksim 1 Mayıs'çılarının yani demokrasi güçlerinin çabasıyla değişebilir.

Bizlere düşen görev ise verilenle yetinmeden demokrasi mücadelesini yükseltmek olmalıdır. Darbe yapmış/yapamamış, faili meçhul cinayetlere karışmış, derin devlet içerisinde yer almış olan herkes yargı önüne çıkartılmalıdır. Çünkü darbecilik suçtur.

Bugün kimi hedef alıyor görünürlerse görünsünler darbeler önce sosyalizme, emeğe, barışa, demokrasiye ve halkların kardeşliğine karşı düşmandır. Ve sol darbecileri görmezden gelemez.


'Ergenekon' solda saflaşmanın bağlamı değil, yansısı

Ertuğrul Kürkçü - Sosyalist Emek Hareketi sözcüsü

'Ergenekon' koğuşturması karşısında nerede duruyorsunuz? Sosyalistlere biteviye sorulan bu soruya ne cevap verirseniz verin, bir bölüm liberali bütün sosyalistlere : 'Sol, darbeye hoşgörülü bakıyor' yaftası giydirmekten vazgeçirmiyor. Doğrusu sosyalist solda böylesi bir gaflet içinde görünenler de olmadı değil. Ama kocaman bir 'sol' parantezi içine alınan her sosyalistin 'Ergenekoncu' olmadığını ispata zorlanması, 'Ergenekon' bahsinde gerçek bir durum tespiti ve 'darbeci olmayan bir sol arayışı'ndan çok kaderlerini AKP'nin iktidarına bağlamış sağcı 'liberal'lerin ve soldaki müttefiklerinin sosyalist muhalefeti etkisiz kılmak için giriştikleri bir manevralar toplamını ele veriyor. Sonuçta 'Ergenekon' solda bir saflaşma yaratmıyor, AKP'ye karşı tavır bağlamında 2002'den beri var olan saflaşmayı yansıtıyor.

Öte yandan, 'Ergenekon' karşısında nerede durduğunuz sorusu, yalnızca şimdi yargılamanın konusu olan kişiler karşısındaki konumunuzla, ya da yargı süreciyle değil, en yakın tarihle 2004'den bu yana Türkiye'de süregiden politik mücadeleler alanındaki konumlanışınızla ilgilidir. Çünkü başka bir yerde söylediğim gibi:

'Araya savcıların, yargıçların girmesi şaşırtmasın, bu 'başka araçlarla süren' bir iktidar çatışması. Bir yanda, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem yeniden dizilirken küresel piyasada rekabet avantajını Avrupa Birliği ile bütünleşmekte gören büyük sermayeyle 'Anadolu Kaplanları'nın AKP ekseninde oluşturdukları, bir gözü Orta Doğu'da bölgesel nüfuz peşinde çelişkili ittifak var. Öte yanda gücünü üretimdeki yeri ve rolünden çok, devletin göreli özerkliğinin kendilerine tanıdığı hareket kabiliyetinden ve askerin politik nüfuzunu çekip çevirmekten alan, Türkiye'nin geleceğini 'Avrasya'nın yeniden şekillenişi içerisinde konumlandırmaya çalışan karmaşık bir başka ağ. Bugün kısaca 'Ergenekon' denilen bu yapının ufkunda politikleşmiş-askeri manipülasyonlarla iktisadi, toplumsal yapıları denetim altına alarak Türkiye'yi Çin ve Rusya arasında şekilleneceği varsayılan 'Avrasya'ya yönlendirmek var(dı).

Şimdi mahkeme önünde süren bu kamplaşama karşısındaki tutumumuzu 2004 yerel seçimleri arifesinde çok net olarak ortaya koymuştuk:

'[?] Türkiye'nin klasik ve kurulu sol/sağ denklemi de çöküyor. Otoriter sağ ile kaynaşan 'sosyal demokrasi' ve büyük sermaye ile eklemlenen siyasi İslam arasındaki karşıtlaşmanın demokratik ve halkçı bir dinamik yaratmasının olanaksızlığı nesnel olarak kendini gösteriyor. Emekten ve özgürlükten yana bir 'üçüncü kutup' ihtiyacı kendisini bütün gücüyle toplumun ezilen, sömürülen, dışlanan, susturulan kesimlerine dayatıyor.' (Ertuğrul Kürkçü, Üçüncü Bir Kutup Gerek, Siyasi Gazete, Sayı 8, Ocak 2004)

Cumhuriyet Mitingleri eşliğinde bir darbenin eli kulağında göründüğü 2007 genel seçimleri arifesinde de tutumumuz açıktı:

'Silahlı kuvvetlerin kendisini toplumun sahibi ve efendisi konumuna yerleştirerek yurttaşları birbirlerine karşı harekete geçme ve toplumun kaderine el koyacağı bir askeri diktatörlüğe bu şekilde onay sağlama girişimine karşı en etkili panzehir, henüz bir askeri darbe gerçekleşmeden önce onu inandırıcılığının başlıca dayanağı olan 'güvenlik' gerekçesinden yoksun bırakmak. Ezilenler, temsilcilerini meclise gönderme kararlılıklarını şiddetten ve onun her türlüsünden özellikle bütün seçim dönemi boyunca uzak durmaktaki kararlılıklarıyla da tanımlamak zorunda. Devrimcilik, bir askeri diktatörlük karşısında yazılabilecek her türlü kahramanlık destanından önce, o diktatörlüğün yolunu kapatacak hamleleri sabırla gerçekleştirmekle ilgilidir.' (Ertuğrul Kürkçü, Askeri Diktatörlüğe Hayır!, Siyasi Gazete, Sayı 17, Haziran 2007) 

'Ergenekon' yargılamalarına bu çizgi üzerinde yaklaştık:

'Elbette, seçilmiş bir hükümeti, seçimler yoluyla alaşağı etme kapısı siyaseten ve hukuken açık olduğu halde gözlerimizin önünde darbeyle devirmeye kalkışan, bunun için tedhişe, cinayete, sabotaja girişen 'Ergenekon' çetesi cezasını çekecek. Elbette 'sol' herkes için olduğu gibi onlar için de adil yargılamanın garanti edilmesini isteyecek, ama hak ettikleri gibi cezalandırılmaları için... İçine düştükleri açmazdan onları nasıl çıkaracağını avukatları Deniz Baykal düşünsün!

'Apaçık ki, 'Ergenekon'u bugünkü çöküşe sürükleyen 'ihbar' ve 'iftiralar' değil Yaşar Büyükanıt ile Tayyip Erdoğan arasında oluşturulan 4 Mayıs 2007 'Dolmabahçe Mutabakatı'ndan sonra Silahlı Kuvvetlerin 'Avrasyacılar'a verdiği taktik desteği geri çekmesiydi.' (Ertuğrul Kürkçü, 'Ergenekon' ve Politik Bağlam: Üçüncü Bir Kutup Var!, Radikal 2, 27 Temmuz 2008)

Şu halde geriye tek bir soru kalıyor: Bir darbe ile iktidarı ele geçirmekten, Türkiye'yi 'anti-emperyalizm' palavraları eşliğinde askeri bir diktatörlükle yönetilen ipini koparmış bir 'haydut devlet' haline getirerek, Orta-Doğu'daki güç kavgalarının içine bodoslama dalmaktan başka bir ufku olmayan asıl sorumlular mahkeme önüne çıkarılacak mı? Onların 1970'lerden beri sürdüre geldikleri yer altı faaliyetleri, cinayet sabotaj ve suikastlarda işbirliği içinde olanlar bu soruşturmalar kapsamında ortaya çıkartılacak mı? Mazlumların hakları iade edilecek, kurbanların yakınlarına tazminat ödenecek mi? Kısacası adalet yerini bulacak mı? Adil bir yargılama yapılacak mı?

Yargı önüne çıkarılanlara bakarsak bu soruya evet cevabı vermek için elle tutulur bir nedenimiz var sayılmaz. Henüz bu soruşturma kapsamında yargı önüne getirilen tek şiddet olayı Cumhuriyet gazetesinin bombalanması; yargı önüne çıkarılmış olanlar arasında iki emekli orgeneral dışında bir darbe için elinde güç bulundurmuş halen görevi başında hiç kimse yok ve kanıt olarak onların boş konuşmalarından oluşan milyonlarca sayfalık telefon dinlemesi çözümü var. Bunlarla AİHM ölçütlerinde inandırıcı bir hüküm kurulması olasılığından söz etmek çok güç.

Ancak 'Ergenekon' yargılamasının başından beri böyle bir amaç güttüğü çok kuşkulu. Söze başlarken söylemiştim: 'Araya savcıların, yargıçların girmesi şaşırtmasın, bu 'başka araçlarla süren' bir iktidar çatışması.' Soruşturma süreci bu savaşın arenalarından biri, bu savaşta esas, 'adaletin yerini bulması' değil, hasmın saf dışı edilmesi: Hasım mahkûm edilemiyorsa rezil de mi edilemez. 'Adalet' mahkemede değil, 'ortam dinlemeleri'nde, bunların yansıdığı internet sitelerinde ve liberal köşelerde dağıtılır.

'Üçüncü bir kutba işte tam da bunun için ihtiyaç var: Sırf var olan askeri vesayet rejimini sürdürebilmek adına bütün bu 'Ergenekon' faciasını milletin başına musallat eden asıl failleri, yani son 10 yıl boyunca, ellerindeki gücü kötüye kullanarak, görevlerini savsaklayarak binlerce insanın hayatının sönmesine, sonsuz büyüklükte maddi ve manevi kaynak ve enerjinin israf edilmesine yol açan bütün askeri ve politik kudret sahiplerini yargıç önüne dikmek için.

'Bunu ancak hiçbir hükümetin sorumluluğuna ortak olmamış olanlar, Siyasi İslamın da 'Ergenekon' milliyetçiliğinin de zulmüne hoşgörüsü olmayanlar, bir Sosyal Cumhuriyet talebiyle mücadele edenler yapabilir. (Ertuğrul Kürkçü, 'Ergenekon' ve Politik Bağlam: Üçüncü Bir Kutup Var!, Radikal 2, 27 Temmuz 2008)

 


 

Sözde demokrasi özde Ergenekon rejimi devam etmemeli...

 

Ufuk Uras - ÖDP İstanbul Milletvekili

 

İlk soruşturmaları 2007 yılında başlayıp gözaltı ve tutuklamalarla kapsamı giderek büyüyen ve genişleyen Ergenekon Davası, toplumumuzdaki siyasal kamplaşmanın önemli göstergelerinden biri olmaya devam ediyor.

Türkiye yakın tarihinin en korkunç ve karanlık dönemleriyle ilişkili birçok olay ve kişiyi kapsayarak ilerleyen dava etrafında bir türlü toplumsal mutabakat sağlanamıyor. Belli ki, ortaya çıkan belge ve deliller ne kadar somut olaylarla bağlantılı olursa olsun, adalete ideolojik ve politik duruş ve çıkarların sığ pencerelerinden bakan kişi ve çevrelerin yaklaşımı hiç değişmeyecek. Bu dava da, tarihsel anlaşmazlık alanlarından biri olarak hayatımıza yerleşecek.

Elbette ki, Başbakan'ın savcılığa, ana muhalefet partisi liderinin avukatlığa soyunduğu bir davanın, hangi karar çıkarsa çıksın toplumsal vicdanda adaletin tecelli ettiği duygu ve inancını sağlamak kolay olmayacaktır.

Geçtiğimiz hafta düzenlediği uzun basın toplantısıyla, çok ve uzun konuşan siyasetçilere taş çıkaran Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da, yaptığı görsel malzeme destekli açıklamalarla, konuya göbekten dahil oldu. Kendini ikna edinceye kadar, dava üzerine 'anlamlı' soru işaretleri yükledi. Bir devlet memurunun, diğer bir devlet memurunun yaptığı işe dair böyle etkili açıklamalar yapması, devletin idari işleyişinde ve demokraside nerelerde olduğumuzu görmeyen gözlere gösterdi.

Topraktan fışkıran silah ve mühimmatın neden oralarda olduğu ve kimlerin koyduğu konularının cevapsız kaldığı bir maçta, top Genel Kurmay ile Emniyet Genel Müdürlüğü arasında gidip geliyor.

Kendini huzur ve güvenlik içinde hissetmek isteyen vatandaş ne yapsın! Kime inansın.

Türkiye belli ki, yakın tarihinin karanlık yüzüyle hesaplaşmadan rahat bir gün görmeyecek. Bu yönüyle Ergenekon Davası aslında bir fırsattır. Normal demokrasilerde hangi safta yer alırsa alsın, aklı başında her siyasal çevrenin ve kişinin, gerçeklerin açığa çıkarılması ve suçluların cezalandırılmasını istemesi beklenir. Bizde tersi oluyor.

Zaten arızalı olan siyasal rejimimiz, askeri müdahaleler ve karanlık girişimlerle delik deşik olmuştur. Üniformalı ve sivil, silahlı ve silahsız, görevli ve emekli çeteleriyle ülkemiz emsalsiz bir konuma gelmiştir. Bu dönem kapanmalıdır.

Evet, Ergenekon Davası'nın savcıları adalet mekanizmasının kendilerine tanıdığı yetkiyi hoyratça kullanmasınlar. Farklı düşüneni ve farklı davrananı, ikna edici olmayan nedenlerle sindirme ve lekeleme anlamına gelen davranışların mağduru etmesinler. Gözaltı ve tutuklamalar, suçsuz infazlara dönmesin. Özel hayatlar, siyasal tefrika haline gelmesin. İnsanların hakları ihlal edilmesin, uluslararası adalet normları, Aİ

Haber Ara