Akıllardaki soru şuydu: 'Sivilleşme yolunda atılan adımların ve AB seferberliğinin sonuna mı gelinmişti?' Cevap, hükümetin takınacağı tavırda saklıydı. Hükümet, 28 Nisan'da karşı bir bildiriyle adeta demokrasi manifestosu verdi. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, TSK'yı, Anayasa ve hukuk devleti sınırları içinde durması yönünde uyarırken, Türkiye'de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ortaya koyuyordu: 'Genelkurmay Başkanlığı'nın bildirisi, hükümete karşı bir tutum olarak algılandı. Demokratik bir süreçte bunun düşünülmesi bile yadırgatıcı. Genelkurmay, hükümetin emrinde, görevleri Anayasa ile tayin edilmiş bir kurumdur. Genelkurmay başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur.'
Türkiye'nin önünü açan tarihî metnin hazırlanması sırasında başkent Ankara'da hareketli saatler yaşandı. İktidar partisi sabahın ilk saatlerinden itibaren seferber olurken, genel merkez binası ile Başbakanlık Konutu arasında hummalı bir trafik başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Beşir Atalay, Hayati Yazıcı gibi isimlerin yer aldığı beş kişilik ekibe, daha sonra Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Hüseyin Çelik, Dengir Mir Mehmet Fırat da katıldı. Uzun tartışmaların ardından bildiriye son şekli verilerek Erdoğan'a sunuldu. Erdoğan, metni inceledikten sonra onay verdi. Ardından Kızılay'ın Balgat'taki kongresine katıldı. Ve kendisinden önceki başbakanlar gibi yapmayacağının ilk işaretini burada verdi: 'Milletimiz, afet bekleyen fırsatçılara fırsat tanımıyor.'
İktidarın muhtıraya vereceği cevap merakla beklenirken, saat 15.15'te Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, basının karşısına çıktı. Ordu-siyaset ilişkilerinde alışılagelen çekingenlik yerine, demokraside kurumların yerini tarif eden, itidal ve dikkat tavsiye eden özgüven metnini okumaya başlamasıyla hava dağıldı. Çiçek'in okuduğu her satır, Türkiye'de artık demokrasinin kökleştiğini, vesayet devrinin bittiğini müjdeliyordu.
Aslında hükümetin tepkisi normaldi. Ne var ki her 10 yılda bir 'demokrasisine tankla balans ayarı' yapılan Türkiye için bu duruşun anlamı büyüktü. 28 Nisan açıklamasını değerlendiren gazeteci Mehmet Altan, Cumhuriyet tarihinde ilk defa böyle bir tepkinin gösterildiğini ve Parlamento'nun ilk kez halkın iradesini yansıtma girişimine soyunduğunu ifade ediyor. Altan, 'İlk defa askerî bir muhtıraya karşı hükümetin halk iradesini yansıtması, Parlamento'nun gerçekten bir halk parlamentosu olduğunu göstermesi açısından çok önemlidir. Muhtıra, anayasal bir suçtur ve cezası çok ağırdır. O güne kadar bunu uygulayan bir hükümet ya da parlamento çıkmamıştı.' diyor.
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Siyaset Bilimci Dr. Murat Yılmaz, 28 Nisan duruşunun Türk demokrasi tarihi açısından bir kırılma anı olduğunu belirtiyor. e-muhtıranın siyaseti yeniden askerî vesayete almayı amaçladığını anlatan Yılmaz, bildiriyi hazırlayanların Türkiye şartlarını göremedikleri beklenmedik bir demokratik tepkiyle karşılaştığını vurguluyor. Yılmaz, hükümetin Genelkurmay'a anayasal düzen içindeki yerini hatırlattığını belirterek, şöyle devam ediyor: 'AK Parti'nin cevabı demokratik ve sivil yönetim prensiplerinin altını çizmesi, Genelkurmay bildirisiyle oluşturulmak istenen darbe ve korku düzeninin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin garip 367 kararı ise bu bürokratik vesayet nizamının sürdürülemezliğini ilan etmiştir. Bu gelişmeleri takip eden 22 Temmuz erken seçimleri de bu zihniyeti seçim sandıklarına gömmüştür.'
Seçmenin e-muhtıraya tepkisi sert oldu
11. cumhurbaşkanının seçimine doğrudan müdahale olarak algılanan bildiriye karşı hükümetin verdiği cevap tam bir demokrasi ve hukuk manifestosuydu. Türkiye Cumhuriyeti, 86 yıllık ömründe 2 askerî darbe, bir muhtıra, bir postmodern darbe, bir elektronik muhtıra ve çok sayıda darbe girişimine maruz kalmıştı. Ancak ilk kez bu kadar net şekilde verilen cevap, sergilenen 'dik duruş', arkasından alınan erken seçim kararı Türk demokrasisine yepyeni bir pencere açtı. Siyasi iktidarın geçtiği imtihan Türk demokrasisine can verdi. Halk, AK Parti'nin dik duruşunu sandıkta verdiği yüzde 47'lik oy desteğiyle karşılıksız bırakmadı. 22 Temmuz'da rekor bir katılımla sandığa giden millet, AK Parti, CHP, MHP, DTP ve BBP'yi Meclis'e taşıdı. 5 yıllık aradan sonra Parlamento'ya dönen MHP, tam anlamıyla enkaza dönen Anavatan ve DYP'nin hatasına düşmedi. Ve Abdullah Gül, 28 Ağustos'taki üçüncü tur sonunda 11. cumhurbaşkanı seçildi. Kazanan demokrasi oldu.
27 Nisan'ın ve 367 kararının arkasında Ergenekon vardı
Cumhurbaşkanlığı seçiminde partisi Meclis'e girmediği için Anavatan Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) üyeliğinden istifa eden Hüseyin Kocabıyık, bildirinin arkasında Ergenekon örgütünün olduğunu iddia etti. Muhtıradan iki yıl sonra o gün yaşananları değerlendiren Kocabıyık, 'Komuta kademesinin üzerinde Ergenekoncular tarafından büyük tazyik vardı. Bildiriyi isteyenler de onlardı.' diyor. Kocabıyık, Anayasa Mahkemesi'nden çıkan 367 kararını da 'Ergenekon'un yargı ayağının marifeti' olarak görüyor.
Hüseyin Kocabıyık, Ergenekoncuların TSK'yı etkileme potansiyeline sahip olduklarını fakat kurumsal yapının buna engel olduğunu düşünüyor. Eski Anavatanlı vekile göre, komuta kademesi, TSK'nın içindeki Ergenekon uzantılarının önünü kesmek için bildirinin yayımlanmasına müsaade etti. 27 Nisan sürecinde Ergenekon'un amacının darbe yapmak olduğunu, fakat istedikleri ortamı oluşturamadıklarını kaydediyor. Bunu da askerin içinde darbe istemeyen subayların yer alması, medyanın 28 Şubat'ın aksine çok sesli olması ve dış desteğin sağlanamaması gibi etkenlere bağlıyor. Hükümetin o günkü çıkışının da çok önemli olduğunun altını çizen Kocabıyık, 'Eskiden darbe girişimine karşı çıkan siyasetçiler başına ne geleceğini bilmiyordu. Bizi asarlar mı, vururlar mı bilmiyorduk. Ama artık ne olacağını gördük. Taşlar yerli yerine oturuyormuş.' ifadelerini kullanıyor. Kocabıyık, Meclis'in kararını mahkemelik yapan CHP'ye de sert eleştiriler yöneltiyor. Anavatan ve DYP'nin taşeron olarak kullanıldığını savunan Kocabıyık, işin siyaset ayağının CHP üzerinden işlediğini öne sürüyor. Kocabıyık, 'Başsavcı, AK Parti'ye laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle dava açtı. Anayasa'nın aynı maddesinde devletin demokratik olduğu da belirtilir. CHP de o süreçteki rolüyle demokratik düzene karşı eylemlerin odağı haline gelmiştir. Eğer başsavcı tarafsızsa CHP'ye de kapatma davası açmalıdır.' diyor.
Ergenekon sanıkları, e-muhtıra sonuçsuz kalınca TSK'yı 'ihanet'le suçlamış
27 Nisan bildirisi, Ergenekon iddianamelerinde de yer alıyor. e-muhtırayı coşkuyla karşılayan sanıklar, rüzgarın tersine döndüğünü anlayınca Genelkurmay'a ağır hakaretlerde bulunmuş. 27 Nisan 2007 tarihinde Ahmet Sayar ile görüşen emekli Albay Mehmet Fikri Karadağ, 'Oh ne güzel, demek ki Kuvayı Milliye hedefine ulaştı.' diyor. Karadağ, Sayar'ın, 'O zaman Anayasa Mahkemesi de yarın bu işi aynen bağlar.' demesi üzerine, 'Köpek gibi bağlayacaklar.. Ne mutlu Türk'üm diyemeyen ... ne işi var Atatürk'ün köşkünde... O zaman generallerin kafasını keserdi bu genç subaylar. Hadi bakalım başarıya ulaştık, bu bizimdir.' ifadelerini kullanıyor. Muhtıranın yayınlandığı gece Kemal Canay ile de görüşen Fikri Karadağ, '..bizim ateş orayı sarmış, belli oldu... Ne kadar güzel, aşağıdan gelen baskı da bu. Benim yiğitlerimin baskısı da bu.' şeklinde konuşuyor. 28 Nisan 2007'de sanıklardan Hayrettin Ertekin'in Sinan Aygün'e gönderdiği e-posta oldukça ilginç: 'Bu açıklama özlenen bir yasal demokratik darbenin ayak sesleridir.'
28 Nisan 2007'de Fikri Karadağ ile Nilgün isimli şahıs e-muhtıranın yayınlanmasının ardından kendilerine ne gibi görevler düşeceğini değerlendiriyor. Nilgün, 'Muhtıra ile ilgili ne yapıyoruz?' diye soruyor. Karadağ, 'Hiçbir şey, şimdilik. Aynen devam edin.' cevabını veriyor. Nilgün, 'Talimatınız olursa bekliyorum başkanım. Hepimiz hazırız burada. Biz de çok kalabalığız.' ifadelerini kullanıyor. Karadağ, emin konuşuyor: 'Yaparız, yapacaz evelallah.'
Ağustos 2007'de ise telefonla konuşan sanıklardan Ümit Sayın, TSK'nın darbe yapmamasının 'ihanet' olduğunu belirtirken şunları kaydediyor: '... Gül gibi geçiniyorlar muhteremler üç ay önceki muhtıra, dört ay önceki, elektronik ortamda yazılmış hâlâ Genelkurmay'ın sitesinde olan yazılar ne anlam taşıyor? Hiç çelişmedi bir kurum kendisi ile bu kadar. Dolmabahçe'de bitmiş iş.' Sayın, bir başka görüşmede TSK'ya hakaret ediyor: 'Önümüzdeki elli yıl hocam yani bitmiş durumda ülke ve bu ahmaklar yani TSK'daki ahmaklar da hiçbir şey yapmıyorlar.' Yaklaşık 1 yıl sonra emekli Org. Hurşit Tolon, e-muhtıranın ardından TSK'nın pasif kaldığını ve sürecin kendi aleyhlerine döndüğünü söylüyor. Tolon, iktidarın yüksek oranda oy almasını da e-muhtıraya bağlıyor.
Demokrasi kazandı
Haluk Koç (CHP Samsun Milletvekili):
28 Nisan'da demokrasi adına konuşan CHP olmalıydı 27 Nisan gecesi, bugünkü çağdaş teknik ilerlemelere göre farklı bir uyarıyla karşılaştık. Türkiye demokrasisi için CHP 28 Nisan sabahı, 'Ben anamuhalefet partisi olarak siyasi ve hukuki mücadelemi yaptım. Bu benim görevim. Kimsenin başka söz söyleme hakkı yok. Demokratik ortamlarda ben bunun sahibiyim' diyebilecek gücü göstermeliydi. Eğer bir yönetim sorumluluğum olsaydı, tek başına değil fakat yönetimi oluşturan arkadaşlarımızla ortak akıl çerçevesinde tepki gösterirdim. 12 Mart 1971'de o zaman genel sekreterimiz olan Bülent Ecevit'in gösterdiği şekilde bir tavır koymamız gerekirdi. O tavırsızlığın, suskun kalmanın ya da onaylarmış gibi görünmenin seçim sonuçlarına olumsuz etki yaptığını hep söyledim.
Etyen Mahçupyan: Muhtıra süreci demokrasinin lehine oldu
Muhtıranın, ne kadar meşru ve hukuki olduğu ayrı bir soru; ama alışkanlıklarımız onu 'gayri hukuki' yapmıyordu. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmaması, esas olarak da AK Parti'nin yeniden büyük bir oyla seçilememesi yönünde mobilizasyondu bu. Ama epeyce acemiydi. Toplumu çok tanımayan bir bakış ve sonuçta da ironik bir muhtıra olarak siyasi tarihimizde yerini aldı. Bunu yapan kurumun da prestijini azaltan yanlış bir eylem olarak tarihe geçti. Türkiye, böyle olaylardan sonra bir sıçrama yapıyor, bir eşik geçiyor. Ben demokrasiyi engelleyen her şeyin, demokrasiyi daha da ileriye götürdüğünü düşünüyorum. 2007 yılında yaşanan 367 krizi, muhtıra gibi olaylar bir araya gelince ortaya çıkan tablo Türkiye'nin lehine oldu. Çünkü başarılı olamadılar. Bununun bedelini de demokrasiyle ödediler.
Lale Sarıibrahimoğlu (Today's Zaman yazarı): Hükümetin cevabı, darbe yanlılarını geriletti
28 Nisan cevabi bildirisi, TSK ve darbe yanlılarında çok büyük bir gerilemeye yol açtı. Halkta aklıselim önde geliyor. Bundan sonraki aşamada Başbakan, Anayasa'nın bütününde değişiklik yoluna gitmek zorunda. Daha önce bu değişikliğe başörtüsünden başlayarak gitmeyi tercih etmiş ve hata yapmıştı. Başörtüsü yasağı ciddi bir konu; ama asli özgürlükleri artırıcı önlemlere gittiğiniz sürece başörtüsü sorununu da gündeme getirebilirsiniz. Yapılması gereken 2003-2004'teki gibi ekonomik ve siyasi tüm alanlarda yapılan reformların devamının getirilmesidir. Bu reformlar yapılmadığı sürece kargaşa devam edecektir.
Alper Görmüş: Bildiri tam tersi sonuçlara yol açtı
27 Nisan bildirisi, amaçladığının tam tersi sonuçlara yol açan bir askeri müdahale girişiminin manifestosudur. Amaç, seçilmiş parlamentoyu ve hükümeti sindirmek, iktidardan el çektirmek, olmazsa da kendi otoriter siyasetini hükümete dikte ettirmekti. Ancak emir komuta zinciri içinde bir darbe Türkiye'de artık mümkün değil.
BÜLENT CEYHAN-FATİH VURAL
Kaynak: Zaman
Türk siyasi tarihinde bir ilk
27 Nisan gecesi saat 23.17'de Genelkurmay'ın, internet sitesinde yayımladığı bildiri Türkiye'yi şoke etti.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-04-28 08:01:00
SON VİDEO HABER
Haber Ara