Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Darfur, İslam Devleti rüyasının sonu mu?

Sudan'da uzun yıllardır yaşanan ve birçoklarının hayallerini yitirmesine neden olan Beşir ve Turabi arasındaki siyasi kavganın bedelini kim ödüyor?

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-04-20 11:34:00

Darfur, İslam Devleti rüyasının sonu mu?

Darfur, İslami Devlet Hayalinin Kabri mi Oldu?

Muhammed Muhtar eş-Şankiti*

Darfur'da yaşanan savaşın sebeplerinin Ömer Hasan el-Beşir ve Hasan et-Turabi arasında yaşanan sorunlardan ayrılması mümkün değildir. Sudan'da uzun yıllardır yaşanan ve birçoklarının hayallerini yitirmesine neden olan bu siyasi kavganın faturasını ne yazık ki halk ödemek zorunda kalmıştır.

Sudanlı İslami Düşünür Abdulvahhab el-Efendi makalesinde yazdığı şu sözlerle aslında Darfur'daki gerçeği ortaya koymuştu: ?Evet, orada kesinlikle Sudan'daki İslam'ı tehdit eden bir tehlike bulunuyor. Ancak bu tehdidin kaynağı Newyork ya da Washington değil Hartum'dur.? Gerçekten de Sudan'da yaşanan içsavaşın nedeni aslında ülkedeki siyasi bölünmeden, iktidar kavgasından kaynaklanmaktadır. Ancak bu anlaşmazlıkların neticesine katlanmak zorunda kalan, fakirlik, sefalet adına en ağır faturaları ödeyen ise halktır. Diğer yandan İslam ve Arap dünyası ise her zaman olduğu gibi bu felakete eli kolu bağlı seyirci kalmakta Irak'ta olduğu gibi Sudan halkının da eriyip yitmesini beklemektedir.

Darfur halkının, Arap ve İslam halklarından, Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir rejimine ve gerek kasıtlı gerek de ihmal yüzünden halkın başına açtığı felaketlere karşı koymada yardım alma hakkı vardır. Ancak Arap-İslam dünyamızdaki insanlar, ülkelerindeki tüm batılı girişimlere karşı duygusal düşmanlık, adaletin ve eşitliğin sağlanması yönündeki tüm batılı diyaloglara karşı şüpheli bir bakış açısı kazandılar. Bu da Batılılardan alıştıkları küçümseme ve ikili eğilim göstermeye dönmektedir.

Durumun detaylarını idrak etme üzerine kurulu olmayan duygusal reddetme eğiliminin aslında sadece zayıf bir inkar etmeden ibaret olduğu Darfur'da işlenen savaş suçlarında gözlemlenerek ardarda ortaya konmuştur. Sanki Darfur'daki kurbanlar şefkat ve sempatiye hakları olmayan insanlardı.

Bu konumun sebeplerinden bir tanesi, Sudan Hükümetinin kendisini İslami bir hükümet olarak sunmasıdır. Tabi batılı saldırıya karşı kim bir İslami hükümete sempati duymaz?! Ancak bu duygusal tavır aslında ardında ülkemizdeki politik baskı ve zorbalığın kurbanlarına karşı beslediğimiz soğuk duyguların gerçeğini saklamaktadır. Bizler tüm iyi niyetimiz ve inancımızla Batılılardan reddettiğimiz küçümseme ve ikiyüzlülük içine düşüyoruz.

Darfur'daki çatışma oldukça köklüdür. Aslında orada bir değil iki çatışma bulunmaktadır. Bir tanesi göçmen Araplar ve Marra Dağı'nda yaşayan Afrikalı köylüler arasındaki kıt kaynaklar üzerine dönen çatışma, diğeri ise Darfur halkı ile Hartum'daki merkezi hükümet arasında yönetimin ve servetin daha adil bir şekilde dağıtılması üzerine geçen çatışmadır.

Ancak bu ikinci çatışma Sudan İslami Hareketi liderliğinde geleneksel çatışma olmaktan çıkarak ezici bir savaşa, kaynak çatışmasından derin düşünmeye çağıran bir kimlik çatışmasına dönüşmektedir.

Son senelerde patlak veren çatışmalarla 1989 yılında Ömer el-Beşir'in gerçekleştirdiği Sudan İslami tecrübesi arasındaki ilişki nedir? Çatışmaların kızıştırılmasında ve sürekliliğinde el-Beşir ve et-Turabi'nin kışlalarındaki İslamcıların taşıdığı sorumluluğun boyutu nedir?

Bu yıkıcı çatışmanın, dünyaya adını duyuran, insanları meşgul eden ve günlerden bir gün büyük umut kaynağı olan Sudan İslami tecrübesinin gidişatı üzerindeki etkisi nedir?

Hareket Anlayışından Devlet Anlayışına

Sudanlı İslamcıların 1989 yılında yönetimi ele geçirmedeki başarıları bir tesadüf ya da şans değildi. Aksine seneler içinde Sudan İslami Hareketinin; genel bilinçlenme, heykel yapı, yönetim yapısı, toplumdaki çalışması, yönetimle ve İslami hareketlerle ilişkisi adına programında gösterdiği gelişmelerin bir meyvasıydı. Stratejik ve kurumsal fikrine giriş... İşte bu, 'Sudan'da İslami Hareket' isimli kitabımda özet olarak
sunmaya çalıştığım nokta idi...

Ancak devrimin başarısı sadece yönetimi ele geçirmekten çok daha büyüktü. Özellikle de hareket mensupları insanları kandırmayı değil özgürleştirmeyi amaçlayan ahlaki bir mesaj taşıyorken; teknik olarak gösterilen başarı, ilkesel başarıyla kıyaslanamayacak kadar küçük kalıyordu.

Sudan gibi geri kalmış, içi parçalanmış, iç savaşların tükettiği bir ülkede fakirlik, insanın insanlığını tehdit etmektedir. Yeni devrim, kendisinden önceki devrimlerin taşımadığı daha fazla yük, ahlaki ve insani ciddi sorumluluklar taşımalıydı. 2001 yılında basılan yukarıda da bahsettiğim kitabımın sonunda özetlediğim bu sorumlulukların en önemlileri şunlardır:

Yönetim Şu Noktaları Uygulamalıydı

- Yönetim bir hareket olmaktan vazgeçmeli, kendisinin artık tüm siyasi ve ahlaki göstergeleriyle bir devlet olduğuna ikna olmalıdır.

- Sudanlı aç insanları doyurmaya, onları korkularından emin kılmaya çalışmalıdır. Bu nokta, mesajındaki en önemli bent ve bina yolundaki ilk adımı olmalıdır.

- Güce ve nefrete dayanmayan siyasi bir kanun koymalıdır. Geçerliliğini sadece kuvvetten alan bir yönetimin hayrı olmaz. Sonsuza kadar zaruretler anlayışına dayanmak mümkün değildir.

- İç savaşın yol açtığı insani kanamayı, cihada ve şehadete susamış gençlerin kanlarıyla değil siyasi bir hikmetle ve diyalog, birlikte yaşama anlayışıyla durdurmalıdır.

- Şunu anlamalıdır ki devletin gövdesi, hareketin gövdesinin aksine toplumun tümünü kapsamaktadır. Toplumu içerip kapsamaktan aciz kalmak toplumun değiştirilmesinde aciz kalmak anlamı taşımaktadır.

- Şunu da bilmelidir ki her nekadar önemli olsa, İslami çalışma kendisine ihtiyaç duysa da teknik çözüm tek başına yeterli değildir. İslam devleti herşeyden önce bir fikir ve ilke devletidir.

- Gerek bölgesel gerek uluslararası anlamda kritik konumunu tanımalı ve sorumluluğunu açıkça taşımalı, maceralardan, çekişmelerden, karışıklıklardan ve olaylara katılmaktan uzak durmalıdır.

- Yabancılaşma ortamında İslam'ın bayrağını taşıyan bir unsur olarak zamandaki kritik konumunu da tanımalı, bunu yaparken de daha fazla ilericilikten, tevekkülden, hikmetten ve dirayetten gücünü almalıdır.

20 yıl öncesine dönüp bakarsak itiraf ediyorum ki İnkaz Devrimi (Diriliş Devrimi), iletmek istediği mesajında korkunç bir şekilde başarısız kaldı. Bu devrime ümit bağlayan birçokları ümitlerini kaybetti. Ben de bunlardan bir tanesiyim. Yine itiraf ediyorum ki Darfur savaşı bu başarısızlığı çok açık bir şekilde özetlemiştir.

Eğer bu başarısızlığa fikri bir açıklama bulmamız gerekiyorsa iyi niyetli olup şu açıklamayı sunmak gerekir: Sudanlı İslamcılara göre devlet anlayışı ve hareket anlayışı birbirinden farklıdır. İslam tecrübesi, hareket bazında Sudan tecrübesinin elde ettiği başarıyı elde edememiştir. Ancak İslam tecrübesi, Sudan tecrübesi gibi devlet yönetimi bazında başarısız kalmamıştır.

Tabi yine de fikri açıklama herşeyi açıklamamaktadır. Orada önemi, fikri unsuru aşan ahlaki bir unsur da bulunmaktadır. Kurtuluş tecrübesinin ardından gelen bu ahlaki unsur Darfur'un içinde bulunduğu sıkıntıyı açıklamaktadır ve bu tecrübeye liderlik yapan ve onlara tabi olan birçok kişiyi kınamaktadır.

Turabi - el-Beşir ve Yönetim Çatışması

2003 yılında Darfur'da iç savaş çıktığından beri Sudan İslami Hareketinin yürütülmesi için önemli fikri merciler ortaya çıktı. Hareketin eski liderlerinden Dr. et-Ticani Abdulkadir ise yazdığı derin eleştiri makaleleriyle bunların kötülüğünü ortaya koyan isim oldu. Makalelerinden 3 tanesi şu ismi taşıyordu: 'İslami Askeri Güçler, Yönetime Karşılar mı Yoksa Ortaklar mı?''. başka iki makalesinin başlığı da şöyleydi: 'Kapitalist İslamcılar'. Diğer ikisinin ise şöyle: 'Küçük Kardeşlerimizin Büyük Genişleme Projeleri'. Bu makaleler üzerine yapılan tartışmalara hareketin eski ve şimdiki liderlerinden bazıları katıldılar. Bunların arasında Dr. Abdulvehhab el-Efendi, Şeyh İbrahim es-Senusi ve el-Beşir ile Turabi arasında ayrılık çıkmasından sonra Turabi'ye katılan İnkaz Devrimi liderlerinden bir tanesinin vekili olan Dr. Muhammed el-Emin yer alıyor.

Benim gibi uzaktan bir gözlemcinin; Turabi ve el-Beşir'in adamları arasındaki bu karşılıklı diyaloglardan, cevaplaşmalardan, Darfur'daki sıkıntıyı doğuran hareket içi olayları çıkarsaması mümkündür.

Dr. Abdulvahhab el-Efendi, Darfur'daki savaşın sebeplerini özet olarak yazdı. Dr. el-Efendi şöyle diyor: 'Darfur Bölgesi'nde durumlar, ölümcül hatalar silsilesinin neticesinde kötüleşti. Bu silsile; siyasi durumun kötüye kullanılması, Darfur halkına haklarının verilmesinde gösterilen taksirle başladı, silahlı ayaklanmacıların bastırılmasında gösterilen acziyetle, bu acziyetin anarşi ve suçların teşvikiyle önlenmeye çalışılmasıyla devam etti. Uluslararası bazda felakete dönüşen afet yönetimindeki acziyet ve karışıklık ise bardağı taşıran son damla oldu. Bu, detaylı tarihi bir bilgi vermese de; özellikle de İslami hareketle ilgili bölümü doğru bir özet ve hükümdür.'

Sosyal Çatışmanın Kökleri Mevcuttu

Darfur'da sosyal çatışmanın kökleri daima mevcuttu. Bunun gibi üçüncü dünya ülkelerinin birçoğu da çatışmalar gizlemektedir. Ancak geleneksel çatışmanın patlak verip bir yok etme ve göçettirme savaşına dönüşmesi, Turabi ve el-Beşir arasındaki çatışmanın başlamasıyla gerçekleşti.

Sudan'daki İslami Hareketin yönetimi askeri güçle ele geçirdikten sonraki planı devrimini İslami yönde değil milli yönde sürdürmekti. Sonraki üç yıl içinde de hareketin devlet içinde eriyeceği şekilde güvenirlik aşamasından sağlamlaştırma aşamasına geçecekti. Ondan sonra da İslami yüzünü apaçık ortaya koyacak, askerler yönetimi sivillere teslim edecek, Dr. Turabi de devlet başkanlığı görevine gelecekti.

Turabi ve el-Beşir kanatları arasındaki ilişkiyi yöneten bir denge vardı. İki başlı bir yönetimde iki adam işleri bölüşerek yürütüyorlardı. Turabi, gizli bir sivil hükümet olan İslami hareketi yönetirken El-Beşir de aleni açık askeri hükümeti yönetiyordu.

Sonra askerin içinden bazıları hareketin içindeki bazı sivillerin desteğiyle El-Beşir yönetimini koruyup Turabi'yi dışlama eğiliminde bulunmaya başladılar. Bu eğilim, Turabi'nin ? kendilerini yetiştirdiği ve çevrelediği askerlerin güvenini kazandıktan sonra- stratejik hata işlemesiyle savaşı kazanmayı başardı. Turabi, hareketin iç karar ve kanun kaynağı olan birimini dağıttı. 1999'daki bu dağılımın ardından da El-Beşir ve Turabi arasındaki o bilinen ayrılma başladı. Turabi'nin hareketi ?isteyerek ve gafletle- dağıtarak dayanağını kaybetmesiyle üstünlük El-Beşir'e geçmişti.

Beşir, Darfurlu İslamcıları Hayalkırıklığına Uğrattı

Darfur tarafından akan İslamcıların büyük çoğunluğu Turabi kanadına katıldılar. Belki de bunun sebebi Turabi'nin merkezi yönetim ve yerel takviye hükümetler fikrine dayanmasındandı. Ayrıca, Darfur'dan gelen bu İslamcılar, Cumhurbaşkanı El-Beşir ve kanadı tarafından büyük hayalkırıklığına uğratılmışlardı.

Başkan El-Beşir'in işlediği korkunç hatalardan bir tanesi orduyu ve güvenlik güçlerini Darfur'dan gelen İslamcılardan tasfiye etmesiydi. Belki bunun sebebi kendisinin Sadık El-Mehdi'ye karşı kullandığı gibi Turabi'nin de onları aleyhine kullanmasından korkmasıydı. Ancak onlar kısa sürede Darfur'daki ayaklanmanın ve içsavaşın çekirdeğini oluşturmuşlardır.

Sudan İslami Hareketi, güvenirlik aşamasının sonunda şu üç yoldan birini seçebilirdi:

İlki; Turabi'nin ve kanadının benimsediği görüntüyü hakim kılıp, askerleri yönetimden çıkarmak, kısmen bile olsa demokrasiyi, Turabi'nin propogandasını yaptığı gayrimerkeziyetçiliği tatbik etmek. Bu görüşünde Darfur halkı da Güney halkı da kendisini desteklemişlerdi. Geriye bakınca görülüyor ki bu şıkkı seçmek daha adil ve akılcı olurdu.

İkincisi: İslami Hareket, siyasi bünyesinde iki farklı tarafı için bir yer bulurken Turabi'ye de fikri ve yasal liderlikten birşeyler veriyor. El-Beşir kanadına ve Ali Osman'a da yönetimin uygulama alanından birşey bahşediyor. Bu da hükümet biriminin içindeki çatışmanın ve ikili davranma durumunun devam etmesine yol açıyor.

Üçüncüsü; yürütme gücünü ellerinde bulunduran askerlerin ve müttefiklerinin görevlerinin dışarıdan kardeşleri için boşaltılması. Bu, 1999 yılında El-Beşir parlamentoyu dağıtıp olağanüstü hal ilan edip, şeyhi Turabi'yi hapse koyduğunda fiilen gerçekleşti. İşte bu eğilim, Darfur'daki şu an afet şeklinde yaşanan sıkıntıyı doğurdu.

İslami Hareket ve Darfur Sıkıntısı

İslami Hareketteki İslamcılardan oluşan Darfur ehli, Kurtuluş Devrimine çok umut başlamışlardı. En azından bu devrimle kendi bölgelerindeki şikayetlerin sona ermesini, devlet biriminde adil bir şekilde varlıklarını ifade edebilmelerini ve hizmetlerinden insaflı bir şekilde paylarını alabilmeyi umuyorlardı. Ancak çok kısa sürede umutları suya düştü.

Bu hayal kırıklığı yeni değildi. Daha 80'li yıllarda, Darfur'dan gelen İslamcılar'dan birçoğunun, o dönemde Turabi'nin liderliğini yaptığı İslami cepheden, cephenin Afrikalı Fur Kabilesine karşılık Arap kabileleri desteklemesini protesto amacıyla istifa etmeleriyle işaretlerini vermeye başlamıştı.

Sonra 1990 yılında Davud Bulad'ın Kurtuluş hükümetine karşı yapılan küçük bir ayaklanmaya önderlik etmesiyle hayal kırıklığı açıkça ortaya konmuş oldu. Gerçekten önem verilmesi gereken bir nokta var ki o da; Bulad'ın o sırada Darfur'da yaşayan Fur kabilesinden İslami bir lider olduğudur. (Darfur bölgesi tarihi ismini bu kabileden almıştır.) Bulad, İslami hareketin merdivenlerinde yükselerek Turabi'nin liderliğini yaptığı İslami hareketi temsilen; Hartum Üniversitesi Öğrenciler Birliği'nin başkanı oldu.

Ayaklanma Bastırılıyor

Kurtuluş hükümeti ayaklanmayı kolaylıkla bastırdı ve Bulad'ı idam etti. Bu hadise Darfur ehlinde; özellikle de İslamcılarda derin bir yara açtı. Darfur halkı bugün Bulad'a, asrını aşmış; davalarının şehidi olarak bakıyorlar. Edebiyatlarının kendisini övdüğü gibi Kur'an hafızı, çok dindar bir kimse ve seçkin bir mühendisti. Bu esnada Kurtuluş hükümeti ise kendisini en çirkin vasıflarla sıfatlandırdı ve İslam'dan döndü, Kur'an-ı Kerim'i parçaladı gibi en ağır suçlamalarda bulundu. El-Turabi'ye yakın kimselerden bir tanesinin bana bildirdiğine göre Turabi daha sonra, Kurtuluş hükümetinin Bulad ayaklanmasından ibret almadığını, en son yaşanan Darfur savaşının da bunun cezası olduğunu itiraf etti.

Bugün Turabi ve partisi Halkçı Kongre'ye yakınlığıyla da bilinen Darfur'daki ayaklanmacı Adalet ve Eşitlik Hareketi'nin liderliğini yapan Dr. İbrahim Halil de Bulad'ın yolundan yürüdü. İbrahim, Sudan İslami Hareketi'ndeki meşhur liderlerden bir tanesi idi. Hatta kendisi Kurtuluş Devriminden sonra birkaç bakanlık görevini de üstlenmişti. İbrahim'in hali, ondan önce de Bulad'ın durumu göstermektedir ki Darfur sorununun Sudan İslami Hareketi sorunundan, 1989 devriminden önceki yarım yüzyıl boyunca Sudanlılar'ı müjdelediği adalet devletinin kurulması hususunda açıkça aciz kalmasından, iç çekişmelerinde hareket liderlerinin takındıkları siyasi aldatmaca tavrından, sonra bazılarının bazılarıyla ilişkilerinde, İslam ahlakı yerine, insani ilişkilerdeki esaslara dayanmayan fırsatçı yollara başvurmalarından ayrılması mümkün değildir.

Fırsatçılık ve siyasi aldatma, El-Beşir kendilerini görevlerinden ayırdıktan sonra Darfur'dan gelen İslami subayların Turabi tarafından cesaretlendirilmelerinde kendini gösterdi. Sonra El-Beşir ve Ali Osman, hocaları Turabi'yi daha fırsatçı gösterdiler. Ardından da Bedevi kabileleri silahlandırarak kendilerine Darfur halkını yok etme, parçalama serbestisi verdiler.

El-Beşir ve Ali Osman hocaları Turabi'yi hapse atma gerekçeleri için bir defasında Turabi'nin devletin şekli ve yönetim yapısı, hareketten kimin devleti yöneteceği hususlarında kendilerine muhalefet etmesini gerekçe gösterdiler.

(Geçen günler ise Turabi'nin gayri merkeziyetçilik ve bölgelerin yönetimi fikrinin zorunluluğunu ortaya koydu.) Başka bir keresinde ise John Grang ile görüştüğü için, dediler. Oysa bu iki adam Turabi'den ya da El-Mehdi'den görmeyi hayal bile edemeyeceği şeyleri bahşetmek için John Greng'e koştular.

Sudanlı İslamcılar Darfur'da kendileri, hareketleri ve tecrübeleri için toplu bir mezar kazdılar. Bu sefalet ve dert sonuçlarına, İslam'dan yüz çevirmenin, gölgesinde bir adalet devleti kurma vaadlerinden insanları bıktırmanın neticesine katlanacak olan da onlar ve yine halk.

Burada belirtmek gerekir ki Arap ve İslam halkı bugün, halkının kanına ve haysiyetine değer vermeyenlere saf bir sempati duymak yerine durumu idrak etmektedir. Darfur'daki fakir, evlerinden olmuş kimselerin kanları ve insani haysiyetleri Allah'ın katında başkan El-Beşir'in ya da Dr. Turabi'nin kanlarından ve haysiyetlerinden daha az değerli değildir. Düşmanın yüzüne haykırmak ve batı tarzı küçümseme, karanlıktaki Müslümanların yanında bulunduğunu göstermek için yeterli değildir. Arap ve İslam halkı bunu ne zaman anlayacaklar?

Belki de sözlerimizi burada Sudanlı İslami Düşünür Dr.Abdulvehhab el-Efendi'nin İslamcılara şu çağrısıyla noktalamak uygun olur: ' Kardeşlerine, nebevi nasihata uyarak; ellerini haksızlıktan geri çekerek yardım etsinler. Mağdur olanların yardımına koşup onlarla dayanışma içinde olsunlar. Hükümetten; sadece rejimi değil Sudan'ın varlığını tehdit eden bu siyasi, askeri, insani afetin sorumlusu kişilerden hesap sormasını ve onları cezalandırmasını istesinler.'

Bu afetler, Arap-Afrikalı ilişkilerine ve Darfur'daki İslami çalışmaya vurduğu darbeye ek olarak gelmiştir.

El-Efendi bu çağrıyı yaptıktan sonra yazdığı şu sözlerinde ne kadar haklıydı: 'Evet, orada kesinlikle Sudan'daki İslam'ı tehdit eden bir tehlike bulunuyor. Ancak bu tehdidin kaynağı Newyork ya da Washington değil Hartum'dur.

Birbirimizle kötü ilişkilerimiz, izin verilmeyecek şeylere izin vermemiz bizim; daima diğerlerinin girmelerine sebep olduğumuz gediğimizdir. Saddam Hüseyin halkını yokederken, komşularıyla savaşırken yanında bulunduk. Sonuç olarak Irak'ı ve halkını kaybettik.

İşte bugün de El-Beşir'in halkını yoketmesinin evsiz barksız bırakmasının yanında duruyoruz. Sonuç olarak da Sudan ve halkını kaybedeceğiz. Acaba sonunda daima başkalarında kusur aramak yerine aynaya bakıp kendi gözümüzdeki çöpü çıkarmayı bilecek miyiz?

*Moritanyalı Müslüman düşünür ve yazar.

Bu makale Defne Bayrak tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.



Haber Ara