Fehmi Huveydi*
Sudan hedeflerine yönelik düzenlenen hava saldırısı Mısır?ın arka bahçesinde meydana gelen ve ulusal güvenliğiyle doğrudan ilişkisi olan şüpheli askeri operasyonun ne kadar tehlikeli ve aynı zamanda dikkat çekici olduğunu gösteriyor.
1)
Her ne kadar ayrıntılar tam olarak netleşmemiş olsa da hava saldırısı bazı yönleri ile tartışılmayacak kadar açıklık kazanmıştır. Saldırının hedef aldığı konvoyla ilgili olarak bazıları; ticaret amaçlı bir konvoy olduğunu söylerken bazıları ise saldırının hedef aldığı konvoyun Gazze?ye ulaştırılmak istenen İran yapımı silahları taşıdığını söylemektedir.
Henüz saldırıyı düzenleyen uçakların İsrail?e mi yoksa Amerika?ya mı ait olduğu kesinlik kazanmış değil. Washington olayla ilgisinin olmadığını söylese de İsrail iddiaları yalanlamadı. Ancak İsrail, başbakanı Ehud Olmert kendi ağzıyla operasyonda İsrail?in parmağının olabileceği izlenimini verdi. Öte yandan operasyonla ilgili birçok söylenti ortada dolaşmaktadır. Bazıları son iki ay içinde tam üç defa hava saldırısı gerçekleştirildiğinden söz etmekte, bazıları ise kızıl denizde silah yüklü iki kayığın batırıldığından söz etmektedir.
Hava saldırılarını düzenleyen uçakların Eritre?den mi, Cibuti?den mi yoksa kızıl denizde bulunan uçak gemilerinden mi kalkış yaptıklarına ilişkin cevaplanmayı bekleyen sorular gündemdeki yerini korurken hiç kimse şu noktaların üzerine gitmemektedir: Olayla ilgili haberi ilk yayımlayan ve dünya medyasının da kendisine dayandırarak naklettiği ?eş-Şuruk? gazetesinin bu haberi doğru muydu? Afrika?nın doğusundan, bilinmeyen bir noktadan kalkan uçakların Sina istikametinde yol aldığı düşünülen silah yüklü bir konvoyu ilk defa neden vurmuş olabileceği tartışılmadı. Bu olayın Gazze?ye yapılacak silah kaçakçılığının engellenmesi doğrultusunda Amerika ve İsrail arasında yapılmış olan antlaşmasının imzalanmasından sonra gerçekleşmiş olması dikkat çekicidir. Ayrıca saldırıyı gerçekleştiren uçaklar Sudan hava sahasını ihlal etmiş ve açıkça bu ülkenin egemenlik haklarını çiğnemiştir.
Bu operasyonun arkasında Amerika ve İsrail?in olduğu kesin. Saldırılarla ilgili bilgilerin kim tarafından verildiğinin veya saldırıların bizzat kim tarafından gerçekleştirildiğinin bir önemi yok. Aynı şekilde saldırıyı düzenleyen uçakların Cibuti?den mi, Eritre?den mi yoksa Kızıldeniz?de bir noktadan mı havalandığının da haddi zatında bir noktaya kadar önemi yoktur. Burada bizi daha çok ilgilendiren bölgeyi gözetleyen ve kendi çıkarlarına aykırı en ufak bir hareketliliği dahi algılayıp vurabilecek durumda olan Mısır?ın güneyinde ya da Kızıldeniz de gözetleyici bir gücün olmasıdır. Evet, bu güç Sudan?ı bir o kadarda Mısır?ı gözetlemektedir.
2)
Mısır?ın güneyinde ve Kızıldeniz?deki gözetleme olayı yeni bir olay değildir. Yeni olan; Arap dünyasında hala yankıları devam eden ve yaklaşan tehlikenin habercisi olan bu son saldırının dikkatleri üzerine çekmiş olmasıdır. Umarım bu saldırılar uzun zamandır arkasından başına çoraplar örülen Arap dünyasının ayılmasına vesile olur.
Burada asıl şaşılacak durum; yarım asırdır stratejik açıdan derinlikli hesaplar içinde olan İsrail?in planladığı entrika ve tuzaklara Mısır?ın seyirci kaldığı gibi hiçbir önlem almaması ve ülkesinin güvenliğini tehdit eden bu planlamaları boşa çıkartacak açık ve net hiç bir atraksiyon içine girmemiş olmasıdır. 2003 yılında Tel Aviv Üniversitesine bağlı Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi tarafından yayımlanmış olan emekli İsrail subayı Moshe Fourci?nin hazırladığı ve daha öncede benim işaret ettiğim ?İsrail ve Güney Sudan?ın Özgürlüğü? adlı rapor İsrail?in bu planlarını belgelemektedir.
Araştırmada başbakan David Ben Gurion?un belirlemiş olduğu ve kuruluşundan bu yana İsrail?in izlediği stratejiye açıkça değinilmektedir. Ben Gurion, İsrail devletinin stratejisini şu üç saç ayağı üzerine inşa etmektedir. Birincisi: Arap devletlerini, özellikle Kuzey Irak?taki Kürtler, Lübnan?da yaşayan Marunîler ve Sudan?ın güneyindeki zenciler gibi Arap olmayan unsurlarla zayıf düşürmek ve istikrarsızlığa sürüklemek.
İkincisi: İsraillilerin ?tarafları çekme? olarak adlandırdıkları siyaset ki bu da; Türkiye, İran ve Etiyopya gibi Arap ülkelerini çevreleyen ülkelerle stratejik ilişkiler geliştirmeyi içermektedir.
Üçüncüsü: İsrail?in, muhtemel Arap ambargosunu delmesini mümkün kılacak tek alternatif olan Kızıldeniz meselesidir. Bu bağlamda raporu sunan araştırmacı Ben Guirion?un şu sözünü naklediyor: İsrail?in Kızıldeniz?de belli noktaları kontrolünde bulundurması son derece hayati öneme sahiptir. Çünkü bu noktaları kontrol etmek İsrail?e kendisini kuşatan çemberi kırma olanağı vereceği gibi ayrıca düşmanlarımızı bize saldırmadan önce kendi topraklarında vurma olanağı sağlayacak askeri bir üs vazifesi görecektir. İsrail Devlet Başkanı Ben Guirion bir başka münasebetle benzer açıklamaları yapmıştı. Şayet Kızıldeniz?de belli noktaları kontrol etmeyi başarabilirsek o zaman Arap çemberini kırar hatta arkadan kuşatıp onları vurabiliriz.
Ellili yılların başında Ben Guirion bu hedefleri gerçekleştirmesi için beş kişilik bir uzman ekip oluşturmuştur. Bu kişiler: Stratejik ilişkiler uzmanı İsrail Galili, Askeri işler uzman Legnal Yuen, Arap ilişkileri uzmanı Moshe Sason, azınlıklarla ilişkiler uzmanı Wopin Shiloh, Siyaset ve iletişim uzmanı Golde Mair?den oluşmaktaydı.
3)
İsrail?in ellili yılların başlarında belirlediği ve yine aynı dönemde uygulamaya koyduğu strateji noktasında bizleri daha çok Sudan?ın ve Kızıldeniz?in konumunun ne olacağı meselesi ilgilendirmektedir. Çünkü Sudan ?raporu hazırlayan araştırmacıya göre- İsrail açısından önemli iki hedefini gerçekleştirmesi için bulunmadık fırsatlar sunmaktadır. Birincisi: İsrail?le çatışması durumunda stratejik üstünlüğünü ortadan kaldıracak şekilde Mısır?ı zayıf düşürmek. İkincisi: Sudan?ın güneyindeki isyanı destekleyerek bu ülkede güvensizlik ortamı yaratmak ve böylece bölgede stratejik üstünlük elde etmektir.
İsrail?in, Kızıldeniz?i Asya ve doğu Afrika ülkelerine uzanmasını sağlayacak bir geçit ve nefes almasına imkân verecek ikinci bir çıkış kapısı olarak görmesi Sudan?ın önemini bir kat daha artırmaktadır. Ben Guirion?un Arap işlerinden sorumlu müsteşarı Uri Lopez şunları dile getirmişti: Sudan?da olup bitenleri kesinlikle gözlemek ve yakından takip etmek gerekir. Kızıldeniz?e sahili olması hasebiyle Sudan?a stratejik üstünlük kazandırmasının yanında bu kara parçası ayrıca Mısır açısından da önemli stratejik avantaj sağlamaktadır. Bu durum gerek Sudan?ın içinden gerekse dışından destek bulmamızı gerektirmektedir. Bu da Sudan?ın güneyindeki ayrılıkçı ve isyancı hareketlere destek vermeyi zorunlu kılmaktadır.
Sudan?ı zayıf düşürecek ve Mısır?ın stratejik üstünlüğünü tehdit edebilme olanağını sağlayacak olan bu ülkeye sızma eylemi ülkenin güneyindeki isyancılara ulaşmayı kolaylaştıracak birkaç noktada yoğunlaşmayı zorunlu kılmaktadır. İşte bu algı İsrail?i Etiyopya, Uganda ve Kenya gibi Sudan?ı çevreleyen üç ülkede konumlanmaya, pozisyonunu güçlendirmeye itti. 1958 yılında bu gerçekleşmiş oldu. Golde Meir bu operasyona Etiyopya?da başlamıştır. İsrailli yöneticilerin gerçekleştirdikleri en önemli başarı Etiyopya güvenlik güçlerinin İsrailli yetkililer tarafından eğitilmesi görevini Etiyopya?nın bir önceki Kralı Haile Selassie?den kotarmış olmalarıdır. İsrail?le Etiyopya arasındaki bu anlaşma iç güvenlik, polis, istihbarat teşkilatları ve içişleri bakanlığı birimlerini kapsamaktadır. Bu bağlamda araştırmacı; İsrail?in Etiyopya güvenlik birimleri üzerinde hâkimiyet kurmuş olmasının Sudan ve diğer Arap devletlerine sıçrama imkânı sunacak olan belli noktaları ele geçirmesi anlamına geldiğini ifade ediyor.
Bu hâkimiyet İsrail istihbarat örgütü (Mossad) ve askeri istihbarat kanadının ilgilerini Sudan ve diğer Arap ülkeleri üzerine yöneltmelerine sebep oldu. Bu amaçla Mossad teşkilatı Sudan, Yemen ve Aden?e ajanlarını göndermek ve direniş unsurlarıyla irtibatı sağlamak için bu ülkelerde bir şirket yapılanmasına gitti. Bu şekilde şirketler aracılığıyla Sudan?ın güneyinde bulunan isyancı hareketlere desteğin sağlanması mümkün olmuştur.
İsrail?in bu üç ülkeyle daha çok askeri alanda dayanışma içinde olduğunu görebiliyoruz. Bu bağlamda 1960 senesinde Etiyopya?ya gidip İsrail askeri enstitülülerinde eğitim-öğretim görevini üstlenenlerin sayısı yaklaşık 600?ü bulmaktadır. Bu kişiler Etiyopya?ya giderken ?Uzi? marka silahlar başta olmak üzere ?Cebrail? füzeleri ve savaş uçaklarını da beraberlerinde götürdüler.
Etiyopya?da olanlar ?Sudan?ın sınır komşusu- Uganda?da olanların aynısıdır. İsrail Albay Baruch Barsvr liderliğinde (sayıları 500?varan) askeri müsteşarlardan oluşan bir ekibi bu ülkeye gönderdi. Bu kişiler Uganda?nın silahlı kuvvetlerinin içine sızarak ordu yönetimini diledikleri gibi yönlendirmeye çalıştılar. Ayrıca birçoğu da paraşütçülük ve havacılık eğitimi almak için İsrail?e gönderildiler.
O dönemden beri ?araştırmacının kaydettiğine göre- İsrail askeri üsler tesis ederek Arap ülkelerine karşı askeri varlığını sürekli güçlendirdi. Bu çerçevede İsrail Mina?da Kızıldeniz?in güneyine açılan liman olan ?Mesu? da bir deniz üssü kurdu. Ayrıca Etiyopya, Kenya ve Gine?de hava üsleri kurdu. Bunun yanında İsrail Çad?da özellikle Sudan sınırına yakın bölgelerde birden fazla askeri üsler oluşturdu. Göl havaalanı ?Eyrow?, ?Zakuma? ve ?Mfur? havaalanları bunlardan bazılarıdır. İsrail ile Çad?ın arası bozulunca bu üslerin Sudan ve Libya sınırını gözetlemek amacıyla kuruldukları aynı zamanda önceden tespit edilmiş hedefleri vurmak için Mısır?a karşı da kullanılmaya müsait olduğu açığa çıkmıştı.
4)
Sözünü ettiğimiz araştırmada Sudan?ın güneyindeki isyancı guruplara İsrail desteğinin bu guruplarla birlikte fiilen savaşmaya kadar vardığını ortaya koyan ayrıntılar mevcuttur. İsrail?in isyancılara verdiği destek sadece askeri yardımlarla da sınırlı değildir. Bununda ötesinde siyasi ve ekonomik desteği de içermektedir. Raporun ayrıntıları İsrail?in Eritre, orta Afrika ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti (Zaire) gibi ülkeleri karıştırmak üzere girişimlerde bulunduğuna dair başka bilgileri de içeriyor. İsrail?in bölgede bu kadar etraflı bir şekilde jeopolitik ve stratejik üstünlük elde etmesi Mısır?la İsrail arasında 1979 barış anlaşmasının imzalanmasından sonra gerçekleştiği açıkça görülüyor. (1997 yılında Eritre?de bulunan İsrailli müsteşarların sayısı 650?ye ulaşmıştı. Bu kişiler güvenlik ve istihbarat teşkilatları ile Sudan ve Yemen?de casusluk yapan istasyonlarda çalışıyorlardı.)
Araştırmada sözü edilen diğer ayrıntılar İsrail?in, Mısır?ın güvenliği için doğrudan tehdit oluşturan Nil yataklarındaki varlığı kadar önemlidir. Zira İsrail Mısır?da hayatın idamesi için yaşamsal öneme haiz olan Nil üzerindeki etkinliğini artırarak Mısır?ı tehdit eden bir güce dönüşmektedir.
Bütün bu bilgiler ne anlama geliyor? Bu bilgiler çok net şekilde İsrail?in Afrika?nın doğusuna sağlam bir şekilde yerleşmek ve Kızıldeniz?i kontrol eden bir karakol konumunu elde etmek için özellikle son 50 yıl içinde çok çalıştığını gösteriyor. İsrail Sudan?ı zayıf düşürerek ve Nil yataklarını kontrol ederek Mısır üzerinde baskı unsuru oluşturmak için elinden geleni yapmaktadır. Gazze?ye yapılan silah kaçakçılığını engellemek üzere ABD ile yapmış olduğu antlaşmanın Kızıldeniz ve Afrika?daki pozisyona kattığı her hangi bir şey yoktur. Çünkü İsrail zaten bölgede vardır ve bilgeye hâkimdir. Ancak bu antlaşmayla İsrail Hint Okyanusu ve Cebeli Tarık boğazı gibi başka bölgeleri de kontrol etmek isteyebilir.
Bizler İsrail?i kınayacak durumda değiliz. Onlar üzerlerine düşen planlamayı yaptılar ve geçtiğimiz yarım yüzyıl içinde Afrika?ya kadar nüfuz alanlarını genişlettiler. Fakat biz kendimize; İsrail?in Kızıldeniz?i tamamen ele geçirip güneyden Nil ile Viktorya gölünün kesiştiği alanı çevreleyen tepelerden bizlere dilini uzatacağı günü hesaba katarak ulusal güvenliğimizin önceliklerini belirlemek adına neler yaptığımızı sormalıyız.
*Mısırlı ünlü düşünür ve yazar.
Bu makale Abdurrahim Şen tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.