Azzam Temimi*
Giriş
Sosyal bilimlerdeki ortak tezlerden birisi aşağıdaki gibi işleyen sekülerizasyon tezidir. Endüstriyel-bilimsel toplumlarda geçerli olan şartlar altında dinin toplum ve toplumun bireyleri üzerindeki hakimiyeti azalmaktadır. Bu, bir dereceye kadar geçerli olsa da bütünüyle doğru değildir. Zira İslam burada bir istisnadır. Son yüzyıllarda İslam?ın Müslümanlar üzerindeki hakimiyeti azalmamakta, aksine artmaktadır. Bu da sekülerizasyon tezine zıt çarpıcı örneklerden birisidir.[1]
Gellner?in bahsettiği son yüzyıl, sekülerizmin Müslüman dünyanın pek çok bölümüne tanıtıldığı dönemdir. Bu aynı zamanda İslami hareketlerin İslam ve Müslümanlara karşı Müslümanları Batılılaştırma ve onları kendi kültürel kimliklerinden ayırmayı hedefleyen entelektüel ve siyasi bir saldırı formunda sömürgeci bir tasarım olarak gördükleri şeye bir tepki olarak yükseldikleri dönemdir.
Arapça ?ilmeniye? (ilm ? bilim) ya da ?alemeniye? (alem ? dünya) olarak ifade edilen sekülerizm dünyeviye olarak daha doğru bir şekilde düzeltilebilir ki dünyaya ait, dünyevi ya da zamana ait anlamına gelmektedir. Sekülerizm Müslüman dünyaya sömürgecilik bağlamında modernite, batılılaşma ve modernleşme gibi ilişkili kavramlarla beraber giren bir konsepttir. Sekülerizm genellikle siyasetin dini otoriteden bağımsızlığını belirtse de aslında diğer ilişkili terimlerle birlikte İslam?ın marjinalleşmesini hedefleyen bir süreci ya da hem sömürge hem de bağımsızlık sonrası dönemlerde toplumun yeniden yapılandırılması sürecinden İslam?ın dışlanmasını tanımlamak için kullanılmıştır. Sekülerizm Ortadoğu?da toplumun kültüründen ayrılmasını gerektirmiştir ve hedefi geçmişten tamamen kopmaktır.
Sekülerizm ve sekülerleşme hakkında İngiliz literatüründe; siyaset teorisyenleri ve tarihçiler en azından bir temel gözlemde, yani ?sekülerizm?in Hıristiyan toplumunun bir ürünü olduğunda hemfikirdirler. Sekülerizm bir reaksiyon ya da bir tepki hareketi olarak[2] veya bir doktrin ya da bir ideoloji olarak nasıl tanımlanırsa tanımlansın[3], sekülerizasyonun nihai hedefi Tanrıyı reddetme ve dini ortadan kaldırma veya insanların dünyevi ya da seküler meselelerinde söyleyecek sözü olmayan bir ?tanrı?nın varlığını kabul ederken dini yalnızca özel hayata sıkıştırma olarak nasıl belirlenirse belirlensin, bu konsept Avrupa?nın gelişme ve Hıristiyan reform hareketleri bağlamının dışında el alınamaz. Rönesanstan çok önceleri ?seküler? terimi kilise dışı işlevleri tanımlamak için kullanılmıştır. Bizatihi dini yapılanma, papazların bunları yerine getirmemesi ya da getirememesi veya sosyal ya da siyasi şartlardaki değişikliklere bir cevap olarak bu işlevleri onaylamış ve onlara gereksinim duymuştur.
Varlığının ilk yüzyıllarında hayatta kalabilmek için Hıristiyanlık inanç ve şehrin ayrılmasını (dünya ve bedenin ayrılığıyla paralel giden bir ayrım) onaylamak zorunda kalmıştır. İsa?nın Sezar?ın emrine hizmet etmesi (St. Paul?un yazılarında çok önemli hale gelmiştir) Hıristiyanlığa siyasal bir boyut eklemiştir ve bu durum zaten İsa?nın ikili doğasıdır.[4] Dini uyanış döneminde Hıristiyanlığı kültürel, geleneksel ya da boş inançtan kaynaklanan eklentilerden temizlemeye çalışan reform hareketleri de açık bir sekülerleştirici etkide bulunmuşlardır. Rönesans Hümanizmi, Luteryanizm, Kalvenizm, Deizm ve Üniteryanizm gibi reform hareketleri inancı ve tanrısallığın içkinci konsepti pratiklerini arındıran, sebep kanunlarını ilerlemeci şekilde doktrine uygulayan ve mistik, mucizevi, ayinsel ve papazlığa ait iddiaları azaltan, Hıristiyanlık içi sekülerleştirici güçlerdir. Süreç içinde dini kurumlar toplumda merkezi olmaktan uzaklaşmış ve dini bilinç azalmıştır.[5]
George Jacob Holyoake (1817-1906) tarafından türetilen sekülerizm terimi bilhassa kesin bir hayat teorisi sağlamak ve tanrısallık ya da gelecek hayata atıfta bulunmamak niyetinde olan bir 19. yüzyıl hareketini tanımlamaktaydı. Siyasal olarak ise 1832?deki Reform Tasarısının kabulünden önce gelen bir karmaşadan fışkırmıştır.[6] Sekülerizmin insan gelişimini yalnızca maddi yollarda araması (Avrupa?da) din ve bilim arasındaki ilişkinin keskin bir tezat olarak algılandığı bir dönemde ortaya çıkan bir olgudur. Seküler bilincin bu hayat tecrübeleri üzerine tesis edildiğini ve tecrübe üzerindeki çalışma nedeniyle denenebileceğini iddia eden sekülerizm ?seküler? gerçeğin bağımsızlığını ilan eder. Matematik, fizik ve kimyanın ?seküler? bilimler olması gibi, hayatın yön ve anlamının seküler bir teorisini kurmak ve bilimlerdeki yapılanmanın yanında bilinç yapılanması sağlamak eşit derecede mümkün olabilirdi.[7] En ılımlı şekliyle sekülerizm, tecrübenin anlattığı bilinen dünya ile ilgilenir ve başka bir hayat konusunda ne öneri ne de yasaklama getirir. En azından teorik olarak anladığı şey dini dogmanın insan mutluluğuyla aktif bir çatışma içerisine girmediği sürece sekülerizmin dini yayılmak ya da yok olmak konusunda serbest bırakmaktan hoşnut olduğudur.[8]
Bununla birlikte sekülerizm süreç içerisinde ateizm ile karışmıştır. Holyoake?un çağdaşı olan Charles Bradlaugh (1831-1891), sekülerizmin teistik inançla mücadele zorunluğunu ve ?hurafeler? kendisini çok güçlü biçimde belli ettiği sürece maddeci ilerlemenin imkansız olduğunu düşünmüştür. Bradlaugh?ın taraftarları onun Holyoake?dan daha tutarlı olduğunu ve sekülerizmin din karşıtı görüşlerle ilişkiye geçtiği zaman çok güçlü hale geldiğini doğrulamışlardır. Dini reddetmekten ziyade yoksayma girişiminin, dinin hem seküler hem de manevi endişeleri kapsaması sebebiyle pratik olmadığı kabulü bu duruşu daha da kuvvetlendirmiştir. Maddi varlıktan son derece uzak bir Tanrı olduğunu düşünmenin de imkansız olduğu iddia edilmiştir. Din karşıtı sağlam bir temelden yoksun bir sekülerizmin başarısızlığa mahkum olduğu yargısı Tanrı?nın tamamen reddedilmesini cesaretlendirmiştir.[9]
Freud, Marx ve Nietzsche?nin katkılarıyla sembolleşen 19. yüzyıl entelektüel devrimi insanın dünya üzerindeki yerinin anlaşılmasında önemli bir değişikliğe yol açan ateist düşüncenin bir savunmasını kapsamına almıştır.[10] Seküler düşüncede eskatologya (dünya ve hayatın sonu bahsi) izlerinin tümü silinmemiş olsa da ve teoloji, dünya ve toplumun ?materyalist? görüşlerinin merkezinde olmayı sürdürse de eşyanın nihai kutsal temelinin baskısının fundamental bir kırılma ürettiği öne sürülmüştür. Buradan, seküler düşüncenin özü eleştirel düşünce ajansı vasıtasıyla kendine yer bulan ?dünyanın gözünü açması? görüşü olmuştur.[11]
Sekülerizmin Fransızca karşılığı olan laisizm, İngilizce terimden çok daha radikal bir anlama sahiptir. İkincisinin Holyoake?un fikrinin billurlaşması olduğu düşünülüyorsa ilki de Bradlaugh?un konseptinin bir uygulaması olarak ele alınabilir. Laisizm dinden tamamen özgürlük ve onun müdahelesinden uzak kalma doktrini olarak düşünülmektedir. Önceden papazlar tarafından yerine getirilen işlevlerin (özellikle hukuki ve eğitimsel alanlarda) sıradan halka aktarılmasının gerektiğine inanmayı istemektedir.[12] Bu yüzyılın başlarında Fransa?da laisizm, kilise ile devletin yapısal olarak tamamen ayrılmasını başarmıştır. Devlet okullarındaki dini eğitim 1882?de ilga edilmiş ve genel etik eğitim ile yer değiştirmiştir.[13]
Laisizm en uç şekliyle papazlık karşıtlığını ve bir Kulturkampf?ın (Roma Katolik Kilisesine karşı olan, Bismarck tarafından 1871?de teşvik edilen, tüm eğitim ve kültürel kurumların kiliseden ayrılması ve onların devlet idaresine alınmasını hedefleyen baskıcı bir hareket) savunulmasını talep etmiştir.[14] Türkiye?de Kemalistler (Osmanlı hilafetini kaldıran ve Türk ulusçuluğu ruhunda modern seküler Türkiye cumhuriyetini kuran Kemal Atatürk?ün (1881-1938) takipçileri) radikal sekülerizmi, kendisinin vasıtasıyla modern siyasi kurumların yapılandırılabileceği hayati bir süreç olarak algıladılar.[15] Tunus ve Cezayir laisizm?in çeşitli yoğunluklarda savunulduğu ya da benimsendiği iki Kuzey Afrika Arap ülkesidir.
Müslümanların sekülerizm hakkındaki eleştirileri, Batı geleneğinde sekülerizmin temize çıkarılabilir olmasının yanısıra olumlu yönlere de sahip olduğunu düşünmektedir. Batı?da savunulabilir olmasının sebebi Hıristiyanlığın doğasıdır. Ortaçağ Avrupasında Hıristiyanlığın hayatı Tanrıya ait olanlar ve Sezar?a ait olanlar şeklindeki ayrılığını zaten kabul etmiş olması, dünyevi meselelere ait yasama ve düzenleme sisteminden yoksun olması ve despot rejimler ve baskıcı teokrasiler ile yüzyıllar boyunca işbirliği içinde olması sebebiyle sekülerizmin Batı?da ortaya çıkması ve başarılı olmasından sorumlu olduğu öne sürülmüştür. Daha da ötesi Ortaçağ Hıristiyanlığı Tanrı?ya ait olduğu iddia edilen sözleri yorumlamak ve dini otoritelerini cemaat üyelerini temel haklardan yoksun bırakmak için kullanmak suretiyle Tanrı?nın yeryüzündeki temsilcileri olduklarını öne süren özel bir sınıfı, ruhbanlık sınıfını beslemiştir. Bir başka ifadeyle Hıristiyan teokratik yapılanma ilerleme ve gelişme, nihayetinde demokrasiye karşı büyük bir engel oluşturmuştur. Bunun aksine Müslüman dünyada sekülerizmin gelişimi tamamen farklı şartlarda olmuştur. 19. yüzyılın başlarına -ve özellikle Napolyon?un 1798?de Mısır?ı işgal etmesinden hemen öncesine- kadar tüm Arap bölgesi normlar, yasalar, değerler ve gelenekler açısından İslami idi. Fransızların seferberliğinde başlayan Batı sömürgeciliği döneminde Arap dünyası, bölgeye Batılı sömürgeciler tarafından getirilen düşünce ve idare şekillerinin bıraktığı etkilerin bir neticesi olan entelektüel, sosyal ve siyasi tedrici değişikliklere şahit olmuştur.[16]
Arap Sekülerizminin Yükselişi
16. yüzyıldan beri Avrupa; bilimsel keşifler, entelektüel yenilikler, siyasi kurumlaşmalar ve ekonomik gelişmeler basamaklarını tırmanıyor ve Arap dünyası düşüşe geçiyor olsa da Avrupa?nın Arap bölgesi üzerinde somut bir kültürel etkide bulunmaya başlaması 19. yüzyılın ortalarına kadar görülmemiştir. Sekülerizm bu noktada Arap dünyasındaki entelektüel tartışmaya dahil olmuştur ve buradan itibaren yeni bir kültürel model, hararetli Batı hayranları tarafından yavaşça tanıtılmaya başlanmış ya da daha güçlü şekilde sömürgeci otoriteler tarafından dayatılmıştır. Bu yeni standartlar kümesi yerel kültürün temellendiği İslami düşünceye yabancıydı. Fransa ve Britanya gibi Avrupalı sömürgeci güçler İslam dünyasına emperyalist amaçlarla zorla girmiş olmasına rağmen bilimsel ve kültürel ilerlemelerinden dolayı çoğunluğu Batıda eğitim görmüş aydınlar tarafından hayranlıkla karşılanmışlardır.
Sekülerizm üzerine Araplar arasındaki ilk tartışmalar genellikle din ve devlet ilişkisi ile bilim, teknoloji ve yönetim alanında Avrupa?nın başarılarını kıyaslama merkezliydi. ?Sekülerizm? Arapça?ya ?ilmeniye?, ilm?den (bilim ya da bilinç) ya da ?alemeniye? alem?den (dünya ya da evren) türetilmiş yeni bir sözcük olarak tercüme edilmiştir. Dinin dışlanmasını ya da marjinalleştirilmesini belirten la diniye gibi kullanılması önerilen başka tercümeler de Müslümanlar?ın açık reddini ifade eden anlamlar içerebilir. Sekülerizmi, İslam?ın teşvik etmekle kalmayıp talep ettiği bilinç ve başarıyı anlatan bir terim vasıtasıyla tanıtmak böylece zaruret halini almıştı.
Bununla birlikte ?ilmeniye? ya da ?alemeniye?nin Arap literatüründeki anlamı Batı literatüründeki anlamından daha az değişken ya da karışık değildi. Elmesiri dört ciltlik sekülerizm ansiklopedisinde modern Arap literatüründen toplanmış sekiz farklı ?sekülerizm? tanımı listelemiştir. Buna göre Elmesiri bir konsept olarak, bir hareket olarak ve bir paradigma ya da düzen olarak sekülerizmi birbirinden ayırmaktadır.[17]
İslam medeniyetinin zayıflaması hâlihazırda Avrupa kültürünün etkisinde kalmış ve başarılarından etkilenmiş kişilerin de aralarında bulunduğu Arap aydınlarının radikal reform çağrısı yapmasına neden oldu. Arap dünyasında; Avrupa?nın gelişmesinden kaynaklanan entelektüel tartışmanın bir sonucu olarak din ile akıl, soyluluk ile modernlik, din ile devlet, din ile bilim arasında bir tezatlık çekildi. Tartışmaya katılan aydınlar arasında başlangıçta biri İslami, diğeri de Hıristiyan iki eğilim ayırt edilebilmekteydi.
Makalenin devamı için tıklayın:
İslami Modernistler
[1] A. Temimi?nin (ed.) Power-Sharing Islam? kitabından Ernest Gellner, ?Marxism and Islam: Failure and Success?, London: Liberty for Muslim World Publications, 1993, s. 36.
[2] Encyclopedia of Religion and Ethics, James Hastings and T. Clark (editörler), Edinburgh, 1971, cilt: II, s. 347. Ayrıca bkz. Blackwell Dictionary of 20th Century Social Thought, W. Outwaite & T. Bottmore (editörler), 1995.
[3] The Encyclopedia of Religion, Mircea Eliade (ed.), Macmillan, New York, 1987, cilt: 13, s. 159.
[4] Rence Fregosi, ?From the Secular to the Politico-Religious?, Contemporary European Affairs, cilt II, no. 4, s. 21.
[5] The Encyclopedia of Religion and Ethics, cilt: II, s. 347.
[6] Age, s. 348.
[7] Age.
[8] Age.
[9] Age.
[10] Rence Fregosi, ?From the Secular to the Politico-Religious?, Contemporary European Affairs, cilt II, no. 4, s. 21.
[11] Age, s. 22.
[12] The Dictionary of Political Thought, Roger Scruton (ed.), 1983, s. 253.
[13] Dictionary of 20th Century Social Thought, W. Outwaite & T. Bottmore (editörler), Oxford: Blackwell, 1995, s. 573.
[14] The Dictionary of Political Thought, s. 250.
[15] Age, s. 253-254.
[16] R. S. Ahmed, Al-Din Wal-Dawlah Wal-Thawrah (Religion, State and Revolution), Al-Dar Al-Sharqiyah, 1989, s. 31.
[17] A. Elmessiri, Tafkik al-Khitab al-?Ilmani (Deconstructing Secular Discourse), 2001 yazında Kahire?de basılacak 4 ciltlik Arapça bir ansiklopedi.
Bu makale Gürkan Bayır tarafından TİMETURK.com için tercüme edilmiştir.
*Gazeteci, yazar ve merkezi İngiltere'de bulunan Politik Düşünceler Enstitüsü Müdürü.