Şovenizmin yanı sıra İran, Filistinliler ve küresel anti-Semitizm üzerinden kampanya yürütülen İsrail seçiminin öncekilerden farklı unsuru Avigdor Lieberman?ın yükselişiydi.
M.J. Rosenberg / Los Angeles Times / Radikal
Jörg Haider İsrail'de diriliyor...
İsrail sağcı bir ülke haline geliyor. Salı günkü seçimin sonuçları hakkında bilmeniz gereken en önemli şey bu. Bir bakıma, bu hiç de sürpriz olmadı. İsrail yıllardır sağa doğru hareket ediyor. Sağın ilk seçimini kazanması (Menahem Begin başbakan olduğu zaman) 1977?de yani devletin kuruluşundan neredeyse 30 yıl sonrasında gerçekleşmişti. Ve o zamandan beri geçen 32 yılda, sağcı Likud Partisi (ya da onun soyundan olan Kadima) 24 yıl boyu ülkeyi yönetti, İşçi Partisi?yse sadece sekiz yıl iktidar olabildi.
Barış sürecinin, İşçi Partili Başbakan İzak Rabin?in Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanı Yaser Arafat?ın elini sıkmasından ve iki devletli çözüm müzakerelerinin başlamasından beri çöktüğüne şaşmamalı. İsrail sağı başından beri Rabin?in eylemlerine karşı çıktı ve onunla her yönden çatıştı. Aşırı sağcı bir eylemci, ulusal davayı sattığını düşündüğü Rabin?i öldürdü. İsrail?deki birçok sağcı çevrede bu suikastçı hâlâ kahraman olarak görülüyor.
Sadakat yemini onur kırıcı
Salı günü İsrailllilerin büyük çoğunluğu bir kez daha sağcı partileri seçti. Kampanya süresince hiç kimse, İşçi Partisi adayı Ehud Barak bile, Rabin?in eylemlerine sahip çıkmadı. Bütün önemli adaylar son Gazze savaşını onayladı. Likud?un adayı Binyamin Netanyahu?nun gövde gösterisi, savaşın iyi olduğu, bununla birlikte çok küçük ve çok geç olduğu yönündeki görüşüne dayanıyordu.
Başka bir deyişle, kampanya öncekilerden çok az farklıydı: Şovenizm, popülizm ve (İran, Filistinliler ve küresel anti-Semitizm üzerinden) korku tüccarlığı. Ama yeni bir unsur söz konusuydu. Evimiz İsrail partisinin lideri ve hayret verici bir biçimde 16 sandalye kazanma yolunda olan Avigdor Lieberman?ın adaylığıydı bu yenilik.
Lieberman dobra dobra Arap karşıtı bir kampanya yürüttü. Sloganı ?Sadakat olmadan vatandaşlık da olmaz? idi. İsrail?de yaşayan Arapların Yahudi devletine bağlılık yeminleri imzalaması talebiyle bunu uygulamayı vaat etti.
Kaç Arap bu tür bir yemini imzalar bilinmez. Bir Filistinli için barışçıl, üretken bir İsrail vatandaşı olmak bir şey, ondan İsrail?e bir Yahudi devleti olarak bağlılığı şart koşan bir belgeyi imzalamasını beklemek çok başka bir şeydir.
Bu aynı zamanda, açık bir biçimde amaçladığı üzere, onur kırıcıdır. (1940?lar ve 1950?lerde bu ülkede sadakat yeminleriyle ilgili büyük tartışmayı hatırlar mısınız? Ve bunlar belli bir etnik grubun üyeleriyle sınırlı değildi.)
O halde böyle bir belgeyi imzalamayacak olan Araplara ne olacağı sorusu ortaya çıkıyor. Teoride, vatandaşlıktan çıkarılabilirler. Diğer başka vatandaşlık haklarının yanı sıra oy kullanma haklarını kaybedebilirler, bu da onları atalarının bin yıl boyunca yaşadığı topraklarda birer yabancı haline getirebilir.
İyi haber, Lieberman?ın planının, İsrail?in ABD Başkanı Barack Obama?nın Yahudi devletine düşkünlük seviyesinden endişe ettiği bir dönemde kabul edilmeyecek olması. Dahası İsraillilerin çoğunluğunun böyle arsızca bir ırkçı yasaya müsamaha edeceğini hayal etmek güç.
Yine de, Lieberman?ın yüksek oy almasına yol açanın bu plan olması hayli endişe verici. Partisi artık ilk 30 yılı boyunca ülkeyi yöneten İşçi Partisi?nden daha fazla koltuğa sahip. Liselerde yapılan anketlerde, araştırmaya dahil edilen bütün okullarda oyları silip süpürdü. Lieberman?ın bütün politikaları sağcı değil. Sözgelimi, sinagog ve devletin ayrılmasını savunuyor. Resmi nikâh ve Yahudi diniyle alakalı tüm meseleleri kontrol eden bağnazların tekeline son vermeyi vaat ediyor. Barışı tesis etmekten çok etnik saflığı korumanın bir yolu olduğunu düşündüğü iki devletli çözümü bile destekliyor. Küçük olsun, bizim olsun, diyor, tabii Yahudi olduğu sürece.
Ancak Lieberman?a yüksek oy kazandıran Arap karşıtı görüşleriydi. ?İşbirlikçi? dediği Arap vekillere Nazilerle işbirliği yapanlarla aynı şekilde muamele edilmesi gerektiğine dair sözü, görünüşe göre seçmenin hoşuna gitti. ?İki milletin ayrılması ve homojen devletler yaratılması? vaadini sevdiler. ?21. yüzyılın en büyük sorununun azınlıklarla nasıl başa çıkılacağı olduğu? konusunda hemfikirler. ?İki dilin, iki dinin ve iki ırkın olduğu her ülkede çatışma vardır? düşüncesini benimsiyorlar. Kısacası, Lieberman, İsrail?in Jörg Haider ya da Jean-Marie Le Pen?i. Ve neredeyse kesin olarak yeni hükümetin parçası olacak.
Barışın anahtarı hâlâ ABD?de
Bu, barış sürecinin İsrail hükümetinin muhtevasından ziyade Obama?nın kararlılığına bağlı olan akıbetini etkilemeyebilir. Obama, eski Ortadoğu arabulucusu Aaron David Miller?in Bill Clinton ve George W. Bush dönemlerinde ABD?nin tavrı olarak açıkladığı üzere, ?İsrail?in avukatı? gibi hareket etmeyi sürdürmek yerine, ?dürüst arabulucu? rolünü oynamasını istediğini belirtti.
Obama?nın bu rolü oynamaya niyetli olduğu yönünde iyi sinyaller geliyor. Kuzey İrlanda anlaşmasında arabuluculuk yapan George Mitchell?ın Ortadoğu özel temsilciliğine atanması, Obama?nın hem İsraillileri hem de Filistinlileri anlaşmaya varmaları için epey dürtmeye niyetli olduğu yönünde umut verici bir işaret. Lieberman bunu engelleyemez. Barış sürecinin diriltilmesine ya da son nefesini vermesine karar verecek kişi Obama.
Hayır, bu yılki İsrail seçimini düşünürken uykuları kaçacak olan çok sayıda İsrail destekçisini ilgilendiren, barış sürecine ne olduğu değil, İsrail ruhuna ne olduğu.
(İsrail Politika Forumu politika analizi yöneticisi, 11 Şubat 2009)