İsmail Hakkı Babanzade*
Îslami geniş ailenin en önemli esaslarından birini Kürt milletinin oluşturmakta olduğu, gerek geçmişin gerek günümüzün gerçeğiyle sabittir. İslamiyete pek namlı hükümdarlar, emirler, bilgin ve şairler yetiştiren asil bir milletin bin üç yüz senelik bir medeniyet devrindeki konumu, kendisi ile sürekli ilişki ve münasebette bulunan diğer İslami milletlerden aşağı değildir. Baş ve beynini kılıç ve kalemini İslamiyet?in yükselmesine hizmetkar kılan Kürtlerin, Osmanlı ailesindeki tarihi konumları da, İslam tarihindeki konumlarından daha az parlak değildir. Bununla beraber bu millet, son yüzyılda hem kendi evladı ve hem kendisini saran milletler tarafından çok terkedilmiş, pek unutulmuş, pek ihmal edilmiş bir durumda kalmıştır. Arapça'da, Türkçe'de, Farsça'da bu kadar namlı şairler, alimler yetiştiren bu millet, kendi diline daha az iltifat etmiş, dilin yükselmesi ve zenginleşmesindeki büyük etkisini araştırmaya gerek bile görmemiştir. İslamiyet?e hizmet, bu milletin yegane emelini oluşturduğu ve dindarlıkta diğer İslami milletler önünda adeta istisnai denilebilecek bir tarz ve tavırla bir duruş sergilediği için bütün milli varlığı sarf ve tahsis etmiştir. Şimdi yine aynı gayeye hizmet gerek.
Fakat artık anlaşılıyor ki yalnız eski yollardan gitmekle şimdiki yüzyılda ortak bir dinin yükselmesine hizmet için imkan yoktur. Her millet, bağlı olduğu İslami aileyi güçlendirmek için en önce kendisi güçlendirmeye muhtaçtır. Bütün bireyleri güçsüz olan bir topluluğun geneli, elbette dermansız ve uygarlığın amansız mücadelesi sonucunda güçsüz ve inleyendir.
Batı uygarlığının, İslami aileye akur bir şekilde musallat olması; bütün bu aile bireylerinin öncelikle kendilerini güçlendirerek ve sonra kardeşlik ve birlik yoluyla birbirine sarılıp bu güçlerini çoğaltarak durumlarını düzeltmeye girmesi ortaya çıkmıştır. Geçen yüzyıllarda İslam alemi pek sınırlı bir aydın sınıfın fikirsel yardımıyla kendisinden düşünce açısından aşağı olan batı milletlerine müdafa değil, hatta galip olabiliyordu. Pek sınırlı olan bu yüksek tabaka için Arap dili üzerine yazı yazmak, bu ihtiyacı yerine getirebiliyordu. Bu şekilde bütün milletlerin aydınları ve önderleri, kendi dilleriyle ilgilenmeyi ikinci derecede tutarak, bütün yüksek gayretlerini dini dilimiz olan Arapça'ya sarfediyorlardı. Avrupada Latin dili aynı görevi görüyordu. Hristiyanlığı oluşturan çeşitli milletler, kendi dilleriyle yazı yazmaya o kadar özen göstermiyorlardı. Fakat oradaki medeni gereksinimler sınırsız oldu. Artık yabancı olmak üzere bir tek dil ile bu ihtiyaçları yerine getirmeye imkan olmadığı kesinlikle anlaşıldı. Doğuda da aynı durum görülmeye başlıyor. Türkçe bile şimdiki durumunu toparlayıncaya kadar çok önemli tarihi değişiklikler ve yeniliklerden geçti. Türk hükümdarlarının Arpça vaye Farsça'yı resmi dil olarak kabul ettikleri zamanlar olmuştur. Türkçe'nin doğrudan doğruya araştırma diline dahil olduğu tarihlerde bile bu dilin yabancı dillerin etkisine uymuş olduğunu Osmanlı edebiyatını araştırıp takip edenler bilir.
Demek ki batıdaki uygarlığın olgunlaşması, doğuda da henüz o dereceye yetişmeyen bir görüşü, toplumsal ufkumuz da kabul görüyor. Bu da mecburi ve gerekli bir şeydir.
Günümüz uygarlığını oluşturan ve meydana getiren sonsuz işler, ister istemez dilerde olgunlaşmalar ve dillerdeki olgunlaşmalar aracılığıyla milletlerde bir ışık ve zindelik ve hayat ortaya çıkarıyor. Bütün İslami toplulukların mukaddes mülkün varisi olan İslamiyet?in muhafaza ve yükselmesi için şimdiki silahlarımızdır. Bu silah ise milletlere hayat ışığı bahşetmek yani milletlerin aydınlık seviyelerini yükseltmek, İslami kavimlerin köylerine varıncaya kadar her tarafına okul götürmektir.
Bilim, bu derece genişlik ve yer elde edince bilimleri ışıklı ruhların en küçük tabakalara telkin etmeye mecbur edince, dil sorununun görevi bir temel görev olmuş olur. Çünkü okumak-yazmak bilmeyen cahillerin bir millet arasında kalkması ancak o milletin dilinde bir ders ve eğitim kurumlaşmasını meydana getirmekle mümkündür. Aksi halde o millet; eksik gelişerek, toplumsal genel unsuru pek çok yönler açısında felçli hale getirir. Fakat burada amaç ve gayeyi çok açık bilmek, yanlış anlaşılmalara meydan vermemek lazımdır. Milletlerin kendi dillerini öğrenmeleri, ortak aile olan İslamiyet?in birlik ve kuvvetini kurmaya hizmetçi olmalıdır. Yoksa dil sorunu, milletler arasında ayrılığı ekecek meşru olmayan bir amaca araç edilirse selamet yerine felaket; kurtuluş yerine karışılık; genel ve ortak karışıklık meydana getirir. Örneğin, doğunun bozulmaz geleneği dindarlıktır. Dil sorunu, bu eski geleneği, doğunun bu eski kuvvet dayanağını zayıflığa çevirmemelidir. Dil, eskiden beri sözünü ettiğimiz gücün yardımcısı ve işareti olmalıdır. Kürt, Kürtçe'yi okuyup yazınca dinini terk edemez. Zaten bizce şu açıkladığımız yüksek amaca fesat karıştırılmazsa, ister istemez en menfaatli sonuç elde edilir. Türkler, dillerini devam etmekle (tedvin) İslamiyet?ten ayrıldılar mı? Acemlerin dili kendilerini İslamiyet?e düşman mı etti? İslami milletler için yegane ilke, yegane kurtuluş önderi şudur: Öncelikle Müslüman, sonra Arap, Türk, Kürt veya Acem...
Türk bilmelidir ki; Türkçe dil ve edebiyatı ileri götürerek Türk unsurunu manen yükseltmekle aynı zamanda İslamiyeti yükseltmiş olacak. İslamiyeti yükseltecek, yani yine kendine hizmet edecektir. Bunun gibi Arap ve Kürt de bu kesin gerçeği bilmelidir.
Mesele bu şekilde konu olunca; Türk'ün Kürt'e, Kürt'ün Türk'e, Arab'ın Kürt'e, dil konusunda muhalefet değil, yardım etmesi bir gereklilik, bir dinin farzı halini alır. Çünkü Kürdün dil açısından dil yüzünden toplumsal bakımdan ve uygarlık açısından yükselmesiyle bütün İslamiyet ve dolayısıyla Türk, Arap ve diğerlerine de iyi olur. Sorunun bu şekli çözümü ayrılığa değil en meyveli ve feyizli bir yardımlaşmaya yol açar.
Dili derlemek, hiçbir zaman Frenklerin 'nasyonalite' denilen milliyetçilik fikrini orataya çıkarmak değildir. Milliyetçilik fikrini gütmek, zaten şer'an men edilmiştir. Milli dilde ve dolayısıyla İslamiyet?te ayrılık meydana getirmek için değil, dili ortak bir duygu, ortak bir milleti içine alan İslamiyet?i yükseltmek için üretmeliyiz. İslamiyet ne kadar çok dil ile korunur, müdafa ve yayılırsa ve genelleştirilse o kadar ilerler. Şu halde Kürtler için diğer İslami milletlerde olduğu gibi -program şudur- :Önce İslam, sonra Kürt, Kürtçe'yi İslamiyet?e hizmet edeceğinden dolayı yaymak ve genelleştirmek... Dindarlık duygusu aleminde meşhur olan Kürt milleti için bundan daha mukaddes ve yüce bir program düşünemiyoruz.
*Babanzade İsmail Hakkı, 1908-1912 ve Nisan-Ağustos 1912 Osmanlı Meclisi Mebusanı'nda Bağdat mebusluğu yapmış bir Osmanlı siyasetçisidir. Kürt asıllı ünlü bey hanedanı Babanzade ailesine mensuptur. 1908'de Irak gezi izlenimlerini aktardığı ve Tanin Gazetesi'nde yayınlanan Irak Mektupları 2002 yılında yeniden yayınlanmış olup, Irak hakkında çok değerli bir bilgi kaynağıdır. Kitap, Büke yayınları tarafından 2004 yılında 'Irak Mektupları' adıyla yeniden yayımlanmıştır.
* Bu yazı ?Roji Kurd Dergisi?nin 2. sayısında yazılmıştır. Roji Kurd Dergisi 1913 yılında ?Hêvî Cemiyeti?nin üyeleri tarafından çıkarılmıştır. Dört sayı çıkarılmıştır. Bu yazı, WAR yayınlarından alıntıdır. (Çeviri ve harf değişikliğini yapan: A. Meretowar, C. Amedî, S. Azad Aslan) www.timeturk.com