Haydar Ergülen Karaf dergisinde yazdığı yazıları EskiYazı adıyla bir kitapta topladı. Kediler, hayatının geçtiği üç şehir; Eskişehir, İstanbul, Ankara ve hatıralar var kitapta. İşte Ayşe Düzkan'ın röportajı...
Eskişehir ne ifade eder siniz için?
Oradan kopartıldım ben, 14 yaşında Ankara?ya durduk yere gitmedim. Bir bildiri yazmıştım, Deniz Gezmişler asılmasın diye. Yazıyı da sevdiğim için ve onları da sevdiğim için. Arkadaşlarıma vermiştim. Okula polis geldi. 12 Mart dönemi. Bir tür sürgün oldu. Sonra da bir daha dönemiyorsun, üniversite falan derken. O içimde bir yarım bırakılmış duygusu bıraktı. Çok severim, sakin, çok kozmopolit bir yerdir. Yerlisi çok azdır, göçmen çoktur. Düğünler Emir Kusturica?nın filmlerindeki gibi olurdu. Göçmenler akordeon çalar şarkı söyler, Porsuk kıyısında eğlenilirdi. Zaman zaman acaba oraya yerleşsek mi çocuk da daha rahat büyür diye düşünmüyor değilim.
Çok şair var Ankaralı değil mi?
Evet, özellikle 1980 kuşağından birçok şair Ankaralıdır. Garip şiiri Ankara?da doğuyor. İkinci Yeni?nin neredeyse bütün babaları Ankaralı. Cemal Süreya, Ece Ayhan, Sezai Karakoç. Şiir zaten gruplarla, akımlarla, hareketlerle giden bir şey. Şimdi de öyle. Görsel şiir, deneysel şiir yazanlar var. Ama onlar biraz uzağa gitmiş, Adana?da. Biz de o yıllarda çoğumuz farklı üniversitelerde okuyorduk. ODTÜ?de benim dışımda Murathan Mungan, Yıldırım Türker, Ahmet Güntan, Gökhan Cengizhan da vardı. Metin Celal sonradan geldi ODTÜ?ye. Bir de dergi çıkartıyorduk, adını Yasak koymuştuk. ODTÜ Öğrenci Temsilciliği Konseyi?ne bağlıydı. Bir sayı çıkartabildik. Radikal 2?de yazarken ?Bu dergiden bir sayı getirene bir şiir ithaf edeceğim? demiştim ama kimse çıkmadı. Ama sonra buldum. Şimdi hoca olan bir arkadaş annesinin evine mi ne saklamış. Utandığım birkaç yazı vardı, onları merak ediyordum. O yıllarda Demir Özlü?nün Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları adlı kitabı çıkmıştı. Ona çok ağır bir eleştiri yazmıştım.
Ankara?dan nasıl ayrıldınız?
Sonra ben Eskişehir?e dönüp bir sene asistanlık yaptım orada. Reklamcılık masterı yapıyordum. Ersin Salman da derslere giriyordu, ?Gel bizle çalış? dedi, önce istemedim ama sonra YÖK de çıkınca kabul edip İstanbul?a geldim. Adnan Özer ve Tuğrul Tanyol Üççiçek dergisini çıkartmak istiyordu. Onlara ?Merhaba? demeye gittim yayınevine. ?Sen de katıl? dediler. ?İyi? dedim. (gülüyor) Üç çiçek ya, üçüncü çiçek olarak... O yıllarda Çorlulu?da toplanırdık, Metin Celal, Oktay Taftalı, Mehmet Müfit, İhsan Deniz...
Bu kez ÖDTÜ?den farklı olarak Müslümanlar da var çevrenizde.
Üççiçek ilk buluşmadır Müslümanlarla. Mehmet Ocaktan, İhsan Deniz, Nejat Çavuş, başkaları da vardı. Sezai Karakoç?u çok severim çocukluğumdan beri. Nejat Çavuş Adnan Özer?le beni Sezai Beye götürmüştü. Öyle bir yakınlık, ahbaplık oldu.
Bir önceki kuşak içki sofrasında çok sosyalleşmiş. İçki sofrası o yıllarda kadınları ve Müslümanları dışlayan bir ortam.
Bazı arkadaşlar bizimle gelip içmiyorlardı. Bir de şöyle bir şey var, o yıllarda çok kadın yazar, romancı var ama kadın şair yok. Gülten Akın, Sennur Sezer, Melisa Gürpınar var. Onlar dışında 1980?lere kadar şiir yazan kadın yok. Ondan sonra Gülseli (İnal), Nilgün Marmara gibi birçok isim var. 1983?te Birhan (Keskin) gidip gelirdi dergiye. Adnan?ın (Özer) yakın akrabasıdır. Bir de Lale (Müldür). Şimdi ise inanılmaz sayıda kadın şair var.
Sizin kuşak şair sizden öncekilerden farklı olarak yazıyla kazandı hayatını. Reklam sektöründe çok şair var. Bunun sonuçları nedir?
Biraz daha eleştirel bakabildik diye düşünüyorum. Şiirin biricikliği, şiirin amaç olması gibi şeyler çok fazla olmuyordu. O kadar şiir üzerine düşünmedik ve mevcut, verili şeyleri eleştirebildik diye düşünüyorum. Bunda kendini edebiyatçı saymamanın etkisi var, ben edebiyatçı saymam kendimi, şair de saymam. Şiir yazıyorum. Edebiyat zaten daha farklı. Şiir insanın içine doğan bir şey. Biz bunları çok abartmamayı öğrendik. Şimdi bazı arkadaşlar ?Bu kuşaktan büyük şair çıkmadı? falan diye yazıyor. Benim için Küçük İskender büyük şairdir. Büyük olmayan çok iyi şairler de var. Ama esas olan şu, büyük şair olmak diye bir dert olmadı.
Şairler arasındaki bazı tartışmalar insanı şaşırtacak kadar sert.
Geçen gün bir konuşmada söyledim, şairlerin bu kadar tartışıyor olmasını adaba aykırı buluyorum.
İnsanın kendi yaptığı işi bu kadar önemsemesinin en kötü adı megolomanlık ama bu iş de böyle oluyor galiba.
Büyük şair olmanın şartı megalomanlık galiba diye yazdım, Atilla İlhan, Necip Fazıl, İsmet Özel... Megaloman bunlar.
İsmet Özel?in, Attila İlhan?ın şiirlerinde ne kadar çok ?Ben? vardır. Ama bir yandan da bu okura özdeşleşme imkanı veriyor.
(gülüyor) Zaten 1980 kuşağının en çok etkilendiği şairlerin başında İsmet Özel, Ece Ayhan, Hilmi Yavuz gelir. 1980 kuşağına Kayıp Kuşak denir ama aslı Vefa Kuşağı olmalı. Bu kuşak kabulleri redlerinden daha fazla olan bir kuşaktır. Oysa her şair şiiri kendisiyle başlatır ve birkaç kitap sonra anlar ki dünyada ve Türkçede şiir yazılıyor.
İnsanın yüzünde bir cümle yazarsa sizinkinde ?Nasıl isterseniz öyle deyin? yazıyor.
Alevilerde dedeler, ?Tamam? der. Tamam, bitti anlamında değil, anlaşıldı, eyvallah. Ben seni dinledim anlıyorum.
Ayasofya?da kediye mama verince turistler alkışladı
Nasıl başladı kedi sevgisi?
Küçüklüğümde kedi vardı ama çok eski, ondan sonra ben kediden korkuyordum. Çok ilginçtir, Cumhuriyet?in 75?inci yılında karım bana bir kedi getirdi, o çok sever, ben istememiştim. O ilk kedimizdi; Mısır, sonra kaybettik. Onunla beraber sevdim kedileri. Şimdi sokaktaki kedileri de seviyorum. Bizim oturduğumuz sokakta sürekli sokağa mama ve su koyarlar.
Öyleymiş, kitapta Nermin Ablayı okudum.
On NTV?den çıkan ?Sizin kahramanınız kim? kitabına yazmıştım. Mahalledeki en yakın arkadaşlarımdan o.
Cihangir?in kedileriyle ünlü olması, Kedi Cumhuriyeti diye anılması nasıl oldu?
Bence doğru değil bu. Birkaç kişi var kedilere yemek veren. Ben Nermin Abla, birkaç yaşlı hanım. Ama orada yaşayan yazarlar, entelektüeller, gazeteciler hiç sevmiyor, ?Ne bu böyle sokaklar kedi dolu? falan diyorlar.
Sokakta hayvan bakmak sanki Doğu?ya mahsus bir şey. İngiltere?de falan hiç kedi olmaz sokakta...
Evet, Fas?ta mesela bir sürü kedi vardı sokakta. O sıcakta ne yaparlar diye düşünmüştüm. Bir de tabii insan manyak olunca orada da mama aramaya, kedi beslemeye başlıyor. (gülüyor)
Bir de Ayasofya hikayeniz var.
Ya, evet. Cebimde mama taşıyordum. Kuru mama taşıyorum torbada. Ayasofya?ya gitmiştik hanımla. Orada ortada ufacık bir kedi vardı. Turistlere gösteriyorlar falan. Bir de kedi kokusu siniyor insanın üzerine ya, bir zaman sonra kokumu aldı bana yaklaştı, mamayı çıkardım cebimden, verdim. Herkes alkışladı. (gülüyor) Sokakta kedi görünce bakarım, mutlaka bir ihtiyacı vardır.
AYŞE DÜZKAN