Zamanın ruhu bugün demokrasiyi dayatıyor
Ramazan Akkır - Yazar
Türkiye, her yönüyle geleceğini inşa ve/ya tayin edeceği zor bir süreçten geçiyor ve bizler, bu sancılı tarihi sürecin tanıkları konumundayız. Hiç şüphesiz son dönemde Türkiye'nin yaşadığı ve anlaşılan o ki, bir süre daha yaşamaya devam edeceği tarihi olay, II. Dünya Savaşı sonrasında komünizm tehlikesine karşı NATO ülkelerinde oluşturulan Gladio tipi yapılanmaların son büyük kalıntılarından biri olarak kabul edilen ve aynı zamanda Türk demokrasisinin yerleşmesi için de bir imtihan ve imkân olan Ergenekon davasının görülmeye başlanmasıdır. İlk olarak şu hususun altını çizmekte fayda var: Ergenekon, sadece bir örgütünün adı değildir; Ergenekon, devleti kutsayan ve 'millete rağmen' işlemeye devam eden bir zihniyetin adıdır. Acaba Türkiye, bu süreçte Susurluk'ta veremediği imtihanı ya da kullanamadığı imkânı değerlendirebilecek mi? Yoksa devekuşu gibi başını kuma gömerek yoluna devam mı etmeye çalışacak.
DEMOKRATİK BİR ASKER-SİVİL İLİŞKİSİ
Küresel bir dünyada yaşıyoruz, böyle bir dünyada yaşıyor oluşumuz, burada olup bitenlerin etki alanını da genişletiyor; hem etkilenen hem de etkileyen olarak. Çünkü küresel dünya; şeffaflığın ahlaki bir değere dönüştüğü, devlet düzeni söyleminin yerini sivil toplumcu yenidünya düzenine bıraktığı, ordunun siyasal hayata müdahalesinin meşruiyetini kaybettiği, siyasetin ve hukukun diliyle konuşan bir dünyadır. Bu dünyada ordunun işlevi, ülkeyi dış düşmanlara karşı korumak ve gerektiği zaman hükümete veya siyasal iktidara 'sadece' ülkenin güvenliği ile ilgili görüş bildirmekten ibarettir. 20. Yüzyıl, demokrasi yüzyılıdır. Bu yüzyılın gramerini; demokratik değerler, çoğulculuk, azınlık hakları, insan hak ve özgürlükleri, sivil toplum gibi değerler belirlemektedir. Demokratik bir dünyada ordu, sivil inisiyatifin denetimi altındadır, sözgelimi Genelkurmay Başkanlığı İçişleri Bakanlığı'na bağlıdır. Max Weber, bürokrasinin değişim karşısında gösterdiği direnci vurgularken onun ?bir kez kurulduktan sonra artık tam olarak ortadan kaldırılması en zor sosyal yapılardan biri olduğunu? söyler. Bürokrasinin bu özelliği, galiba, en fazla ordular için geçerli olsa gerek. Özellikle de asker olmanın en yüksek erdem kabul edildiği bizim gibi ülkelerde bu özellik fazlasıyla geçerliliğini korumaktadır.
YERİN ALTI İLE ÜSTÜ ARASINDA SİYASET
Türk ordusunun tarihsel mirasında bulunan üç temel unsurun altını çizmekte fayda var. Birincisi, ordu-devlet özdeşleşmesidir. Oluşmuş ordu-millet geleneğinin dayanağı da bu özdeşleşmedir. İkincisi, ordunun Türk modernleşmesinin öncüsü olduğuna dair yaygın kanıdır. Üçüncüsü ise, Osmanlı'nın son döneminden itibaren sürekli tekrarlanagelen ordunun siyasete müdahalesidir. Müdahalelerin de facto gerekçesi, rejim bekçiliğidir ki, bu da ordunun, rejimin belirleyici aktörü olduğunu gösterir. Böylece Türkiye tarihi, ordunun siyasal ve toplumsal hayata müdahalesinin/biçimlendirmesinin tarihine dönüşür. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat postmodern darbesi ve 27 Nisan e-muhtırası ordunun siyasal hayata müdahalesinin, toplumsal hayatı biçimlendirme çabasının trajik göstergeleridir. Ülkede siyasetin dilini tehdit eden, siyasi-toplumsal hayatı boşluğa düşüren hamleler her seferinde ordudan ve ordunun emekli-sivil temsilcilerinden gelmiştir.
Evet, tarihi günler yaşadığımız bu dönemde büyük sorunumuz/imkânımız devletin sırtındaki 'derin kambur' olan ve dalga dalga devam eden Ergenekon davasıdır. Gladio tipi yapılanmaların devamı olan Ergenekon davası, Silivri Cezaevi'nde görülmeye devam ediyor. Farklı ve etkili kesimlerden sanıkların ve bağlantıların bulunduğu bu dava, hiç şüphe yok ki, Türkiye'nin 'Temiz Eller'idir. Türkiye'deki hukuk dışı yapılanmaların tasfiyesi için ıskalanmaması gereken tarihi bir fırsattır. Bunu anlamak için hukuk alimi olmaya gerek yok. Silahlı terör örgütü kurmak, hükümeti devirmeye teşebbüs, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya görev yapmasını engellemeye teşebbüs, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne karşı halkı isyana tahrik gibi birçok iddianın bulunduğu bir dava, şüphesiz, tarihi bir davadır.
Türkiye'nin farklı yerlerinden çıkan silahlar ve henüz gerçekliği ortaya net olarak ortaya konamasa da örtük bir şekilde varlığı kabul edilen ölüm kuyuları mahrem tarihimizin ne kadar kirli, kanlı olduğunun bariz göstergelerindendir.
YENİ BİR SİYASİ DİL SÜRECİ TAMAMLAR
Türkiye AB süreciyle, zamanın ruhuna uygun siyasal ve hukuksal bir düzen inşa etme yolunda önemli mesafeler kat etti. Ordu-siyaset ilişkisinin siyasal iktidar lehine sorgulandığı bu süreçte Ergenekon davası, -eğer başarısızlığa uğratılmazsa- Türkiye'de hukukun en yüksek değere dönüşmeye başladığının göstergesi olacaktır. Bu dava, aynı zamanda, Osmanlı'nın son döneminde başlayan ve çok partili hayata geçişle birlikte neredeyse belli periyotlarla süren siyasi hayata müdahale geleneğini sona erdirecek ve ülkenin kendi putlarını hukukun baltasıyla kırabileceği bir imkân sunmaktadır. Tabii ki, süreci ıskalamamak şartıyla... Ancak bir kısım medya mensubu büyük(!) yazarlarımız veya kanaat önderlerimiz; Susurluk gerçeğini unutarak, 'kaos' söylemi ya da 'hukuk baskı altına alınıyor' iddiası ile zihinlerde anlam kayması yaratarak bu süreci baltalamaya çalışıyor.
Türkiye'nin kendi tarihsel yolculuğunu sürdürmesi, toplumsallığının ve tarihselliğinin çelik kafesini kırarak demokratik dünyanın ruhuna nüfuz edebilmesi; ancak siyasetin ve hukukun üstünlüğüne yaklaştığı kadar mümkün olacaktır. Bu tarihi süreç ile birlikte Türkiye, modern-küresel dünyanın değerlerini referans alarak, aynı zamanda kendi yerel dinamiklerini de unutmaksızın, hukukun ve siyasetin en yüksek erdem olduğu kendi siyasalını yeniden icat etmek zorundadır. Türkiye'nin karanlık/kirli geçmişinden arınarak insan haklarının ve hukukun tek geçer akçe olduğu yeni bir toplumsal düzene kavuşması, bu sürece bağımlı olarak inşa edeceği yeni siyasal dille ve ortaya koyacağı siyasal iradeyle mümkündür.
Yeni Şafak