Dolar

34,8959

Euro

36,5882

Altın

3.011,31

Bist

10.058,63

Hollywood Müslümanlardan özür diler mi?

Hollywood, Müslümanlardan özür dilemeye mecburdur; çünkü hiçbir topluluğa topyekûn kötü denemez, hiçbir millet sürekli kötü olarak resmedilemez.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-01-24 09:38:00

Hollywood Müslümanlardan özür diler mi?

Amerikan medyasının (özellikle sinema ve televizyonlarının) imaj kalıpları oluşturduğuna dair sayısız eleştiri yapılmıştır. Doğrudur. İtalyanların mafyayla anılmasında, Asyalıların sinsi sanılmasında, zencilerin kötü algılanmasında, Hintlilerin görgüsüz sunulmasında, İspanyolların rüşvetçi resmedilmesinde, Latin Amerikalıların uyuşturucu satıcısı şeklinde tablolaştırılmasında vs. Hollywood'un payı büyüktür.

Ama hiçbir topluluk, Hollywood'dan Müslümanların çektiği kadar sıkıntı yaşamamıştır. Müslüman dendiğinde (daha çok Araplarla temsil edilen) belli tiplemeler çıkar karşımıza: Uçak kaçıran, bombalama yapan, adam öldüren, terörist. Bu kalıp daha ziyade orta sınıf için çizilmiş bir kalıptır. Aynı sınıftan kadınlara biçilen rol de benzer bir özellik taşır: Erkek tarafından daima ezilen, göbek dansı yapmakta mahir, sindirilmiş, aşktan, sevgiden mahrum yaratıklar olarak resmedilir. Bir de zengin karakterler vardır beyaz perdeye akseden. Onlar da daima milyon dolarlarını harcayacak yer bulamayan şehvet düşkünü, göbekli, muhteris tiplerdir.

Önyargıyı pekiştire pekiştire tiplemeler oluşturan bu mantığa en güçlü sesi yükselten Jack G. Shahneen oldu. The TV Arab adıyla 1984'te yayınladığı ilk kitap, Amerikan medyasında tartışmalara neden oldu. Çünkü Dr. Shahneen, 8 yıllık bir tarama yapmış, 100 önemli programda yer verilen Arap imajını mercek altına almıştı. 200 sahnenin ortaya çıkardığı imaj dehşet vericiydi. 150 milyon seyirci tarafından izlendiği tespit edilen görüntülerde imaj hep aynıydı. Tek bir karede olumlu bir Arap tiplemesine rastlamak mümkün değildi. Haklı olarak yazar soruyordu: Siyahlar tembeldir, İspanyollar kirli pasaklıdır, Yahudiler muhteris, İtalyanlar mafyadır imajından ne farkı var?

İtirazlar Hollywood'u daha makul bir yere doğru sürüklüyor

Hollywood'un Müslümanlara yönelik önyargısı bilinen bir durum; o yüzden bu tezi derinleştirme, örneklendirme niyetinde değilim. Zaten bu konuda ağlaşıp durmanın da çare olmadığı ortada. Sinemaya hiçbir ciddi yatırım yapmayan İslam dünyasının 'Müslümanlar hep kötü resmediliyor' diye Hollywood'a lanet okumasını da inandırıcı bulmak mümkün değil. Sonuçta bal tutan, parmağını yalıyor. Sinema, tiyatro, televizyon gibi alanlara insan yatırımı yapmayan bir dünyanın çok ağır bedeller ödemesi kaçınılmaz. Müslümanların 'Neden bizi hep kötü gösteriyorsunuz?' itirazı tabii ki çok önemli; ama tek çare de bu değil.

Neyse ki sivil tepkiler, bilimsel eleştiriler ve vicdandan yükselen itirazlar Hollywood'u daha makul bir yere doğru sürüklüyor ve tadil ediyor. Bu değişim zaten Dr. Shahneen'in sonraki yıllarda yazdığı eserlerde de ortaya çıkıyor. 2001'de kaleme aldığı Gerçek Kötü Araplar (Reel Bad Arab) adlı kitabında da bu gelişmeyi görmek mümkün. Daha önce televizyonlarda yayınlanan filmleri de içine alacak şekilde beyaz camdaki imajları irdeleyen yazar, bu sefer bütün dikkatini Hollywood filmlerine çevirdi. Araştırmaya göre 900 filmde Müslümanlara dair sadece 12 pozitif tiplemeyle karşılaşılmış, 50 film karakterinde de iyi kötü karışımı bir ayar yapıldığını tespit etmiş.

Aslında Hollywood (belki de daha geniş dairede Batı dünyası) İslam'ı da Müslümanları da tam bilmiyor. Mesela her Arap'ı Müslüman sanmak da yanlış, her Müslüman'ı Arap sanmak da. 1996'da CNN'de Larry King'e konuk olan ünlü talk showcu Jay Leno'ya ilginç bir soru yöneltildi. Programlarında alay ettiği için pişman olup olmadığı, özür dileyip dilemediği soruldu. 'İran ya da onun gibi bir ülke için bir şeyler söylemiştim. Arap asıllı Amerikalılar tepki gösterince onları çağırdım, görüştüm ve özür diledim' demişti. Özrün fazileti alkışlanmış ama İranlılarla Arapların aynı sanılması yadırganmıştı. Türklerin Müslümanlığı da Malezya, Endonezya, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerdeki Müslümanlık da Batı'da çok iyi bilinen konular değil...

İslam'ı doğru anlamak Hollywood için kolay değil

Ayet ve hadislere bakıldığında İslam'ın bir barış ve sevgi dini olduğu hemen anlaşılıyor; ancak en temel kaynaklara ulaşmak ve o kaynakları doğru yorumlamak Hollywood için de kolay gözükmüyor. Özellikle 11 Eylül saldırısından sonra Müslümanlara karşı yürütülen kampanyanın İslamophobia şekline dönüştüğü de ortada. Amerika'nın Irak'ı işgal etmesi de Hollywood'u olumsuz manada etkilemiş, daha objektif ve önyargısız filmlerin yapılmasına engel olmuştur. Bu çerçevede Jean-Michel Valantin'in 'Küresel Stratejinin Üç Aktörü: Hollywood, Pentagon ve Washington' adlı eserini hatırlamak gerekiyor. Malum olduğu üzere bu kitapta (Babı Ali Kültür Yayıncılığı/2006) onlarca örnek sıralanmış ve sinemadaki imaj yapımları ile Amerika dış politikasının yakın ilişkisi masaya yatırılmıştı; üstelik dramadan komediye kadar her alanda bu işin nasıl sistemli bir şekilde ele alındığı ortaya konmuştu. Demem o ki Hollywood'da öteden beri devam eden önyargı ve negatif imajının normalleşmeye dönmesinin önünde siyasi engeller de çıkmıştır. 11 Eylül terör saldırısı ve Irak savaşı, bir yandan Arapların terörist olduğuna dair imajın yenilenmesine zemin oluşturmuştur; bir yandan da savaşı meşru kılacak bir malzeme şeklinde kullanılmıştır.

Her şey rağmen görünen o ki Müslümanların topyekün terörist gösterilmesi sonsuza kadar devam edilebilecek bir strateji değildir. Çünkü doğru değildir. Bu konunun peşini bırakmayan Shahneen 2008'deki çalışmasıyla (Guilty: Hollywood's Verdict on Arabs After 9/11) meseleyi daha güncel ve daha derin hale getirmiştir. Daha pek çok araştırma yapılacak kadar zengin bir konudur bu. Genellemeler, önyargılar, peşin hükümler.

Olumsuz imajları pekiştirecek sahneler peşi peşine zihinlere kazınıyor kazınmasına ama bir yandan da madalyonun öbür yüzü gündeme geliyor. Geçmişte fantezi gibi görünen ve örneğine az rastlanan sorgulayıcı senaryolar her geçen gün biraz daha güç kazanmakta. Son yıllarda çekilen iki film burada çok önemli bir yer tutuyor. Traitor (Hain) ve Rendition (Yargısız İnfaz). Hain, Jeffrey Nachmanoff'un hem direktörlüğünü yaptığı hem de sinema filmine uyarladığı çok önemli bir film. Sudan asıllı bir çocuğun küçük yaşta babasını terörist saldırıya kurban vermesiyle başlayan hikâyede karşımıza gerçek bir dindar (Samir) çıkar. Ailesi Chicago'ya yerleşen Samir 'İslamcı terör' örgütüne dâhil olur. Ancak bir yandan örgüt şüphelenmektedir onun halinden, bir yandan da Amerikalılar. Samir çok iyi bir Müslüman'dır ama her türlü teröre de karşıdır. 'Gerçekler karmakarışıktır' cümlesi içinde Sudan asıllı bir genci kâh terörist gibi görürüz kâh ajan gibi. Filmde son noktayı Samir'in Kur'an-ı Kerim'den okuduğu ayet koyar: 'Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir.' Bu final sahnesi, Body of Lies (Yalanlar Üstüne) filmindeki bir sahneyi çağrıştırıyor. Hatırlanacağı gibi o filmde de işkenceye maruz kalan Leonardo DiCaprio cihat ayeti okuyan şeyhe 'Kur'an'ı yanlış tefsir ediyorsun' der ve Kur'an'dan barış ifade eden ayetler okur.

2007 yapımı Yargısız İnfaz filmi ise tam bir 11 Eylül hesaplaşmasıdır. Yönetmenliğini Gavin Hood'un yaptığı filmde Mısır asıllı bir genç bir kuşku üzerine tutuklanır ve bombalama eyleminin yapıldığı ülkeye (Güney Afrika'ya) teslim edilir. Ağır işkence altında sorgulanan kimya mühendisi İbrahim'in hakları 'milli güvenlik' ve 'terörizmle mücadele' uğruna feda edilir. Güvenlik biriminin başında görev yapan yetkiliyle (Meryl Streep) senatör olmak için kariyerini gözeten genç siyasetçi arasındaki bir sahne çok önemlidir. Siyasetçi, 'size Amerikan anayasasını göndereyim de insanların hak ve hürriyetlerini okuyun' tarzında bir şeyler söylerken, istihbarat servisi adına 'Ben de sana 11 Eylül tutanaklarını göndereyim' denmesi filmin en anlamlı bölümüdür. Ve film açıkça ortaya koyar ki İbrahim, derin ve haşin bir kuşkunun esiridir ve aslında masumdur...

Hollywood, Müslümanlardan özür dilemeye mecburdur

Müslümanlara karşı takınılan önyargılı tavır aslında çok çarpıcı sahnelerle beyaz perdeye aksetmişti ama devamı gel(e)memişti. Daha 1996'da İyi Geceler Öpücüğü (The Long Kiss Goodnight) filminde Amerikan istihbaratı Araplar üzerinden büyük bir tezgâh kuruyordu. Kanada'da patlatılacak bir tırda daha önce öldürülmüş bir Arap bulunacak ve bütün suç 'Müslüman teröristler' üzerine yıkılacaktı. Hafızasını yitirmiş bir kadın ajanın işkence sırasında 'Niçin?' diye sorması üzerine 'İkiz kulelere yapılan saldırıda bir şahit ısrarla CIA'yi suçladı, kimse onu dinlemedi ama doğru söylüyordu' demesi ilginç bir ayrıntıydı. Bahsi geçen saldırı 11 Eylül saldırısı değil, 1999'da yapılan saldırıydı. Kadının 'Niçin?' diye ısrar etmesi üzerine 'istihbarat bütçelerinin komisyondan geçmesi' söylenmişti. Her neyse. Örnek çok. Uçuş Planı'nda (Flightplan/2005) Araplardan şüphelenen ve çocuğunun kaçırılmasından onları sorumlu tutan annenin filmin sonunda gerçeğin ortaya çıkmasıyla özür dilemesi boşuna değildir ve bu minvalde pek çok film ismi zikredilebilir...

Hollywood, Müslümanlardan özür dilemeye mecburdur; çünkü hiçbir topluluğa topyekûn kötü denemez, hiçbir millet sürekli kötü olarak resmedilemez. Burada çok önemli bir ayrıntı var: Müslümanlar kendilerini ne kadar iyi anlatabilir ve olumsuz örnekleri ne kadar azaltırlarsa bu süreç o kadar kısa sürecektir. Bugün iyi niyet emareleri var; ama yetmez; gücünü hayatın gerçeklerinden alan sinemanın kat etmesi gereken daha çok uzun bir mesafe var...
 
(Zaman)

[email protected]

SON VİDEO HABER

Annenin uyuşturucu isyanı: 'Oğlumu kurtarın, artık kafayı yedim!'

Haber Ara