Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Gazze'nin düğünleri

Çıldırmak mı? Hayır, hiç sanmıyorum. Cemal Mısır'da değil de burada Gazze'de olsa dediğin olabilir. İlk günler biraz kızar ama sen aldırma.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-01-17 01:58:00

Gazze'nin düğünleri

 

İbrahim Nasrullah*

Uzanmış yatıyorlardı. 'Güneş tepede,' dedim. Belki yüz kere. Fakat hiçbiri oralı değildi. 'Ansızın üzerinize çöküveren bu üşengeçlik de neyin nesi? Eskiden böyle değildiniz. Eş, oğul, kardeş! Ne kadar da uzun sürdü uykunuz! Haydi, uyanın artık! Bakın güneş ne kadar yükselmiş, Bari, bari bir şeyler söyleyin, konuşun benimle, yoksa çekip gideceğim.'

'Çay hazır, kahvaltı hazır, sizinle konuşmayı kurduğum mevzular hazır. Haydi ama..' Ne desem, ne yapsam nafileydi. Bir türlü uyanmıyorlardı.

Allahım! Nereden çöküvermişti bu üşengeçlik üzerlerine. Biraz kalbi katı biri olsam, kalbim katılaşıverse biraz, çeker alırdım üzerinizdeki şu örtüleri de saçıverirdim havaya, fırtınalar estirirdim onlardan. Gelin görün ki kalbime geçmezdi sözüm.

'Daha o gün özlerdim seni.'

Senden başka kim, kim söyleyebilirdi bunu canım kardeşim, Mustafa'm! Herkesin benden ayrılıp bir yerlere gittiği, kiminin Ürdün, kiminin Suriye'ye gittiği, hatta kiminin İsveç'e ulaşabildiği yerde beni bırakmayan biricik kardeşim.

Hatırlar mısın? Gidecekleri yerleri dillerinden düşürmez, gözlerini kulaklarını hep oralara dikerlerdi. Her yerin sizden birini çağırdığını ve sizin de yalnız o sese dikkat kesildiğinizi bilirdim. O sesi öyle dikkatle takip ederlerdi ki nihayet onunla birlikte gözden kaybolup giderlerdi. Evet, onlara böyle demiştin, bir filozof gibi! Onlar ise alaycı bir ifadeyle şöyle karşılık vermişlerdi sana: 'Söyler misiniz Mustafa Bey! Sizi nere çağırıyor? Sadece onun sesini duyduğunuz o gizemli yer neresi acaba?' Tereddütsüz toprağı göstermiştin.

'Toprak bir yer sayılmaz ki, toprak mekândır. Yer onun üstündedir' dediklerinde şu cevabı vermiştin:

'Her yer onda bir olur. Ona sahip olan, her yere sahip olur.'

O söz ne kadar da sevindirmişti beni. Sadece hep yanımda, hep Gazze'de kalacağın için değil. Evlenip çocuğum olmadığında tek başıma, yalnız bir ağaç gibi kalıvermeme razı olmadığın için değil. Hayır. Bundan değildi sevincim. Sevinmiştim işte, o kadar. Randa'ya bu sözü söylediğimde, onun da çok hoşuna gitmiş ve 'Bu sözü yazabilir miyim' diyerek izin istemişti.

'Elbette' dediğimde yanından ayırmadığı günlüğüne dikkatle yazmıştı.

Kaç Mustafa'm var ki benim? Ah! Söyler misiniz kaç Mustafa'm? Okumamı, üniversite bitirmemi ısrarla isteyen Mustafa'mı bu kadar anlamışım, sözüyle sevinmişim çok mu?

Ne olur affet, bunu söylemeliyim Mustafa. Çocukların için duyduğun endişe değil, Gazze kıyısındaki şu çileli hayatın ötesinde bir düşün vardı seni böyle sürükleyen. Hayır. Ne olur yanlış anlama beni! Evlensen, boyunca çocukların da olsa burada, yanımda kalırdın eminim. Hayatları için endişelendiğin yirmi çocuğun da olsa yanımda kalırdın. Açık etmesen de hiçbir zaman, kalbinden geçenleri çok iyi bilirim: 'Ya Emine? Onu burada kime bırakır gideriz?!'

Senden böyle bir ifade duymadım. Fakat onlara söylediğinden emindim. Burada benimle kalmak için her defasında farklı bir mazeret bulman onları da mutlu ediyordu elbette. Kendi aralarında fısıldaşıyorlardı: 'En azından kız kardeşimizle ilgilenecek biri var.'

Sen kaldın. Hep yanımda kaldın. Bazen şöyle derdin: 'Bir Filistin söylencesi vardır; Allah insanı iki topraktan yaratırmış. Biri doğduğu mekânın toprağı, diğeri öleceği mekânın toprağı.' Sen ve ben yalnız bu topraktan yaratılmıştık. Çünkü biz burada doğmuştuk ve burada ölecektik. Bunu önceden beri biliyordun. Biz yalnız bu topraktan yaratılmıştık. Bizi çağıran da, zamanında bize hayat veren topraktı. Daha baştan böyleydi. Bu kadar net bir sesi duymamak mümkün müydü?

Şehit Muhammed Musa Ebu Cezer'in hikâyesini hatırlarsın. Elbette iyi hatırlarsın. Onun hikâyesi, sözünü bire bir doğrulamıştı. Başka nasıl açıklanabilir ki? Kırk yıl gurbette yaşamış, Filistin dışında sayısız çarpışmaya katılmış bir insan düşünün. Toprağına dönüyor ve Refah'ı savunurken şehit düşüyor!

Ah! Ah Mustafa!

Onlara söylediğin sözü şimdi, şimdi daha iyi anlıyorum! İçim aydınlanıyor ve her şeyi açıkça görebiliyorum. Elinle niçin toprağa işaret ettiğini şimdi anlıyorum. Demek sen toprağın sesini duyuyordun. Oysa bana hiç bildirmedin. Anladım Mustafa'm. O söylenceyi duymuş olsam da olmasam da mazeretim olamaz. Önemli olan onu hissetmemizdir. Çünkü o, içimizdedir, sendedir, damarlarında akan kandadır duyabiliyorum.

Nasıl anlamadılar?

Her zaman en az on adım önlerinden giderdin. Abartmak istemiyorum. Çünkü abartıyı sevmem. Zira zaman bana karşı yeterince hatta fazlasıyla abartılıydı. Evet, en az on adım önlerinden giderdin. Hatırlıyorum. Cemal beni istemeye geldiğinde, babamla konuşurken, pek de sürpriz olmayan o soru karşısında şaşırıp kalmıştı: 'Kızımızı nerden tanıyorsun?'

Zavallının eli ayağı birbirine dolanmıştı. Ne diyeceğini bilemedi. Daha sonra bana şöyle demişti: 'O an sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü.' Kız da türlü endişelerle doluydu. Cemal o sahneyi sık sık hatırlar ve gülerek anlatırdı: 'O gün öyle bir terledim ki Emine, anlatamam. Bildiğin türden bir ter olsa, giysilerimin altından akışını hissederdim. Ama o, giysilerin altından ve üstünden gelen tuhaf bir terdi.'

Babası sordu: 'Onu seviyor musun?'

Delikanlı cesaretini toplayarak cevap verdi: 'Adam sevmediği bir kadınla evlenir mi efendim?'

'Alay mı ediyorsun benimle?!'

Evet, babam aynen böyle bağırdı. 'Alay mı ediyorsun benimle?! Evlenecek kızım yok benim!'

O gün yalnız sen durmuştun yanımda. Yalnız sen söyleyivermiştin o sıradan sözcükleri: 'Canını sıkma!'

'Canımı sıkmayım mı? Nasıl sıkmam abi? Nişanımız şimdi olmazsa başka ne zaman olacak? Mısır'dan döndükten sonra mı? Mezun olmasına daha dört yıl var. Dört yılda neler olacağını bir Allah bilir.'

Fakat sen aynı cümleyi tekrarladın: 'Sıkma canını!'

'Böyle dediğine göre, bir şeyler biliyorsun. Söylesene, aklından neler geçiyor? Söylersen bu konuyu bir daha açmam' dedim.

'Cemal'ın ailesinden kopma, onları ziyaret etmeye devam et. Aileden biri gibi, oğullarının nişanlısı, müstakbel gelinleri gibi davran.'

'Böyle mi düşünüyorsun?!!'

'Evet' dedi.

'Fakat babam çıldıracak?'

'Çıldırmak mı? Hayır, hiç sanmıyorum. Cemal Mısır'da değil de burada Gazze'de olsa dediğin olabilir. İlk günler biraz kızar ama sen aldırma.'

Dediklerinin hepsi oldu. Evet, söylediklerin aynen çıktı. Babam öfkelenip bağırdığında, 'Cemal Mısır'da, Emine arkadaşlarına, komşulara gidiyor. Hem Cemallerin evinde anne babası ve kızlarından başka kimse yok' dedin. Fakat babam her seferinde 'Onlara gitmeyecek dediysem gitmeyecek, o kadar!' diyordu.

O yıllar boyunca kendi evimizden çok nişanlımın evinde yaşadım. Günden güne babam artık nerede olduğumu sormaz oldu. Onlarla birlikte olmaktan mutluluk duyduğumu o da görüyordu. Rahmetli neden bu kadar sert görünmek zorundaydı. Baba olmaktan, dağ gibi derdimiz olmasından başka ne sebebi olabilirdi ki bu tavrın?

Bir gün beni çağırdı ve şöyle dedi: 'Onunla evlen kızım. Bir genç kızın evi, eşinin ailesi tarafından sevgiyle ağırlandığı evdir. Görüyorum ki seni çok seviyorlar.'

Bunları söyleyip sustu. Neden sonra devam etti: 'Delikanlıya gelince, sevdiğini söylemenin doğru şekli onunki değildir kızım. Öyle olmaz. Anladın mı?'

'Evet baba' dedim.

O zaman gülmeye başladı. Hem gülüyor hem de şöyle diyordu: 'Gerçekten bunu söylerken ciddi olduğumu mu sandın yavrum?! '

Güldü, güldü ve ölümüne kadar bu olayı andıkça hep güldü..

Allah rahmet etsin

***

Bakın ben de gülüyor, gülüyorum. Gülmemin bütün sınırları aştığını hissediyorum.

Öyleyse biraz ağlamam gerek.

Bakın ağladım!! Fakat şu anda sevinç mi yoksa acı gözyaşlarını mı sildiğimi bilmiyorum. Aklımı karıştırdınız!!

Haydi be çocuklar! Yeter artık!

Güneş tepeye çıktı. Ansızın üzerinize çöküveren bu üşengeçlik de neyin nesi? Eskiden böyle değildiniz. Eş, oğul, kardeş! Amma da uzun sürdü uykunuz! Haydi, uyanın artık! Bakın güneş ne kadar yükselmiş. Bari, bari bir şeyler söyleyin, konuşun benimle, yoksa çekip gideceğim.

Mustafa, Mustafa! Daha yapman gereken çok şey var. Oğlumun dayısısın. Hey Salih, sen de kalk! Kalk da şu güneşe bir bak. Bu güneş, sana doğum gününü müjdeliyor. Haydi, kaçırma onu. Senin için yeni bir yılın habercisi o. Kalksana uyuşuk şey! Tembel! İnsan, doğum günü güneşini kaçırır mı? Bugün senin için ne gecenin sonu var, ne duman! Ne zamandır bugünü beklediğimi biliyor musun sen?

Ne zamandır, bilmiyorum. Bir an parmaklarımla saymaya çalışıyorum. Fakat o da ne, parmaklarım bir türlü bitmiyor. Sayıyorum da sayıyorum, gece gündüz, habire sayıyorum. Nihayet durdum. O an uyandım. Artık büyüdüğünü görüyorum.

Şimdi sana bir sır vereceğim. Fakat bunu kimseye açma sakın. Toprağa bile! Yoksa rüzgâr öğrenir. Uzun uzun düşündüm. Gerçek diyorum, bundan daha iyisini bulamadım. Sizi evlendireceğim.

Uyanmak istemiyorsun demek. Peki öyle olsun.

Siz içemeden çaylarınız da soğudu. Bilmiyorum neden her gün kendimi böyle yoruyorum.

Ya sen Mustafa, bak söylüyorum. Eğer kalkmazsan, gideceğim ve o kızı tek başıma isteyeceğim.

Hiç kalkmayacak mısın?!

Öyle olsun!!

Ben dönmeden uyanırsa, sakın ona bir şey söyleme. Sakın ha! Çünkü ona sürpriz yapacağım.

 

*Filistinli şair ve roman yazarı.

Bu makale Muharrem Tan tarafından TİMETURK.com için tercüme edilmiştir.

 


 

SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara