Ramazan Yıldırım*
Dahası duvarlarının haraplığı ile mekânlarının kutsallığı hiç uyuşmamaktadır. Tabloyu karartmak galiplerin seleflerini yermelerine yol açmayacak mıdır? Bunun ne kadarı gerçek, ne kadarı propagandadır? Ne var ki İngiliz beylerin gücüne gitmesin, kutsal şehrin usulca modernleşmesi bal gibi Osmanlı hâkimiyetinin son on yılları sırasında gerçekleşmiştir.? Catherine Nicault
Birinci dünya savaşında İngiliz kuvvetlerinin komutanı General Allenby, bu göreve atanırken ?Kudüs?ü Noel armağanı olarak İngiliz ulusuna sunun? talimatını da alır. 1917 yılının aralık ayında Kudüs İngilizlerin eline geçer. Haçlı seferlerinin yapıldığı dönemler hariç tutulursa Kudüs, ilk kez bir Avrupalı ve Hıristiyan gücün egemenliği altına girmiştir. Son dönem Osmanlı asker ve sivil bürokratlarının büyük bir önem verdikleri Kudüs düşmüştür artık. Şehrin tabii yapısı bozulmasın ve havadan bombalanmasın diye Osmanlı ordusu, Zeytin dağına çekilerek Kudüs?ü terk etmiştir. Kudüs?ün düşüş haberi hızla Avrupa başkentlerine ulaşır ve görkemli kutlamalar yapılır. O sıralar Almanya?da bulunan Mehmet Akif, çalınan çanlar eşliğinde yapılan kutlamalara şaşırır. Zira Almanya Osmanlının müttefikidir ve bu yüzden Kudüs?te onlar da yenilgiye uğramıştır. Ancak Hıristiyanlığın ortak ülküsü, onların da sevinmesini gerektirmiştir.
19. yüzyılın başlarından itibaren Akdeniz üzerinden açılarak İslam dünyasını işgal etmeyi planlayan batılılar, siyasi ve ekonomik ihtiraslarını din ve inançlar üzerinde gerçekleştirmek istiyorlardı. Bunun için Osmanlı devletinin toprakları içinde bulunan ve tüm semavi dinler açısından önem arz eden kutsal topraklar üzerindeki etkilerini artırmak amacıyla buralarda yaşayan bazı dini toplulukları himaye etme yarışına giriyorlardı. Siyasi ve ekonomik çıkarları uğruna bu topluluklar arasındaki dinî ihtilafları körükleyerek suiistimal sürecini başlatıyorlardı. Fransa Katolikleri, Rusya Rum Ortodoksları himaye etme ve haklarını koruma iddiasıyla Kudüs?teki etkinliklerini artırmaya çalışıyordu. Hıristiyanlık içindeki teolojik farklılıklardan kaynaklanan ayrılıklardan dolayı Rum, Latin, Kıpti, Ermeni, Süryani, Habeş ve Suriye kiliseleri arasındaki kıyasıya rekabet ve kanlı çatışmalar, bölgeye gözlerini dikmiş sömürgecilerin iştahını kabartmaktaydı. Kudüs?teki batılı konsoloslukların marifetiyle İstanbul üzerinde kurulan baskılar sonucu Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında kilise, manastır, sinagog ve yardım cemiyetleri adı altında tarihin en büyük teşkilatlanma patlaması yaşanmaktaydı.
Hıristiyan mezhepleri arasına ekilen nifak tohumları İsrail devletiyle birlikte meyvelerini vermiş ve Müslümanların hakemliğinde bu mezhepler arasında tesis edilen barış ortamı da yok olmuştu. Kıyame/doğuş/kabir Kilisesi üzerinde öncelikli hak iddia eden Rum Ortodoksları, Kıbtiler, Ermeniler ve Habeşliler arasında Hz. Ömer dönemiyle başlayan ve Osmanlı devleti eliyle perçinleştirilerek devam ettirilen bu barış geleneği çok cılız da olsa bugün yaşıyor. Bu kilisenin kapısı hala Müslüman bir aile tarafından her gün sabah açılmakta akşam kapatılıyor. Müslümanların hakemliğinde devam ettirilen bu barışçıl gelenek bölgedeki tüm Hıristiyan mezhepleri tarafından da benimsenmiş. Hem Hz. Ömer hem de Osmanlı devleti tarafından çıkarılan ve bu barışı güvence altına alan fermanlar bugün dahi kilise duvarlarını süslemektedir.
Yahudilerin Yeruşalayim?i, Hıristiyanların Jerusalem?i ve Müslümanların Kudüs?ü iki bin yıldan beri tektanrıcılığın tarihi ve manevi merkezidir. Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların kutsal kabul ettikleri mekânlara ev sahipliği yapmıştır. Sur içi Kudüs?ün doğusunda bulunan Kidron vadisi ile Moria ve Zeytin Dağı arasında yer alan yamaçlarda Müslüman, Yahudi ve Hristiyan mezarlıklarının sıklıkla yer alması bu şehrin her üç semavi din mensupları açısından ne kadar önemli olduğunu gösterir. Buradaki Yahudi mezarlığı dünyanın en pahalı mezarlığıdır. Yahudi dindarlar özellikle burada yer alan mezarlıkta defnedilmek isterler. Çünkü onlara göre; kıyamet gününde cennete en erken girecek olanlar buraya defnedilenlerdir.
Müslümanlar açısından Kudüs, Mekke ve Medine?den sonra gelen üçüncü önemli beldedir. Hz. Peygamberin hayatında önemli bir hadiseye ev sahipliği yapmış olan bu şehir, tüm Müslümanların dinî-duygusal bir bağla bağlı oldukları bir mekândır. Moria dağının zirvesine inşa edilen Mescid-i Aksa ile Kubbetu?s-Sahra, Kudüs?de Müslümanların zihnindeki ölümsüz hatıraları canlı tutan sembollerdir. Kubbetu?s-Sahra, ?muallak kaya? nın üzerine Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından inşa edilmiştir. O dönemden itibaren birçok Müslüman yönetici, bu yapıya değişik şekillerde katkıda bulunmuştur. Bugün hala tüm ihtişamıyla Kubbetu?s-Sahra?nın duvarlarını süsleyen mavi çiniler, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Ayrıca hala ayakta duran ve eski Kudüs?ü çepeçevre kuşatan dört km. uzunluğundaki surlar, Osmanlı mimarisinin şaheserlerinden biri olarak ayaktadır. Bugünkü ağlama duvarı bile varlığını Mimar Sinan?a borçludur. Kısaca Kudüs?te ve özellikle Mescid-i Aksa?da mührü bulunmayan bir Müslüman yönetici yok gibidir.
Hz. Peygamberin isra ve mirac hadisesine sahne olan Mescid-i Aksa camisiyle bu şehir, Müslümanların muhayyilesinde köklü bir yere sahiptir. Nitekim Hz. Süleyman tarafından inşa edilen ve Yahudilerin dini yaşamında çok önemli bir yere sahip olan tapınak meydanı / ağlama duvarı da bu şehirdedir. Yanı sıra Hıristiyanlara Hz. İsa?nın gençlik yıllarını hatırlatan mekânlar da Kudüs?ün bir diğer önemini belirtir. Ayrıca anayurdundan Babil?e sürgün edilen, hor görülen ve alay edilen İsrailoğulları, özlemini çektikleri Kudüs?ü unutmayacaklarına dair şu yemini etmişlerdi:
?Eğer seni unutursam, ey Yeruşalim,
Sağ elim hünerini unutsun.
Eğer seni anmazsam,
Eğer Yeruşalim?i baş sevincimden üstün tutmazsam,
Dilim damağıma yapışsın.? (Mezmur 137; 5?6.)
Babil?de sürgün hayatı yaşayan İsrailoğulları Kudüs?ü asla unutamadılar. Kendilerine bu zulmü yapanlara karşı hiçbir şey yapamadılar ama acılarını ve öfkelerini hep bir ağızdan terennüm ederek hep ümit var oldular. Başlarına gelen bu felaketin bir gün son bulacağını ve bu zulme sebep olanların mutlaka cezalandırılacağını dile getirdiler:
?Ey sen harap olacak Babil kızı,
Bize karşılık ettiğinin karşılığını
Sana verecek olana ne mutlu!? (Mezmur 137; 8.)
İsrailoğulları, uzun yıllar sonra Kudüs?te tekrar bir araya geldiler. Ama çektikleri acı ve ıstırapları başkalarına yaşatmakta gecikmediler. Teolojilerini kötüye kullandılar. Kudüs?teki tapınaklarını kendileri için bir çıkar ve menfaat üssü haline getirdiler. Dini ilkeleri ahlaki zeminden soyutlayarak kuru birer dogma haline getiren din adamları mutlak birer güç haline geldi. Dini tekellerine alıp mabede hapsettiler ve mabedi de kişisel çıkarlarını temin ettikleri bir panayıra dönüştürdüler. İşte böylesi bir dönemde ahlak vurgusu yapan Hz. İsa onların oyunlarını bozmak üzere elçi olarak geliyordu.
Hz. İsa, Yahudi din adamlarının Kudüs?teki mabedi bir borsaya ve pazaryerine dönüştürmelerine karşı çıkarak onları azarlamıştı. ?İsa tapınağa girdi ve tapınakta alışverişle uğraşan herkesi dışarı attı. Para bozanların masalarını, güvercin satıcılarının koltuklarını devirdi. Onlara, ?Kutsal Kitap?ta şöyle yazılmıştır? dedi:
?Evime dua evi denecektir.
Ama siz onu haydut inine çevirdiniz.? (Matta 21; 12?13.)
Hz. İsa, Yahudilerin kendi aleyhine kurdukları tuzağın farkına varmış ve onların daha önce de peygamber öldürdüklerini hatırlayarak Kudüs?ten hicret etmeye karar vermişti. Zeytindağı?nın tepesine çıkarak Kudüs?e bakmış, Yahudilerin bu şehirle özdeşleşmiş ihanetleri karşısında ümidini keserek şöyle haykırmıştı:
?Yeruşalim, Yeruşalim!
Peygamberleri öldüren ve kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim.
Tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi,
Kaç kez çocuklarını yanıma toplamak istedim.
Ama bunu istemediniz. İşte eviniz ıssız bırakılacak.? (Matta 23; 37?38.)
Hz. İsa?nın bu sitemi tarihin değişik evrelerinde birçok kez tekrarlanmıştı aslında. Kudüs şehri, İlahi olan mesajın beşer eliyle kirletilmesine, mecrasından çıkartılmasına ve yozlaştırılmasına defalarca tanıklık etmişti:
?Vakti gelsin diye kendi içinde kan döken şehir ve kendisini murdar etmek için kendi aleyhine putlar yapan şehir! Sen döktüğün kanınla suçlu oldun ve yaptığın putlarla murdar oldun ve günlerini yaklaştırdın ve yıllarının sonuna erdin.? (Hezekiel 22; 3?4.)
İsrailoğullarının Kudüs şehriyle olan imtihanları yine hüsranla sonuçlanacaktır. Çünkü kan dökülerek murdar hale getirilen şehrin sokaklarına putlar dikilmiştir. Şehir, topyekûn suçludur ve hızla sona yaklaşmaktadır. Bu sonu, şehirdeki söz sahibi kimseler kendi elleriyle hazırlamışlardır:
?İşte, her biri elinden geldiği kadar kan dökmek için İsrail beyleri senin içinde idiler. Sende babayı ve anayı hiçe saydılar; senin içinde misafire karşı zorbalık ettiler; sende öksüze ve dul kadına haksızlık ettiler. Mukaddes şeylerimi hor gördün ve sebtlerimi bozdun.? (Hezekiel 22; 6?8.)
20. yüzyılın başlarından itibaren Kudüs ve Filistin topraklarında tarih yine tekerrür ediyor. İsrail?in beyleri bu coğrafyada kan dökmeye, anayı babayı hiçe saymaya, misafirlere karşı zorbalığa, öksüz ve yetimlere haksızlık yapmaya, mukaddes olanı hor görmeye devam ediyor. Oysaki Yahudiler Endülüs?te Müslümanlarla beraber asırlarca barış ve huzur içinde yaşamışlardı. Birçok alanda ortak başarılar sağlayarak tarihlerinin altın çağlarını bu iklimde oluşturmuşlardı. Hıristiyan dünyanın baskılarına hem Müslümanlar hem de Yahudiler beraberce maruz kalmışlardı. Yahudiler, bu baskı ve kıyımlardan yine dinî hoşgörü ve fikir özgürlüğünün bulunduğu İslam coğrafyasına sığınarak kurtulmuşlardı. Gerek Osmanlı devleti gerekse mağrip ülkeleri Endülüs?te yaşanan drama maruz kalan Müslümanlarla birlikte Yahudilere de sahip çıkmışlardı.
Dünyanın birçok bölgesine dağılmış bulunan Yahudiler, Kudüs?ü kendileri için siyasi ve dinî bir merkez olarak görmektedir. Hz. Davut tarafından kurulan ve devletin merkezi haline getirilen Kudüs, imar edilmiş ardından Herodes, ahit sandığı için burada bir tapınak inşa etmiştir. Yahudilerin ilk sürgünleri, bu tapınağın Titus tarafından yağmalanması ve yıkılmasıyla başlamıştır. Yahudiler, hem Roma hem de haçlı seferlerinin düzenlendiği dönemlerde çok az sayıda da olsa Kudüs?teki varlıklarını devam ettirmişlerdir. Ama hiçbir dönemde baskı altında yaşamaktan kurtulamamışlardır. İnançlarını özgürce yaşadıkları neredeyse tek dönem, Kudüs?ün Müslümanların yönetiminde bulunduğu çağlardır.
20. yy. Yahudi tarihi uzmanı olan Catherine Nicault, bu gerçeği şöyle ifade eder: ? Daha hoşgörülü olan Müslüman ve Osmanlı yönetimi, ortaçağ ve çağdaş zamanlar boyunca Yahudilerin ilk peygamberlerinin Hebron?daki mezarlarına, özellikle de Titus?un kutsal şehirde Tapınak?tan geride bıraktığı son kalıntı olan temel duvarlarına sürekli olarak ziyaretler yapmalarına izin vermiştir. Osmanlı yönetimi, Katolik Batı?da Yahudi karşıtı büyük hareketler meydana geldiğinde, özellikle de İspanya?dan 1492?deki kovulma sırasında az sayıda sofu Yahudinin, bilgin ve hahamın, bazen çok ünlü Talmud ve Kabala?cıların müritleriyle birlikte Kudüs?e yerleşmelerine de müsaade etmiştir.?1
İsrail devleti, Siyonizm?in felsefesi gereği özellikle Doğu Avrupa ve Balkanlarda yaşayan Yahudileri bir araya getirerek Filistin topraklarının büyük bir kısmını işgal etmiş ve şiddete dayalı politikalarla varlığını devam ettirmeye çalışmaktadır. Bu topraklarda yaşamanın bir bedeli vardır. İsrail?deki Yahudiler burada yaşamakla bu bedeli öderken İsrail dışında yaşayan Yahudiler de ekonomik destek sağlayarak bu bedeli ödemektedirler. Batı ülkelerinde bulundukları yerlerin sistemiyle bütünleşmiş olan Yahudiler, ?haluka? olarak isimlendirilen geleneksel Yahudi yardımlaşmasını ayakta tutmaktadırlar. Her ne kadar bazı Yahudiler bu sistemi ?çağdışı bir parazitlik? olarak görüyorsa da Filistin topraklarında yaşayan Yahudileri kendi kaderlerine terk etmemektedirler. Rusya ve Doğu Avrupa?da yaşayan Yahudilerden toplanan haluka, Filistin topraklarında yaşayan fakir Yahudi yerleşimcilere dağıtılmak suretiyle Siyonist politikalar desteklenmektedir. İsrail devleti şiddete başvurdukça, işgal ettiği Filistin topraklarında yeni yerleşim alanları oluşturdukça ve buralara lüks konutlar yapıp Yahudilere bedava dağıttıkça daha çok ?haluka? ya ihtiyaç duymaktadır. Çünkü varlığının devamı için zorunlu gördüğü bu politikaların sürdürülmesi fakir Yahudilerin kanı, zenginlerinin ise malıyla mümkün olacaktır. İsrail dışındaki Yahudiler ya her şeyi göze alarak buraya gelip yerleşecek veya yerleşen Yahudilerin hayatlarını sürdürmeleri için gerekli olan maddi katkıyı sağlayacaklar. Böylece Kudüs?ün civarlarında yerleşime açılan ve gün be gün sayıları artan mahallelerde ?haluka? ya bağımlı yaşayan binlerce yoksul Yahudi bulunmaktadır. Bu yoksul Yahudilerin çocukları da, İsrail?de yaşayan birinci sınıf Yahudilerin güvenlik, temizlik gibi hizmetlerini yürütmektedir.
Bu yüzyılın başlarından itibaren Siyonist örgütler, Yahudilerin başta Kudüs olmak üzere Filistin topraklarına göç ederek yerleşmeleri için yoğun gayretler içine girdiler. Tarikat adı da verilen bu örgütlerin birçoğunda hahamlar yer alarak faaliyetlerine dinî bir kutsallık atfedip yandaşlarını motive etmeye çalıştılar. Filistin topraklarında bir Yahudi yerleşim alanı oluşturmaya çalışan Hibbat Zion tarikatının müritleri, Rusya ve balkanlardan Filistin?e gelerek yeni mahalleler kuruyorlardı. İngilizlerin himayesinde Filistin köylerinde büyük bir terör faaliyetine girişen Siyonist militanlar, bu tarikatın mensuplarından oluşuyordu.
İsrail devletinin fikir babası kabul edilen Theodor Herzl, 1898 yılında Kudüs?e gittiğinde ?Gelecekte seni hatırladığımda ey Kudüs, bu bana zevk vermeyecek. İki bin yılın insanlık dışı davranma, hoşgörüsüzlük ve kokuşmuşluk çökeltileri pis kokulu dar sokaklarında birikiyor?. Bir daha Kudüs?e geri gelirsek ve hala hareket edebilecek durumda isem, ilk yapacağım şey bütün bunları temizlemek olacak.?2 diyerek Siyonist planının temellerini atıyordu. Evet, Herzl?in çocukları ve torunları Kudüs?e gelerek zorla yerleşti. Binyıldan beri orada devam ederek gelen insanlık, hoşgörü, merhamet, saygı ve barışa ihanet ettiler. Bu ulvi değerlerin yerine ?insanlık dışı davranma, hoşgörüsüzlük ve kokuşmuşluk? tohumları ektiler. Tohumları yeşerdi ve Kudüs?ün pırıl pırıl sokakları ?pis kokulu dar sokaklara? dönüştü. Şimdi Kudüs sokakları, bu pis kokuları temizleyecek olan tertemiz vicdanları bekliyor.
İsrailoğulları din ile siyasal iktidarı birbirinden ayırmamışlardır. Mabet aynı zamanda Kral?ın sarayıdır. Krallar ve kâhinler kendi aralarında gerçekleştirdikleri koalisyonla hem siyasete hem de dine hükmederler. Tapınak - kehanet kurumu ve kralın sarayı arasında kurulan bir ilişki ve bunların Kudüs?le özdeşleştirilen bir karakteri vardır. Tanrı mabede, mabet toprağa, toprak Kudüs?e indirgenmiştir. Tanrı, mabet, toprak ve Kudüs arasındaki ilişkiyi de hahamlar ve krallar temsil ederdi. Hahamlar tanrı adına konuşur ve bunu da Kral?ın iradesi doğrultusunda yapardı. Yahudiler Kudüs?ten çıkarıldıkları zaman yılda bir kez mabedin yıkık duvarları dibinde ağlayabilmek için izin istemişlerdi. Zamanla tahrip edilen ağlama duvarına son şekli Osmanlı döneminde verildi. Mimar Sinan duvarı yeniden onardı ve Yahudilere burada ibadet etme özgürlüğü tanındı.
Ağlama duvarı yerine 750 km uzunluğunda 8 metre yüksekliğinde dev beton bloklarla inşa edilen bir utanç duvarı yükseliyor artık. İki bin yıllık yasın tutulduğu, geçmiş acı günlerin hatırlandığı, hüzünle karışık duygularla Tevrat?ın okunduğu ağlama duvarının yerini elli yıllık zulmün ve kibrin sembolü olan bu utanç duvarı almıştır. Bu utanç duvarı; Filistin topraklarını, köylerini, mahallelerini birbirinden ayırıyor ve tüm Filistin?i dünyanın en büyük hapishanesine dönüştürüyor. Devlet iddiası taşıyan İsrail?in acziyetinin bir sembolü olan bu duvar aslında siyonizmi benimsemişlerin kendi zihinlerinde kendileri dışındaki tüm insanlığa karşı çektikleri perdenin bir izdüşümüdür. Bu zihniyet, kendisiyle diğer insanlar arasına bu setleri çekmek suretiyle kendisini yalnızlaştırdığının ve izole ettiğinin farkında bile değildir. Barış, huzur, güven ve insanlığa çekilen bu duvarlarla birlikte tüm semavi dinlerin insanlığa muştuladığı ulvi değerler de kuşatılarak hapsedilmiştir.
İsrail devleti, kurulduğu günden beri yaptığı icraatlarla Müslümanlarla Yahudilerin tarihsel ilişkilerine bir sünger çekerek yepyeni bir sayfa açmıştır. Açılan bu yeni sayfayla önceki ilişkilerin tamamı yok sayılmıştır. İslam toplumu içinde güven ve huzur içinde yaşayan Yahudiler, işgal edilen topraklar üzerinde kurulan devletle birlikte Müslüman coğrafyada güvensizliğin ve huzursuzluğun kaynağı olmuşlardır. Bu güvensizlik ve huzursuzluk ortamı da öyle görülüyor ki Ortadoğu?da bulunan petrol kuyularındaki son damla tüketilinceye kadar sürecektir. Son petrol kuyusu kuruyuncaya kadar da İsrail devletinin yaşatılmasına devam edilecektir. İsrail?deki Yahudiler için mabet Kudüs ise bu devleti yaşatan güçlerin gerçek mabedi petrol kuyularıdır. Kudüs üzerinden ısrarla sürdürülmeye çalışılan savaş sembolik bir savaştır. Bu savaşın gerçek anlamını petrol kuyularının tapınakçıları ve bekçileri gayet iyi bilmektedir.
İşgal ettiği Filistin toprakları üzerinde bir tanrı devleti inşa etmeye çalışan zihniyet, tanrı adına tanrının yasakladığı tüm fiilleri işlemekte bir beis görmedi. Tarih boyunca kendilerine yapılan haksızlıkları başkalarına uygulamakta bir çelişki aramadı. Birinci haçlı seferine çıkan Hıristiyan ordu, haftalarca Kudüs?ü yağmalayarak hem Müslümanların hem de Yahudilerin kadınlarına ve çocuklarına varıncaya kadar kılıçtan geçirmişti. Ardından yaptıkları ?günahlardan arınma? ayiniyle kirli ellerini ve vicdanlarını temizlediklerini sanmışlardı.
Filistin diyarında medfun olan veya ziyaretgâhları bulunan peygamberlerin ruhları muazzep olmuştur bu yapılanlar karşısında. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak ve Hz. Musa bu coğrafyada işlenen zulümlere sebep olanları evlatlıktan men ediyor. Sara hanım, adının İsrailoğulları için anne olarak anılmasına isyan ediyor. ?Ben böyle hayırsız evlat doğurmadım? diyerek kendisine ?anne? diyenleri azarlıyor.
İbrahim, İsmail, İshak ve Musa peygamberlerin gerçek varisleri ve manevi evlatları bu coğrafyada yaşayan mazlumlardır. Sara hanım, onların annesidir artık. Çocukları ve eşleri yok edilen anneyi teselli ediyor. Yetim ve öksüz bırakılan çocuklara annelik yapıyor.
İlahi geleneğin varisleri ve semavi çağrının müminleri, bu sorumluluğu almak zorundadır. Kudüs ve çevresinde yaşanan dramlar bir ağlama duvarına dönüşmemelidir. Sorumluluğu devralmak, paylaşmaktır. Uhdemizde bulunan dünyanın geçici nimetlerini tekelleştirmemek ve diğerkâm olmak için ağlama duvarını aşmak gerekir.
Bugün de Filistin topraklarında işlenen cinayet ve katliamların failleri bilerek ya da bilmeyerek bu ağlama duvarını ?günahlardan arınma? aracı olarak kullandıkları görüntüsü vermektedirler. Fakat kirli eller ve vicdanlar, bu mabet kalıntısı duvarın dibinde yapılan arınma ayinleriyle temize çıkmaz. Gerçek arınma yapılan kötülükleri bir daha işlememek üzere terk etmekle mümkündür.
El-Halil şehrindeki Filistinli, işgal edilen topraklarının kendine ait olduğunu belgeleyen tapunun kayıtlarını Türkiye?deki arşivlerden alarak topraklarının iadesini talep etmekle bu arınmanın gerçekleşmesini bekliyor.
Kudüs?te yaşayan genç Müslümanlar, ilk kıbleleri olan Mescid-i Aksa?da özgürce ibadet etme hakkını elde etmek için bu arınmanın gerçekleşmesini bekliyor.
Anneler, eşlerinin ve çocuklarının sağ salim evlerine döneceği günlere kavuşacağını ümit ederek bu arınmanın gerçekleşmesini bekliyor.
Dünyadaki tüm Müslümanlar, Kudüs?ün kendileri için bir burukluk sembolü olmaktan çıkması için bu arınmanın gerçekleşmesini bekliyor.
Kudüs, merhamet bekliyor. Kudüs bu merhameti, dinlerin samimi müminlerinden geleceğini de biliyor.
*ilahiyatçı - Yazar.