İşgalle müttefik Şii ve Sünni güçlerin kazanımları
Yasir ez-Zeatire*
İlkeleri bir kenara bırakıp meseleye siyasi pragmatizm açısından bakarsak Sadr grubu hariç işgalle işbirliği içerisindeki önde gelen Şii güçlerin veyahut Şii toplumunun ABD ile yaptıkları anlaşmadan kazançlı çıktıklarını söyleyebilir miyiz? Peki, buna karşın, başka Sünni gruplar direniş çizgisini seçerken ABD ile işbirliği içerisindeki Sünniler buradan ne fayda devşirdiler?
İşgalden ve hatta George Bush?un Irak?ı işgal etme yönündeki niyetleri belirginleşmeden önce dışarıdaki bazı ıraklı Şii güçler ?Biz Saddam Hüseyin?i devirecek güçte değiliz, bunu tek yapabilecek güç ABD. Öyleyse mecburen bu yönelimi desteklememiz gerekir. İşgal geldiğinde ona nasıl tavır alacağımızı biliyoruz, onu kendi yöntemlerimizle çıkartacağız.? demekteydiler.
Teorinin birinci bölümü açık bir şekilde doğru. İran?ı ve bazı Avrupa başkentlerini kendilerine üs edinen bu güçler, dışardan destek dahi alsalar Saddam Hüseyin rejimini devirebilecek güce sahip değillerdi. Özellikle onlar Kuveyt?in işgalden kurtarıldığı savaştan önce bunu denemişler ve sonucu bilindiği gibi ?dramatik? olmuştu.
Teorinin ikinci bölümüne gelince bunun sadece bir kısmı şimdiye kadar gerçekleşti. Diğer kısmının gerçekleşmesi de uzak bir ihtimal olarak görülmüyor. Bölgesel koşullar buna hizmet edebilir. Kastettiğim, Amerika?nın Afganistan ve Irak?taki yenilgilerinin ardından doğal olarak dünya üzerindeki demir yumruğunu gevşetmesi, ABD?nin stratejisinin bu ülkelerden çok Rusya ve Çin gibi yükselmekte olan rakip ülkelerle mücadeleye yönelmesi ve bu stratejinin değişme potansiyeliyle paralel olarak gelişebilecek bir durumdur. Ayrıca seçmenine, seçimlerden önce Irak?tan mümkün olan en kısa zamanda çekileceği sözünü veren Obama faktörünü de unutmamak gerekir.
Şüphesiz İran?ın, dışardan gelen Şii güçlerin arkasında durması, her ne kadar kendisine bir miktar yük getirmişse de bu güçler açısından son derece faydalı olmuştur.
İşgal güçleriyle birlikte hareket etme stratejisi çerçevesinde baktığımızda, Amerika?nın işgalin ardından orduyu dağıtma yönünde aldığı son derece tehlikeli karardan sonra bu stratejinin Şiiler açısından en büyük getirisi, Şiilerin ordu ve güvenlik güçlerine egemen olması olmuştur.
Bilindiği gibi ordu ve güvenlik güçlerine kim hâkim olursa, -isyanı bastırma ve istikrarı sağlamayı en az zararla atlatma konusunda orduya ihtiyaç duyan işgal güçlerinin gölgesinde kalmazsa- ülkede belirleyici olan da o olacaktır. Gelecekte işgalciler, direnişçilerin darbeleri ve kayıpların artması ya da halkın işgalcilerin ülkede kalmasını reddetmesi veyahut uluslararası ve bölgesel güç dengelerinin baskı oluşturmasıyla birlikte ülkeyi terk etmek zorunda kalmasıyla (ülkedeki dengeler değişebilir).
Doğal olarak bu oyun, aynı ölçüde başarılı olmayabilirdi, hatta Amerikalılar ordu ve emniyet güçleriyle ters düşerek onları tek başlarına bıraksalardı (ki bu olmadı) fiyaskoyla bile sonuçlanabilirdi.
Direniş yanlısı Şii güçler, işgalle koalisyona alternatif bir tercihte bulunsaydı, bu, son derece riskli bir maceraya girmek anlamına geleceğinden, en azından Şii güçler açısından başarı ihtimali daha yüksek olurdu. Bu durumda işgalciler ordunun ve güvenlik güçlerinin başına Şii değil Sünni bir askeri komutan dikerdi. (Kürtlerin seçeneği her halükarda Amerikalılarla birlikte olmak olurdu.)
Her ne kadar zorunlu olarak başarısızlık anlamına gelmese de buna benzer bir başka durumda yani Arap dünyasında işgale karşı öfke dolu tepkiler ve İran?ın desteğini arkasına alan Şii direnişinin işgal güçlerine ağır kayıplar verdirmesi durumunda, buna ciddi tepkiler gösteren Amerikan halkının baskıları, işgalcilerin ülkeden çıkmalarını beraberinde getirebilirdi. Sonuçta ülkeyi işgalden kurtarmış ve işgalcileri mağlup etmiş olmalarının iyice itibar kazandırdığı direnişçi Şii güçler, ülkeye hâkim olma fırsatını elde ederdi.
Sünni bölgelerinde direnişin ortaya çıktığı ilk andan beri işgalciler, Şii güçlerle ittifakını güçlendirme yoluna gitti. Özellikle işgalcilerin Şiilerin ülke nüfusunun %65?ini Sünnilerin ise %20?yi geçmeyen azınlığı oluşturduğu yönündeki güçlü kanaatle ülkeye gelemlerinden dolayı bunun pratik hayata doğrudan yansıması, yönetim konseyindeki sandalyelerin dağılımında Sünnilerin nüfus oranlarındaki rakam kadar Şiilere ise %52?lik bir pay (25 kişilik koltuğun 13?ünü) ayırmak şeklinde oldu.
Oyun geçti ve Şii güçler önce askeri sonra da sivil kurumlara açık bir şekilde hakim oldular. Senelerce kendilerini temsil ettiğini iddia edenlerin İran tehdidi yönündeki söylentileri benimseyerek bunu işgalle birlikte hareket etmenin bir bahanesi olarak görmesine rağmen Sünnilerin devlet kurumlarındaki varlığı en iyimser tahminlere göre %6?yı geçmiyor.
Güvenlik anlaşması konusundaki tartışmaların gölgesi altında sonuçlar ne olursa olsun, sonuçta bu süreçten kârlı çıkacak olan Şii güçler olacaktır. İşgalciler ise er geç gitmek zorunda kalacaklardır. Gitmeseler bile bu, Şii güçlerin bu işten karlı çıktıkları yönündeki kanaatte bir değişikliğe yol açmayacak. Şii güçlerin liderlerine kulak verenler onların Almanya, Japonya ve Körfez ülkelerinde yıllardır var olan Amerikan güçlerinin varlığına atıfta bulunduklarını görerek onların ne tür bir siyasi düşünce içerisinde olduklarını kavrayacaktır. Onların üzerindeki İran baskısının yanında Irak halkının, Arap ve İslam ülkelerinin baskısı olmasa, bu konuda gündeme getirilen konuların ayrıntıları üzerinde durmazlardı.
Şii güçler yer altı ve yerüstü zenginliklerle dolu ülkede siyasi, mali ve askeri olarak belirleyici güç olarak kaldıklarında bağımsızlık meselesini çok da üzerinde durulması gerekmeyen bir konu olarak değerlendirilecektir. Tabii öte yandan bu, onların, Amerikalıların ülke üzerindeki etkinliğini azaltmak ve Irak?ı biraz daha bağımsız hale getirecek bir anlaşma imzalamak için gayret etmelerine engel olmayacaktır.
Bu, her şeyin yolunda gittiği anlamına gelmiyor elbette. Ancak biz yıllardır siyaset ve eylemlerini meşrulaştırmak için geçmişe dayanan mezhebi kinlerini gündeme getiren güçlerden bahsediyoruz.
Bunu söylüyoruz çünkü mücadelenin tamamen sona erdiğini söylemek için çok erken. Mezhebi paylaşımlar neticesinde Sünni güçlerin kendisini kandırılmış hissetmesi ve Şiilerle Kürtler arasındaki nüfuz ve paylaşım savaşının sürmesi göz önünde bulundurulduğunda Irak?ın kısa vadede güvenlik ve istikrara kavuşacağını söylemek çok zor.
Burada ayrıca devlette işlerin başına geçerek Şii güçlerin genel siyasetleri ve olaylara yaklaşım biçimiyle bütünüyle örtüşmeyen başka Şii hareketlerin varlığını da unutmamak lazım. (Örnek, Sadr yanlısı Şiiler.) Hakim Şii güçler, Sadr grubunu yer yer bir takım olaylarda kullanarak bir çok karar ve uygulamaları kabul ettirmeyi başarırken kendilerine yük olduğunu hissettikleri anda onu dışlamışlardı.
Buna karşın, Sünni Araplar mücadelelerini nasıl yönettiler? Onların işgal güçleriyle işbirliği yapma ve direniş arasında bölünmeleri nedeniyle karşı karşıya kaldıkları kayıp ve kazançları nedir?
Sünni Arapların söz konusu iki kamp arasında bölünmesinin bir uyum ya da anlaşmayı beraberinde getirmiş olmadığı kesindir. Birçok gelişme koordinasyonsuz gerçekleşmiştir. Hatta birçokları kabul etmese de Sünni Arap kitlesi içerisinde direnişin yaygınlaşmasına neden olan ve direnişe katılmaya teşvik eden ortamı oluşturan el-Kaide örgütü (ölen Zerkavi liderliğindeki eski Tevhit ve Cihat Hareketi)?dir. Irak?taki direnişin temel saiki, mezhebî siyasetler olmayıp Filistin?deki mücadeleden ve bölgede yaygın olan direniş çizgisinden etkilenmiş bu topluluk içerisindeki cihat ruhu ve İslami retçi tavırdır.
Ordunun dağıtılmasından sonra Sünni Arapların saha dışına itilmesi ve kendilerine dışlanmış hissetmelerinin direniş çizgisinin güçlenmesinde rolünün büyük olduğu doğrudur, ancak bu durum, ordu sorunlu bazı komutanlarının görevden alınmasıyla birlikte eski ordu olarak kalsa bile direnişin her halükarda oluşacağı gerçeğini hiçbir şekilde gizleyemez.
Arap Sünnilerin tamamı direniş çizgisi içerisinde kalsa ve kendilerini azınlık olarak mahkûm eden mezhebi paylaşım esasına dayalı siyasi sürecin hukukileştirilmesine karşı çıksa dahi Sünni toplum, şu an içinde bulundukları durumla karşı karşıya kalmaz, -ister ABD Irak?ta kalsın isterse direnişin darbeleri altında çekilsin- Irak?ta kendisi olmaksızın hiçbir temel kararın alınamayacağı bir kitle olur ve kendilerine paylaşımda aslan payı verilirdi.
Ancak bütün bunlar olmadı. İşgal, (Sünniler içerisinde) kendi varlığını kabul eden ve mezhebi temele dayalı paylaşım sistemi içerinde kendisine ancak zavallılara layık görülebilecek oranı verilmesine ve bunun da anayasaya yansımasına razı bir güruh oluşturmayı başardı. Bu güruh, daha sonra tıpkı el-Kaide?yle mücadele iddiasıyla oluşturdukları Uyanış Meclisleri ve İran tehlikesi üzerine yoğunlaşarak yaptıkları gibi direnişten bunalan işgalcilere bazen doğrudan bazen dolaylı olarak nefes aldırdı.
Tüm bunlar, hiçbir kayda değer bedel olmaksızın verildi. Ne eski ordu geri getirilebildi ne siyasi dışlanmanın önüne geçilebildi ne de İran tehlikesi bertaraf edilebildi.
Sünni toplumun işgalle işbirliği yapan sözde temsilcileri, bazen kendilerini alay konusu haline getirecek şekilde önemsiz birkaç başarısını sayma eğilimi gösterirken der-i mefasid ve celb-i mesalih (zararları giderme ve yarar elde etme) dengesini göz ardı ederek, siyasetinden kaynaklanan zararları gözlerden saklamaya çalışınca sonunda Sünni Arapların dışlanmasına ve mezhebi paylaşım düşüncesinin gündeme gelmesine neden oldu.
Burada Felluce saldırısının ardından seçimlere katılmayı reddetmesinden dolayı ordunun dağıtılmasından sonra sanki seçimlere katılmak mevcut dengeleri değiştirmeye yetecekmiş gibi Müslüman Âlimler Birliği?ni suçlamanın bir anlamı yoktur. Her şeyden önce bu suçlamanın sahipleri, başka zamanlarda Müslüman Âlimler Birliği?ni birkaç kişiden ibaret küçük bir kurum olarak gördükleri halde darda kaldıklarında bu kurumu suçlama yoluna gitmektedirler.
Bu dengenin ışığında bakıldığında Irak?taki gelişmeler henüz kesin bir sonuca varmış değil. Şii güçlerin işgalcilerin ülkede varlığını sürdürdüğü müddetçe zaferlerini neşe içerisinde kutlaması, Sünni Arapların dışlanmışlıklarına olan itirazları devam ettiği müddetçe pek mümkün olmayacaktır. Mücadele henüz sona ermemiştir, İran?la Araplar arasında (Kürtlerin isterse bunun bir parçası haline gelmeleri isterlerse de ayrılarak bunun bölgesel sonuçlarına katlanmaları şeklindeki her iki ihtimali de içeren) Irak üzerinde mezhebî temele dayanmayan bir paylaşım sistemi geliştirilmediği ve genel bir mutabakat sağlanmadığı müddetçe sona ermeyecektir.
*Filistin asıllı gazeteci-yazar.
Bu makale İslam Özkan tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.