Haber Merkezi/ TIMETURK
? Anayasaların hazırlanmasında Halkın Rolü ?
Türkiye, Anayasa çalışmaları konusunda, sosyal ve hukuk tarihi açısından oldukça değişken ve tartışmalı bir yapı göstermiştir. Özellikle, yoğun askeri darbelerin yaşandığı bir ülke olması da; Anayasalar?da demokratik ve halkçı eğilimlerin fazlaca etkili olmamasına yol açmıştır. Büyük ve saygıdeğer bir tarih ve devlet geleneğine sahip ülkemizde, Anayasaların halkın bilgisi, kanaati ve değerlerinin izlerini taşıması; insan hakları ve uluslar arası hukuk düşüncesi açısından kaçınılmaz bir gereklilik olarak görülmektedir.
İNSO, organize ettiği tartışmalı bir sempozyum programı ile, konunun çeşitli alanlardan ele almak ve hukuki sistemin en önemli kurumu olan Anayasaların toplum ile birlikte ve toplumsal kimliği göz önüne alarak düzenlenmesinin getireceği olumlu sonuçları değerlendirmek amacındadır. Böylece, Türkiye halkının kendi geleceğini belirleme hakkı, bu vesile ile bir kere daha açık bir şekilde ifade edilmiş olacaktır.
Vesayetçi anlayış nedir?
Seçilmiş makamların iradesi üzerinde sınırlama yapmayı meşru gören bir anlayıştır bu. Bizde bu vesayetçilik, MGK gibi bazı kurumlar ve mekanizmalar oluşturularak bir anayasal yönetim modeli haline getirildi. Ama bugünün çağdaş uygarlığı ve Avrupa Birliği, temsili demokrasiyi emrediyor. Vesayet demokrasisini değil
1982 Anayasası yürürlüğe girdiği günden beri eleştiriliyor. Bu anayasanın otoriter, yasakçı, vesayetçi olduğu hepimizin malumu ama şunu çok açık söyleyeyim. Eğer bu anayasa bugüne kadar gerçekten anayasanın üstünlüğü kuralına ve hukuk yöntemlerine bağlı kalarak uygulanmış olsaydı bu otoriter anayasaya rağmen Türkiye?de çok daha demokratik bir anayasa düzeni kurulmuş olabilirdi. Pek çok da sorun yaşanmazdı.
Sempozyum'dan Konuşma notları:
?Toplumun hukuki ve sosyal sorumluluğu?
Prof.Dr.Sami Şener (Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi)
?Her toplum, belirli bir sorumluluk rolünü yerine getirmek, kendi rolünü gereği gibi oynamak ve bu sorumluluğun karşılığı olan imkan ve fırsatları elde etmek durumundadır. Toplumlar, kendi kaderlerini kendileri belirlemek durumundadırlar. Hiçbir güç ve organ, bir toplumun kendine ait hak ve yetkilerini onun adına lehte bir sonuç getirecek biçimde kullanmaz.
Globalleşmiş dünyada batı, hangi norm?u ortaya koyabilmiştir? Norm?u koymak ve bunu uygulayabilmek ayrı bir şeydir; organizasyon yapmak ayrı bir şeydir. ? İnsan hakkını idrak edebilmek için, belirli bir bilgi , sorumluluk ve hassasiyet seviyesine ulaşmak gereklidir. Buna, medeniyet anlayışı da demek mümkündür.
Kendimize has bir medeniyet anlayışımız vardır. Ve bu anlayış, ?insanın değeri? üzerine kurulmuş, insanın tabii ihtiyaçları üzerine yükselmiştir. Bugün modern uluslar arası demokrasi?deki, hürriyet, adalet, eşitlik, din hürriyeti gibi kavramlar;?siyaseten? ortaya konulmuş kavramlar olarak rol oynamaktadır. Felsefi, fikri ve inanç boyutu olan bir meselenin, toplum tarafından pratik ve uygulanabilir bir hale getirilmesi gerekir.
İnsan hakları ile ilgili güzel mesaj, fikirleri uygulamaya geçirecek bir ?Pratik mekanizma? oluşamamaktadır. Farklı düşünce ve siyasi anlayışlar, ortak insan hakları kavramları geliştirmek ve bu kavramlar üzerinde anlaşmak durumundadırlar. İnsani haklar alanında olsun, diğer alanlarda olsun; meselelerimizi projelendirmek zorundayız.?
?Anayasa Yapımı Sürecinin İşleyişi Ve Anayasa Yapımında Toplumun Rolü'
Prof.Dr. Yavuz Atar (Selçuk Üniversitesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi)
'Anayasanın nitelikleri ve dizayn ilkeleri Bir anayasanın uygulanabilir, istikrarlı ve etkili, yani başarılı olması nasıl sağlanabilir? Kuşkusuz bunu sağlayacak ve bütün ülkeler için geçerli, sihirli formüller mevcut değildir. Bununla birlikte, ülkelerin anayasacılık deneyimlerinden hareketle anayasa yapımı bakımından önemli sayılabilecek bazı genellemelere ulaşmak mümkündür.
Bir anayasa, toplumun tamamı için 'temel norm ve koordinasyon mekanizması' işlevini görecekse, bunun, üzerinde başlıca toplum kesimlerinin anlaştığı değerleri ve kuralları içeren bir belge olması icap eder. Anayasanın siyasal-ideolojik anlamda 'nötr' olması sağlanmalıdır. Başka bir ifadeyle, demokratik bir anayasanın resmi bir ideoloji öngörmemesi gerekir. Aksi takdirde anayasa, belli bir siyasal düşünce, parti ya da baskı grubu ile özdeşleşmiş olur. Kuşkusuz demokratik olma iddiasında bulunmayan sistemler için anayasanın bu anlamda 'nötr' olması da beklenmez.
Anayasanın, anayasal sistem içinde değiştirilmesine imkan vermeyecek derecede çok fazla katı olması doğru değildir. Keza anayasanın, gerekli güvenceleri içermek kaydıyla, mümkün olduğu kadar kısa ve basit olması tercih edilmelidir. Anayasanın dili açık, anlaşılır ve tutarlı olmalı, teknik terimlerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Anayasanın, sadece anayasa uzmanları ve yüksek mahkeme hâkimleri tarafından değil, sıradan vatandaşlarca da okunup anlaşılması amaçlanmalıdır. Ayrıca anayasa, onursal jestler, iltifatlar ve benzeri belirsiz ve gereksiz ifadelerle dolu bir 'bildiri'ye dönüştürülmemelidir.
Anayasaların beklentileri karşılayabilmesi için, gerçekleştirilemeyecek ütopik hükümlere yer vermemesi gerekir. Bu tür hükümler, anayasaların diğer alanlardaki başarısını da olumsuz yönde etkileyebilir. Yakın zamanda Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde kabul edilen yeni anayasalar bakımından bu sorunun yaşandığını görmekteyiz. Bu ülkelerden bazılarının anayasalarında, eski sosyalist anayasa geleneğinin etkisiyle devletin bu aşamada üstesinden gelemeyeceği birtakım sosyal hükümlere yer verilmiştir. Ancak, bu ülkelerin söz konusu anayasal ödevlerini geçiş sürecinin ekonomik sıkıntıları nedeniyle gerçekleştirememeleri, kaçınılmaz olarak siyasal başarısızlıklara ve devletin meşruluğunun zayıflamasına yol açabilecektir. O halde anayasaların, devletin kapasitesini aşan ütopik amaç ve politikalara yer vermekten kaçınarak, mümkün olduğu kadar gerçekçi düzenlemeler yapması tercih edilmelidir.
Anayasal düzenlemede, başka toplumlar için geliştirilmiş farklı sistemlerden yapılacak alıntılar konusunda çok dikkatli olunmalıdır. Anayasal kurumların bir sistemden ötekine aynen transferi son derece güç, hatta çoğunlukla imkansızdır. Bir toplumda çok iyi işleyen bir kurum ya da mekanizma, başka bir topluma aktarıldığında beklenmeyen, farklı ve kötü bir sonuç verebilir. Çünkü değişik toplumlar, birbirinden oldukça farklı siyasal, sosyal ve ekonomik şartlara sahip olabilirler. Çeşitli sistemlerden alıntı yapılabilir; ancak son tahlilde alınan mekanizmanın, anayasanın düzenlendiği toplumun şartlarına doğru bir biçimde uyarlanması gerekir.
Görünürde küçük ve sınırlı bir anayasal değişme, gerçekte anayasal sistemde geniş kapsamlı ve beklenmedik sonuçlar meydana getirebilir. Çünkü prensip olarak anayasal kurumlar arasında karşılıklı bir bağımlılık ve bütünlük bulunur. Bu nedenle bir kurumda yapılacak bir değişikliğin, etkileşim yoluyla diğer devlet kurumlarını ve genel olarak anayasal sistemin kontrol ve dengeler sistemini etkileyeceği açıktır. Bu yüzden, anayasal düzenlemede, anayasanın bütünlüğü ve kendi içinde uyumlu olması hususu temel öneme sahiptir.
'Anayasa-üstü' ya da 'anayasa-dışı' olarak niteleyebileceğimiz öyle bazı kurallar da vardır ki, bunlar anayasanın uygulanmasını etkin bir biçimde sınırlar ya da kayda bağlar. Örneğin, bir ülkede uygulanan temel seçim sistemi veya seçim kanunlarında yapılacak bir değişiklik; en az, yasama, yürütme ve yargı gibi başlıca devlet organları ve fonksiyonlarındaki bir değişiklik kadar önemli olabilir. Anayasa değişikliği önerilerinin 'hazmedilebilirliği' ilkesine göre, bir ülkede belli bir zamanda işler durumdaki bir anayasal sistemde, onun kaldıramayacağı bir değişiklik yapılması halinde, sistemin işleyişinin bozulabileceği göz ardı edilmemelidir.
?Siyaset Kültürü açısından Anayasalarda halk iradesi?
Prof.Dr. Ömer Çaha (Fatih Üniversitesi, Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi)
'Halkın yönetime katılması, hem siyasi sistemin meşruluk kazanması ve hem de toplumsal sistemin devamlılığı açısından son derece önemli bir hadisedir. Ama bilindiği gibi, insanoğlunun ihtiras ve hakimiyet arzusu, hakların normal işleyişine engel olmakta ve haklar yerine, zorba uygulama ve sistemlerin yerleşmesine imkan hazırlamaktadır.
Haklar ve sorumluluklar konusundaki teorik sistemin varlığına karşılık; hakları engelleyerek siyasi ve ekonomik güç elde etme arzusu; sadece anti demokratik bir anlayışın sonucu değildir. Pekala, demokratlar ve demokratik sistemlerde de insanlar veya gruplar, kendi istek ve arzularını toplumlara zorla kabul ettirmek hususunda enterasan örnekler ortaya koymaktadır.
Halkımızın ?hakların ihlali olayı?na karşı son derece duyarlı olduğunu biliyoruz. Özellikle Allah korkusu ve kul hakkı gibi kavramlara aşina olan halkımız haksızlığa karşı, önemli ölçüde hassastır. Fakat, bu hassasiyetini dile getirme yollarını henüz kavrayamamış ve en önemlisi , kendine rehber olabilecek bir aydın kitleye kavuşamamıştır.'
?Yeni Anayasa çalışmalarında demokratik hakların yeri ve önemi?
Doç.Dr. Serap Yazıcı ( İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Laiklik din ve devlet otoritesinin birbirinden ayrılmasını ve vatandaşlara din hürriyetinin tanınmasını icap ettiriyor ama Türkiye?de bunun aksi yaşanıyor. Devlet ve din otoritesinin birbirinden ayrıldığı bir sistem yok Türkiye?de. Aksine din alanı, devlet aracığıyla kontrol ediliyor. Diyanet İşleri başkanlığı laikliğin özüyle çelişiyor. Bu kurum sadece Sünnilere hizmet ediyor ve diğer inanç gruplarını dışlıyor. Dolayısıyla Türkiye?de bugünkü laikliği savunmak yerine gerçek bir laik sistem kurmak gerekiyor. Çünkü dünyada böyle laik bir düzen yok. Bizim kendimize özgü olarak yarattığımız bu laiklik üstelik bir din haline gelmiş durumda. Belirli kesimler ve seçkin zümreler bu laiklik dinine kayıtsız ve şartsız olarak tapıyorlar.
Yargıtay, yayınladığı muhtırayla parlamentonun kararlarını eleştiriyor. Türban yasasıyla ilgili olarak, ?engellenemeyen bir hızla geçti? gibi cümleler yazıyor. Yargıtay?ın, parlamentonun kararlarına böyle bir muhtırayla karşı çıkma hakkı ve görevi kesinlikle yok. Yargı siyaset sürecine müdahale anlamını taşıyan bildiriler yayınlayamaz. Hiçbir gerekçeyle yasama ve yürütme organlarının iradesini yönlendirmeye teşebbüs edemez. Ayrıca hiçbir gerekçeyle de böyle bir tutumu meşru gösteremez. Çünkü böyle bir bildiri yayınlarsa, kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal ederek, yasamanın alanına tecavüz etmiş olur. Çünkü kuvvetler ayrılığı kuralı, her devlet organının sadece kendisine sunulmuş yetkileri kullanabileceği bir sistemdir. Yargının anayasal yetkisi de kendisine intikal eden hukuki uyuşmazlıkları hukuk kurallarının içinde karara bağlamaktır. Ama maalesef Türkiye kuvvetler ayrılığı da dâhil olmak üzere her kavramı keyfi olarak değerlendiriyor. Nitekim Batı demokrasilerinde bir fren ve denge sistemi olan kuvvetler ayrılığı, bugün Türkiye?de organlar arası kavgaya dönüştü. Türkiye sonuçları çok vahim olacak bir süreçte yol alıyor.
Elimizdeki veriler ışığında, Anayasa Mahkemesi'nin anılan kararına ilişkin olarak tartışabileceğimiz husus bu kararda yer alan yürürlüğün durdurulması şeklindeki ifadeden kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin denetlemekle yetkili olduğu işlemler üzerinde, bu işlemlerin yürürlüğünü durdurmak biçiminde karar verme yetkisi bulunmamaktadır. Anayasa'mız yürürlüğün durdurulması kararını, 125. maddesinde sadece idarî yargı mercilerine tanımıştır. Anayasa'nın, Anayasa Mahkemesi'nin, kuruluşu, çalışma usulleri, yetkileri ve kararlarının niteliğini düzenleyen 146 ve devamı maddeleri, Anayasa'ya uygunluk denetimiyle ilgili olarak sadece iptal kararından söz etmekte, bu maddeler Mahkeme'nin yürürlüğün durdurulması kararını da verebileceğini gösteren hiçbir hüküm içermemektedir. Bu noktada, Anayasa Mahkemesi'nin 125. madde ile idarî yargı mercilerine tanınmış olan yürürlüğün durdurulması yetkisini kıyasen kendi yetki alanına taşımasına olanak yoktur. Kamu organ ve makamları ancak kendilerine anayasa ve kanunların açık olarak sundukları yetkiyi kullanabileceklerinden, bu organ ve makamların başka organlara tanınan yetkilerden hareketle kıyasen kendileri için yetki yaratmalarına olanak bulunmamaktadır. Oysa Türk Anayasa Mahkemesi, daha önceki bir çalışmamızda ifade ettiğimiz gibi, '1993'ten 2005 Mart ayına kadar geçen sürede, yürürlüğün durdurulması talebini içeren 92 davanın 52'sinde kısmen veya tamamen yürürlüğün durdurulması kararı vermiştir.'
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, yargı denetimine tabi olmayan bir işlemi kendisini davacı istemiyle bağlı görerek yargı denetimine tâbi imişçesine denetlemiş, kendisine verilmemiş olan yürürlüğün durdurulması kararını vermiş, bu suretle varlık nedeni olan Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinin koruyuculuğunu yapma rolünden uzaklaşarak Türkiye'nin bir anayasal demokrasi, gerçek bir hukuk devleti olduğu ko konusundaki kanaatlere gölge düşürmüş, bu suretle her şeyden önemlisi vatandaşların hukuka güven duygusunun sarsılmasına yol açmıştır.
Zihniyet olarak Türkiye?de Yargı kendini yasamanın ve yürütmenin üstünde görüyor?Oysa kuvvetler ayrılığında hiçbir devlet organı diğerine karşı üstün olamaz. Laik değerlere inanan çevrelerle laik değerleri aşındıracağı düşünülen çevreler arasında bir çatışma var bugün. Elbette demokrasi laiklik ilkesi olmaksızın kurulamaz. Laiklik demokrasinin ön koşullarından biridir. Ama laikliği korumak adına demokrasinin ön koşullarından biri olan hukuk devletinden vazgeçmek de meşru değildir. Anayasamızın ikinci maddesinde ?Türkiye Cumhuriyeti devleti laik bir hukuk devletidir? deniliyor. Şu halde ikisinden de taviz verilemez, biri diğerine feda edilemez.
İrtibat:
İNSANİ HAKLAR VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR MERKEZİ DERNEĞİ THE FOUNDATION OF HUMAN RIGHTS AND SOCIAL RESEARCH
Kısıklı mah. Reşatbey sok. 35/1 Üsküdar-İstanbul ?TURKEY
Tel. 0216-461 99 41 Faks. 461 99 42 e-mail: [email protected]