Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Televizyon nedir?

Televizyonun Türkiyedeki gelişim süreci, Türk toplumuna etkisi nedir, nasıl olmuştur? İşte bir televizyon analizi...

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-10-15 10:25:00

Televizyon nedir?

TELEVİZYON NEDİR?

Kamil Koç *

Yaşadığımız yüzyılın ürünü olan televizyon;  kitleler üzerinde kurduğu hegemonya ve etki ağı ile tüm iktidar algılarının iştahını kabartmıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak da kendi kalkış noktalarından beslenerek, sordukları ?nasıl bir televizyon? sorusuna verdikleri cevaplarla televizyonu ve televizyonculuğu şekillendirmişlerdir. Bu yaklaşım doğaya, insana ve eşyaya tahakküm etme mantığındaki algılar için bir iç tutarlılığa tekabül ettiğinden, genel anlamıyla sorun yoktur. Sorun; insana, hayata ve eşyaya şaşı bakmaktan arınmak isteğini dile getiren algıların bile  televizyon ve televizyonculuğa aynı şekilde bakmasıdır.

Televizyon yayıncılığı yapabilmenin teknik maliyetlerinin düşmesi ve de sermayenin hareketliğinden kaynaklanan nedenlerle ülkemizde televizyon kanalları ve çeşitliliğinin hızla arttığı gözlenmektedir. 

Varolan televizyon yayıncılığından yola çıkarak hemen her dini, ideolojik ve ekonomik örgütlenme ? Neden bizim de bir televizyonumuz yok? sorusunu kendi yandaşlarına sordurtmuş, sonra da ?bu ne biçim televizyon ve televizyonculuk? diyerekten sancılı bir alan oluşturmuştur. Bu durumdan en fazla yakınanlar ise dini argümanlarla yola çıkan kesimler olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti?nde yaşanan ?muhafazakârlık? süreci ile muhafazakârların televizyonculuk süreci işleyiş açısından paralellik göstermektedir. İktidardaki baskın karakterin Sünni nitelikte olması Alevilerin görünür alanla olan ilişkilerinin mahiyetini de belirledi.  Türk modernleşme çizgisinin ikiyüzlülüğü dayatan yaklaşım biçimi, kimliklerin açıkça ortaya konulmasında da ciddi sorunlar yarattı. Başlangıçta kenarda kalıp kedini farklı yol ve yöntemlerle dışa vuran bu dinsel, etnik ve kültürel yapılar zamanla kendini en açık gösterme aracı olarak gördükleri televizyonla görünür alana taşındılar. Ve sorun da burada başladı. Çünkü televizyon denilen eşya ile girilecek ilişkin mahiyetini belirleyecek bir yaklaşım için televizyonun ne olduğunun bilinmesi gerekiyordu. 

Bu bağlamıyla; Türkiye?nin ilk televizyonu olan TRT doğal olarak ülkedeki tüm televizyoncu kuşakların yetişmesinde, zincirin halkaları mantığı ile direkt etkili olmuştur. Teknik bir bilgi gerektiren televizyonculuk için bu bilgiye vakıf insan yetişmesi gerekliydi, teknik araç ve gereci Almanya?dan temin etmesine karşın, kadrolarını İngiliz televizyon şirketi BBC?ye staja ve araştırmaya göndererek yetiştirdi. Kurulduğu yılarda TRT yönetimi devletçi sol kanadın elindeydi ve kesinlikle sağcı herhangi bir yaklaşıma müsaade edilmiyordu. 1976 yılında sağcı devletçi kanadın adamı Şaban Karataş TRT Genel Müdürlüğü?ne atandığında bu kanadın kadroları da televizyonculuk bilgisiyle ilk defa tanışmış oldu. Dönemin TRT çalışanları tarafından başlangıçta ?ülkücü komandolar? olarak adlandırılan bu kadrolar diğer sağcı genel müdürler ile kurumda kendilerine sağlam yer edindiler. Özel televizyonların kurulumu ile birlikte burada yetişen sağcı kadrolar önce Kanal6?nın kurulumunda etkili oldular. Kanal6 sağcı devletçi kadronun televizyonuydu. Orada yetişen yeni kadrolarla eskilerden bazıları TGRT?nin kurulumunu gerçekleştirdi. TGRT dini referanslarla hareket eden bir cemaatin kanalı olarak yayın hayatına başladı. Buradan yetişen ve dini ritüelleri yerine getiren televizyoncu kuşak Refah Partisi?nin siyasi, İskender Paşa cemaati üyelerinin de yönetici kadrosunu oluşturduğu Kanal7?yi kurdular. 28 Şubat sonrası kapatılan Refah partisi Kanal7?yi yönetici kadrosuna ?kaptırınca? TV5?i buralardan devşirdiği kadrolarla kurdu. Sivrilerek devam eden muhafazakârların televizyonculuk süreci açıldıkça küçülen ve sivrilen kurşun kalem gibi devam ede geldi ve TV5?le yetişen ?İslamcı? televizyoncu kuşak son olarak HilalTV?yi kurdu. Kalemin ucu her kırıldığında yeniden başka bir kanalla açıldı ve yeniden kırıldı.  

Diğer tarafta çağa ve insana söz söyleme iddiası taşıyan sol politik reflekslere sahip mezhep ve parti tabanlı özel televizyon kanalları da yayın hayatına başladılar. Çok kanalı televizyonculuk ortamında yetişen okullu ve alaylı televizyoncularla, partinin ve örgütün kadrolarından bir televizyoncu kuşak yetişti. Ancak sağcılarda olduğu gibi bu kadroların da temel sıkıntısı ?nasıl bir televizyon? sorusuna aradıkları cevapta, ?televizyon nedir? sorusunun yer almaması oldu. Sonuçta benzer hayal kırıklıkları yaşandı ve yaşanmakta. Ulusal Kanal, Cem Tv, Su Tv ve Hayat Tv gibi televizyonların potansiyel seyirci kitlesinde de temel beklentiler boşa çıktı.  

Sonuçta kazanan ise televizyon oldu. Daha önceleri dini ve politik nedenlerle televizyon izleme alışkanlığı olmayan topluluklar televizyon izleyicisi kitlelere dönüştürüldü ve televizyon izleme alışkanlığı ?kazandırıldı?. Sonuçta televizyon kazanmış olsa da televizyonculuk adına ortaya büyük bir hayal kırıklığı çıktı. Bu durum; kalkış noktası olarak sorulan ?Nasıl Bir Televizyon? sorusunun  ?Televizyon Nedir? sorusunu es geçerek cevaplanmasından kaynaklanmaktadır.  

İdeolojileri devşirerek kendine benzeten televizyon bu bağlamıyla geleneksel cemaat kalıplarını kırarak modernize etmektedir. Biz bu çalışmamızda yaşanan hayal kırıklıklarının nedenleri ve sonuçları üzerinde durmayacağız. Televizyon kanalların kurulum sürecinde görülmek istenmeyen bir konuyu gündemleştirerek, oluşan ve oluşacak olası sorulara cevaplar üretebilecek yaklaşımı sunacağız. Bu şekilde hali hazırda yayın yapan yayıncı kuruluşların ve yayın hayatına başlayacak yayıncı kuruluşların kurumsallarını şekillendirmede etkili olması temennisi ile. 

GİRİŞ: 

Yaşadığımız yüzyıl televizyonun ve üretip taşıyıcısı olduğu kültürün yüzyılı olmuştur, olmaktadır. Nedir bu televizyon, neden bu kadar etkili ve yetkili bir eda içerisinde. Bu sihirli kutu ya da ?aptallaştıran kutu? bu gün Dünya?nın birçok ülkesinde ve kendi ülkemizde; zengininden fakirine, bilgininden cahiline hemen her toplumsal sınıftan insanın evinde ve kendine has özel bir köşede canlı bir varlıkmışçasına, ev sahibi tafrasıyla bir işlev yerine getirmekte. 

İnsan tekinin yeryüzündeki varlığı öteki insanla olan ilişkisiyle anlam kazanmış ve bu şekilde insan kendini tanımak gibi bir durumla yüzleşmiştir. Sosyal bir varlık olan insan insanın aynası olmuştur. İnsanın insanla kurduğu ilişkinin yönünü belirleyen, ilişkiye anlam kazandıran ya da ilişkiyi anlamsızlaştıran süreçte insanın eşya ile olan ilişkisi birincil derecede etkili olmaktadır. İnsanın eşyaya bakışı, kullanımı kardeşi olan insanla kurduğu ilişkinin de yapısını belirler. İnsanın ve eşyanın tabiatına uygun gelişen insan-eşya ilişkisi; insanın yeryüzünde tabiatına uygun bir şekilde yaşaması ve sağlıklı iletişim geliştirebilmesini sağlamıştır. Kendi tabii mecranda gelişen ?insan-eşya? ilişkisi ?insan-insan? ilişkisini iktidar merkezli olmaktan uzak tutmuştur. Oysa insan?ın eşyaya bakışındaki tahakküm edici sağlıksız durum ?ensest? bir tablonun ortaya çıkmasına yol açmış ve kardeşlik ilişkisini sonlandırarak iktidar ilişkisine çevirmiştir. Gelişen tarihsel süreç içerisinde bu ilişki biçimi insanın teknolojiye bakışının da adı olmuştur. Çünkü eşya kavramı teknolojik üretimle çoğalmış ve boyutlanmıştır. 

Birbiriyle ilişkiye girmek dolayısıyla iletişim kurmak zorunda olan insanın doğaya hâkim olma çabasının en barbarca geliştiği sanayi toplumunda iletişimin kitleselleşmesi sürecine de girilmiştir. Kitleselleşen iletişimden kastımız kitleyle iletişim sağlanmasında araçların geliştirilip kullanıldığı işleyiştir. Bu gün kitle iletişim araçları dediğimiz olgu matbaanın icadıyla ve eserlerin basımıyla başlar. 

İnsanın insanla ve eşyayla kurduğu ilişkinin yapısı; kitle iletişim araçlarını tanımlamada, kullanmada ve onların yapısını oluşturmada gösterdikleri çabanın, yürüttükleri aklın, girdikleri türdeş ilişkilerin de resmini göstermektedir. 

Sanayi toplumunu, kapitalist ekonomik işleyişin lokomotifliğini yaptığı ?insan-insan? ve ?insan-eşya? ilişkileri şekillendirmektedir. Bu kültürel işleyişin en büyük taşıyıcıları ve aynı zamanda üreticileri kitle iletişim araçlarıdır. Kitle İletişim Araçları içerisinde de elektronik kültürün dışavurumunun en güçlü simgesi olan, televizyon yaygınlık ağı ve etkinlik biçimiyle öne çıkmaktadır. Kitle İletişim Araçları ile üretilen ve tüketilen kültüre eleştirel köklü ve güçlü bir bakış sunan Theodor W. ADORNO bu bakışı tanımlarken ? Kültür Endüstrisi? kavramını kullanmaktadır. Sanayileşme öncesi dönemde hemen tüm toplumlarda, üreticisinin ve tüketicisinin aristokrasinin ve saray çevresinin kendisinin olduğu kültür işleyişinin, yüksek sanat anlayışının bugün yığınsal olarak nasıl üretilip tüketildiğini ?Kültür Endüstrisi? kavramıyla tanımlayan Adorno bu kavramı şu şekilde açmaktadır. ? Kültür endüstrisi eski olanla tanıdık olanı yeni bir nitelikte birleştirir. Kitlelerin tüketimine göre düzenlenen, büyük ölçüde o tüketim yapısını belirleyen, tüm sektörlerde az çok bir olana göre üretilir. Tüm sektörler yapısal olarak benzerdir ya da en azından birbirlerinin açıklarını kapatarak, neredeyse tamamen gediksiz bir sistem oluştururlar. Bunu olanaklı kılan sadece çağdaş teknik yeterlilikler değil, aynı zamanda ekonomik ve yönetsel yozlaşmadır. Kültür endüstrisi kasıtlı olarak tüketicileri kendisine uydurur. Bin yıllardır ayrı duran yüksek ve düşük sanat düzeylerini, her ikisinin de zararına bir araya gelmeye zorlar. Yüksek sanatın önemi, yararı konusundaki spekülasyonlarla yok edilirken, düşük sanatın önemi de ( toplumsal denetim kusursuz olmadığı sürece ) içinde barındırdığı isyancı direniş özelliğine dayatılan medeni sınırlamalarla yok edilmektedir. Böylece, kültür endüstrisi yöneltilmiş olduğu milyonların bilincini ve bilinçaltını kuruyor olmasına rağmen, kitleler birincil değil, ikincil role düşerler ve hesaplanabilir nesneler, makinenin tali parçaları olurlar. Tüketici, kültür endüstrisinin bizi ikna etmeye çalıştığı gibi hükmedici ya da özne değil aksine nesnedir. Özellikle kültür endüstrisi için biçimlendirilmiş olan kitle iletişim araçları terimi, vurguyu nispeten daha zararsız bir alana kaydırmakta çok işe yaramıştır. Gerçekte ne öncelikle kitlelerle, ne de iletişim tekniklerinin gelişmesiyle bir ilgisi vardır, aksine onları dolduran ruhla, sahiplerinin sesiyle ilişkilidir.? Kitle iletişim araçlarına bakışı kültür endüstrisi bağlamında sorunsallaştıran Frankfurt okulu öncüleri, insanın insanla ve eşyayla kurduğu sürece özne-nesne kavramlarıyla yaklaşmışlar ve tanımlamışlardır. Bu durumu Besim F. Dellaloğlu, Cogito Adorno özel sayısındaki makalesinde çok anlaşılır bir netlikte ve durumu ortaya koyan bir gerçeklikle özetliyor. 

?Adorno ve Horkheimer?a göre Kültür Endüstrisi çağında düzen, bedenleri serbest bırakır ve ruhlara saldırır. Artık düzen ? benim gibi düşün ya da yok ol? demek yerine ? benim gibi düşünmemekte serbestsin. Yaşamını ve tüm sana ait olanları da koruyabilirsin. Ancak O andan itibaren aramızda bir yabancısın? demektedir. Modern özne, modernliğin öznesi olduğu için modern değildir; modernliğin ürettiği özne olduğu için moderndir. Günümüzde, kültür ve eğlencenin birbirine karışması, yalnızca kültürün baştan çıkmasına neden olmaz, aynı zamanda eğlencenin de entelektüelleşmesine yol açar.? 

Kültür ve eğlencenin iç içe girdiği televizyon aygıtı, ( Postman?a göre ise televizyonda her şey eğlenceliktir ) Televizyon nasıl bir şeydir. Teknik gelişimi, kültürel işlevi, toplumsal etkileri nelerdir. Nasıl bir anlatım dili vardır. İmkanları ve zaafları nelerdir? Bu soruların cevaplarıyla Televizyon Nedir? Sorusunu oluşturmak istiyoruz. Bunu da Televizyon Gerçeği ve Televizüel Gerçek kavramsallaştırmalarıyla iki alt başlıkta yapacağız.  

Bu iki başlığı ?Global Köy? kavramsallaştırmasını da yapan Mc. Luhan?ın ?araç mesajdır? sözünü düalist bir mantıkla algılamaktan ziyade iç içelik ilişkisi ile kavrayıp kavramsallaştırarak ortaya koyacağız. Televizyon Gerçeği alt başlığında ?araç? olarak televizyonun tarihçesi, yapısı ve anlatım dili ile ortada duran televizyonun yapısal gerçekliğin altını çizeceğiz. Televizüel Gerçeklik alt başlığında ise ?mesaj? olarak ileti olarak televizyonun yapısının ortaya koyduğu gerçekliği açımlayacağız.  

Sanayi devriminin ana enerjisi buhar ve buharla gelen mekanik, sanayileşme sürecini başlatırken, elektriğin icadı mekanik süreci daha farklı bir düzleme taşımıştır. Elektriğin varla yok arasıdaki yapısı. J.Boudrillard?ın televizyonun doğası olarak tanımladığı simülasyon kuramı ile arasında dikkate değer bir paralellik vardır. Eşyanın yapısını o eşyayı oluşturan elementler belirlemektedir. Burada kullanılan enerji kaynağının yapısı ile o eşya arasında direk bir ilişki söz konusudur.

Yapımcı - Film eleştirmeni

İKİNCİ BÖLÜM

Televizüel gerçek

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Televizyon gerçeği

SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara