Micus'u dinlemek için Aya İrini'ye gelenler, dünyanın farklı coğrafyalarından derlenen bir buket sesle mutlu bir akşam yaşadı. Micus, deyim yerindeyse bir modern zaman dervişi. Dünyanın farklı kültürlerini ve müziklerini tanımak için henüz 16 yaşındayken evden ayrılan sanatçının müziği, değişik coğrafyaların meydana getirdiği ve içinde her rengi ve ritmi barındıran bir müzik. Batı dünyasının çok iyi tanımadığı yerel enstrümanlarla ilgilenen ve bu enstrümanların yerel ustalarından dersler alan sanatçı, bu deneyimi kendi beyin kıvrımlarından geçirerek evrene ait ezgiler yaratıyor. Kişiliğiyle de kalıpların dışında bir sanatçı olan Micus'la müziğini ve değişik kültürleri keşfetme tutkusunu konuştuk.
Hangi düşünce ve duygular sizi 16 yaşında evden ayrılıp, eski uygarlıkların ve farklı kültürlerin müziklerini keşfetmeye sevk etti?
Bu benim için hâlâ da devam eden bir süreç ama bunun nedenini gerçekten bilmiyorum. 12 yaşından itibaren doğu müziğine çok büyük bir ilgi duymaya başladım. Bu tutku Önce Flamenko'yla başladı; ki Flamenko doğu ve batı müziğinin bir sentezidir. Sonra Afrika müziğine aynı şekilde ilgi duymaya başladım. Genellikle bir albümde veya konserde dinlediğim bir müziğe veya bir enstrümana karşı büyük bir ilgi duymaya başlıyorum. Sonra onu öğrenmek için o ülkeye gidip hocalar buluyorum. Bu yıl yine yeni bir enstrüman öğrenmek için Fas'taydım ve kasım ayında da Japonya'ya gideceğim. Yani bu süreç hâlâ devam ediyor. Çok değişik bir şey ama nasıl açıklayacağımı bilmiyorum.
Bir kültüre ait yerel enstrümanları kullanarak evrensel bir müzik meydana getiriyorsunuz. Bu evrilme ve dönüşüm sürecinde sizi neler etkiliyor?
Genellikle önce o enstrümanı geleneksel bağlamı içerisinde çalmayı öğreniyorum. Sadece geleneksel müziği öğrenmekle yetinmiyorum; o ülkeye gidip orada yaşıyor, o ülkenin kültürü, tarihi, felsefesi, şiiri, edebiyatı, mimarisi ve tabiatı üzerine de bilgiler ediniyorum. Sonra geri dönüyor ve bütün bu öğrendiklerimi unutuyorum. O enstrümanı geleneksel bağlamında değil, kendime göre çalmaya çalışıyorum. Daha önce bir arada çalınmamış enstrümanları bir araya getiriyorum. Bu beni çok heyecanlandırıyor.
İçinde birçok rengi ve ritmi barındırıyor müziğiniz. Bu sentezi oluşturmak zor olmuyor mu?
Bir taraftan zor ama aynı zamanda da fırsatlarla dolu bir tarafı da var. Bu enstrümanları bir arada çalarken bütün o kültürleri de çok iyi tanımanız lazım. Örneğin Türkiye'den neyi ve Almanya'dan sitarı alırsanız ve aynı odaya koyarsanız pek bir şey ortaya çıkmaz çünkü birbirlerini anlayamazlar. Müziklerin sadece sözleri değil, müziğin kendisi de birbirinden çok farklı. Bir müzisyen başka kültürlerin müziğini öğrenirse ortaya ilginç bir şey çıkarabilir. Benim için işin güzel yanı da bu işte; farklı kültürleri anlamak ve enstrümanlarını harmoni içerisinde birleştirebilmek.
Müzik yolculuğunuzda Batılı müzisyenlerin çok fazla bilmediği Doğu'yu da tanıma imkanınız oldu. Sizce iki müziğin temel farkları neler?
Çok fazla farklılık var. En önemlilerinden biri Doğu müziğinde sessizliğin farkındalığı söz konusudur. Özellikle ruhani müziklerde bu bariz olarak öne çıkar. Neyi ya da Japonya'nın flütünü dikkatli dinlerseniz sessizliğin önemli rolünü görürsünüz. Batı veya Afrika müziğinde bu sessizlik söz konusu değildir. Doğu müziğinde ses çok fazla kompleks değildir. Batı müziğinin ise çok kompleks bir sesi vardır. Her enstrümanın bir parça kendini sınırlaması ve genel sese uyması gerekir. Kendi kişiliğini çok fazla ortaya çıkarmamalıdır. Asya'da ise bu öyle değil. Her enstrümanın çok güçlü bir bireyselliği vardır. Mesela kemençeyi alın ve kemanla kıyaslayın. Kemençenin çıkardığı ses çok zengindir. Ya da ney ile Batılı bir flüt. Ney'in tek bir notası bile üzerinde onlarca düğmesi olan flütten çok daha enteresandır.
Müziğinizde farklı melodilerin birbirini ezmeden birlikteliği ve uyumu var. Yaptığınız müziği primitif müzik olarak değerlendirenler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Primitif iki değişik şekilde açıklanabilir. Çok basit ve gelişmemiş anlamında kullanılabileceği gibi kelimenin ilk anlamıyla da kullanılabilir. Bir şeyin başlangıcı demektir prima Latincede. Yani bir şeyin köklerine ya da orijinaline en yakın demektir. Tabii ki müziğimin bu şekilde nitelenmesi beni mutlu eder.
Türk kültürü ve Türk müziği hakkında çalışmalarınız ve çaldığınız bir Türk enstrümanı var mı?
Çok defa Türk müziği dinledim ama daha önce hiç Türk enstrümanı çalmadım. Ayrıca Türkiye'de çok fazla gezdim. Kemençe, tambur ve tabii ki ney gibi enstrümanlarınızı çok seviyorum. Erkan Oğur'u çok beğeniyorum. Çok iyi müzik yapıyor, elimde üç tane albümü vardı, bütün yaz dinledim. İsimleri bilmiyorum ama elimde çok fazla Türk müziği albümü var. Klarnet, ney, Mevlevi müzikleri içeren çok albümüm var. Türk bir müezzin tarafından okunan bir Kur'an setim de var.
Müzik hayatınız boyunca sizi en çok etkileyen kültürler ve enstrümanlar hangileri?
İlla seçmem gerekiyorsa Hindistan ve Japonya diyebilirim ama bütün kültürlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Ali Pektaş - Zaman