'Avrupa'nın Kudüsü'nde Türk izleri
Kent sakinleri tarafından 'Avrupa'nın Kudüsü' olarak tanımlanan Saraybosna'da mimaride Osmanlı, günlük yaşamda ise Türk etkisi yoğun biçimde hissediliyor..
Saraybosna'dan aşina olduğumuz bir manzara...
Bugün artık bir yanda Sırp cumhuriyeti, öte yanda Bosna-Hersek federasyonu var. Saraybosna ise yeniden hayata dönmüş ve de ona dört elle sarılmış bir kent. Eski merkez bölgesi ve 'çarşiya' dedikleri çarşı (çarşiya sözcüğü Farsça'dan geliyormuş) turist kaynıyor. Onların Brusa- Bezistan dedikleri eski Bursa bedesteni (1551'de Kanuni'nin sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Bursa ipeğinin satışı için yaptırılmış), bugün bir kapalı çarşı. Gazi Hüsrev bey camisi namaza gelmiş Müslümanlarla dolu, medresede din ve felsefe kitapları satılıyor. Çok yakınlarda kilise ve havra da var: Boşnaklar şehirlerini bu açıdan 'Avrupa'nın Kudüsü' diye adlandırmakta hakl ı . Çarşiya'nın ortasında eski Osmanlı tarzı evler, bizim çarşılara benzer hatıra eşyası var. Bakırda bizi aşmışlar: en büyük bakır cezveyi onlar yapmış ve Guinness Rekorlar Kitabı'na girmişler!.. Semtin tam ortasındaki meydanda bir sebil var. Çevresi insan kaynıyor: özellikle turistler.. Bosna'yı izleyen Türkiye'den başka Müslüman ülkeler de var. Avrupa'da zulme maruz kalan ve soykırıma uğrayan bu Müslüman halk, başta Suudi Arabistan birçok İslam devletinin de maddi-manevi himayesi altında. Suudilerin savaş sonrası onarımlarda etkin rolü olmuş ve ciddi para desteği sağlamışlar. Vahabi mezhebinin hocaları medreselerde öğretilerini yaymaya başlamış. Sokaklarda türbanlı ve çarşaflı kadınlar eskiden hiç yokmuş, şimdiyse bir ölçüde var. Ama onlar bile çok modern davranıyor, örneğin vitrinlerin önünde uzun zaman harcıyorlar. Ne de olsa Avrupa!.. Endonezya da bir büyük Müslüman ülke olarak buraya gelmiş ve kent halkına, yapımı bitmek üzere olan zarif bir cami armağan etmiş. Sonra Mostar'a doğru yola çıkıyoruz. Yol sadece 125 km., ama döne döne gidiyor ve yer yer onarımlar var. Bu yüzden yolculuk iki saati aşıyor.
Saraybosna ve Mostar?ı bize gezdiren Boşnak rehberlerimiz.
MAREŞAL TİTO'YU ANMAK
Yolda yemyeşil bir doğanın ortasında nazlı nazlı akan Neretva Nehri'ni izliyoruz. Bu bana hayal-meyal, yıllar önce izlediğim 'Neretva Savaşı' filmini hatırlatıyor: Richard Burton'un Tito'yu oynadığı. Doğru: bir yerde duruyoruz ve güzel rehberimiz, Tito'nun büyük başarılarından olan Neretva savaşını anlatıyor, Naziler yararlanmasın diye Tito güçlerinin bizzat yıktıkları ve hâlâ öyle duran köprü enkazını gösteriyor.
Gazi Hüsrev medresesinde din ve felsefe kitapları satılıyor.
KENTİN KALBİ KÖPRÜ
Ve Mostar. Son büyük soykırımın bir diğer simgesi, özellikle yıkılıp yeniden yaratılan ünlü Eski Köprü'süyle, 20. yüzyılın simge- şehirlerinden biri. 500 yıllık bir geçmişi olan kent, Türklerin elinde 16-17. yüzyıllarda büyümüş, gelişmiş. Ünlü köprüsü, Kanuni döneminde Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından yapılmış. Yaptıran da Hacı Mehmet Karagözbey. Kente gelen herkes bu köprüden geçiyor. İki yanında aynı dönemden kalma taş yapılar ve yeşillikler yükselen bu zarif köprünün kemerini, ortadaki tek bir büyük taş tutuyor: bir mimarlık harikası... Yalnızca kentin değil, Avrupa mimarisinin de en güzel örneklerinden biri sayılıyor.
Birden beliren dev bir Galatasaray panosu!..
'KÖTÜLÜĞÜN ORDULARI'
Şairlerin 'Neretva üzerinde hilalin yansıması' diye adlandırdıkları ve üzerine şiirler yazılan köprü, 1993'de bombalanarak yıkılıyor. İşin tuhaf yanı, Sırplar tarafından değil. Köprü, Hırvat güçleri tarafından yıkılıyor: savaşın başlarında Sırplara karşı Boşnakların yanında yer alan, ama sonradan taraf değiştiren Hırvatlar. Ve onların bir yüksek karar kurulunun emir üzerine...Bu olaydan beri Bosnalılar, özellikle savaşı anlatırken artık Sırplar yerine 'düşman güçler' sözünü kullanıyorlar. Elimdeki küçük bir Mostar kitabında ise köprüyü yıkanlar için Sırp veya Hırvat denmiyor 'kötülüğün orduları' deyimi kullanılıyor. Savaş bitiyor, köprü ve tüm Mostar uzun süre yıkıntı halinde kalıyor. Sonunda dünya kamuoyu elini uzatıyor, özellikle Türkiye büyük destek veriyor. Paranın yanısıra mimar ve mühendis yolluyoruz. Ve onarılan köprü, 23 Temmuz 2004'de büyük bir törenle açılıyor. AB adına İngiliz prensi Charles ve birçok ünlü kişi katılıyor. Ve hemen UNESCO tarihi mirası içine alınıyor.
Bu ülke bizi seviyor!
MOSTAR bugün sakin, sevimli ve canlı bir küçük şehir. Köprü çevresi adam almıyor, çarşısı turist kaynıyor. Her yerde Türkiye ve İstanbul anıları var: Kebapçiçi dedikleri kebaptan 'Türk usulü çay'a, İstanbul usulü dönerden koca bir Galatasaray panosuna... Bu ülke bizi seviyor, bizi ortak dinimiz ve tarihimiz nedeniyle hep izliyor. Ve sanırım bizim de ona sahip çıkmamızı, destek ve himaye göstermemizi bekliyor. 16. yüzyıldan kalma Karagözbey ve 17. yüzyıldan kalma Köşki Mehmed Paşa camileri, müze haline gelmiş görkemli bir 'Türk evi' geziliyor. Sonuç olarak, bu ülkede görecek çok şey var. Bu güzel ülkenin güzel insanları, çekilen onca sıkıntıyı, yaşanan onca faciayı unutup geleceğe bakmaya hazır. Ama tümüyle unutmak da değil...Çünkü o korkunç savaş, Avrupa'nın göbeğinde bile, faşizmin ve ırkçılığın birden nasıl hortlayabileceğini ve ne olaylara yol açabileceğini çok iyi gösterdi. Bunları unutmayalım ki, bir daha benzer şeyler yaşanmasın.
SABAH