Zaman zaman yeni düzenlemeler yapılsa da hep bir adım ileri atılırken, iki adım geri çekilmek zorunda kalındı.
Prof. Dr. Elisabeth Özdalga
İşte bu süreci ve sosyolojik seyrini, ?Modern Türkiye?de Başörtüsü? konulu çalışmasıyla inceleyen Prof. Dr. Elisabeth Özdalga, kitabın yayınlandığı 1998 yılı ile çevirisinin yapıldığı bugün gelinen nokta arasındaki farklılıkları da gözler önüne seriyor. ?On sene önce bu sorun barışçı ve demokratik yollardan çözüme kavuşabilir diye daha iyimserdim. Ama o iyimserlik bir çeşit naifliğe dayanıyormuş.? diyen Özdalga, şimdi tamamıyla bir değişiklikten bahsediyor. Ona göre Türkiye?de devletin yapısı değişmedikçe, yani otoriter devletten demokratik devlete geçiş sağlanmadıkça bu sorun çözülmeyecek. Yaşanan 28 yıllık yasaklar sürecinden 12 Eylül darbesini sorumlu tutuyor Özdalga. Çünkü, 12 Eylül rejiminin idrak edebileceğimizden daha derin boyutları var. Devleti kendi kontrolü altında tutmak isteyen anti-demokratik çevreler de daha güçlü ve inatçı çıktılar. Sadece 12 Eylül?ü günah keçisi yapmak da yetmez. Ona göre, başörtülü kadınlar birey olarak bunun için mücadele ederken, hem İslamcı camia tarafından hem de kadın haklarını savunan feministler tarafından yalnız bırakıldılar.
10 yılda bir arpa boyu yol alınamadı, Başörtüsünde başa sardık
12 Eylül 1980 ihtilali, pek çok alanda hak ve özgürlükleri ortadan kaldırırken sonuçları günümüzde de devam eden uygulamaları beraberinde getirdi. Bu tarihten beri, 28 yıldır farklı ivmelerle süren başörtüsü yasağının önüne geçmek isteyen düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilince yine aynı noktaya döndük. Bu kısırdöngüyü, geçen zamana rağmen çözümsüzlük ve artan umutsuzlukla birlikte yansıtan Prof. Dr. Elisabeth Özdalga, başörtüsü sorununun ikna yoluyla çözüleceğini düşünmenin naiflikten kaynaklı bir iyimserlik olduğunu düşünüyor. Ancak otoriter devletten demokratik devlete geçişte, yani topyekûn bir demokratikleşme ile sorunun çözüleceğine inanıyor. Özdalga ile, ?Modern Türkiye?de Başörtüsü Sorunu? (Ufuk Kitapları) kitabının aradan on yıl geçtikten sonra Türkçe?ye çevrilmesiyle, süreç içindeki değişimi konuştuk.
Başörtüsü sorununun ?ikna yoluyla çözülebileceği? yönündeki iyimser düşüncenizden neden vazgeçtiniz? Geriye dönük olarak baktığımızda size bunun olmayacağını ne gösterdi?
12 Eylül rejiminin benim düşündüğümden veya idrak edebildiğimden daha derin boyutları var gibi görünüyor. Devleti kendi kontrolü altında tutmak isteyen anti-demokratik çevreler daha güçlü ve inatçı çıktı.
Başörtüsü sorununun derin iktidar ilişkilerine bağlı bir sorun olduğunu söylüyorsunuz, bunu son AKP örneğinde olduğu gibi iktidarlar çözemezse, hangi derin iktidar veya derin ilişkilerden bekliyoruz?
Başörtüsü sorunu Türkiye?deki demokrasi mücadelesine bağlı. Burada geniş anlamda, bütün değişik grupları kapsayan bir demokratikleşmeden bahsediyorum. Böyle bir amaca ulaşmak için bütün sivil güçler, siyasi partiler başta olmak üzere, el ele vermeleri lazım. Değişik siyasi grupların, değişik konularda farklı görüşleri olabiliyor, zaten demokrasi icabı rekabet içinde olmaları gerekiyor. Ama demokrasi ve sivilleşme konularına gelince birlikte hareket etmeleri gerekiyor. Burada CHP üzerine düşen görevi hiç yapmadı. Yani demokrasi mücadelesinin yanında yer almadı. Tam tersine karşı çıkıyor.
Çalışmayı yaptığınız yıllarda hem İslam?ın radikalizm anlamında daha baskın olduğu ve bunun karşıtlarının da daha baskın olduğu bir dönemdi. Bugünkü gelişmeyi nasıl yorumluyorsunuz? Değerlerden veya dünya görüşlerinden bir uzaklaşma mı yoksa daha anlama ve saygı gösterme çabasına dönük bir değişim mi?
Refah Partisi zamanında da fazla bir İslami radikalizm yoktu. Sayın Erbakan?ın üslubu bazen aşırıya kaçabiliyordu, ama siyaseti demokrasi kurallarına göre sürdürüyordu. Ancak ülkeyi yönetmek açısından Refah Partisi, AKP kadar başarılı değildi. Refah Partisi?yle olan sorunları bu konulara, bağlamak lazım.
Türkiye?deki değişimi, antropolog Ernest Gellner?in açıklamasıyla halk İslam?ından kitabi İslam?a değişim olarak sunuyorsunuz. Gerçekten kaynaklara ve öze dönüş var mı?
Gayet tabii, eğitim seviyesi artınca insanlar genellikle kendileriyle ilgili kararları daha bilinçli alabiliyor. Daha sağlam temeller üzerinde hayatlarına şekil vermek istiyorlar. Aynı zamanda kendi savundukları değerlerinin temellerini de irdelemek istiyorlar. Sadece hocaların söyledikleriyle yetinmiyorlar. Kendileri de daha iyi bilgi sahibi olmak istiyorlar. Bu çoğu konularda böyle, dini konular dahil.
Sosyologların, ilahiyatçıların ve bilim adamlarının yaptıkları araştırmalarda toplumda dindarlaşmanın olduğu söylenir. Peki dindarlaşma gerçekleşirken bunun görünür bir yönü olan başörtüsü neden kabul görmüyor?
Herkes daha dindar olmuyor. Belli kesimlerde öyle oluyor. Modern, şehir hayatıyla birlikte yaşanan dindarlık daha görünür hale gelince, başörtüsü konusunda olduğu gibi, o gelişmelerden rahatsız olanlar da ortaya çıkıyor, hoşnutsuzluklarını daha açık bir şekilde dile getirmeye başlıyorlar. Bu, değişik gruplar arasındaki ilişkilere dayanan bir problematik.
Süreç içinde başörtüsü sorununa ve bu sorunu yaşayan kadınlara, İslamcı camia ve bu camianın erkekleri ne kadar sahip çıktı? Eğitimci, işveren aile büyüğü olarak...
Kısmen sahıp çıktılar. Ama sadece kısmen. Biliyorsunuz birçok kadın bu mücadeleyi tek başına, hem de ailesine ve çevresine karşı sürdürdü. Bir de diğer çevrelerden de, laik veya feminist diyelim, yeteri kadar destek alamadılar. Bu da üzücü bir şey tabii.
Siz başörtüsü sorununun çözümünde güçlü bir devlete ihtiyaç duyulacağını söylüyorsunuz. Güçlü bir devlet demokratik yollardan bunu nasıl çözer, sizce çözüm yolu nasıldır?
Güçlü devlet, otoriter, baskıcı devlet demek değil. Güçlü devlet, gücünü halka dayanarak, halkın ihtiyaçlarını karşılayarak alır. Uzun vadede en güçlü devlet, demokratik kurallara bağlı, halka dayanan devlet olur.
Bu demokratik devlet başörtüsü sorununu çözdüğünde paralel olarak hangi sorunları da çözmüş olur?
Demokratikleşme işin asıl ve temel sorunu. Başörtüsü sorunu, Kürt sorunu, Alevilerle ilgili sorunlar bu daha geniş sürecin birer parçası. Bütün bu konuların ve sorunların birbirine bağlı olduğunu hatırlamak lazım. Bu sorunlara bir de yeni ve sivil anayasa, AB ile entegrasyon gibi konuları da eklemek lazım. Bu makro düzeydeki siyasi konular başörtüsü sorunundan ayrı değil. Hepsi birbirlerine bağlı.
İyimser mi olayım kötümser mi, tam karar veremiyorum
Çözümün yakın bir gelecekte mümkün olacağını düşünüyor musunuz, böyle bir Türkiye var mı sizin ufkunuzda?
Keşke bu kitabı on sene aradan sonra bir daha yayınlamak için ihtiyaç duyulmasaydı! Keşke bu sorun sadece tarih kitaplarına ait olsaydı. Doğru, on sene önce bu sorun barışçı ve demokratik yollardan çözüme kavuşabilir diye, daha iyimserdim. Ama o iyimserlik bir çeşit naifliğe dayanıyormuş. Bugün otoriter ve baskıcı bir devleti muhafaza etmek isteyen çevreler daha çok deşifre oldu. Ergenekon davası vs... Bu gelişmeler insanı doğrusu ürküten gerçekler. Ama aynı zamanda bunlar kamuoyu tarafından bilinir duruma geldiği için, demokrasi mücadelesi için umut da doğuruyor. Türkiye?de insan, iyimser mi olayım kötümser mi diye tam karar veremiyor.
Emine Dolmacı - Zaman Pazar Eki