Öncesi için tıklayınız
Yusuf Kaplan:
?Şimdi burada çok ilginç bir şey yakaladınız. Âyeti kerimeyi hatırlarsak; ?Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz? Burada enteresan bir şey var; yani o eylemi, kulluk eylemini ve yardım isteme eylemini yapan biziz, orada biz özne konumundayız.?
Engin Noyan:
?Evet, orada zamir birden bire değişiyor; ?Biz? diyor birden bire. Yani ?îyyâke a'budû? demiyor, ?ı'yyake na'budu? (Biz kulluk ederiz) diyor, şimdi başın ciddi belâda! Sadece kendi adına değil, kendi adına söz vermiyorsun; sen başkasından da sorumlusun. Emr-i bi'l-marûf, nehy-i ani'l- münker! Hep beraber yapacaksın bu işi. Tek başına Müslüman olunmuyor. Diğer tüm inanç sistemlerini, sözgelimi Hıristiyanlığı tek başına çok güzel yaşayabilir insan. Çekilirsin manastırın bir hücresine, baba gibi Hıristiyan olursun. Budist'sen çekilirsin bir mağaraya, 45 sene Budistlik yaparsın orada. Ama tek başına Müslüman olunmuyor. Beraber olacaksın, başka şansın yok. Kur'ân ?namaz kılın, zekât verin? diyor. Namazı tek başına kıldın diyelim, zekâtı kime vereceksin? En azından bir kişi daha lazım; mecbursun iki kişi olmaya yani. Cenab-ı Allah, beraber olmayı Kur'ân'da ısrarla vurguluyor. Bakın bu ayet çok anlamlı; ?sabırla ve namazla yardım dileyin?, ama devamı var. Çok önemli bir şey bu! Cenabı Allah -tabiri amiyane ile- bize oyun yapmıyor. Diyor ki; ?bu kolay bir iş değildir.? Evet, ?çok zor -kebir- iştir? diyor. Yani bu, sadece haşyet içinde, huşu içinde, o azametin karşısında kendi konumunu tanımlayarak, onun farkına vararak bunu yapan, insanlar için kolaydır; onun dışındaki insanlar için zordur diyor. Bu çok önemli!? Yıldız:
?Elbette..Ayette geçen ?le-kebiratu'n? ifadesi çok anlamlı Evet, bu kesinlikle çok büyük bir iştir, zor ve ağır bir iştir; ama huşu içinde namaz kılan ve sırf Allah için oruç tutanlar için böyle değildir. Sonra âyet devam ediyor: ?Allah zorluklara karşı sabredenlerle beraberdir.? Ardından, ?onlar Rablerine mülaki olacaklarının, kavuşacaklarının bilincindedirler ve sonunda O'na rücû edeceklerine, döneceklerine inanmaktadırlar.? Dolayısıyla sonunda Allah'a döneceğinin bilincinde olanlar, hem iman ve ibadetlerinde sabır ve ısrar ederler hem de başlarına gelen sıkıntılara, ezalara, cefalara, yapılan psikolojik baskılara, zulümlere, ambargolara, mahrumiyetlere karşı daha kolay direnç gösterir, şimdi, ?sabırla ve namazla Allah'tan yardım dileyin? âyetini bu açıdan anlamlandırmaya çalışırsak, şöyle düşünebiliriz: Özellikle bu ayda sabır deneyiminden, sabır imtihanından geçin; oruçla, namazla, itikafla, infakla bedeninize ve malınıza hükmederek sabrı bizatihi eylem haline dönüştürün. Zaten bir ömür boyu sabırla ve ısrarla ikâme ve idâme ettiğiniz namazınıza da Ramazan'da daha bir anlam katın; hatta buna bir de teravihi ilave edin!?
Zamanda Yolculuk
Kaplan:
?Şöyle de denebilir mi? Ramazan aynı zamanda bir yoğunlaşma mevsimi...?
Noyan:
?Çok önemli bir şey söylüyorsun! Şimdi, ben internet kullanmaya başladığımda anladım bunu; hani çok büyük metinleri internette sıkıştırıyorsun ya, işte Ramazan sıkıştırılmış bir İslâm hayatı, yani pek çok şey oraya yoğunlaştırıyor. Sonra bir ayda yaptığını bir yıla, bir ömre yayıyorsun. Aslında Ramazan'da bir aylık oruç temrini yapıyorsun; istersen ömür boyu oruç tut, ama oruç tutmanın ruhunu bütün bir ömre yay. Kur'ân'la ilişkini ömrün boyunca sürekli tut. Ömrün boyunca belli zamanlarını itikafa ayır; sadece Ramazan'da yapmak zorunda değilsin, te-heccüde kalk, işte o da bir itikaftır; orada da dünyadan izolesin, başka hiç bir şey yok. Sıkıştırılmış bir İslâm hayatı, bunu bir kez daha önüne seriyor. Ramazan'da yoğun bir şekilde yaşıyorsun bu hayatı, ondan sonra bunu bütün ömrüne yaymaya başlıyorsun.?
Kaplan:
?Aslında burada enteresan bir şekilde zamanda yolculuk yapıyoruz: Zamanı değiştiriyoruz; zamana müdahale edip zamanı durduruyoruz, farklı bir zamana geçiyoruz, kozmik bir geçiş yapıyoruz. Aynı anda farklı zamanları yaşamak, ne güzel, ne müthiş bir şey!?
Noyan:
?Tabi biz beşeriz, o yüzden beşeri ifadeler kullanmak zorundayız. Düşünüyorum da, Cenabı Allah daha ne yapsın? Sana sistemi anlatıyor, ne yapacağını söylüyor, kendi projesini açıklıyor, bu projeye seni ortak ediyor, seni davet ediyor. Sürekli dikkatimi çeken bir husustur bu; hep kuluyla işbirliği istiyor, bazen çok abartılı ifadeler kullanıyor. ?Yok mu bana borç veren?? diyor. Allah Allah! ?Ben kim oluyorum Ya Rabbi, sana borç vereceğim?? deme şansına sahip değilsin!.. Yani -hâşâ- Allah'ın yardıma mı ihtiyacı var, ama kendi öyle buyuruyor; ?Bana yardım et? diyor. Dehşet bir şey bu, bütün projesine seni ortak etmiş, onun için de irade ve akılla donatmış, nasıl yapılacağını modellendirmiş. Eee, artık biraz da sen bir şeyler yap be kardeşim! Yani bu kadar basit bir iş! Onu düşündüm.
Şimdi, en başta söylediğiniz bir şey vardı. Çok önemli bu! Evet, insan hicri 15. yüzyılın ilk çeyreğinde bir bulanıklığa, tıkanıklığa girdiğini görüyor, artık aşamıyor bazı şeyleri, bir bunalımın içine giriyor. Ve bunu aşmak için muhtelif çözüm yolları üretmeye çalışıyor insanlar. Diyelim ki, Abdullah bir psikolog olsa, Yusuf bir antropolog olsa, ben bir sosyolog olsam, başkalarını da işin içine katsak ve biz insan neslinin kendini tazelemesi için nasıl bir proje geliştirelim diye kafa patlatsak, adına Ramazan denen böyle bir hadiseyi mümkün değil kurgulayamayız; aklımıza gelmez böyle bir şeyi kurgulamak. Yılın çok belli bir dönemini, yoğunlaştırılmış bir kendini yenileme, tazeleme operasyonu olarak kurgulamak; biz bunu akıl edemeyiz. Peki, bu hazır sunulmuş bir sistem. Bütün yapacağımız, mevcut sisteme işlerlik kazandırmak, harekete geçirmek, hepsi bu! Bunu yaptığımızda iş o zaman çok kolaylaşıyor. Hayat çok kolaylaşıyor.?
Kaplan:
?Burada şöyle bir şey var; bizim gerçeklik algımızla başka kültürleri mesela Batı kültürünü karşılaştırdığımız zaman çok önemli bir farklılık ortaya çıkıyor. Özellikle seküler Batı kültüründe her şey sadece fizik gerçeklik eksene alınarak tanımlanıyor. Zaman sadece bura ve şimdiden ibaret. Buranın ve şimdinin ötesinde zaman algıları hep izafi! Dolayısıyla fizikötesi de fizik algılarına, kavramlarına, kavrayışlarına göre tanımlanıyor. Yani burada bir tahrif var, bir yıkım var aslında, yani bu bir şiddet; insan ilişkilerinde, toplum ilişkilerinde şiddet. Bizdeki gerçeklik algısı ise tamamen farklı ve burada üç boyut var. Ramazan'da bu üç boyut aynı anda devreye giriyor. Birincisi aynel yakın dediğimiz şey; fiilen, aynen, fenomenolojik olarak tecrübe ediyor. İkincisi ilmel yakın; öğreniyoruz, hayatın hakikatini öğreniyoruz, kendi hakikatimizi öğreniyoruz. Üçüncüsü de hakkal yakın boyutu var; yani bir mevsimde bir anda, gerçeklik anlamında aynı anda tecrübe ediyoruz, şimdi bunun aynı zamanda başka yansımaları da var. Meselâ, oruçlu iken iftardan bir saat, yarım saat önceki halimizi düşünün; zamanı ve mekanı, farklı haleti rûhiyeleri çok değişik şekillerde tecrübe ediyoruz. Başka zaman tecrübe edemeyeceğimiz şeyleri o an tecrübe ediyoruz; o an yaşıyoruz. Yani şunu söylemek istiyorum: Burada çok enteresan, olağanüstüsü bir iletişim sistemi var; gerçekten insanı silkeleyen bir iletişim sistemi. Bir taraftan insanın kendisiyle iletişimi var, diğer insanlarla ve toplumla iletişimi var; öbür taraftan da Allahu Teâlâ ile iletişimi var. Ve hayatın gerçekleriyle karşı karşıya geliyorsunuz. Aynı anda insanın bütün duygularının, duyargalarının, hassasiyetlerinin devreye girdiği bir özgürleşme ânı...?
Noyan:
?Batı lisanlarında zaman için genellikle tek kelime var; time. Arapça'da böyle değil. Asr var, dehr var... Dehr dediği zaman mutlak zamandan bahsediyor. Şimdi biz Ramazan'daki yaşadığımız hadiselerle mutlak zamanla ilişkiye geçiyoruz, dehrle ilişkiye geçiyoruz, orucu açmadan önceki iftar zamanı... Askerlikte en zor zaman nedir, bilir misiniz? Askere yeni giden gençler hep bunu der; abı askerlik bitmez!? Hayır, askerlik biter de, o terhis kağıdını alma, o kışladan çıkma süreci var ya; o beş saat var ya, o on sekiz ayın 29 katı, o bitmez bir türlü, o bitmez!., şimdi, Ramazan'da oruç tutarsın; sabah gayet iyisin, her şey normai, iftara yaklaştığında ise zaman uzamaya başlar. Bir türlü o ezan saati gelmez, bitmişsin yorulmuşsun; tam burada mutlakla ilişki kuruyorsun; yoğunlaştırma, sıkıştırma işte bu; tabi sabır da burada devreye giriyor. Cenabı Allah bu dinin adını İslâm koymasaydı, -bunu çok düşündüm- acaba ne koyardı? Herhalde başka bir isim koyardı, mutlaka: Ben inanıyorum ki Cenabı Allah bu dinin adını Tevhîd koyardı; çünkü bu dinin ekseni bu. Yani her an ve son anda sapma tehlikesi var. Benim her gün ettiğim dua odur Ya Rabbi son nefesimde imansız gitmeyeyim; ne olur son nefesimde şaşırmayayım...?
?Ramazan'la Pusulayı Yeniden Düzeltiyoruz?
Abdullah Yıldız:
?Evet, çünkü kalpler her an dönebilir, inkıiaba uğrayabilir; ayaklar kayabilir. Bu yüzden hep şu duayı tekrarlamak lazım: ?Yâ mukallibe'l-kulûb, sebbit kalbi 'alâ dinike: Ey kalpleri evirip-çeviren(Allah?ım), benim kalbimi Senin dînîn üzere sabit kıl!?
Noyan:
?Bu duayı kimin söylediği çok önemli; kim söylüyor??
Yıldız:
?Allah Rasûlü.?
Noyan:
?Yani ey mübarek, senin böyle bir şey söylemeye ihtiyacın mı var? Sen niye bunu söylüyorsun!? Ama en büyük tehlikenin farkında olan o, biz bilmiyoruz tehlikenin ne kadar korkunç olduğunu. Zemin kaygan, ânında kayar. Bak, seçtiği kelime çok müthiş, ?sabit kıl? diyor. Yani kıyamda durmak budur; dağlar gibi çakılmak. Dikkat edin, seccadenin en çok yıpranan yeri neresidir? Secde yeri midir, ayak yeri midir? Bir dikkat edin. Çok namaz kılınan seccadelerde ayak yeri çok yıpranmıştır.?
Yıldız:
?Alimler, namazda dimdik ayakta durmayı, dağların yeryüzüne çakılarak arzı sabit kılmasına benzetmişler; bu aynı zamanda namaz kılanın tevhfd üzere sabit kalması demektir. Yine bir açılım olması bakımından söylüyorum: Allahu Teâla neden bize şu duayı emrediyor Kur'ân'da? ?Ya Rabbi, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma.?
Noyan:
?Demek ki var böyle bir tehlike, şimdi, pusula niye kuzeyi gösteriyor? Sünnetullah gereği. Manyetik alan var ki biliniyor, dünyanın çekirdeği demir, bu yüzden ibre hep kuzeyi gösteriyor; pusulayı nereye koyarsak koyalım kuzeyi gösteriyor. Ne zaman kuzeyi göstermiyor? Herhangi bir dış alan bunu etkiiediği zaman! Bunun için ilk günlerden beri gemiciler çok kafa yordular bu işe; çünkü kuzeye gidiyorum diye güneye gidiyor. Sonunda pusulayı muhafaza altına aldılar. Dış etkilerden koruyunca doğruyu gösteriyor. Mutlak olarak. İnsan da öyle; Allah'a gider, başka çaresi yok. Çünkü program öyle şimdi, ben bir konferansta bu programı şöyle anlattım: Dedim ki, bak Cenabı Allah'ın sana yazdığı programın adı şu: search for Rabb; Rabbı ara programı. Altında 157 milyon..., tane madde var; go to money, go to bilmem ne; bir tanesi de diyor ki, go to Allah: O madde yanıp yanıp sönüyor; oklar orayı gösteriyor, şimdi eğer go to Allah'a tıklamazsan başka bir Rabb koyarsın onun yerine; rabb koymama şansın yok, çünkü programın bu. Bütün mesele Rabbı doğru tayin etmek, Rabbü'l-Âlemin'i oraya oturtmak. Yani rabbin Allah'tır!.. Go to Allah, işte buraya tıkla!.,, şimdi pusula burada şaşırıyor; manyetik alanlar bozuyor ve pusula bazen şaşırıyor; güneybatıyı göstermeye başlıyor; sen sanıyorsun ki bu hala kuzeyi gösteriyor; kayıyor zemin. Ama bu pusulayı her an yeniden düzeltmek mümkün. Nasıl düzeltirsin? De manyetize edersin, o zaman pusula yine tak diye doğru yeri gösterir. İşte Ramazan bu! Namaz bu! Her gün beş vakit kıl, rotayı düzelt. Hocam ?Tevhid Eylemi? diyor, kitabında; tevhid eylemi... Başka nasıl düzeltirsin rotayı??
Kaplan:
?Baudrillard'ın geliştirdiği bir kavram var; Simülasion kavramı. Bu açıdan baktığımızda, Ramazan'a özgü bir şeyle karşılaşıyoruz: Hem ontolojik olarak bunu yaşıyoruz, hem episte-molojik olarak hem de fenornenolojik olarak; çok enteresan bir şey. Burada Ramazan resmen simülasyonlara -yapaylıklara- hayır diyor. Ya Müslümansm ya değilsin! Bunu da dinen fenomenolojik olarak göstermek zorundasın. Nedir o? Ya oruç tutacaksın ya tutmayacaksın. 'Hem tutarım, hem tutmam, tutabilirim, tutamam yok. Onun lamı cimi yok. Sabit...?
Noyan:
?Bir de kelime oyunu yaparlar(Kur'ân bunu anlatır; onların söyledikleri çok hoşunuza gider, diye. Güzel lâflar ederler): ?Her şey siyah-beyaz mı? Gri tonlar ne oluyor?? Müthiş bir entelektüel oyun bu. Ama bu din ?yemez? bunu! Neden gri? Her rengin tonları var, ama nerde? İki tane alan var. Kur'ân'ın ve sünnetin çizdiği bir daire var; kenariarı keskin; gayet net ve berrak. Bu alanın içerisinde kırmızının 37 bin çeşit tonu var; yeşilin 46 bin tonu var. Ama bu dairenin içi ile dışı arasında siyah ve beyaz kesinliği var. Azıcık Müslüman olmak diye bir şey yok. Yani, beyazın içerisinde her türlü renk tonu var. Kimi mavinin tonlarına gidiyor, kimi yeşilin toniarına gidiyor, kimi morun tonlarına gidiyor; ama o alanın içerisinde. Ramazan bunu bize tekrar hatırlatıyor. Evet, siyah-beyaz ayrımı var. Ya buradasın ya oradasın; geceyi gündüzden ayıran nokta. Hani güzel bir hikaye var: Bir âlim ve talebeleri imsak meselesini konuşuyorlar:
?Karanlık ve aydınlık ne zaman başlıyor, bunu tayin nasıl tayin edelim?? Talebeler önce kendi aralarında tartışıyorlar: Bir tanesi diyor ki talebelerin;
?bir keçiyi koyundan ayırt edebildiğin zaman anla ki artık karanlık bitmiş, gün başlamıştır;? öbürü diyor ki; ?hayır, bu doğru olmaz, çünkü hayvan hareketli, sabit bir şey bulsak; incir ağacını zeytin ağacından ayırt edebildiğin zaman karanlık bitmiş aydınlık başlamıştır?. Böyle tartışıp dururken âlim geliyor.
?Ne yaptınız??
?İşte bunu, bunu konuştuk.?
?Hepinizin görüşleri çok güzel, doğru ama bir eksiklik var? diyor.
?Bakın eğer kafanızı kaldırıp da sağınızdaki solunuzdaki adamın yüzüne baktığınızda bu benim kardeşim diye onu görebiliyorsan, karanlık bitmiş aydınlık başlamıştır?, ölçü bu. Ramazan'dan daha mühim bir kriter olabilir mi bu kardeşlik için? Ramazan'da eğer kafanı kaldırıp da yanındaki adamı bu benim kardeşim diye görmüyorsan, boşuna aç kaldın! Ama kafanı kaldırdığında bu benim kardeşim, diyorsan işte o zaman aydınlık başladı; aydınlık yayılmaya başladı etrafa. İster bunu mecazi anlamda ister fiziki bir anlamda aydınlanma olarak al, Ramazan bize bunu veriyor. Ramazan sonrasında İstanbul'da hiç ışık yakmasan bütün şehrin aydınlanması lazım, bütün müminler cam gibi parlıyor. Teravih'den sonra kapatın ışıkları; bakın camiden böyle ışık seli çıkıyorsa dışarı iyi, yoksa bu teravih İslami aerobik olmuştur, işte o kadar.?
Devam edecek...
Kaynak: Ed. Abdullah Yıldız, Kur?an?ın Hayata Müdahalesi, Umran Yayınları, İstanbul, 280-283